Asalak Fenomen

By mervegnr_

4.1M 343K 177K

Sivri diliyle eleştiri videosu çekip paylaşan Feyza Soysal'ın bu sefer hedefinde; işine karışılmasından hazze... More

-TANITIM-
1- Sölenter
2- Beklenmedik mail
3- Doktor oluyorum!
4- Ceza
5- Cereyanda kalma
6- Asalak fenomen
7- Güzelliğine (!)
8- Sağlıkta şiddet
9- Yemek teklifi
10- Torpilli
11- Kahve diyeti
12- Kahverengi
13- Nişan alışverişi
14- Narsist
15- Yoğurt
16- Osman
17- Yanık
18- Yangın merdiveni
19- İlk öpücük
20- İlk randevu
21- Zeki narsist bir polyanna
22- Ömrünü uzatmak istemiyor musun?
23- Zehirlenmişti
24- Mide lavajı
25- Sölenter Poyraz
26-Kan
28- Altı yüz elli yedi
29- Kardeş kavgası
30- Fotoğraf
31- Aşk
32- Çorba lekesi
33- Lütfen para at kutusu
34- Ferhat Aydoğan
35- Doğum günü
36- Skandal
37- Gelip geçici
38- Bir yabancı gibi
39- Pişmanlık
40- Kurumuş boğazım
41- İlayda
42- Fakat korkma, geçecektir
43- Seksen bir gül
44- İstenmeyen akraba
45- Hamile mi?
46- Dokunma bana
47-Çıkmaz
48- Moruk
49- Kahvaltı
50-Sana hâlâ aşığım ya!
51-Âşk
52- Kalbim sıkışıyor
53- Yakalanmak
54- Beklenmedik karşılaşma
55- O
56- Kavga
57- Nezarethane
Final- Anne oğul

27- Yeni Video

69K 6K 2.5K
By mervegnr_

Doğum günün kutlu olsun Gülsüm, iyi ki doğdun. Bu bölüm senin için 💖 

Keyifli okumalar!

**

"Duydun mu, Feyza Soysal bu akşam yeni video yayınlayacakmış."

Elindeki içi boş karton bardağı çevirirken arkadaşına bakarak konuşmuştu uzun boylu hemşire. Feyza Soysal hastanelerinde çalışmaya başlamadan önce pek ilgisini çeken biri olmasa da ünlü biriyle aynı yerde çalışmak ister istemez onu yakın takibe almasına neden olmuştu. Ne de olsa her gün milyonlarca takipçisi olan biri hastanelerinde staj yapmıyordu.

"Duydum, ay gördüm yani. Hikayesinde paylaşmış. Kesin Merthan Bey'in ona bağırmasıyla ilgili çekecek."

"Kesin canım. En son muayenesini beğenmedi diye video çekmişti, şimdi onu herkesin içinde azarladı diye kim bilir neler der."

"Merthan Hoca da nasıl bağırdı ama? Bana o lafları etseydi bırak sevgili olmayı aynı hastanede bile bulunmazdım."

Merthan tükenmez kalemi agresif bir şekilde masanın üzerine koyarken dişlerini sıka sıka arkasını döndü.

"Morfin mi soludunuz siz?"

Sakin ses tonu kesinlikle bir aldatmacaydı ve bunu dedikodu yapan iki hemşire de farkındaydı. Bundandır ikisi de ne yapacağını bilemediler. Merthan imzaladığı belgeleri eline alırken ters ters bakmayı sürdürdü ve en son odasına gitmeden önce onları "İşinize bakın," diye uyardı.

Feyza'nın video çekeceğini o da biliyordu ama şimdiye kadar aklının ucuna gelmeyen ihtimal dedikodu yapan iki hemşire yüzünden kafasında bir 'acaba' oluşturmuştu. Zaten dün aralarında hiçbir şey olmamış gibi paylaştığı fotoğrafa ve fotoğrafın altına yazdığı yazıya sinirlenmişti, bir de kavgalarını sosyal medyaya taşıma ihtimali... Öfkeli bir nefes alıp tartıştıklarından, daha çok onun Feyza'ya kızmasından sonra ikinci kez Feyza'yı aradı. Feyza yine açmadı.

