Güç

826 55 5
                                    

 Yorum ve oylamalar için teşekkür ederim. Senaryoyu okuyan birileri olduğu sürece bölüm atmaya devam edeceğim.Medyaya da bakarsanız mutlu olurum :) 

En Son ne olmuştu?

Çalışma odasına gidip ağlatan melek operasyonuna dönmeye karar verdi. tekrar duyduğunu sandı. Yorgunluk, duygusal çalkalanmalar olmalıydı bu saçma durumun nedeni. Sonuçta sabah korku ve gerilim hâkimdi. Öğlen neşeliydi. Akşamüzeri hüzünlü… Bu kadar çok duygu değişikliğini onun gibi anormal biri bile kaldıramayabilirdi. Yine de arkasını sık sık kontrol etmeyi ihmal etmedi. Tabii bir de her yerin kapalı olduğunu. Çalışma odasının kapısı sıkışmıştı. 

-Hah! Bir bu eksikti.

Sesi sessizlikte yankılandı. Sesinin çarptığı her objeyi tek tek hissetti. Sanki istemeden sonar taraması yapmıştı. Çalışma odasında yer alan her şeyi hissetti. Oda sanki… Fazla doluydu.

Güç 

“Şşş... Sakin olun bebeklerim. Büyük. Çok büyük. Kokusunu alabiliyorum. Bize yolladığı davetiye için teşekkür etmeliyiz. O da koleksiyonumuza katılacak korkmayın. Eşsiz bir parça!”


Çevresindeki ağlayan melekler ona doğru dönmüştü. Hepsi birbirine benziyordu. Hatta nerdeyse aynıydılar. Hepsi ellerini ona uzatmışlardı. Yalvarır gibi. Ağızlarından son çıkan bir çığlıktı sanki. Yüzleri korkunç değildi aksine korkmuştu. Gözleri mutluluğa erişmiş gibi açıktı. Kadın onlara her baktığında mutluluk artıyordu gözlerinde. Kadının gözleri meleklerden uzaklaştığında melekler gözlerini kapıyorlardı. Sanki ‘Bunu yapmayı nasıl unuttuk?’ der gibi acele ediyorlardı. Bir daha hiç açmamaya yeminliymişçesine sımsıkı kapatıyorlardı. Bir de utanıyorlardı hallerinden. Birbirlerine bakamıyorlardı. Sanki hepsi aynı kaderi paylaşmamış gibi birbirlerine görünmekten korkuyorlardı. 

Odanın bir köşesinde laboratuvar vardı sanki. Sarı bir bulut camdan bir kürenin içine hapsedilmişti. Altında yer alan boruların sonundan bulutla aynı renkte bir sıvı damlıyordu. Sıvının damladığı camın altı kablolarla doluydu. Kablolar küçük bir bilgisayara ulaşıyordu. Bilgisayarın ekranındaki haritada sarı bir nokta yanıp sönüyordu. Kadın ekrana yaklaşıp parmağını dört kez bu noktaya vurdu. (S’he will knock four times  )

- - - - - - - - - -- - - - - - - - - - - - - -- - - - -- - - - - -- - - -- - - -- - - - -- - - - -- - - -- - - - -- - - - -- - - -- - - - - - -
Sherry zihnini açabildiği kadar açtı. Ama içerdeki şey her neyse hiçbir düşünce yoktu. İçerde canlı bir şeyin bulunmadığına kanaat getirse de hala kapıyı açmaya korkuyordu. Sonuçta içerdeki canlı olmayabilirdi ama bu Sherry’e zarar vermeyeceği anlamına gelmiyordu. 
“Sonsuza kadar kaçamazsın. Sonsuza kadar kaçamazsın.”

Kendi kendine cesaret vermeye çalışıyordu. Ama içinde bir yerlerde duyduğu sesse tam tersini yapıyordu. 

“Bir denesen?”

Hangi tarafının daha baskın olduğunu anlayamıyordu. Düşünceleri birbirine girmişti yine. Kapıdan çıkıp gitmek bir seçenekti. Tıpkı kapıyı açmanın bir seçenek olması gibi. Eğer o kapıyı açmazsa hayatı boyunca merak edecekti. Ama açarsa… Açarsa belki de hayatı boyunca diye bir seçeneği olmayacaktı. Hayatında hiç olmadığı kadar kararsız bir şekilde orda dururken kendi kendine tartışmaya başladı. Bu Sam’in ona öğrettiklerinden biriydi. ‘Karar veremezsen, kendini dinle.’

“Kaçacak mısın?”
“Doğru olan hangisi bilmiyorum.”
“Hiçbir zaman da bilemeyeceksin.”
“Ne demek bu şimdi?”
“Hangi yolu seçersen seç, her zaman diğerini seçseydim diye bir düşünce olacak içinde. Ama bilemezsin.”
“İçeri girersem merak edecek bir hayatım olmayabilir.”
“Dışarıda seni beklemediklerini nerden biliyorsun? Çıktığın an sana saldırmayacaklarını nerden biliyorsun?”
“Ne yapmalıyım o halde?”
“Seçmelisin. Seçmediğin için pişman olma. Hem ölsen ne olur ki? Hayatını değerli yapan ne var?”
“Ben… Bilmiyorum.”
“Lara ile Sam’i kaybettikten sonra hayatta kalma nedenin mücadele ruhun olmadı mı? Şimdi mücadele etmeyip kaçacaksan ne anlamı var?”
“Yeni bir hayat kurabilirim.”
“Neden? Gelip onu da mahvetsinler diye mi? Kim olduğunu bile bilmiyorsun, ölmek için çok değerli olduğunu nerden bileceksin?”
“Haklısın. Belki de doğru olan ölmemdir. “
“Seç ve seçeneğinin getirdiğini yaşa.”
“Pişman olmayacağım. Vazgeçmeyeceğim.”

Derin bir nefes aldı. Kapıyı zorlanarak ittirdi. Açmak umduğundan uzun sürmüştü. Kapıyı açtığında gözlerini kısmak zorunda kaldı. Oda kırmızı bir ışığın etkisi altındaydı. Nerden geldiğini bilmediği bu ışık yine nerden geldiğini bilmediği bir makineden çıkıyordu. Makineye yaklaştı. Etrafında dolandı. Yalnızca büyük kırmızı bir düğme vardı üstünde. Ona basmaması gerektiğini biliyordu. Gülümsedi. Bütün gücüyle düğmeye bastı.

Ne olduğunu anlaması birkaç saniye sürmüştü. Bir odadaydı ama bu oda çalışma odası değildi. Odanın köşesindeki ufak laboratuvar dikkatini çekti. O günkü garip bulutun renginde bir sıvıyı analiz ediyor olmalıydılar. Yanındaki bilgisayarda yanıp sönen sarı bir nokta dikkatini çekti. Bir adım ekrana yaklaştı. Sokak isimleri tanıdık geliyordu. Dikkatle bakınca bu noktanın kendi evi olduğuna dair şüphesi kalmamıştı.

“Teknoloji… Çok garip değil mi? Senin benim meleklerimi yenen o süper ötesi gücün şu basit, insan yapımı bir aygıtın senin yerini bulmasına neden oluyor. ”

Sherry duyduğu sesin zihnini tırmaladığını hissetti. Zihni odada birden fazla canlının bulunduğunu anlatıyordu ona. ‘Sss..’ sesleri de bu duruma inanmasını kolaylaştırıyordu. Kafasında dolaşan onlarca düşüncenin arasından konuşan kişinin –ya da şeyin- düşüncelerini ayıklaması zor olmadı. Beyni hemen bir kokuyla özdeşleştiriverdi. İlk kez okuduğuna emindi düşünceleri. Bu yüzden kokunun çabucak beyninde belirmesi ve bu kadar net olması şaşırtmıştı onu. Ilık ballı süt… Kokuyu içine çekti. Ilık ballı süt… Her ne kadar bu koku güzel de olsa hissettiği düşünceler kokunun da acı vermesine neden oluyordu. Daha önce hiç görmediği bir alfabe vardı karşısında. Anlamıyordu ama hissediyordu. Kelimelerin bazıları bir an için anlaşılır oluyordu. 

“Zaman Lordu… Yok oluş… Gözlerim… Ziyafet… Koleksiyon”

Hala arkasına dönüp bakmamıştı. İçinde bakmamasını isteyen bir güç vardı. 

“Zaman Lordu da ne?”

Şaşırmıştı kadın. Düşüncelerinde bir dalgalanma hissetti. Umduğu da oydu zaten Sherry’nin. Şaşırması ona zaman kazandırabilirdi. Kazandığı zaman ne işe yarayacaktı o da bilmiyordu ya…

“Sen… Nesin sen?”

İnsan demek istese de yapamadı.

“Bilmiyorum.”
“Bilgisayar senin türünü tanımlayamıyor. Ve ben de yapamıyorum. Bu beni delirtecek!”

Arkasında kırılan bir şeyler duydu. Cam mıydı? Ses biraz sakinleşmiş gibiydi.

“Nasıl yaptın?”
“Neyi?”
“Düşüncelerim onları ele mi geçiriyorsun? Nesin sen? Zihinler arası yolculuk yapan bir yaratık mı? Zihnimi mi ele geçiriyorsun?”

Duyduklarını yalanlamamasının daha iyi olacağını düşündü Sherry. Sessiz kaldı.

“Konuşsana!”
“Ne koleksiyonu?”

Daha çok şaşırdığını hissetti, kadının. Kadın mıydı? 

“Seni şeytan! Sorularıma yanıt ver!”
“Ben de soru sordum ve sen de yanıt vermedin.”

Kendinden emin çıkan ses tonuna şaşırmıştı Sherry. Karşısındaki kadının korktuğunu hissettiğinden olabilirdi bu. Kadın pes etmiş gibi yanıt vermeye başladı. Ses tonunda daha çok gurur vardı. Sanki bu anlattıklarını anlatmak hoşuna gidiyordu.

“Heykel koleksiyonu. Adı da ‘Cesaret’ olan bir koleksiyon.”
“Ne heykeli?”
“Her şey. Bana bakmaya cesaret eden her şeyin heykeli.”
“Ne demek bu şimdi?”
“Ben neyim biliyor musun? Yakıcı bakışlara sahip Medusa ırkının son varisiyim. Tek bakışıyla gezegenleri kavurmayı öğrenen atalarımdan geriye kalan tek kişiyim. Yılanlı lanete maruz kalan biçareyim. Cezaevi-gezegen Shada’dan kaçan tek kişiyim. Yok edilemeyenim. “
“Medusa mı?!? Bir dakika. Yunan tanrılarından mı bahsediyoruz?”
“Hayır. O yalnızca insanların iğrenç bir yakıştırması. Ben ondan daha fazlasıyım. Zaman Lordlarını hapsedenim.”
“Ne demek bu?”
“Biz yani Medusalılar Zaman Lordlarının haksız üstünlüğüne karşı çıktık. Saldırdık. Bizler yalnızca mavi gözlere ve yılanlara sahip yaratıklardık. Yılanlarımız bize çok sadıktır. Yanımızdan ayrılmazlar. Saçlarımız uzundur aslında yılanlı değillerdir. Gallifrey’e saldırdık ama bariyeri aşamadık. Ama yılanlarımız aştı. Bir tanesi panaptikon harmoni gözünü, Gallifrey’in enerji kaynağını ısırdı. Isırdığı şeyi zehrine katan bir yılan türüydü bu. Yılan geri geldiğinde çok saldırgandı. Hükümdara saldırdı. Bizler ayna genlere sahip yaratıklarız. Hükümdar öldü ancak harmoni göz bizlere ateş verdi. Bakışlarımız gezegenleri kavurdu. Hazırlandık. Gallifrey’e tekrar saldırdık. Ancak bariyer hala çok güçlüydü. Rassilon yani Zaman Lordlarının başkanı bizleri yok etti. Hepimizi. Benim gibi sağ kalanları da Shada’ya hapsetti. Gözlerimizle yakamayalım diye taşa çevirdi göz bebeklerimizi. Ayna genler buna bağışıklık kazandı ve gözümüze bakan herkes taşa dönüştü. Yılanlarımızı kafamızın içine soktu ki ayrılamayalım. Acı çektik. Ve hırslandık. Hepsi, benden başka hepsi çok güçsüzdü. Ben de yok ettim. Çoğunu. Shada’dan kaçarken beni bulamasınlar diye teker teker yok ettim. Shada’dan çıkınca bir gemiye ışınlandım. Gemi beni otomatik olarak Dünya’ya yolladı. Bu lanet gezegende sıkıştığımı, intikam alamayacağımı düşünüyordum ki; suç işleyen Zaman Lordlarının buraya sürüldüğünü öğrendim, bulduklarımın hepsini taşa çevirdim. Taşa! Taşa! Taşa!”

Sherry korkuyla dinliyordu. Duydukları sarsılmasına neden olmuştu. Başı dönüyordu. Tek yapabileceği devam etmekti. Arkasına dönmesi söz konusu bile değildi. Sormaya devam etti.

“Zaman Lordları mı? Gallifrey mi? Neden bahsediyorsun sen?”

İç geçirdi Medusa. Sesi her zamankinden coşkulu anlatmaya başladı.

“Evrenin en eskilerindendirler. Ve en güçlülerinden. Zamanın, uzayın hâkimiydiler. Tüm paradokslara, tüm paralel evrenlere, tüm uzaya hükmettiler. Yıldızlara boyun eğdirdiler. Onları ihtiyaçları için kullandılar. Gezegenleri Gallifrey’den, tahtlarında oturup ellerindeki zaman ağını, vortexi, Panaptikon Harmoni Gözü'nü kendi istekleri için kullandılar. Beğenmedikleri ırklara saldırdılar. Hiçbir savaşı kaybetmediler. Neden biliyor musun? Güçlü askerlere ya da savaş teknolojisine sahip olduklarından değil. Aptal bir Traksiyon Bariyeri’ni diğer medeniyetler geçemiyor diye. Sonra ne oldu biliyor musun? Savaşçı bir ırk. Arkalarında ‘fiş takma yeri olan’ cüce bir patates ırkı bariyeri geçti. En büyük savaş yaşandı sonra. Zaman savaşı… Zaman Savaşı’nda öfkeden başka hiçbir şey olmayan Dalek ırkıyla bile boy ölçüşemediler. Yıllarca savaştılar. Salak gibi… Kötü diye cezalandırdıkları ırklardan daha çok kan döktüler. Sonra yok oldular. Puf! Yalnızca bir tane Zaman Lordu kalktı kendi ırkını yok etti. Düşünebiliyor musun? Evrenin en güçlüleri olduklarını iddia ettiler milyonlarca yıl. Sonra kendi kendilerini yok ettiler. Bütün o yaygarayı bütün o kocaman savaşı yok etti. ”

Histerik bir şekilde gülmeye başlamıştı kadın. Sherry ağzından çıkanlara hakim olamadı.

“Ama tek bir tanesi bile milyonlarcasını yok etmişse; ve en büyük savaşı bir tanesi bitirmişse… Bu onları en güçlü yapmaz mı?”

Kadının kahkahası yarıda kesilmişti.

“Onlar kendilerini yok ettiler.”

Sherry kadının düşüncelerini gördü.

“hayır, hayır hayır… En güçlü benim.”

Yaptığı şey ne kadar doğruydu bilmiyordu ama tam tersini savunmak istediğine emindi.

“O…O son Zaman Lordu her kimse canlarına okumuş. Çok güçlü olmalı.”
“O hiçbir şey! Sürgün edilmiş zavallı bir Zaman Lordu o!”
“Ama çok büyük bir savaşı bitirmiş. Sen söyledin.”
“Kendi ırkını yok etti!”
“Bilinen en güçlü ırkı yalnızca bir tanesi yok etti.”
“Yalnızca iğrenç bir yaratık o! Hiçbir şey!”
“Sanırım evrenin en güçlüsü o olabilir.”
“Hayır. Benim. Ben kimim? Ben kimim? Zaman Lordlarını onlardan habersiz taşa dönüştüren kadın. Irkını yok edenleri bir bir mahveden kadın. Hepsi melek oldular. (Kahkaha atıyordu.) Hem de kendilerinin bile korktuğu bir melek! Shada’dan kaçtım. Kimsenin kaçamadığı yerden lanetimle birlikte kaçtım. Onları yok etmek için kaçtım. Birer birer heykel yaptım onları. Koleksiyonumun eşsiz parçaları oldular sen de öyle olacaksın. Yok olacaksın.”

Sherry yaklaşan tehlikeyi hissedebiliyordu. Medusa’nın topuk sesleri ona yaklaştığını anlatıyordu. Sherry gözlerini sımsıkı kapattı. Medusanın yılanları yüzünde geziniyordu. O iğrenç yılanlar mide bulantısına neden oluyordu. 

“Ne kadar dayanabilirsin ki? Sizlerin en kötü özelliği işte bu! Ne göz kırpmamaya dayanabilirsiniz ne de gözlerini açmamaya.”

Sherry başını geriye doğru çekmeye çalışıyordu. 

“Hayır hayır tatlım. Gözlerimi görmek istemez misin? Mavi… Derin bir mavi.”

Sherry’nin gördüğü gözler olmalıydı bunlar. Ah! Bir an için. Yalnızca bir an için bakamaz mıydı? Şöyle kısacık bir an için baksa bir şey olmazdı ki.

Zihni onu korumak için çevre algısını sonuna kadar açmış olmalıydı. Kendi düşüncelerine yer kalmıyordu böylece. Odadaki tüm zihinler beyninde toplanmıştı. 

Yılanların aç ve susamış halleri beynini zorluyordu. Çığlıklar duyuyordu zihninde. Ağlayan meleğe dönüşmeden önce duyulan son çığlıklar ve son düşünceler… Hepsi yılanlardaydı. Yılanlar topluyordu son anları. Son anla besleniyor olmalıydılar. Son anın çaresizliği onlar da yankıya dönüşüyordu. Sherry yılanların zihinlerini ayrıştırmaya çalışıyordu. Ama bir yandan da Medusa’nın tacizinden kurtulmak istiyordu. Konuşarak dikkatini dağıtmaya karar verdi.

“Beni dönüştürsen bile son Zaman Lordundan daha güçlü olamayacaksın.”

Medusa’nın zihnindeki gevşemeyi gördü Sherry. Kararlılığı ve özgüveni sarsılmış olmalıydı. 

“En güçlü benim! Birçoğunu yok ettim. Tek başıma yaptım.”

“O da tek başına kendi ırkını yok etmiş. Ondan hiç mi korkmuyorsun?”

“Onu da yok edeceğim! Onu da. Onu da. Onu da.”

Medusa biraz geri çekilmişti. Sayıklıyordu. 

“Onu da. Onu da. Ah bir bulsam. Korkak. Korkak. Yok olacak. Ben en güçlüyüm. Güçlü. Güçlü. Güçlü.”

Sherry yılanların zihinlerini bükebileceğini hissediyordu. Ama eksik bir şeyler vardı. Saldırabilmesi için zihninin kontrolünü kaybetmesi gerekiyordu. Çünkü daha önce bunu yaptığında tamamen içgüdüleriydi onun saldırmasını sağlayan. Zihnini zorlamasını sağlayacak bir şey lazımdı ona. Birdenbire saldırmasını sağlayacak bir şey. 

“Yok et. Yok et. Yok et.”

Medusa’nın zihni gücünü azaltıyordu. Bir tür transa geçmiş gibiydi Medusa ve bu da onun zihninden karışık sinyaller almasına neden oluyordu. Sherry baş ağrısı hissetmeye başlamıştı. Medusa onun zihnini büküyordu.

“Yok et. Yok et. Yok et.”
Sherry bu baskının Ağlayan Meleklerinkinden daha fazla olduğuna emindi. Ağlayan Meleklerin zihni son andaki bilinçlerini yansıtıyordu. Medusa ise bu bilinçlerden beslenen yılanlarla saldırıyordu. Kaç tane yaşamı söndürmüştü acaba? Kaç tane Zaman Lordu’nun sonu olmuştu? Bütün o güç Medusa’nın yılanlarında toplanmıştı. Medusa sayıkladıkça kendi bilincini kaybediyordu. Bir kum saati gibi tane tane ve hızlı. 

“Yok et. Yok et. Yok et.”

Garip bir ses Medusa’nın sayıklamasını durdurdu. Nedense bu ses Sherry’nin hoşuna gitmişti.

“Ne bu? Nerden geliyor? Ne bu? “

Sherry gözlerini açmak için büyük bir istek duyuyordu. Medusa’nın zihni kararlılığını kaybetmiş, normale dönmüştü. Medusa’nın adımlarını duydu. Arkasına geçmişti. Sherry gözlerini açtı. Medusa masaya doğru koştu. Sherry onun geldiğini görünce gözlerini kapatmak istedi. Medusa’yı arkadan görmüştü. Güneş gözlüğünü taktığını gördü. Sherry de arkasına dönüp Medusa’yı heyecanlandıran şeyi görmek istedi.

“Polis kulübesi mi?!?”

DEVAM EDECEK... (Yazının devamı gelecek bölümden bilgi içermektedir.)

GELECEK BÖLÜMDE;


Ağlayan meleklerin zihinleri baskıyı arttırmıştı. Onlarca zihin vardı kafasının içinde. Başı dönüyordu. Beynini kemirmeye başlamıştı zihinler, fare gibi. Elleri saçına gitti. Hırsla saçlarını çekiyordu. Acıyı bir şekilde beyninden atmak için elinden geleni yapıyordu. Elini ısırdı. Çığlık atmamak için elini ısırıyordu. Öyle sert ısırmıştı ki kan damlıyordu elinden. Fiziksel acı zihnini kısmen yerine getirse de yeterli olmuyordu. Daha fazla dayanamadı. 

*

“Sadece koş.”
“Kimsin sen?”
“Söyledim ya, Ben Doktorum.”

*

“En güçlünün kim olduğuna karar ver Medusa. Doktor mu ben mi?”

 

Doctor, Who Am I? | Türkçe | DWHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin