2.6

586K 6K 339
                                    

Umursamam gerekirdi ama her şeyi olması gerektiği gibi yaşayamıyordum. Gitmemem gerektiğini biliyordum ama gitmiştim. Onunla konuşmamam gerektiğini biliyordum ama konuşmuştum çünkü öyle istemiştim. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmek ve yine de doğruyu takip etme olgunluğuna erişmemiştim belki de henüz.

Bilinçaltımın pamuk iplikleriyle örülü, iğne ucu değse tüm hücrelerimin etkilendiği, beni duygusallaştıran zayıf noktamda bulunan Meriç'in şimdilik hali için değil, başkasıyla doğum günü kutlayan biri için bunu asla yapmazdım, çocukluğunu az da olsa bildiğim Meriç için yanında bulmuştum kendimi. Onu terk ederken bile onun iyiliğini diliyordum. Ne sersemlik.

Şimdiki ben ondan ayrılsam bile çocuk ben, elini sıkıca tutmaya devam ediyordu. Daha önce kimsenin anlamadığı bir dünyada onu anlayan birini geç de olsa bulmuştu ve bırakmak istemiyordu. Gözümün önüne gelen iki küçük çocuk fazla inatçıydı.

Onun hayatını sadece onun izin verdiği kadarıyla biliyordum. Bu bir hikayenin en can alıcı cümlesini okuyup tamamı hakkında fikir yürütmek gibiydi. Her sayfada gizlenmiş acılar, hüzünlü sevinçler, kelimelerin yan yana gelerek oluşturduğu eşsiz harmoni... Bazen tek bir kelimenin sana bahşettiği umut, paragraflarda bulduğun yaşanmışlık kırıntıları, kendini oraya ait hissetme, dokunmak isteme... Fikir yürüteceğim binlerce senaryo vardı, çünkü konunun tamamına sahip olmadığım için türetmekte özgürdüm. Ama hiçbirini tam olarak hissedemiyordum, sadece var olabilme durumları üzerinden hissetmeye çalışıyordum.

Üzerinde Meriç Tuna yazılı siyah bir kitabı elime almıştım onu ilk gördüğümde. Kilidi açıp bana verdiğinde sayfalarına dokunabilme imkanım olmuştu ama özel bir mürekkeple yazılmıştı. Sadece onun aydınlattığı kısımları okuyabiliyordum. Geri kalanında görebildiğim tek şey, boş beyaz sayfalardı. İstediğim gibi doldurabilirdim ama eksiksiz doğru olmayacaktı. Zaten yazılmıştı o sayfalara.

Belki biraz umut vardı ama mutluluk yoktu bu kitapta. O yüzden de o kitabı kapatmıştı ve ben inatla onu okumaya çalışıyordum. Belki de kabul etmeliydim. Okumayı istemekten vazgeçmeliydim. Eline alıp bir şeyler karaladığı, sayfaları sararmış o emanet kitabın varlığını kabul etmeliydim.

Karanlıkla bir anlaşma yaptığını kabul etmeliydim. Vazgeçtiklerine karşı etrafını saran karanlıktan ona uzanmanın çok zor olduğunu kabul etmeliydim. Onu doğru koştukça karanlığın derinine, daha derinine düştüğümü kabul etmeliydim. Çünkü ne kadar uzanmaya çalışsam da, sonunda ona dokunamadığım her gece, gördüğüm kabusun ta kendisiydi.

Ama yine de... Bu karanlık o kadar derindi ki... Daha, daha derine düştükçe gerçek aydınlığı gösteriyordu ve orada bir umut olduğunu biliyordum.

Belki de istediği gerçekten o sararmış sayfalarda var olmaktı. Ama hayır. İnce ruhunu o sayfalarda sarartmak istemesini kabul edemiyordum. Hak ettiği o sayfalar değildi. O karalamaların içinde olmayı hak etmiyordu. Sararmış sayfaları bile çizdiği resimlerle renklendiren biri, gerçekten vazgeçmiş olamazdı.

Olamazdı, kabul etmiyordum bunu.

Benim yardım etmemi istemese bile ondan vazgeçemiyordum. Buna mecburmuşum, bu benim görevimmiş gibi. Kendim için elimden geleni yapmıştım ama bir başkası için daha fazlasını yapabilirdim. O zaman belki daha iyi hissederdim.


*


 Giderek bozulan moralimi gizlemekten vazgeçtiğimde bir şeylerin ters gittiğinin farkına varan babam birlikte dışarı çıkmaktan bahsettiğinde neden olmasın ki diye düşündüm. Bana iyi gelebilirmiş gibi... Onun varlığında hiç huzur aramamıştım ama artık bir şeyler değişiyordu ve babama sırtımı yaslayabileceğimi sanıyordum. Orada olduğunu görüyor, biliyordum ama artık arkamı döndüğümde yok olmayacağına da ikna oluyordum herhalde.

Kötü Çocuk I & IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin