BÖLÜM 49

1.9K 78 15
                                    

MERHABA ARKADAŞLAR;
YENİ BİR BÖLÜM DAHA SİZLERLE. LÜTFEN YORUM, ÖNERİ VE ELEŞTİRİNİZ OLURSA EKSİK ETMEYİN. İYİ OKUMALAR DİLERİM.


Askerliğin çoğunun gittiği, azının kaldığı o günlerde üzülmek varmış demek ki.
Gidecek askerlerin ismi açıklandıkça içim cızlamıştı doğrusu. İkisi benim devrem Hasan ve Tamer'di. Diğerleri ise yine iyi birkaç asker arkadaştı. Morali düşmüştü birçok askerin ama, durdurmak gibi bir hakkımız yoktu ki. O askerlerin suçu, kural ve nizam dışı bir işi bildirmekti sadece. Sebep ise bu olaydan sonra, rütbeliler ve o askerlerin aynı birlikte kalmasının doğru olmayacağı, o askerleri eğitim vb. açılardan zorlayabilecekleriydi.

Bu açıklamalar yapıldıktan sonra, bir sıkıcı haber daha çıktı komutanın ağzından.

- Shorland, transit şoförleri kimler?

Orhan, Erkan ve Ercan cevap vermişlerdi. Ardından komutan sözüne devam etti:

- Ercan ve Orhan sizde valizinizi hazırlayın. Çok birşey koymaya gerek yok. Göreve gidiyorsunuz 15 günlüğüne.

Buyur burdak yak demenin tam zamanıydı. Morallerim iyice çökmüştü ama belli etmiyordum. Kuvvetli durmak için çaba sarfediyordum işte. İçimi, 15 gün gidecek ve onsuz nasıl günler geçecek diye estirdiğim fırtınaları kimse bilemezdi. Daha sinir bozucu olan şey ise, Ercan ile gidiyor olmalarıydı. Ayrıca birkaç silahlı askerde, görev için seçilmişti elbette. Bir de giden 5 askerin yerine yeni 5 askerin gönderileceği haberi, iyice kafamı karışık bir hale getirmişti.

Orhan ve Ercan kalktılar hemen. Orhan gayet hevesliydi hergün gördüğü ilçeden kurtulacağı için. Yüzünde güller açmıştı ikisinin. Seven bilirdi o an yaşanan zorluğu. Sevmeyen ne bilecekti ki? Hadi bana eyvallah diyecek ve valizi alıp, 15 gün ortadan kaybolacaktı. En sevdiğim dostlarımdan İbrahim'de gidiyordu göreve. İbrahim yok, Tamer yok, Hasan ve Orhan yok. Birçok yanım eksik kalacaktı. Askeriyede asker sayısı öyle aza inmişti ki böylelikle, birçok askerin nöbetleri mecburi olarak 4-6 saat arasında yükselecekti. Ercan ve Erkan'ı gerçekten sevemiyor ve içten içe bir nefret besliyordum. Erkan'ın gitmemiş olması bile, bir teselli değildi benim için o an. Ayrıca nasıl askerler gelecekti? Huyu suyu nasıldı gelecek olanların? Sevecek miydik onları? Pekte umrumda değildi bu soruların cevabı. Ben o karakolun uzun süredir askeriydim. Gelenlerin üzerimde hiçbir etkisi olamaz, ancak yeni gelenlere horoz öttürebilirlerdi. Onuda becerebilirlerse tabi.

Yemekhanede birçok olayın içiçe geçtiği, olayların karmaşık bir hal aldığı bu toplantıdan sonra, 5 asker ile vedalaştık ve koğuşa yolladık hazırlanmaları için. Çok zor oldu ayrılmak hepsiyle. Hepsi birer arkadaş, dost, kardeşti bizim için sonuçta. Orhan'lar ise çoktan fırlamıştı koğuşa.

Yukarı çıkmamıştım yanlarına. Çıkamamıştım daha doğrusu. Bir süre sigara içerek, merdiven başında bekledim. Göreve gidecek askerler inmeye başlamıştı. İbrahim'i gördüm ve sarıldık.

- Kardeşim iyi bak oralarda kendine, olur mu?
- Hey, kardeşim be özleyeceğim 15 günde sizi oralarda.
- Merak etme sen kardeş, iki gün gibi gelir geçer görevde.

Nah geçerdi 2 gün gibi. Benimkisi terzinin kendi söküğünü dikememesi durumuydu işte. 15 gün 15 ay veya yıl gibi gelecekken, onlara moral veriyordum. Ya bana kim moral verecekti? Kim benim kalbimin acısı için bir merhem bulabilecekti. Kim?

Az sonra, dünya s.kinde olmayan Orhan efendi, Ercan ve birkaç asker daha indi valizleriyle.

- Gidiyorsunuz he?
- Valla Emre ya, kafam dağılacak 15 gün.
- Git tabi git. Aynı yerde olmak sıkar insanı bilirim. Kendine iyi bak oralarda, dikkatli ol.
- Sağol kanka, sizde iyi bakın kendinize.

Birkaç cümleyi sarfederek, tokalaşmak ve ufak bir sarılma. Kolay gibi görünüyor anlatması. O kadar zordu ki o an benim için. Sevdiğim, yandığım, öldüğüm, bittiğim adam gidiyordu 15 gün. Bu stresli ortamda vücudu, teni, gözleri, gülüşü, kokusu olmayacaktı. Gözlerim dolmak istiyordu ve nasıl yapıyorsam gözlerimi irice açıyor ve dolmasını engelliyordum. Beynimde sanki su kaynıyor ve yakıyordu içini. Kalbim çarpıyordu, midem bulanıyor ve yüreğim anlatılmaz bir şekilde sızlıyordu o an. Hemen diğer arkadaşlarla vedalaşmaya geçtim. Çünkü ağlayacaktım ve anlamsız ya da erkeğin yapmaması gereken birşey olarak algılanacaktı o an. Sebebini bilmeyenlerin bu şekilde algılaması normaldi. Ne kadar nefret ediyor gibi hissetsem de, Ercan ile tokalaştım ve hafif bir şekilde sarıldım. Kendine iyi bakmasını söyledim ona da. O da iyi bir şekilde karşılık verdi. Aslında ben bu insanlardan nefret etmeyecektim. Tüm sebebi beni arkadaş ya da dosttan öte görmeyecek olan, Orhan'dı. Yoksa belkide çok iyi arkadaş veya dost olacaktık biz Ercan ve Erkan ile.

Bir süre sonra araçlara geçildi. Gidecek askerleri onlar bırakacak ve başlarındaki iki sorumlu komutan ile, görev için geçecekleri ilçeye gideceklerdi. Kapılar açıldı ve araçlar çıktı. Bomboş gibiydi artık karakol. Burayı benim için dopdolu yapan, şu az önce heves içinde giden çocuk muydu? Nasıl gülebiliyordu giderken? Nasıl içi acımıyordu ki?

Gün bitmek üzereydi artık. Akşam saati yaklaşmıştı ve buz gibi soğukta kestiğimiz karları, nizamiye dışına atıp temizliği bitirmiştik. En azından şimdilik bitmişti. Yoğun kar yağışı alan bir ilçe, bir bahçe ve kar temizleme. İşte askerlikte mantık aranmaması gerektiğinin kanıtı bunlardı. Bir diğeri ise, otları sulatmak ve uzayınca yoldurmak, ardından tekrar sulatmaktı.

Akşam yemeği dağıtılmaya başlanmıştı. Klasik olarak çorba, pilav zaten vardı. Özcan çok muhteşem bir aşçı olduğu için, yaptığı yemekler gerçekten çok lezzetliydi. Yemeklerimizi aldık ve masalara geçtik. Hızlıca yemeğimi yedim, sigaramı içip koğuşa çıktım. Oradan nöbetçi komutanın yanına giderek, serbest olup olmadığımızı öğrendim. Serbest olacağımızı, isteyenlerin yatabileceğini söyledi komutan. Aşağı inerek herkese seslendim.