Ve Merthan dozu artmış öfkesiyle yeri döve döve odasına girdi.

**

"Baba doğum günümde al bari, Allah için ya. Üç aydır alacağım diyorsun, almıyorsun!"

"Sen derslerine çalış belki alırım." Belki kelimesini duyduğu gibi koca bir gülümseme oluşmuştu Feyza'nın yüzünde. Babası 'belki' diyorsa o iş tamamdı.

"Ya sen adamsın! Alacaksın değil mi?" Babasının esrarengiz bakışlarıyla birlikte kaşlarını çatarak başını hafif aşağı doğru eğdi Feyza. Geçen birkaç saniyenin ardından babasının alnında derin kırışıklar oluştu ve sonra aniden yüzü aydınlandı.

"Aldın mı? Aldın değil mi! İnanamıyorum! Nerede? İstediğim telefondan mı aldın?"

Babası elindeki kumandayla reklama giren programı değiştirirken başını iki yana salladı. Zaten Feyza babasının annesiyle fısıldaşmalarını duyduğunda bir şeyleri çakmıştı ama yine de beklemiyordu.

"Doğum günümde vereceğim."

"Hayatta bekleyemem, baba şimdi ver işte ya."

"Annenin dolabını aç, direkt görürsün zaten."

"Ya!" Koştura koştura dolabın kapısını açtı. Gördüğü telefon kutusunu aceleci bir tavırla aldı ve kutuyla birlikte salona gitti.

İstediği telefondu!

Beş ay önce gördüğü, üç aydır deli gibi almaları için ısrar ettiği telefondu! Annesinden kendine kalan dandik telefonu saymazsa ilk telefonuydu!

Koltuğa oturdu. Annesi ellerindeki ıslaklığı üzerine silerek yanına gelip göz ucuyla telefona baktı. Ablası da büyük ihtimalle onun çığlıklarına gelerek, babasının yaptığı sürprizden haberi olduğunu belirtircesine sakin bir şekilde yanına oturdu ve onun yanına bıraktığı kutuyu eline aldı.

Feyza gözlerini yeni telefonundan ayırmazken annesiyle ablasına doğru "Ee siz ne aldınız?" diye sordu.

Ceylan kutudan şarj aletini ve yanında verdikleri şeffaf kılıfı çıkararak güldü.

"Ben şarj aletini annem kılıfını aldı."

Feyza homurdanarak "Onlar telefonunun yanında verildi," dediğinde Ceylan omuz silkti.

"Sen şimdi on beş yaşına mı gireceksin? İnşallah bu yıl ergenlikten çıkmayı başarabilirsin."

"Ben çıkalı çok oldu canım."

"Her şeyi ben yaptım zaten... ühühühühü.... Her zaman ben suçluyum zaten ühühühü hep bana kızın zaten ühühüüh"

Başından aşağı doğru akan ılık su teninde izler bırakarak süzülürken istemsiz olarak gözlerini kapadı Feyza. Saatlerdir suyun altındaydı ve o geçmişi düşünüyordu. Artık parmak uçları boğum boğum olmuş, beyazlamıştı.

Suyu kapayarak duşakabinden çıktı. Üzerini giyindi, kendine kahve yapmak için mutfağa girdi. Ceylan da mutfaktaydı. Masaya oturmuş başını ellerinin arasına almış, öylece telefon ekranına bakıyordu. Ceylan onun geldiğini fark edince gözlerini üzerine çevirdi fakat bir konuşma başlatmadı, yalnızca hareketlerini inceledi.

Feyza'nın kahve yapmasıyla Ceylan "Aç karna kahve içme," dedi. Feyza dudaklarını birleştirerek sabır istercesine gözlerini kapadı. İlgiye muhtaç değildi, hele ki ablasının ilgisine hiç muhtaç değildi. Duymazlıktan gelip bardağın içine koyduğu filtre kahvenin üzerine kaynar suyu ekledi.

Ceylan bir kez daha onu "Miden delinir," diye uyarınca Feyza ona öfkeyle bakarak "Seni ilgilendirmez," dedi.

"Seni düşünüyorum."

"İlla birini düşüneceksen kendini düşün. Kaç yaşına geldin hâlâ babanın parasına tamah ediyorsun."

