BÖLÜM16:Ölünün Diri Mektubu

155 23 10
                                    

Merhabaaa cankuşlarım, nasılsınız? Okullar nasıl gidiyor, yeni döneme alışabildiniz mi bakalım? Sizleri özlediğimi ve sizinde bizimkileri özlediğinizi tahmin ederek çok bekletmeyeceğim. Bu bölüm benim için yazması ruhani yönden biraz ağır olan bir bölümdü. Çünkü hem Cihan'ın tarafından ve onun pişmanlığının altında ezildiği bir kısımken bir yandan da ikisi arasında geçen ve aslında hüzünle harmanlanmış ama eninde sonunda konuşulacak şeylerin olduğu bir parçaydı. Biraz da bana eski Canan ve Cihan'ı hatırlatan ve onların arasının iyi olduğu zamanlarını ne kadar özlediğimi fark ettirendi. Bakalım siz neler hissedeceksiniz?

Beni buracıktan takip ederseniz çok sevinirim. Ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.

Sol alt köşedeki yıldızı dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlayın.

Sizleri seviyorum.💚

İyi okumalar diliyorum.

~~~

Cihan ÖZKAN'dan

Ölmüştü.

Hamit ÖZKAN ölmüştü. Dedem ölmüştü. Beni büyüten adam ölmüştü. Bana ilk tokatımı annemin cenazesinde ağlıyorum diye atan adam ölmüştü. Akıllı köpeğimi gözümün önünde kurşuna dizen adam ölmüştü. Beni intikam ateşiyle yakıp kavuran o adam ölmüştü. Artık yoktu. Çocukluğum gibi, annem gibi.

"Abi!"

Sedat'ın bana seslenmesiyle durduğum uçurumun ucundan kıpırdamadım. Elimde tuttuğum sigarayı metrelerce aşağıdaki denize fırlattım. "Abi!" Geriye doğru bir adım attım ve "Ne oldu Sedat?" dedim. "Abi haberciler, magazinciler üşüşmeden sen gitsen mi? Bir de basın açıklamasıyla uğraşma şimdi." Haklıydı, kimseye bir sikim açıklayacak halim yoktu.  Avcumun içinde büzüşen ve sıkmaktan terleyen avcumun ıslaklığıyla nemlenen kağıdı ceketimin cebine tıkıştırdım. Arkamı dönüp Sedat'ın gözlerine bakarken kafamı salladım. Sağa doğru iki adım attım. "Abi araç diğer tarafta." Durdum, doğruydu. Arabayı diğer tarafa park etmiştik. Akıl mı kalmıştı ki ben de? Diğer tarafa doğru yürümeye başladım. Dedemin ceset torbası kurşunlandığı aracın yanında duruyordu. Birkaç polis de aracın etrafındaydı. Olay yeri inceleme geleli yaklaşık on beş dakika olmuştu. Ben haberi alalı yirmi beş dakika ve dedem öleli 43 dakika. Arabanın sürücü koltuğuna bindim ve cebimdeki anahtarı yerine taktım. Camı açtım, gömleğimin üstten açık düğmesi sanki yoktu ve ben gırtlağıma kadar sıkılıyordum. Arabayı çalıştırdım ve Sedat'a başımı eğerek oradaki tüm yetkiyi ona verdiğimi işaret ettim. Sonra da tüm gücümle gaza yüklendim ve gitmeye başladım. Nereye gitmeliydim şimdi? Kime koşup anlatacaktım, kime dökecektim içimi? Nuran babaanneme eşinin öldüğünü söylesek ne olacaktı ki sanki? O zavallı hasta kadın dakikalar sonra geçmişe dönecek ve oradaki anılarında yaşamaya devam edecekti. Babamın ve annemin yaşadığı anılarına, benim beş yaşında olduğum ve Simge'ninse hala ablam olduğu anılara. Küçükken mesela annemin dizlerinde ağlardım, babamın kucağında ve Simge'ye ise beni üzenleri ispiyonlardım. O da kardeşini çok seven bir ablaydı o zamanlar ve her zaman benim tarafımı tutardı. Artık kardeşini çok seven bir abla değildi ve benim tarafımı tutmayı bırakalı çok olmuştu. Annem ve babam ölmüştü. Sonra dedem... Hayatımın iplerini elinde tutan, kaderimi intikam sözleriyle yazan ve çocukluğumu aleve veren adam. Onu sever miydim, hayır. Onu sayar mıydım, fazlasıyla. Ondan korkar mıydım, küçükken köpek gibi. Ona acır mıydım, çocuğumu kaybettiğimi öğrenip o evlat acısı ciğerime düştüğünden itibaren. O benim atamdı, babamdan sonra beni babamın yerine evlat bilen adamdı. Büyüten, besleyen, her şeyimi eksiksiz karşılayandı. Olmuyordu ama işte, bunların hepsine kan bulaştığı için bunların bir değeri kalmıyordu. Çünkü o beş yaşımdan otuz yaşıma kadar olan her şeyi onun oğlunun intikamını almam için yapmıştı. Benim babamın değil, annemin değil, sadece kendi oğlunun intikamı. Arabayı sahil kenarında tenha bir yerde durdurdum. Sedat zaten ben Yavuz'un yanındayken yani hala Deniz'lerle o evdeyken Canan'ın gidişinin ardından telefonumu almak için döndüğümde aramıştı. Acaba Canan nereye gitmişti? Yavuz'un da benimle beraber haberi olmuştu, ben dedemin cenazesini almaya giderken o yalıya gidip babasına yani amcama ve halalarıma haber vermeyi tercih etmişti. Hangisi daha zordu bilinmez fakat Gökçen halamın acı dolu haykırışlarını duymaktansa belki bu daha iyi bir seçenekti. Telefonumu çıkardım ve Yamaç'ı aramaya karar verdim. Belki Canan onun yanındaydı. Hem aynı zamanda onun da dedesiydi ölen ve ona da haber verilmesi gerekiyordu. Aslında şu anda kime haber verilip verilmemesi umurumda değildi. Ben sadece Canan'ı merak ediyordum. Bir de ona ihtiyacım vardı. Ona çok ihtiyacım vardı. Varlığına ihtiyacım, ruhuna muhtaçlığım vardı. "Yamaç," diyen sesim titremişti. Engel olamamıştım, şu an güçlü adam olamayacaktım. "N'oldu Cihan, bir sorun mu var?" Yamaç'ın sesinin katıldığını fark ettiğimde o da galiba bir problem olduğunu anlamıştı. Böyle bir şey nasıl söylenirdi ki? Bilmiyordum. Ben hiçbir yakınımın ölüm haberini almamıştım. Annemle babam gözlerimin önünde bir kırmızı noktaya kurban gitmişti. Yüsra'nın ölü bedeni evimize yollanmıştı. Neva'nın helikopterinin havada patladığını gözlerimle görmüştüm. Bebeğimin Canan'ın bedeninden kayıp gidişine bir ekranın önünde dizlerimin üzerine çökmüş ve hıçkıra hıçkıra ağlarken tanık olmuştum. Kim bilir Canan'ın canı ne çok yanmıştı? Yutkundum ve en sonunda konuşabildim. "Dedem, Yamaç." diyerek sustum.  "Hamit dedeme suikast düzenlenmiş. Dedemiz öldürüldü." Pat diye bir ses geldiğinde telefon düşmüş olabilirdi. "Yamaç?" dedim iyi olup olmadığını anlamak için. "Yamaç iyi misin sen?" Telefondan birkaç cızırtı geldi ve ardından Yamaç'ın sesini duydum. "Neredesin sen şimdi Cihan? Yalıda mısın, oraya gelelim Ceren'le biz." Canan orada mıydı? Nasıl soracaktım ki, yüzüm yoktu buna. "Annemler de yalıda. Haberi var mı babamın? Duyunca fenalaşmadı değil mi?" Anne kuzusuydu o, her zaman. Ve ailedeki herkesle küsse bile annesiyle yıllardır konuştuğunu biliyorduk. "Abin gitti yalıya onlara haber vermeye. Dedemin yanındaydım ben de." Dedemin kafasından, göğsünden geçmesi gereken kurşunların kovanlarının olduğu yerde. "Sen neredesin Cihan? Yalıya mı geçiyorsun?" Yüzüm yoktu fakat yapmalıydım. Kalbim onu istiyordu. Acıma o iyi gelirdi. Hem onun acısı benden fazlaydı ve ben onun acısını hissettiğimde kendi acımı unuturdum zaten. Evet, evet kendimi böyle oyalamalıydım. Canan bana iyi gelirdi, hep iyi gelmişti. Keşke ben de ona hep iyi gelebilseydim. "Yamaç," dedim benden çıktığına inanılmayacak çekingenlikle bir sesle. "Canan orada mı?" Sorumun ardından yaklaşık bir dakikalık bir sessizlik oldu. Oradaydı, bunu anlamamak aptallıktı. Fakat ya Yamaç'a kaşlarını kaldırmış ve orada olmadığını söylemesini istiyordu ya da ne cevap verileceğine kendi aralarında karar veremiyorlardı. Onlardan ses gelmeyince Canan'ı daha da zorlamak veya karışıklığa sürüklemek istemedim. "Anladım Yamaç. Yarın sabah yalıda olacağımı Yavuz'a söylersin. Bana ulaşamayınca ortalığı ayağa kaldırmasınlar." diyerek konuşmayı sonlandırmak istedim. Tam kırmızı telefon simgesine basacağım anda kalbimdeki yaraya bir merhem damladı.

Kaderin Kırmızı İpiWhere stories live. Discover now