- Millet, serbestsiniz! İsteyen yatabilir.
- Oooo, tamam kardeşim, eyvallah.

Yukarı çıktım yeniden ve dolabımın başında soyunmaya başladım. Keyifsizdim, üstümü değişip ya aşağı inecek biraz TV izleyecek ve birşeyler içecektim ya da gidip yatacaktım. Üzerimi değişirken, deforme olmuş demir kapısı geçmeyen dolaba, Orhan'ın dolabına takıldı gözüm. Açtım hafifçe ve baktım şöyle. Boş değildi ama çoğu eşyası yoktu. Havlusu, kamuflajı, eşofmanı, çamaşırları...

Elbise torbası hafif şişkince duruyordu. Hepimiz torbalara not defteri, kağıt, eldiven vs. atardık çünkü. Baktım şöyle fermuarı indirip ve elime boyunluğu geçti. Aldım, biraz daha baktım boş boş. Sonra yüzüme doğru kapadım ve kokusunu çektim içime. Ne kötü, ne acımasız, ne zor bir duyguydu aşk denilen şey! Kokusunu içime çektikçe güçsüz hissettim, nefessiz kaldım, yüreğim yandı, parçalandım adeta. Boynuma geçirdim boyunluğunu ve başıma giren ağrının hat safhaya çıkacağını bilmeden aşağı inmek için merdivenlere ilerledim.

O günün başından beri biri parmak ucuyla dokunsa, hüngür hüngür ağlayacak durumdaydım. Gittim zorda olsa ayakta duruyordum ve bir çay alıp, Halil ile konuştum çok az. Baş ağrım fazlalaşıyordu git gide. Çünkü ağlamamak için kendimi tutuyordum. O da başıma vuruyordu maalesef. Kimseyle oturmak gelmedi içimden ve merdivenlerin ortasına doğru çıkıp, lambanın yanmadığı karanlıkta oturdum. Aklımdan birçok şey geçiyor, üzülüyor, gülümsüyor, hüzünleniyordum. Sonunda ağlamaya başladım, tutamadım kendimi. Ancak baş ağrım dayanılmaz bir hal almış, ağladıkça daha da fazlalaşmıştı. Ağladıkça çoğaldı ağlamam, coştum ve tutamıyordum kendimi. Hüngür hüngür ağlamak denilen duyguyu yaşıyordum. İçim çekiliyor gibi hissediyordum. Fenalaşacak gibiydim ve yerimden kıpırdamadım o yüzden. O esnada arkamdan bir el tuttu omzumu. Erkan'dı ve söze girdi;

- Emre, ne oldu?
- Hiç, yok birşey.
- İyi misin gerçekten?
- Yo..yok bi...

Konuşamıyordum çünkü ağlıyordum ve biri dokunmuştu bana işte. Daha fazla ağlamaya başlamıştım. Ağlama krizi yaşıyor, sinir krizi geçiriyordum sanki. Etrafta ne oluyor farketmez bir hale gelmiştim ki, bir de baktım nöbetçi komutan başımda bitmiş. Ne ara haber verdiler, ne ara geldi bilmiyorum. O da alakadar olmuştu sağolsun ama, durduramıyordum kendimi. Başımı duvara vuracak hale gelmiştim. Hemen Erkan'a döndü komutan;

- Aracı hazır et hemen, hastaneye gidelim bi.
- Hemen komutanım!

Kendimi kaybetmiş gibiydim ve iki arkadaşımın kolunda, araca kadar gitmiştim. Biri Erkan'dı yardımcı olanların. O kötü gece boyunca yanımda en fazla yer alan kişi, nefret beslediğimi düşündüğüm çocuktu. Hastaneye giderken ve orada kaldığım sürece de, yanımda olmaya devam edecekti.

ASKERLİK AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin