Bölüm10: SAHNE

1K 77 11
                                    

Merhabaaa canlarım, hoş geldiniz.

Yeni bir bölümle karşınızdayım umarım beğenirsiniz.

Bölümü okumaya geçmeden önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlarsanız çok sevinirim.

Hepinize iyi okumalar dilerim.

Sizleri seviyorum.

~~~

Sahne

"Kalbine aşk düşürme Cihan çünkü o kim olursa annen, baban gibi onu da senden alırım."

Salondan çıkıp giden Cihan'ın arkasından ikimiz de bakakalmıştık.

Girdiği şoktan ilk çıkan kişi Mert oldu. Yüzümü kendine çevirip ona bakmamı sağlamıştı. Sorgulayan siyah gözleriyle bana bakıp "Bu adamın evinde ne işin var senin Canan? Seni arıyorum gece gece telefonunu bu adam açıyor. Nerede olduğunu soruyorum onun evine gittiğinizi söylüyor. Deniz'i arıyorum sabahtan beri nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Ne oluyor Canan? Bu adam da kim ve aranızda ne var?" dedi.

Gerçekten ne oluyordu ben de anlamamıştım ki Mert'e cevap verebileyim. Cihan benim derslerimi nereden öğrenmişti? Hem o nasıl bana ne yapacağımı söylüyordu? Umarım sadece beraber yediğimiz bir akşam yemeğinden sonra bana karışabileceğini zannetmezdi. Çünkü öyle bir şey olmayacaktı.

Onu sakinleştirmek için elimi koluna koyup yumuşak bir sesle "Bir şey olduğu yok Mert. Dün arabasında uyuduğum için beni buraya getirmiş olmalı. Sen otur ben de hazırlanıp geleyim ve kahvaltıya gidelim tamam mı?" diye sorup onun sevdiği masum gülüşümü yüzüme kondurdum. Yavaşça kolunu elimin altından çekip bir iki adım geriledi. Hala sinirli olduğunu belli edecek şekilde kumral saçlarını eliyle düzeltti. "Bence de sen dersine git Canan, müsait olduğun bir zaman gideriz kahvaltıya." dedi. Kırgın bir şekilde söylediği sözler açıklamamdan tatmin olmadığını belli ediyordu. Masanın üzerinde bıraktığı telefonu aldı sonra tekrar yanıma gelip alnıma bir öpücük bıraktı. "Kendine dikkat et Canan, görüşürüz güzelim." dedi ve arkasını dönüp gitti.

Mert'in bu kırılgan hali hoşuma gitmemişti. Haklı mıydı, orası tartışılırdı ama ben onun bana kırılmasını asla istemiyordum. Derin bir nefes alırken omuzlarım düştü. Ortasında öylece dikili kaldığım koca salonda etrafıma baktım. Gri duvarlar, üzerinde asılı olan tablolarla güzel bir uyum içerisindeydi. Duvarlara göre daha koyu renkte olan oturma takımı salonun ortasına özenle yerleştirilmiş gibiydi. Ortalarında duran siyah cam sehpa tavandaki avizeyi yansıtıyordu. Amerikan mutfak tarzında mutfağa bağlı olan salon ile mutfak arasında yemek masası vardı. Mutfağın yan duvarı boydan boya cam bir sürgülü kapıyla kaplıydı. Buradan gözüken yeşil çimlerle evin bahçesine açıldığı belliydi.

Evden çıkmak için hazır bir halde salona giren Cihan ile birlikte kafamı ona çevirdim. Üzerine giydiği siyah takım her zamanki gibiydi. Kaliteli ve şık. Koluna taktığı saat ben zenginim bakışı atıyordu. Açık olan iki düğmesinden gözüken metal zincir ise alışık olduğu yerinde boy gösteriyordu. Sorgulayan ifadeyle kaşları havalanmıştı. "Neden hala hazırlanmadın? Diğer derse de mi geç kalmak istiyorsun?" diye sordu. Karşımda gözlerini bana dikmiş sorgular biçimde bakan adama inanamazmış gibi bir bakış attım. Hiddetle konuştum. "Derse falan gitmeyeceğim. Bir daha da bana ne yapacağımı söyleme. Hem neden beni buraya getirdin?" Benim yanımdan geçip masaya doğru ilerledi. "Çünkü arabamda uyumuştun, ne yapsaydım?" Elimi ona doğru kaldırarak "Ne mi yapsaydım, mesela uyandırıp evime bırakabilirdin. Hem Mert'e karşı davranışın da hiç hoş değildi. O benim arkadaşım ve ben onunla istediğim yere gidebilirim." diye bağırdım. Bakışlarını üzerimden çekip arkadaki masanın üzerindeki kadehten bir yudum aldı. Sabah sabah da içmezsin yani, insan bir kahvaltı yapar. Umarım ben daha sağlıklı bir kahvaltı yapardım. Zaten sabah sabah tansiyonum yükselmişti. Yuttuğu yudumunun ardından tekrar bana döndü. Her an bir şey yapabilecekmiş gibi bakıyordu. Benim aksime sakin tutmaya çalıştığı ses tonuyla emreder bir şekilde konuştu. "Hayır küçük hanım istediğin yere gidemezsin. Seni, o ne olduğunuz bile belli olmayan polis ile baş başa bir yere gönderemezdim. Malum kendi sonunu getirebilecek şeyleri biliyorsun, hatırlatayım." Yani her şeyde bunu mu bahane olarak öne sunacaktı? Bu adam beni çıldırtıyordu. "Bana her sinirlendiğinde küçük hanım demeyi kes! Ben istediğim insanla baş başa kalabilirim, kime ne söyleyip söylememem gerektiğini gayet iyi biliyorum. Siz rahat olun Cihan Bey. Emin olun, ölmek isteyecek kadar delirmedim daha." deyip masadaki kadehi alıp tepeme diktim. Elimin tersiyle ıslanan dudağımı hızlıca sildim. Kaşları havalandı, yutkundu. Çalan telefonuyla bana cevap vermeden telefonunu açtı. Sadece karşı tarafı dinledi. Tek dediği şey "Hiçbir aksaklık çıkmasın, Atıf iti o malların ona gittiğine inanacak o kadar. Ona göre davranın!" oldu. Ben ise onun konuşmasını beklemeden geldiğim odaya geri döndüm. Çantamı aldım ve kendi tipime çeki düzen verip tekrar salona döndüm. Koltukta oturan Cihan benim gelmemle "Artık hazırsan işe gitmem gerek, çıkalım." dedi

Kaderin Kırmızı İpiTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang