BÖLÜM10:Hain Maskesinin Devri

213 32 14
                                    

Merhabaaa Cankuşlarım. Umarım hepiniz çok ama çok iyisinizdir. Size bu sefer tansiyonu hayli yüksek bir bölümle geldim. Umarım beğenir ve okurken zevk alırsınız.

Beni buradan ve diğer hesaplardan takip ederseniz gerçekten çok sevinirim. crcbeyzaa

Tiktok: crcbeyzaa
İnsta: yazarveaglar

Bir önceki bölüme yaptığınız yorumlar beni epey mutlu etti. Umarım aynı performansı hatta daha fazlasını bu  bölüm içinde gösterirsiniz Cankuşlarım. Ve şimdiden teşekkür ederim.

Sol köşedeki yıldıza dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlayın.

İyi okumalar dilerim.

Sizleri seviyorum.💚

~~~

Cihan ÖZKAN'dan

"Senin Canan'la bir meselen olamaz, çünkü Canan öldü. Canan olmasa bile, benim seninle bizim diye bahsedebileceğin bir meselem de olamaz. Ha, şu da var, bu onun meselesi seni ilgilendirmez diye bir şey yok. Benimle ilgili olan her şey onu da ilgilendirir, onunla ilgili olan her şeyin beni de ilgilendirdiği gibi. Hadi Semih."

Vatan toprağına hasret bir kalp, özlemden kan ağlayan bir çift göz gibi gözlerim acı ve özlem içinde Canan'ın topraklarına tam dört yıl üç ay sonra sabitlendiğinde onun ağzından dökülen her bir kelime hançer olup kalbimin tam ortasına saplanıveriyordu. Söyledikleriyle bedenimi, zihnimi, ruhumu yani tüm benliğimi bir arabanın duvara toslaması gibi çarpıp paramparça etmesiyle onun arkasından öylece kalakaldım. Odadaki diğer herkeste benim gibi donakaldığında yıllar sonra kimsenin beklediği şeyin bu olmadığı barizdi, fakat ne bekliyorduk ki? Ya da ben ne bekliyordum ki? Benim gibi onun da bana olan hasretiyle yanıp kavrulmasını mı, benim onu gördüğümde kalbimde hissettiğim sızıyı hissetmesini mi, yoksa onu karşımda gördüğümde kollarımı ona sarıp burnumu boynuna dayayıp ve kulağım tam şah damarına değerken kalbinin hala attığını duyunca hissedeceğim hafiflemeyi hissetmesini mi? Elbette hiçbiri, hiçbiriydi. Onu gördüğüm ilk an, geceden gündüzü çıkaran bir güneş gibi, sahneden ömrüme tekrar bir cemre gibi düştüğünde o an tutulan dilim hala ona karşı ne diyeceğini bilemiyordu. Dört yıl boyunca tıpkı bir köpek gibi onu her yerde arayan bir adam dört yıl sonra o kadın onu bulduğunda böyle mi yapardı?

Ne yapardı? Ne yapmalıydı?

Gözlerimi sıkıca yumup açtım ve zihnimde neredeyse beş saniye içinde dönüp duran tüm düşünceleri siktir ettim. Hızlı adımlarla evin kapanan kapısına doğru yürümeye başladığımda odadan yükselen "Cihan..." naralarını duymazdan geldim ve metal kapıyı açıp önündeki herifi takip ederek siyah bahçe kapısından çıkmak üzere olan Canan'ı gördüm. "Canan!" diye bağırdığımda bahçe kapısındaki eli durdu, ayakları olduğu yere sabitlendi fakat arkasını dönmedi. Arkasını dönen kapının önünde onları bekleyen gri cipe adımını atmak üzere olan ve az önce Canan'ın bana savunduğu, ona söz söyletmediği Selim mi Semih mi artık her ne zıkkımsa o adamdı. Bahçeye doğru inen üç basamağı indiğimde o adamın Canan'a bir şeyler söylediğini yüzünden anlayabiliyordum. Canan adamın sağ koluna elini koydu ve birkaç saniye sonra adam bana baktı. Canan artık adama her ne dediyse adam arabaya bindi ve arabanın kapısı kapandı. Aramızda yaklaşık beş adım kaldığında arabanın kapısının kapandığına emin olmasıyla arkasını döndü. Yeşil gözlerim onu baştan aşağı hızla taradığında çok zayıfladığını fark ettim. Artık kalın bacakları yoktu. Kolları incelmiş, çenesi sivrilmiş, elmacık kemikleri yüzünde belirginleşmişti. Saçları kısacıktı. Belinde olan ve benim dokunmaya kıyamadığım saçları kısacıktı. Siyah değillerdi bir kere, kızıllardı. Kan kızılı. Annesinin saçları gibi. "Canan..." dedim tekrardan ve ona doğru bir adım daha attım. O da benim ona yaptığım gibi beni baştan aşağı süzmüş ve kollarını göğsünün altında bağlamıştı. "Ne var? Ne oldu?" dedi sert bir tonlamayla. Onun bu sert çıkışıyla zaten kırıklar içerisinde olan zihnim daha da parçalanırken yutkundum. Ve onu karşımda bu halde görmenin hem mutluluğu hem de hüznüyle dolan gözlerime eşlik eden dudaklarım oldu. "Özür dilerim." dedim buruk bir sesle. Kaşları ağzımdan ona karşı dökülen ilk cümlenin bu olmasıyla havalanmıştı fakat kendisini çabuk toparladı ve saniyeler içerisinde tekrardan ifadesiz bir surata büründü. Eskiden olsa duygularını gizleyemezdi; fakat şimdi, galiba o çok değişmişti. O ne tepki verirse versin, ne derse desin hak ettiğimi bildiğim için onun tepkisizliğini umursamadan devam ettim. "Çok özür dilerim. Her şey için." Her şey bile ona yaşattığım, benim yüzümden yaşadığı hiçbir şeyi karşılayamazdı; biliyordum fakat elimden şu an için daha fazlası da gelmiyordu. Ona doğru bir adım daha attım. "Yıllardır her ülkede, her şehirde ve her an seni arıyordum." Dalga geçer gibi ve söylediklerim ona zerre dokunmazmış gibi gülümsedi ve alayla konuştu. "Hain olarak. Evet biliyorum arattığını." Dudaklarımı yalayıp sesim ondan aldığım ahlarla ezilirken kendimi ifade etmeye çalıştım. "Hayır, yani evet." Kısa bir an duraksayıp kendimi nasıl ifade edeceğimi düşündüm. "Yani hain olarak aratıyordum fakat hain olmadığını; Canan yaptı denilen hiçbir şeyi senin yapmadığını biliyordum, öğrenmiştim. O sadece düşmanım olan, bana karşı elinde koz bulundurmak isteyen veya polisin, istihbaratın senin peşine düşmemesi için yaptığım bir şeydi. Sen hain değildin. Değildin Canan." İnsanın haksız olması, haksızken acı içinde olması ve haksızlık ettiği kişiye karşı kendini açıklamaya çalışması ne zordu. "Değilmiymişim?" dedi o umursamaz tavrıyla. Önüne düşen kısa saçı kulağının arkasına itti. "Değil mişim öyle mi? Ne zaman anladın bunu, üç gün önce falan mı?" Derin bir nefes aldı. Gözlerinden bana karşı akan şey öfkeydi ve bu öfkenin karşısında yıkılmadan nasıl duracaktım bilemiyordum. "Hayır." dedim kafamı iki yana sallarken. "Bak gerçekten ben o gün şirkete gittiğimde söylenenlere inanmadım. Para olayıydı, kendi hesabına aktarmandı falandı umrumda olmadı. O fotoğraflar." Dudaklarımı dişledim. "O fotoğrafları gördüğümde, yani zaten bakamadım bile o fotoğraflara. Ama yine de inanmadım, fotoshop mu değil mi diye kontrol ettirdim. Fotoshop değil gerçek olduğunu söylediklerinde-" Bir adım geri attı ve sakin tutmaya çalıştığı belli olan bir şekilde kendini sıkarak konuştu. "Bunları merak etmiyorum." dedi o güne gittiğini yansıtan dumanlı sesiyle. "Ne yaptığın da, onları gördüğünde ne söylediğin de zerre umrumda değil. Ben yokken ne yaşadığında, beni nasıl yana yakıla aradığında gerçekten hiç umrumda değil." Az önce geriye doğru yavaşça attığı adıma inat onun iki katı kadar büyüklükte bir adım attı ve aramızdaki mesafeyi bir adıma düşürdü. "Ben o gün bu hayatta, bu siktiğimin hayatında en boktan günümü yaşadım. Ve o günden sonra hayatım öyle tepetaklak oldu ki ben kim olduğumu unuttum. Özümü yitirdim." Sözleriyle ağlarken nasıl oluyordu da gözleri dolmuyordu? Eskiden o gözler, o topraklar suya kavuşmak için can atarlardı. "Canan..." dedim pişmanlık akan sesimle. Sesini artık stabil tutmama kararı vermiş olmalıydı ki yüksek tona geçti. "Canan deme bana. Canan yok artık." Bunu bana yapma der gibi gözlerine baktığımda yutkundu. "Alev." dedi keskin bir sesle. "Benim adım Alev." O ağlamamayı öğrenirken onun yokluğunun bana öğrettiği tek şey ağlamaktı. Sol gözümden bir damla yaş hızla yere atladığında kafamı tekrar iki yana salladım. "Yapamam." dedim acıyla harmanlanan sesimle. "Bunu benden isteme. Sana o isimle, o şekilde seslenemem." Bileğine uzandım ve baş parmağımı oradaki damarın üzerine koydum. Kalbi atıyordu. Kalbim attı. Yaşıyordu. nefes aldım. "Canan'sın sen." dedim kalbinin her atışını hissetmemle göğüs kafesime bastığım bir taşı atarken. "Değilim." dedi ve yüzü buruşurken bileğini parmaklarımın arasından çekti. Ona dokunuşum onu tiksindirmiş miydi? Bileğini diğer eliyle ovuşturdu ve derin bir nefes alıp gözleri eve döndü. "Ben buraya Deniz için döndüm. Sen vicdan azabını hafifletmek için benden özür dileyesin diye değil. Tamam mı? O yüzden benden özür falan dileme. Özür bilmeyerek yapılan şeyler için dilenir. Ama sen tüm yaptıklarını bile bile yaptın." Bu sefer onun sesi kırgınlık doluydu. Sesinde ilk defa duygu vardı. "Sen söylediğin o sözden sonra beni kaybedeceğini çok iyi biliyordun. Sen o söylediklerini beni hayatından göze almayı çıkararak söyledin." Gözleri yılların ona neler çektirdiğini bilmesem de öyle kırgın baktı ki o an bakışlarımı kaçırmak istedim fakat hasretim ağır bastığı için onun tüm kırgınlığının kalbime birer kürdan olup batmasına izin verdim. "Oysa ben sana güvenmiştim. Dizleri paramparça, avuç içleri yara bir kız olarak geldim ben sana. Sen önce annemin açtığı babamın sarmadığı yaralarımı sardın. Sonra ben tam iyileştim, acılarım geçti derken sen beni kalbimden bıçakladın." Dudakları titrerken kafasını masumca soluna doğru eğdi. "Sen babam gibi olmayacaktın." Kafasını iki yana salladı ve hüzünle tebessüm etti. "Sen babamdan daha beter ettin beni. Ben masum bir kız çocuğu olarak geldiğim yerden gururu bir paçavra gibi ayaklar altına alınmış bir kadın olarak döndüm. Bu sana da, bana da yeter. Dahası yok." Boğaz dokuz düğümdü. Her bir kelimesi kurşun olup dokuz düğümü defalarca yarıp geçti ve ben cümlenin ardından yutkunamadım bile. Yutkunamadım çünkü haklıydı. "Haklısın." dedim boğulur gibi. Boğazımı temizleyip kendimi toparlamaya çalıştım. "Haklısın ama pişmanım. Çok pişmanım." Bu cesareti nereden buldum bilemesem de önüne düşen saçı yüzünün arka tarafına doğru ittirirken aramızdaki mesafeyi sıfırladım. "Bu yüzden ne söylersen söyle, ne yaparsan yap sana karşı boynum kıldan ince. Yaşıyorsun ya, ölmeden senin hala nefes aldığını gördüm ya o bana yeter." Kaşları çatılırken o sinirle cümlemi kestirip atmasın, lafı ağzıma tıkamasın diye hızla devam ettim. "Yanlış anlama beni, yaşadığını gördüm tamam bitti değil. Kendimi sana affettirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Bir ömür affetmesen de gerekirse bir ömür kapında yatarım." Titreyen sesimi toparlamak için birkaç saniye yavaşça nefes aldım. "Bu arada Deniz'in, Bulut'un haberi yoktu; yani senin Atıf tarafından kaçırıldığını bilmiyorlardı. İkisi de o kadar kötü durumdaydı ki bir de onu duysalardı daha kötü olurlardı; bu yüzden söyleyemedik. Yani içeride söylediklerine, senin yaşadıklarını hafife almış gibi görülmene üzülmeni istemem." Sıkıldığını belli edecek şekilde bıkkın bir nefes verdi ve aramıza mesafe koyacak şekilde geri çıktı. "Üzülmem. İnsanların benim hakkımda ne düşündüklerini umursamayı bırakalı uzun süre oldu. Ayrıca diğer boş lafların da gerçekten beni yeterince bunalttı. Lütfen bir de bir ömür boyu peşimde dolaşıp aynı şeyi yapma." Gözlerine nasıl bu kadar umursamaz olabilirsin der gibi baksam da o devam etti. "Deniz'e söyle, akşam onunla baş başa konuşmak için geleceğim. Muhtemelen biraz geç bir saat olur, uyumasın beni beklesin." Çevresine bakındı ve tekrar bana döndü. Nedenini anlamasam da gözlerime beş saniyeden daha uzun süre bakamıyordu. Baş başa kelimesine yaptığı vurguyla beni ve diğerlerini asla görmek istemediğini de çok net ifade etmişti. Yutkundum ve saçlarımın arasından sol elimi geçirdim. Elimi kaldırmamla gözleri hala, asla çıkarmadan orada takılı tuttuğum alyansı gördüğünde dudakları yarı açık kaldı. Serçe parmağıma yaptırdığım kırmızı ip dövmesini gördü mü bilemesem de üç saniye sonra arkasını dönmüş ve araca doğru hızla gitmişti. Ben onun eskisine nazaran daha dik bir duruşa sahip olan sırtına bakarken onu bekleyen koruma arka tarafın sürgülü kapısını açtığında Canan arabaya bindi. Kapı kapandığında arka tarafta o adamla yalnız mı kalmıştı? Ben bu düşünceyle ve diğer düşüncelerimle sarhoş gibi sersem bir adım attığımda araç çoktan gözden kaybolmuştu. Onun da içinde olduğu aracı takip ettirip o adamla nereye gittiği, Canan'ın nerede yaşadığını öğrenmeyi deli gibi istesem de şu an hiçbir düşüncem tam değil ve hepsi bölük pörçükken bu yapacağım şeyi fark ederse Canan'ı daha çok kızdıracağını bilerek yapmadım ve eve döndüm. Aralık metal kapıdan içeri girdiğimde oturma odası hala bir enginizisyon mahkemesinin ardından oluşan soğuk nefretle beraberdi. İçeriye geçtim ve orta sehpanın üzerinde duran telefonumu aldım. Yavuz ve Yamaç neyin kavgasına tutuşmuştu bilemesem de umursamadım. Simge ve Bulut onları sessizce dinliyorkan Ceren endişeyle Yamaç'a bakıyordu. Deniz ise ağlarken benim içeriye girmemle ayağa kalkmış ve yanıma gelmişti. O konuştuğunda Yavuz sustu ve hepimiz onu dinlemeye başladık. "Nereye gitti Canan, söyledi mi sana?" Mavi gözleri kızıl denizde kaybolurken onun hamile olduğu ve Canan'ın da bir zamanlar benim babası olduğum bir bebeğe hamile olduğunu hatırlayarak Deniz'e karşı sakin konuşmaya karar kıldım. "Geri gelecek değil mi Cihan? Onu tekrar öylece izleyip gitmesine izin vermedin değil mi?" Omzunu tuttum ve güven verecek bir şekilde konuştum. "Gelecek Deniz, kendisi gitmeden önce bu akşam biraz geç bir saatte seninle konuşmak için tekrar geleceğini söyledi. Uyumamanı onu beklemeni de ekledi." Göz yaşlarını silip hızlı bir gülümsemeyi yüzüne kondururken ağlamaktan daha da çatallaşmış sesiyle konuştu. "Uyumam, tabi ki uyumam. Beklerim Canan'ı. Ay bu hormanlar," dedi gülmeye devam ederken. "Onlar yüzünden kendime engel olamayıp ağlıyorum sürekli. Neyse, geri gelecekmiş Canan. Oh, çok şükür." dedi ve eli belirginleşmeye başlayan karnının üzerindeyken koltuğa oturup yarım kalan meyve suyuna uzandı. Odadakilerin üzerinde gözlerimi gezdirdim. "Bu gece, bu evde Deniz'den başka hiç kimse olmayacak." Kimsenin itiraz etmesine izin vermeden gür bir sesle devam ettim. "Yavuz sen de buna dahilsin. Nereye giderseniz gidin ama onları bu gece hiçbiriniz rahatsız etmeyin." "Nasıl onları baş başa bırakmamı istersin Cihan? Canan dün bir adama bıçak fırlattı ve on ikiden vurdu." Sinirle Yavuz'a doğru yürüdüm. "Merak etme, Canan hedefi karıştırıp Deniz'e de bir şeyler fırlatmaz. Üstelik şu saçma konuşmalarına da son ver. Sırf Yamaç'ın yanından çıktı diye kardeşine olan öfkeni, sinirini Canan'a yükleme. Onun üzerine gitme. Bilhassa bu uyarıyı sana yapıyorum çünkü mecburen de olsa Deniz'in kocası olduğun için Canan bu odadan en çok seni görecek. Hareketlerine, konuşmalarına dikkat et, onun neler yaşadığını bu odada benden sonra en iyi bilensin. Ona göre davran." Ceketimin cebinden çakmağımı çıkarırken paketimi de aldım. Sigarayı yakıp oturma odasının kapısına doğru yürüdüm. Simge'nin ardımdan bana seslendiğini duydum. "Cihan," dedi ben oturma odasından çıkarken fakat ben durmayıp hole oradan da metal kapıya ilerledim. "Cihan bekle bir dakika, konuşabilir miyiz?" Metal kapıyı açtım ve ardımdan sertçe çektim. Simge konuşmak isteği şeyi kocasıyla konuşabilir, Yamaç ve Yavuz birbirini dövebilir, Ceren ve Deniz iki elti oturup konuşabilir, Bulut da istediği gibi saçmalayabilirdi. Benim gidip önce Kehribar'la konuşmam ve sonra Canan da dönmüşken kaybettiğim tüm gücümü geri kazanmam lazımdı. Gücümü kazanmam, kendimi toparlamam lazımdı çünkü Canan'ın karşısında hissettiğim acizlik kadar bu hayatta beni hiçbir şey bu kadar derinden sarsmamıştı.

Kaderin Kırmızı İpiWhere stories live. Discover now