Bölüm16:Kül

966 72 26
                                    

Kafamı kaldırdığımda gördüğüm yıldızlara mı anlatsaydım seni?

Odamın boş duvarları ile bakışırken mi dökülseydi yaşlar gözümden?

Ve ben, kimsesiz olan ben; ruhumun yaralarını saracak seni ararken ruhumda açılan yeni yaralara mı yara bandı yapıştırsaydım?

 ~~~

Gözleri şokla açıldı. Bir şey söyleyecekti parmağımı dudaklarını üzerine koyarak "Şşştt. Beni dinle..." dedim. "Düşündüm Cihan çok düşündüm. Ve kararımı verdim. Sana geldim. Ateşsen yanmaya, yağmursan ıslanmaya, buzsan donmaya, azrailsen ölmeye geldim." dediğimde cümlenin bitmesiyle dudaklarımız birleşti.

Bir daha hiç ayrılmamasını diledim.

Dudaklarımız ayrıldığında şoka girmiş gibiydi. Birkaç saniye gözlerime baktı, sonra bana sıkıca sarıldı. Kendi kendine söylediği şeyler kulağıma çarptı. "Çok şükür." demişti varla yok arası bir sesle. Bedenlerimiz birbirinden ayrıldığında elimi tuttu ve Sedat'a doğru yürüdük. Elini uzatarak "Arabanın anahtarını ver Sedat." dedi emreden bir ses tonuyla.

Duyduğu emir üzerine şaşıran Sedat'ın yüzünü endişeli bir hâl almıştı. "Ama abi içeride adamlar masada seni bekliyorlar." dediğinde Cihan'ın ne diyeceğini beklemeden cebinden çıkardığı anahtarı ona uzattı. Cihan anahtarı eline alıp "Söyle onlara kendi aralarında devam etsinler. Bu gece hepsi benden. Tekrardan bir masa ayarlayacağımızı ve bu geceyi hakkıyla telafi edeceğimizi de söyle." diyerek eliyle Sedat'ın omzuna iki kez vurdu. Yüzünde anlam veremediğim bir gülümseme vardı.

Yolun karşısındaki arabaya doğru ilerlediğimizde kapımı açtı ve oturmamı bekledi. Oturduğumda eğilerek kemerimi taktı ve yanağımdan öptükten sonra kapımı kapadı. Onun yüzündeki anlam veremediğim gülümseme benim yüzümde de doğdu.

"Aman aman bu ne kibarlıktır yiğidim."

Kendi de koltuğuna oturup kemerini taktığında hızla arabayı çalıştırdı. Nereye gidiyorduk, ne yapacaktık, ne konuşacaktık hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim şey ikimizin de yüzündeki gülümsemeden anladığım kadarıyla mutlu olduğumuzdu.

"Cihan nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda bacağımda daireler çizen işaret parmağı durdu. Bana doğru dönüp "Evime gidiyoruz." dedi. Gözlerimi tekrar cama çevirdim ve dışarıyı izlemeye başladım. Saat 03.07'ydi ve hafifçe yağmur çiseliyordu. Sabah erkenden kalktığım ve gün içerisinde yaşadığım birçok olaydan sonra artık çok yorulmuştum. Arabanın içi nefesimizden ısınmıştı. Cihan'ın parmağı ise beni daha çok mayıştırırken artık bilincimi daha fazla açık tutamadım ve kendimi uykuya bıraktım.

Gözlerime vuran güneş ışıklarıyla yüzümü buruşturdum. Gözlerimi ellerimle ovarak uyandığımda Cihan'ın odasında olduğumu fark ettim. Sabah olmuş, yatağın kenarından boydan boya cam olan duvardan tüm güneş ışıkları içeri giriyordu. Ama Cihan odada yoktu. Yataktan kalktığımda üzerimdeki geceliği fark ettim. Bu geçen gece geldiğimde giydiğim gecelikti. Ben giymediğime göre Cihan giydirmiş olmalıydı. Sırıttım. İlk önce diğer odaya geçip kendime kıyafet aldım. Daha sonra tekrardan Cihan'ın odasına geçip duşa girdim. Jakuziyle bakıştık ama şu an onun için hiç müsait bir zaman değildi.

"Jakuziye Cihan ile girmeyi tercih ederim."

Duşumu alıp çıktığımda askıda olan bornozu alıp duştan çıktım. Ben duştan çıktığım anda odanın kapısı açıldı ve odaya giren Cihan ile göz göze geldik. Gülümseyerek ona "Günaydın." dediğimde Cihan odaya girmiş ve yanıma gelmişti. "Ben de seni uyandırmaya gelmiştim. Günaydın." demiş ve yüzüme düşen ıslak saçlarımı eliyle arkaya doğru itmişti. "Bu bornoz sana biraz büyük olmuş sanki." diyerek bornozun uzun kollarını katlayarak ellerimi açığa çıkardı. "Başka havlu bulamadım orada." dedim.

Kaderin Kırmızı İpiМесто, где живут истории. Откройте их для себя