Feyza ablasının canını nereden yakacağını biliyordu, bilmediği şeyse ne denli yaktığıydı. Ceylan'ın buraya geliş nedenlerinden birine parmağını basmıştı ve günlerce kendine gelmeye çalışan kızın zar zor topladığı tüm motivesini darmadağın etmişti. Bir şey söylemedi Ceylan ama sonra o da sinirlendi.

"Seni yanlış anladığımı, sana haksızlık yaptığımı düşünmüştüm ama sen denildiği kadar şımarıksın. Gamsızsın."

"En azından barınmak için senin gibi, birine ihtiyaç duyacak kadar aciz değilim."

"Haklısın," dedi Ceylan, acı bir kabullenişle. Başını salladı, bir damla yaş yanağına düştü. "Hatta az bile." Kendi kendine güldü. "İstenmediğim yerde kalacak kadar gurursuzum. Bir dolandırıcıya âşık olacak kadar salağım. Babamı senin paranı kullanmaya düşürecek kadar hayırsız evladım. Kendi kendimi idare edemeyecek kadar işe yaramazım."

"Murat'la m-"

Ceylan neredeyse çığlık çığlığa "O şerefsizin ismini ağzına alma!" diye bağırdı.

"Ne oldu, bir şey mi yaptı sana?"

"Ne mi oldu? Ben düğünümüz için gün sayarken o babamları dolandırdı, bir ton borca soktu ve defolup gitti. Babam senin bize gönderdiğin, hiç dokunmadığı parayı kullanmak zorunda kaldı. O günden beri ne doğru dürüst yemek yedi ne konuştu. Bense her şeyi bok edip İstanbul'a kaçtım."

Feyza uzunca bir süre sessiz kaldı. Bir şeyler söylemek istiyordu, en azından 'o kaybetti boş ver, senin bir suçun yok,' gibi şeyler... İçinden bunları geçiriyordu çünkü. Ama bir an saçma geldi. Tek kelime etmedi.

"Madem öyle," dedi, sadece. Kapıya doğru ilerledi. "Kahve içmeyeyim."

Odasına gidip yatağının üzerine oturduğunda başta sadece ablasının meselesini düşündü. Acaba üzerine çok mu gittiğini, tüm bunlarla uğraşırken bir de kendisinin ona dert olduğunu... sonra... sonra ablasının az önce söyledikleri tekrar belirdi zihninde.

Babamı senin paranı kullanmaya düşürecek kadar hayırsız evladım.

Feyza gönderdiği parayı babasının kullanmadığını tahmin ediyordu zaten, yine de sanki parayı haram yollardan kazanıyormuş da o parayı kullanmak zorunda kaldıkları için kötü hissetmelerine katlanamıyordu.

Ailesi ona ve parasına değer vermedikçe, o da kendisine ve parasına değer veremiyordu. Hep bir şeyler yanlışmış gibi geliyor, daha iyisini yapmaya çalışıyordu. Galiba ne kadar kızarsa kızsın içten içe onunla gurur duysunlar istiyordu.

Yatağından kalkıp elini yüzünü yıkadı, üzerine güzel bir elbise giyinip sade bir makyaj yaptı. Eğer video paylaşacağını önceden bildirmeseydi bugün bütün gün yatar, ablasının söylediklerini düşünür, kendini yer bitirirdi.

Kamerayı kurup karşısına geçti. Kaydı başlattı.

"Geçen gün kitaplıkta Montaigne'nin denemelerini gördüm. Uzun zaman önce almıştım fakat okumaya pek fırsatım olmamıştı. Ansızın gelen okuma isteğiyle kitabı okumaya başladım. İtiraf etmeliyim ki umduğunu bulamamıştım çok fazla basit cümlelerle yazılmıştı ve bir şey anlatmıyor gibiydi. Neden bu kadar ünlü olmuştu o zaman bu deneme diye düşünerek biraz da hayal kırıklığıyla okumaya devam ettim. Çevirdiğim sayfada satrançla ilgili bir bölüm vardı. Okumak hiç istemedim zaten hiçbir şey almamıştım kitaptan şimdi de satrancı övecekti. Padişah oyunu, zekâ oyunu çok yararlı bir oyun falan filan diye. Tam sayfayı çevirecektim ki çok kısa zaten okuyayım bari deyip isteksizce okumaya başladım. Ve o an Montaigne bana çok önemli bir ders verdi. Satrancı kötülüyordu, oyun için çok ciddi diye. Kötülemesinin nedenini önemsemedim açıkçası çünkü bana daha önemli şeyler fark ettirmişti okuduğum şeyle. Satranç hakkında hiç düşünmediğimi...

Satranç hakkında tanıdığım herkes olumlu yorumlar yapıyordu, hiç karşıt düşünce olmadığı için bende onun hakkında düşünmemiştim. Ama sorun bu değil. Sorun bu denemeyi okumadan önce satranç hakkında ne düşündüğümü sorsanız size birçok şey söylerdim ve bunların kendi düşüncem olduğunu sanırdım.

Acaba benim düşüncelerim zannettiğim kaç düşünce gerçekten kendi düşüncelerim?

Sonra şunu fark ettim. Hindistan'da olan, bana ve birçok kişiye saçma gelen, nasıl böyle şeylere inanıyorlar ki diye düşündüren bir sürü gelenekler ve inançlar var. Fark ettim ki onlar arasındaki tek farkım yaşadığım yer. Ben değilim.

Bizi diğer canlılardan ayıran şey karar verme, muhakeme etme, okumakken bizi insan yapan bu şeylerden yoksunmuşum. Bu çok acı bir gerçek. Ve bir şeyi daha anladım. Okuyarak gerçeği görebilir ve var olabiliriz. Okumayı başaramazsak irademizi başkalarının eline verir yaprağın rüzgâr etkisindeyken olduğu bizi de birçok gücün etkisi altına almalarına yol açarız.

Benim bir diğer hatalı olduğum bir şey var ki o da okumayı yalnızca bir araya gelen harflerin ne demek olduğunu anlamak olarak algılamam. Newton elmanın ağaçtan düştüğü olaya denk geldiğinde bunun yer çekimiyle olabileceğini fark etmesi aslında birer okumaydı. Bitkiler, hayvanlar, yağmur, kar, fırtına etrafımızda olan her şey bize bir şeyler anlatıyor aslında bize gereken tek şey bunları okumak. Okumanın alanı çok geniş sadece yazıdan ibaret olmayacak kadar geniş.

Acaba bizim okumamızdaki engel okumanın alanını daraltmak mı? Okuma yazma bilmeyen insanın hiçbir şey bilmeyeceğini düşünmek bize eğitim hayatımızda öğretilen yanlış bir düşünce şekli.

Fark ettiniz mi bilmiyorum okuldaki eğitim bize kavramları bu kavramların hayatımızdaki yerini, dengenin nasıl olacağı düşünmenin ne demek olduğunu anlatmıyor. Doğru bilginin bilim olduğunu söylüyor ve bilimsel verilerin doğruluğunu da kaynakçaya bakarak bulabileceğimizi öğretiyor.

Bir Matematik profesörün Stephen Hawking'in kitabını eleştirirken ona verilen eğitimde cümlenin kimin söylediği değil de mantıklı, tutarlı olup olmadığına bakılmasının öğretildiğini söylüyor. Bizde ise tam tersi kendi düşüncelerimiz yok sayıyoruz yorumlamıyoruz. Tarihte bile böyleyiz, bir sürü tarih profesörü tarihi yorumlayanlara kanıt göstermeniz gerekir diyor. Her alanda muhakeme etmemize izin verilmiyor.

Sanki eğitim bizi köleleştirmek için var. Bizi bizden uzaklaştırmak için. Kavramlarımızın anlatımı bize ait olmayan batıya ait olan tanımlarla anlatıyor. Bize anlatılan özgürlük tanımı çok fazla yetersiz ve bu yetersizlik birçok şeyi anlamamızı zorlaştırıyor.

Aslında ben bu videoda kendimi eleştirecektim ama yine dayanamayıp eğitim sistemine konuyu getirdim.

Bu biraz diğer eleştirilerimden farklı oldu ama konuşmak istedim. Bazılarınız ne diyor bu diyebilir, bazılarınız alır bahsettiğim kitabı okur, okur ama benimle aynı şeyi düşünmez. Belki de ben öyle düşündüm diye öyleymiş gibi düşünür. Bilemiyorum."

Ellerini kaldırıp iki yana açtı.

"Bu kadardı."

**

Merthan izlediği videonun kendisi hakkında olmadığını görünce sevinemedi bile. Fenomen olduğundan dolayı ona karşı olan önyargısı kendini suçlu psikolojisine sokuyordu. Bu daha önce de olmuştu.

"Baba Feyza çok akıllı değil mi, kitap okuyor bizim de okumamızı istiyor?"

"Öyle oğlum."

"Bana Feyza'nın dediği kitabı alır mısın? Okuyacağım."

"Sen okuma yazma bilmiyorsun."

"Öğrenince okuyacağım. Eğer şimdi almazsan unuturum sonra okuyamam."

Merthan gülümsedi ve video bittikten sonra Poyraz'ın o almasın diye yavaş hareketlerle, arkasına sakladığı tableti almak için elini uzattı. Poyraz düşmüş yüzle "Of ya of," diyerek tabletini babasına uzattı.

"Hadi git odana, uyu."

"Daha erken ama."

"Ne erkeni? Geç bile."

Poyraz babasının yorganını itekleyerek söylenene söylene ayağa kalktı. Yok ne zaman uyuyacağıma bile karışıyorsun, yok senin yüzünden bir yaprak gibi sallanacağım yok Feyza'yla tanıştığımızda bana yaptıklarını ona anlatacağım, yok sen en kötü sölentersin...

Merthan Poyraz'ın odasına gitmesinden sonra Feyza'yı bir kez daha aradı. Yine yanıtlanmadı ve yine sinirlendi.

Ertesi gün Feyza'yı görmek için erkenden hastaneye gitti fakat Feyza o gün olabildiğince geç geldi. Sırf onunla konuşabilmek için öğlen arasına kadar dakikaları saydı Merthan. Öğlen arası girdi, yemekhaneye indi.

Feyza arkadaşlarıyla bir masaya oturmuş, birlikte güle konuşa yemeğini yiyordu. O araları bozuk diye tüm gece uykusuz kalmışken Feyza'nın hemen birkaç saat sonra hiçbir şey olmamış gibi fotoğraf paylaşması ve iki gündür telefonlarını cevaplamayıp sonra da onun görebileceği ortamda gülerek konuşması ilişkiyi tek taraflı yaşıyormuş gibi hissettirmişti.

"Feyza," diye seslendi ona doğru. Feyza sesini duyduğu an refleksle başını kaldırdı ve direkt göz göze geldiler. "İki dakika konuşalım."

Masadaki tüm arkadaşları nefeslerini tutmuş onları izlemeye başlamıştı. Feyza ona seslenmesiyle heyecanlanmış mıydı, bilmiyorlardı ama onlar bile heyecanlanmıştı. Bir tarafta hastaneye geldiklerinden beri dedikodusu yapılan başarılarıyla nam salmış ünlü cerrah Merthan Özkan, diğer tarafta ülkece tanınan Feyza Soysal...

Feyza "Aslında..." diyerek bahane üretmek için başını arkadaşlarına doğru çevirmişti ki Merthan itiraz istemeyen bir tonda "Çok sürmez," diyerek kapıya doğru ilerledi. Feyza da birkaç saniye geçtikten sonra ayağa kalkıp peşinden gitti. Bahçeye çıktılar, yan yana sessizce yürüdüler.

Kalabalığın azaldığı bir yerde durup ikisi de birbirine baktı, sonra Merthan ona "Nasılsın?" diye sordu.

Feyza "İyiyim," derken bir an olsun düşünmedi. Düşünecek olsa zaten, salya sümük ağlardı. Kötüydü çünkü. Günlerdir çok kötü hissediyordu. Ablası bir yandan, ablasının söyledikleri bir yandan, Merthan bir yandan...

Merthan onun hemşire formasının içine sıkışmış birkaç tutam saçını çıkarırken "Ben pek iyi değilim," dedi, kaba bir tonlamayla. "Cevaplanmayan çağrılardan oldum olası hazzetmem."

"Sessizdeydi telefonum."

"Bahanelerden de aynı şekilde."

Feyza sinirle gülüp "Neyden hazzedip hazzetmediğini söylemek için mi çağırdın beni yanına?" diye sordu.

"Senin gibi aramızdaki meseleleri alaya almadığım için konuşmak istedim."

Feyza başta Merthan'ın neyden bahsettiğini anlamadı, anladığında ise alaylı bir ifade belirdi yüzünde. "Çünkü sen," dedi, sesini hafiften yükselterek. "Aramızdaki meseleleri değil de daha çok beni alaya alıyorsun."

Merthan uzun uzadıya Feyza'nın yüzünü süzerken dudaklarını yalayarak bir adım geri çekildi ve çıkarımda bulunurcasına "Senin sinirlerin bozuk herhalde," dedi.

"Niye bozuk olsun ki?" dedi, Feyza olağan bir şekilde. "Sinirlerimin bozuk olması için bir neden mi var?" Ellerini havaya kaldırarak "Hiç," dedi yüksek sesle. "Günlerdir erkek arkadaşımdan özür beklerken daha çok azarlanıyorum."

"Senden özür dilemeyeceğim."

Feyza anında dolan gözlerle "İyi," diyerek arkasını dönmüştü ki, Merthan onu dirseğinden tutarak kendisine doğru çevirdi. Bir adım yaklaştı, kalın sesini yumuşatabildiği kadarıyla yumuşatarak konuştu. "Ben sana orada bir doktor olarak bağırdım, erkek arkadaşın olarak değil. Senin yaptığın hatayı kim yapsa aynı tepkiyi verirdim. Verdiğim de oldu. Kimseden de gidip özür dilemedim, senden de dilemeyeceğim. Hastanede senin erkek arkadaşın değil bir doktorum."

"Öyle mi? O zaman bundan sonra hastanede sadece bana kızdığın zaman doktor olma."

Merthan kaşlarını anlamadığını belirtircesine çatarken, Feyza dirseğini Merthan'ın elinden kurtararak ondan uzaklaştı.

"Hastanedeyken beni erkek arkadaşımmış gibi süzme. Yangın merdivenine çağırma. Öpme. Diğer hemşirelere nasıl davranıyorsan bana da öyle davran."

"Saçmalama Feyza."

"Neden, yapamayacağından mı korkuyorsun?"

"Yapacağımı biliyorsun."

Feyza'nın titreyen dudakları küçük bir gülümsemeyle yana doğru kıvrıldı, sessizce "Evet," dedi. "Biliyorum."

Merthan sesli bir nefes alarak bakışlarını kaçırdı, başını yukarı kaldırdı, kapalı gökyüzü seyretti. Sonra da ona döndü.

"Tamam," dedi. "Maden öyle istiyorsun, öyle olsun." Bir adım yaklaştı ona ve sırf vazgeçirmek için "Ama şunu bil," diyerek gözlerini gözlerine dikti. "Ben hemşirelerden ve stajyerlerden hiç hoşlanmam."

Vazgeçiremediği gibi Feyza'nın daha çok kin dolmasına neden oldu.

"Sorun yok, ben de kibirlilerden ve doktorlardan hoşlanmam."

**

Bölümü nasıl buldunuz? 

ig: merveegnr_


Continue Reading

You'll Also Like

2M 9.4K 3
HitReads adında yeni bir uylamaya geçtiği için sadece tanıtım amaçlı üç bölüm bulunmaktadır. Tren garında ölümü bekleyen bir kadının karşısına çıkan...
16.1K 2K 22
İnsanlar üçe ayrılır; Yaşayanlar, Yaşamayanlar. Yaşayamayanlar... Yaşayanlar: hâlâ dünyadaki hayatına devam edenler. Yaşamayanlar: öldükten sonra iki...
2.9K 1.3K 33
Fantastik bir kitaptır! Siyah beyaz bir ülke, sadece siyah ve beyaz ve bu ülkenin kralı Adonis ile kraliçesi Bia. Yaşadıkları olaylar, hüzünler ve m...
180K 13.7K 58
Mira Çağan sıradan bir hayata sahip, sıradan bir genç kızdı. En azından; bir gece, kim tarafından çıkarıldığı veya nasıl çıktığı bilinmeyen bir yangı...