Bölüm6: TAKİP

1K 77 4
                                    

Merhabaaa canlarım. Hoş geldiniz.

Yeni bir bölümle karşınızdayım, umarım beğenirsiniz.

Bölümü okumaya geçmeden önce sol alt köşedeki yıldıza dokunup sayfanıza ışık olmasını sağlarsanız çok sevinirim.

Hepinize iyi okumalar dilerim.

Sizleri seviyorum.

~~~

Takip

"Sanki baktığı her yeri donduracak, konuştuğu herkesi sözleriyle yakacaktı."

"Ben pek memnun olmadım. Oda hırsızı!"

Duyduğum söz karşısında çok şaşırdım. Ya insan en azından nezaketen ben de derdi. Boşuna demiyordum ben işte dağ kaçkını diye. Ayrıca iğneleyici bir üslupla söylediği ve bana yakıştırdığı sıfat ise hiç mi hiç hoş değildi. Kim olursa olsun, hadsizceydi. Sinirlensem de sesimi kontrollü bir tonda tutarken "Pardon Cihan ÖZKAN ama ben hırsız falan değilim. Ama hadi diyelim ki ben hırsızım ve senin odanı çaldım ya sen Cihan ÖZKAN değil misin? Onlarca evin yok mu senin? Git birinde kal işte. Ne kıymetli odan varmış be!" dediğimde put gibi bir ifadeyle bana bakıyordu. Çok küçük bir an kaşlarının havalandığını görmüştüm fakat saliselikti. İçimdekileri bir güzel söyleyerek rahatlamış olsam da onun mimiksiz ifadesi beni rahatsız etmişti. "Saçma sapan bir tepki verdin İstanbul'a döner dönmez. Ya sen beni tanımıyorsun bile, insan hiç tanımadığı bir kadına –ki kadın olmamın bir önemi yok- insana böyle davranır mı? İnsanca rica etseydin, bu oda benim için özel, manevi bir değeri var deseydin seni elbette anlayışla karşılardım." Duraksadım ve az önce onun dudaklarına yaslı olan ve içinde bir yudum kadar viski kalan kadehe uzandım. "Çünkü ben senin gibi ne kaba ne de hadsizim. Seve seve odanı sana iade ederdim." Kadehteki yudumu tepeme diktim ve yakıcı viski değip geçtiği tüm hücrelerimi az önceye kadar içerisinde olduğum ve hala tam olarak uyanamadığım uykudan bir çırpıda arındırdı. Kadehi ortadaki sehpanın üzerine bırakırken derin bir nefes aldım çünkü artık bu odaydı hırsızdı meselesi beni sıkmıştı. Söylediğim sözlere karşı yüzü küçümser bir hâl aldı. Kafasını hafifçe öne doğru yaklaştırıp egoist bir şekilde gülümseyerek "Evet, doğru onlarca evim var ama o oda benim için önemli. Sen ne kadardır kalıyorum demiştin o odada?" diye sordu. Dediğim hiçbir kelimeyi umursamaz gibi bir ifadeyle. "İki buçuk yıl." diyerek sorusunu yanıtladım. Üzerimde gezinen gözleri kara bir çarşafı andıran denize döndüğünde adem elması aşağı yukarı oynadı ve yutkundu. Geniş omuzlarının birleşimden başlayan kalın boynunda bağırdığında ortaya çıkan damarlar kaybolmuş, sadece insanları etkilemek için oraya kondurulmuş gibi duran alt alta aralıklı üç küçük ben vardı. 3 tane Canan. Sanki senin takıntını bilerek yapılmış gibi. Sadece 3 küçük ben ve benimle hiçbir alakası yok. 3 benin uğurlu rakamın diye her 3 tane olan şeyi kendime yoramazdım sonuçta.

Küçümseyen ifadesini terk etmeden "İki buçuk yıldır o odada kalıyorsun ve fark etmeyecek kadar dikkatsizsin." dedi. Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. Dört duvar, bir kapı, bir çift pencere. Bir odada ne fark edilebilirdi ki? "Neyi fark etmem gerekiyordu?" diye sordum. Tam soruma cevap vermek için dudaklarını araladığında sehpanın üzerinde duran telefonundan tanıdık bir melodi yankılandı. Telefonun ekranında Simge yazdı. Ablasını niye adıyla kaydeder ki bir insan? Ben de bile Simge Ablam diye kayıtlıydı. Gözlerini üzerimden alıp telefonu açtı. "N'apıyosun ablacım, neredesin?" Simge'nin sesi aramıza döküldü. Bıkkın bir şekilde "Hâlâ yattayım abla oturuyorum. Sen n'apıyosun?" diyen Cihan'ın cevap pek de umurunda değil gibiydi. "Ben de Efe'yi uyuttum şimdi. Ayılabilmek için kahve içiyorum." Gecenin sessizliğinde onları dinlerken Efe'nin nasıl olduğunu merak ettim. Fısıldar bir şekilde "Efe'cik nasıl olmuş sorsana." dedim. Beni duymamış gibi yapıp Simge'nin sorularına geçiştirecek cevaplar veriyordu. Oturduğum yerde aynı şeyi tekrar ettim. Sormamak için inat etmiş gibi yapıp beni duymuyormuş gibi davranıyordu. Ayağa kalkıp yanına doğru yürüdüm. Onu kolundan dürterek tekrardan aynı şeyi fısıldayarak söyledim. Bu sefer bıkkın bir şekilde dediğimi yapıp Efe'nin nasıl olduğunu sordu. Simge, Efe'nin iyi olduğunu sadece dadıyla kalmayı sevmediği için huzursuzlandığı söyledi. Bir şey olmadığını duyunca bir oh çekip onun yanına oturdum. Yanına oturunca kafasını bana çevirip yüzüme baktı. Sert bir şekilde "Zaten yapacağım şeyleri bana söyleme. Biraz sabretsen zaten Efe'yi soracaktım. Yeğenimi ben de senin kadar merak ediyorum. Hatta sen bana ne yapmam gerektiğini bir daha sakın söylemeye kalkma!" dedi. Söylediği şeye karşı göz devirip omuz silktim. Ne gergin bir adamdı yahu, ne olmuştu yani sor dediysem? Gerildiğim için sol bacağımı olduğu yerde oynatmaya başlamıştım. Bir anda elini uzatıp bacağımı tuttu. "Oynatıp durma şu bacağını da!" Sonra elini tekrar üzerimden çekti. Buz gibi havanın soğukluğunda üşümüş olan çıplak bacağıma onun ateşe tutmuş gibi sımsıcak olan büyük elinin ani temasıyla vücudum ürperdi. Onunsa yanımda duran ve kollarımızın sanki utanırmış gibi hafifçe temas ettiği kaskatı kesilmiş bedeni sanki daha fazlası mümkünmüş gibi biraz daha kasıldı. Telefon hala açıktı. Araya giren kasvetli sessizliğin ardından "Yarın sabah Canan ile beraber sen de kahvaltıya gel Cihan. Hep beraber kahvaltı yapalım. Hem Efe de seni çok özledi." dedi Simge. "Tamam Simge, gelirim. Hadi görüşürüz." dedi ve Simge'nin cevap vermesine fırsat bırakmadan telefonu suratına kapadı. Onu ayıplayacak bir şekilde ona bakarak "Çok kabasın. En azından konuşmasına izin verseydin." dedim. Sinirlendiğini belli eden çatık kaşları ile "Sana ne, istediğim gibi konuşurum. Hem küçük hanım bu benim kibar halim. Kaba halimi inan görmek istemezsin." dedi. Ellerimi iki yana doğru açıp havaya kaldırarak "Hah kibar haliymiş. Dağ kaçkını mısın nesin, anlamadım ki!" dedim. Galiba dışımdan demiştim. Evet, bunu dışımdan demiştim. Bana sinirle döndüğüne göre kesinlikle dışımdan demiştim. Dediğim şeye inanamamış gibi gözlerini açmıştı. Sinirlendiğini belli etmek ister gibi nefesini seslice üfledi. "Haddini bil!" Konuyu değiştirmek için "En son sana bir soru sormuştum." dedim. "Hatırlıyorum ama sorunun cevabını sana verecek değilim. Dikkatli olsan zaten fark ederdin. Yarın kahvaltıya gittiğimizde senin odanda kısa bir işim var. Sonra tepe tepe kullan odanı." dedi. Senin odanda kısmına gülümseyerek vurgu yapmıştı. Çok güzel gülümsüyor Canan.
Dikkat etmem gereken yer gülümsemesi değildi, kendime gelmeliydim. Dudaklarımı yaladım, susamıştım. Viskinin bir yudumu bile içimi yakmaya yetmişti. "Ne işin var odada? Hem ben bu odayı istemenin sebebini daha özel bir şey olduğunu düşünmüştüm. Oysa sen odada bir şeyler saklıyormuşsun." Eli saçlarının arasına çıktı. "Çok soru soruyorsun, çok konuşuyorsun." Göz devirdi ve konuşmaya devam etti. "Hem ne zannettin? Anılarıyla dolu bir odadır. O yüzden onun için çok önemlidir diye mi düşündün?" Ukalaydı, fazlaca.

Kaderin Kırmızı İpiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin