BÖLÜM 3 - AYLA

4.1K 459 35
                                    

AYLA

Göztepe Karakol'unda, buranın başında her kim varsa muhtemelen onun odasında yirmi dakikadır oturuyordum. Masanın üzerindeki isimlikte Gürbüz Doğru yazıyordu. Odanın içinde benden başka üniformalı bir polis vardı ve kapının önünde durduğuna göre beni gözetim altında tutuyor olmalıydı. Bir kişinin benimle rahatlıkla baş edebilecek olduğuna düşünmelerine üzülsem mi sevinsem mi bilemedim.

Tam olarak oturmamı istedikleri koltukta oturuyor, kucağımda duran sargılı ellerimden başka bir şeye bakmamaya çalışıyordum. Yere düştüğümde kırık cam parçaları yüzünden kesilen avuçlarımdaki acıyı az da olsa hissediyor ama umursamıyordum. Kafamı kaldırmıyordum çünkü neden burada olduğumun binlerce kanıtı etrafımdaydı. Kısa bir süre sonra da acılı olacağından emin olduğum bir sorgu tüneline girecektim ve bu yüzden daha fazla zihnime yapılacak saldırıya ihtiyacım yoktu.

O iri adamın neredeyse kucağında apartmandan çıkmış, kaldırımın kenarında bekleyen ambulansın arkasında ellerime ve dizlerime pansuman yapılmasına müsaade etmiş, ardından da beni bir polis aracının arka koltuğuna oturmalarına ve bu karakola getirmelerine sesimi çıkarmamıştım. Tüm bu zaman boyunca bir kişi kalkıp da bir adet soru sormamıştı. Bu bir taktik miydi yoksa henüz sıram gelmemiş miydi, bilmiyordum.

Gözlerim kaşınınca sargının kenarını gözaltlarımda gezdirdim. Sargıya bulaşan siyahlık aylar içindeki tek makyajımın kalıntılarına aitti. Bugün doğum günümdü. Bugün onun öldüğü gündü. Allah kahretsin! Bu sıçtığımın gününün içine daha fazla sıçılamazmış gibi! Sanki doğduğum günüme bayılıyordum da içinde yüzeceğim daha fazla bokluğa ihtiyacım vardı!

Kanlı havuzun içinde yatan o kadın... Annem.

Kapı aniden açılınca elimde olmadan yerimde sıçradım. Sinekkaydı traşlı hafif göbekli yine üniformalı ama sanırım rütbece üstün yaşlıca bir adam içeri girip doğruca masasının arkasındaki koltuğuna yürüdü. Demek ki Gürbüz Doğru bu adamdı. İsmini düşünerek hayal edeceğimden biraz daha kısaydı ama bu kesinlikle yaydığı otoriteden bir gram eksilme yaratmıyordu.

Peşinden iki kişi daha girdi. Sivil kıyafetler içerisinde olsalar da ceketlerinin içinde silah askıları ve silahlarının kabzaları görünüyordu. Biri beni buraya getiren adamdı. Adı Ata'ydı. Diğeri ise beni kucaklayıp o daireden çıkaran adamdı ve üzerindeki bol cepli, asker yeşili ceketinin kollarında hayal meyal seçilen kan lekeleri vardı. Avuçlarımdaki kesiklerden sızan kanlar olmalıydı.

Saatler öncesine dayanan hatıralarımdan daha iri ve daha uzundu. Koyu kumral saçları 'bela benim' dercesine üç numaraya vurulmuş, tüm dikkati muntazam kaşlarından soldakinin üzerinde parlayan beyaz, çentik gibi duran yara izine çekmişti. Burun kemiğindeki hafif yamukluğu tam karşıma geçip doğrudan bana bakmasa asla fark etmezdim. Tabii gözlerinin apaçık, keskin yeşilini de. Zorla yutkunup gözlerimi kaçırdım. Az sonra canıma okuyacaklardı. Kararlı ve kendimden emin görünmek zorundaydım.

"Ayla Alınçak."

Kendine güven. Kendine güvenirsen daha az hata yaparsın.

Adama dönüp keskin bakışlı koyu gözlerine karşılık vermeye çalıştım. "Evet," dedim. "Benim."

"Anlat bakalım." Dirseklerini masasının üzerine yerleştirip ellerini ortada birleştirdi. Biraz öne eğilmiş, bana belki bir kafa daha yaklaşmıştı. O sırada o adamın da karşıma geçip oturduğunu fark ettim. Ata elindeki birtakım kâğıtlarla daha geride olan ikili bir kanepeye yerleşmişti.

"Ne anlatmamı istiyorsunuz?" Dilim damağım kurumuştu. Uzun bir süredir kullanmadığım sesim çatallı çıkıyordu. Bunu fark eden tek ben değilmişim, o adam kapıdakine eliyle bir işaret yapınca, genç çocuk kafasını sallayıp çıktı.

RÜYALARIN ARDINDAN (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin