Ay Şahit

By ygmurdem

284K 13.9K 3.2K

... More

Bölüm 1
Bölüm 2- ''Yıldız Masalı''
Bölüm 3- ''Cennet İpleri''
Bölüm 4- ''Kar Tanesi''
Bölüm 5- ''Ömürlük Şarkı''
Bölüm 6- ''Sırma''
Bölüm 7- ''Bezelye''
Bölüm 8- ''Çikolata''
Bölüm 9 - "Nokta"
Bölüm 10- "Oğul"
Bölüm 11- ''Oyun Arkadaşı''
Bölüm 12- ''Uçurum''
Bölüm 13- ''Tuttum Aslanım''
Bölüm 14- ''Rapunzel''
Bölüm 15- ''Buhar''
Bölüm 16- ''Ölümsüz Çiçek''
Bölüm 17- ''Kabak Çekirdeği''
Bölüm 18- ''Ben Nefes''
🌙-'' Yarım Ninni ''
Bölüm 19- ''Baba ''
Bölüm 20- ''İlahi Adalet ''
Bölüm 21- ''Ay Kız''
Bölüm 22- ''Kayıp Zaman''
Bölüm 23- ''Gizli Bank''
Bölüm 24- ''İyi ki Elizya''
🌙- ''İki Ucu Yaralı Değnek''
Bölüm 25 - ''Arkadaş''
🌙- ''Pelerinsiz Kahraman''
Bölüm 26- ''Elma Şekeri''
Bölüm 27- ''Domates Güzeli ''
Bölüm 28- ''Gece Dalgası''
Bölüm 29- ''Saklı Yara''
Bölüm 30- ''Uyurgüzel''
🌙- ''Anzer Balı''
🌙-''Kız Kulesi''
Bölüm 31- ''500''
Bölüm 32- ''Kızamık''
Bölüm 33- ''Müstaklel''
Bölüm 34 - ''Hak'kın Balığı''
🌙- ''Kara Kutu ''
Bölüm 35- ''Sahur Duası''
Bir Ay Doğdu Geceden🌙🎈🎂
Bölüm36- ''Rüya''
Bölüm 37- ''Sınav''
🌙-''Babamdan Miras Bayramlar''
Bölüm 38- ''Anne''
Bölüm 39- ''Evim''
Son Şeker
Sondan Bir Önce...
Bölüm 40- ''SEZON FİNALİ''
Bölüm 41- ''Mazlumun Abisi''
Bölüm 42- ''Eller Beraber! ''
Bölüm 43- ''Veda''
Bölüm 45- ''Bordo Mavi Atlar''
Bölüm 46- ''Abimden Armağan''
Bölüm 47- ''Balım Yarası''
Bölüm 48- ''Trabzondan Gelinim Geldi ''
Bölüm 49 - ''Kavuşmak''
Bölüm 50- ''Yeniye Doğanlar''
'FİNAL'

Bölüm 44- ''Hafıza''

2.9K 163 35
By ygmurdem

''Sabahın köründe evden bir adamı yakalamak için çıkan sensin, gece boyu bunu düşündüğün için iki çift laf etmeyen sensin ama yanında geliyorum diye tavır gören ben oluyorum. '' Nefes, araba kullanan kocasının birer ateş parçası gibi kanlanan gözlerine baktı. ''Güzel. Çok güzel ya. '' Ne kadar konuşursa konuşsun asla tepki alamıyordu. Defalarca kez camını açıp kapattı. Dikiz aynasına asılı oto yıkama kokusunu eliyle evirdi çevirdi.

Tahir, gözünün ucunda sürekli hareket halinde olan Nefese dönmeden; ''Adam öldürmeye gidiyoruz, biraz ciddi ol. '' dedi.

Nefes, irileşen gözbebeklerine hakim olma zahmeti göstermeden büyük bir şaşkınlıkla döndü Tahire. ''Ben elimi bile sürmem. ''

Tahir, Nefese 'ciddi misin' der gibi bakarken Nefes omzunu silkti;

''Ne? Şaka yapıyoruz herhalde. '' Gözlerini muzur bir şekilde tekrar yola çevirirken ''Ne gerekiyorsa yaparım. ''

''Ya kadın, senin bu cinai eğilimlerin beni bir gün öldürecek bak. Bu nasıl bi şevk ya. '' Hayret eder gibi gözlerini bir Nefes'de bir yolda oyaladı Tahir.

Nefes böbürlenir gibi kafasını kaldırıp, saçlarını sağ omzunun üzerinde toparladı. ''O dediğinin adı intihara eğilim olur. '' Yemyeşil gözlerini cüretkar bir şekilde Tahirin gözleriyle kavuşturdu. ''Senin nefesin kesildiğinde, haliyle benim de buralarda bi yerim kalmıyor çünkü. ''

Tahir bir buzul gibi soğuk soğuk içine üfleyen birçok şeyi, ateşten gözlerini o kurban olduğu yeşillerle birleştirince eritiverdi. Bir süre sonra toparlanıp, çattı kaşlarını.

'' Benden saklamasaydın. Korkmasaydın, önceden bilebilseydim ben bu meseleyi işte şimdi böyle yollarımı kesmek zorunda kalmazdın. Endişe etmezdin. Ama Nefes hanım ne yaptı? '' diyen Tahire, sanki olayı yeni öğreniyormuş gibi merakla baktı Nefes.

'' Üstüne hiç yazı yazmadığı, yazdırmadığı allı morlu defteri gibi, sarıp sarmalayıp özenle sakladı her şeyi. Bravo Nefes Kaleli hep bir olduk, dağlar, taşlar ayaklandık bravo ediyoruz sana. '' derken direksiyonu avuçlarıyla tutup boşta kalan parmaklarını alkış sesi çıkarmak için çırptı Tahir.

''Tahir...'' dedi Nefes telaşla. Yolun sonuna hayretle bakıyordu.

''Ne Tahir, yok Tahir. Adamı öldürürüm diye söylememişmiş tabi öldürecem napıcam, 'yav birader karımı ne güzel rahatsız etmişsin bi daha denesene' mi diycem? Onun o kafasını bi güzel patlatıcam, pekmezinin akışını seyredicem. Sonra sen çok kan kaybettin diyip, katran kaynatıcam, kafasını soktuğum kazanlarda şeker olmasını bekleyerek. ''

Nefes panikle, Tahir'in omzuna dokunup tekrarladı;

''Tahiiiir. ''

''Amaa yooook yeter mi? Yetmez. O zarfları yollayan ellerini alıcam, o elleri var ya o elleri....''

''Tahir dedim! Şuraya bak şuraya, adamlar var. Bize mi işaret ediyor onlar? '' Sis çökmüş yolu izlemek için ön cama olabildiğince yaklaştı Nefes. Sağa çekilmiş, dörtlüleri yakılmış ve tüm kapıları açık bir arabanın önünde, kollarını savurarak Nefesleri durdurmaya çalışan iki adam vardı.

Tahir kaşlarını çatıp yavaşladı. Görünen araca doğru, sürdü arabayı.

''Ah Osman babam ah. '' dedi, mırıldanarak.

Nefes zaten şaşkınca yolu izleyen gözlerini Tahire çevirip;

''Mekanı cennet olsun da, babam nerden düştü şimdi aklına, şu halde. '' dedi.

''Adam tüm gününü bize dua ederek geçiriyormuş meğer, onun duasıyla ayaktaymışız. Şuna bak, göçtü gitti burnumuz boktan çıkmıyor. ''

-

Balım, kahvaltı masasının tepesinde, elini alnına dayamış ne diyeceğini bilemez halde öfkeli bakışlarla süzüyordu Denizi.

''Şansını zorladı. '' dedi Deniz, çayından son yudumunu alırken. ''Seviyor ama o, böyle şeyleri. Taşkınlık yapıyor, ısrarla. '' derken kalkan kaşları, Denizin cüretine şaşırır gibiydi.

''Ne oldu şimdi, Burak akıllanmış mı oldu? ''

''Yok akıllanmaz o. ''

''Yani bi halta yaramadı yaptığın. Senin yaptığın bi tek bizi elaleme rezil etmeye yaradı. ''

''Ben çok rahatladım. Böyle üstümden bir yük kalktı. Oh. Elalem de en kısa zamanda birbirlerinin ağzını yüzünü kırsın ki, şöyle bi rahatlama gelsin hepsine. Çünkü ben sıkıldım artık sürekli onların felaketli konuşmalarından. '' diyerek ekmekten bir parça böldü Deniz. Ekmeği güzelce reçele buladıktan sonra ağzına götürüp, gözlerini yumdu. ''Annen göndermişti dimi bu reçeli ya, efsane. ''

Balım, suskunluğu içinde Denizi izledi. Cevap vermekten özellikle imtina ediyor, Deniz beklediği o tepkiyi versin diye gözlerinin içine bakıyordu. Bu kadar rahat bir şekilde birini dövdüğünü anlatıyor olması sinirlerini bozuyordu.

Deniz, Balımın bakışlarını fark edince gözlerini devirdi. Ellerini birbirine sürtüp geriye yaslandı.

''Uzatacak mıyız gerçekten? '' dedi.

''Deniz, sen bir adamı döverek hastanelik ettin. Ve ben bu durumu özümsemeli miyim? Normal mi gelmeli bana? ''

Deniz, gelen soruya gülümsedi. Bu kez masaya eğilip konuştu.

''Özümseme. Çünkü bir daha aynısı olmayacak. Burak sınırını aşamayacağı için ben de bir daha ona bunu yapmak zorunda kalmıycam. '' Balım için yeterli bir cevap olup olmadığını bilmediği cümlesini bitirdiğinde, derin bir nefes alıp, sanki önemli bir şeye değinmeyi unutmuş gibi işaret parmağını kaldırdı. ''Haa, elaleme gelince, kendileriyle hiç mi hiç ilgilenmiyorum. İstediklerini konuşabilirler. İstedikleri gibi düşünebilirler. Hiçbiri beni bağlamaz. Ben, parmağımda yüzüğünü taşıdığım kadının canını yakmış olmasına rağmen hala büyük bir pişkinlikle onun üzerinde hak talep eden, kendi koluna takıp gezdirdiği ve sözde sevdiğini söylediği diğer bir kadını yok sayıp, paramparça eden ve tüm bunlardan gram sorumluluk duymayan bir boş tenekeyi iki büklüm ettim. Keyifliydi. Ben şiddete karşıyım ama Burak çok ısrar etti, kıramadım. ''

Denizin kendinden emin ve bir kez olsun gözlerini kaçırmadan kurduğu cümleleri sakince dinledi Balım. Çok tanıdık bir yere denk gelmişti. Sanki yabancı bir memleketi keşfeder gibi her bir saniyesini ezberlemeye gayret ettiği Deniz, şimdi çok tanıdığı bir memleketin sesini, sedasını taşıyor gibiydi.

''Tabi ya, şiddet ikiye ayrılıyor dimi? '' dedi gülümseyerek. ''Kötü ve amaçsız olan ve haklı korumacı olan. ''

Deniz anlamayarak baktığında devam etti Balım;

''Tahir amcam ben kendimi bildim bileli belalı bir adamdı. Tekinsiz, şerefsiz, hafif dönek ne biliyim işte işe yaramaz adam görsün boşa çenesini yormaz, hemen dikleniverirdi. Babam da öyle, yangaz amcamları bile günde en az yedi sekiz defa pataklardı, güya laf anlamıyorlar diye. Ama tuhaf değildir, bizde normaldir böyle şeyler. Haklıysan, gül biter vurduğun yerde. Tahir amcam bir vukuat işleyip, eve döndüğünde babam öyle demişti bir defasında; 'Amcan dövmedi kimseyi kızım, konuşmuşlar adam amcanı anlamamış. Amcan da yarayla sınamış. ' demişti. ''Güldü Balım, kafasını hafif hafif sallayarak. ''Yarayla sınanan herkes bi dayak yemiş gibi olur ya, ondandı herhalde. Yani ben anladım seni. Sen anlattın, Burak anlamayınca yarayla sınadın onu. ''

Deniz anlaşılmanın mutluluğuyla, gülümsedi.

''Nihayet. Nihayet güldü yüzün. Şu gereksiz yüzünden zehir ettin kahvaltıyı kendine. Bi yumurta daha kırayım mı sıcak sıcak ye. ''

''Kır. '' dedi Balım. ''Sıcak sıcak yiyelim yemeğimizi. Sonra işimiz var seninle. ''

Deniz işleri ne, hiç anlamamış ama sorgulamamıştı. Neticede Balım gülmüş, zaten bir önemi olmayan mesele kapanmış, gün güzelliğine dönmüştü. Ama sofrada yumurtasını bekleyen Balım, o an mutfaktan dönecek Denizi beklerken de aklındakileri bir kez daha kontrol ediyordu. Yıllardır aynı bilek gücüyle büyümenin verdiği alışkanlık bir yerde değişmişti. Kaleli ailesinin güçlü erkekleri, güçlerini bir yerden sonra kontrol etme gereği duymuşlardı. Bu imkansız görünen imkan, belki Denize de uğramalıydı. Çok güçlüydü. Fakat güçlü olmakla gücünü göstermeyi bilmek arasında dağlar kadar fark vardı. Deniz, gücünü tanıyacak, Balım ise elalemi duymamayı öğrenecekti.

-

''E bu pembe ayı, o kaplumbağa oradan geçince niye kızdı o zaman? '' diye sordu Salih, yüzüstü yattığı yerden televizyonu göstererek.

Dayısının sırtını çiğneyen Elizya ise hem dengede durmaya çalışıyor hem de dayısının sorularına cevap vererek çizgi filmini izliyordu.

''Çünkü kaplumbağa, ormandakilere avcının geldiğini haber vermedi. Ayı da kızdı ona. Arkadaşlar ama kızgın arkadaşlar şimdilik. ''

''Kaplumbağa haber verene kadar avcı hepsini haklardı zaten. Ne yapsın zavallı, yaradılıştan yavaş birisi. ''

''Ama onun özel güçleri var dayı. Ağaçlarla konuşuyor, ağaçlar da kulaktan kulağa ormana yayıyor bilgiyi. ''

''Hadi buyur şimdiiiiii, kırk yıllık tospanın güçlere bak sen. Allah herkese tospa şansı versin. '' diyerek gülerken, Elizyanın minik ayakları omzuna denk geldiğinde, yüzünü buruşturdu. ''Ha dayım ha buldun kuluncu valla. ''

''Dayı bence sen bazen kendini bu çizgi filmlere çok kaptırıyorsun. Gerçek değil ki bunlar. Üzülme yani, biz kaplumbağalardan daha şanslıyız hâlâ. '' dedi kıkırdayarak Elizya.

''Yaa demek daha şanslıyız. '' Salih gülerek, yeğeninin sırtında oyalanan ayağını tutup, bir çırpıda ayaklandı. Elizyayı saniyeler içinde kucakladı ve koltuklardan birine bıraktı. Bir yandan gıdıklıyor, bir yandan da Elizyanın kahkahalarıyla güldükçe gülüyordu.

''Kaplumbağa mısın yoksa sen de ha? Minik şanslı kaplumbağa seniii. ''

''Da..yı, ta..tamam yaaa. '' Gülmekten nefes alamıyor, dayısıyla geçirmeye başladığı günün neşesi şimdiden Elizyaya iyi geliyordu. Annesiyle babasının yokluğunu bile henüz hissetmemişti.

Salih, Elizyayı gıdıklamaya devam ederken pencerede bir gölge fark etti ve aniden durakladı. Kaşları aklından geçen düşüncelerle istemsizce çatılmış, gerginliği hareketlerini ağırlaştırmıştı.

''Dayıcım ne oldu? '' dedi Elizya, telaşla dayısını izlerken. ''Sırtın mı ağrıdı yine ? Babaannemin sihirli gibi kremi var. Sürünce hemen ağrısı geçiyormuş. Deniz eniştem vermişti. Dolapta duruyor, sana getirmemi ister misin? ''

Salih hemen toparlanıp gülümsedi. ''Deniz enişten krem verdi demek. Nerden biliyormuş öyle sihirli kremleri? '' Elizyanın ağzını aramak için yumuşatabildiği kadar yumuşattı cümlesini. ''Doktor muymuş yoksa? ''

Elizya kocaman gülüp, başını salladı. ''Ta kendisi. '' dedi. ''Aramızda kalsın ama amcam, Deniz enişteme, pabuç doktoru diyor. '' Söylediği kelimenin anlamsızlığı Elizyayı her seferinde çok güldürüyordu.

''Pabucumun doktoru diyordur o. '' dedi Salih de Elizya gibi gülerek. ''Ulan Mustafa Kaleli, neyi beğenirsin sen? '' diye mırıldandı.

Elizya gülmeye devam ederken Salih bu kez onun önüne çöküp;

''Fıstık sen şimdi yukarı çık. Bize güzel bir gezme çantası hazırla. Kıyafetlerimiz, oyuncaklarımız, kalemimiz kağıdımız işimize yarayacak ne varsa olsun içinde. Ben de yiyecek bir şeyler ayarlıyım. Sonra başlayalım gezmelere. '' dedi.

Elizya gözlerini kocaman açıp, havaya kaldırdı ellerini.

''Çok eğleniceeeeeeeez ! '' dedi bağırarak. ''Çok çok çok eğlenicez. Tospayla Ayı gibi ! '' derken çoktan merdivenleri çıkmaya başlamıştı.

''Bakalım bu ayı, doğru koku alıyor muymuş? '' Mırıldanarak, elini beline attı Salih. Tişörtünü sıyırıp, soğuk kabzalı silahını tuttu. Salondan hole kadar duvarların hizasında yürüyor, sıra boyu uzun ve geniş olan pencerelerden kaçınıyordu. Dış kapıya geldiğinde, sırtını yasladı ve gözlerini yumdu. Sanki bir şeyi dinlermiş gibi kulak kesildikten yaklaşık beş saniye sonra gülümsedi. Tahmin ettiği gibi kapıda davetsiz bir misafir vardı fakat Salih'in tanıdığı bu misafir, dilerse ev sahibi bile olabilirdi. Yukarıyı son bir kez dinledi ve Elizyanın gelmeyeceğinden emin olduktan sonra kapıyı araladı.

-

''Yol ve hava şartları buradan sonra giderek bozuluyor efendim. Söylediğim gibi, aldığımız emir bu şekilde. Size biz eşlik edeceğiz. '' Bir elini ceketinde sabit bir şekilde tutan ve Nefesle Tahirin karşısında saygıda asla kusur etmeyen adam, Tahir'in çatık kaşlarına rağmen hala durumu izah etmeye çalışıyordu. Salih Zorlu'nun adamıydı ve ondan büyük bir emir almıştı. 'Kardeşimle eşi bu yoldan geçecekler. Onları verdiğim adrese sen bırakacaksın. ' demişti Salih. Emir ne derse, demir onu keserdi.

''Ya demiyim demiyim diyorum ama senin bu abinin sürprizlerinin sonu asla yok mu ya? '' diyerek Nefese döndü Tahir.

Nefes, bilmem der gibi ellerini iki yana açıp, büzdü dudaklarını. ''Benden çok zaman geçiriyorsun, sorarsın bir gün kendisine. Sürprizlere açık olmadığını söylersen seni asla kırmaz. '' dedi gülerek.

''Gidelim mi efendim? '' diye araya girdi yeniden adam.

''Bizim araba ne olacak? '' Tahir aniden karşısına çıkan bu gelişmeden hoşlanmadığını belli etmek için elinden geleni yapıyordu.

Mimiklerinin de ona yardım etmesiyle, karşısındaki adam olabildiğince açıklayıcı olmaya çalışarak;

''Arkadaş halledecek, merak etmeyin. '' dedi. Yanında hazır bekleyen adamı işaret etti. Ve zaman kaybetmeden aracın arka kapısını açtı. ''Buyurun Nefes Hanım. ''

Nefes, Tahire çevirdi kafasını. Ne yapıcaz der gibi izledi gözlerini. Tahir, gözlerini yumup kafasını salladığında, Nefes vakit kaybetmeden araca bindi. Sürprizlerden hoşlanmayan damat Tahir için ise asıl sürpriz şimdi başlıyordu.

-

Balımın sürüklemeleri ve tuhaf sakinliğiyle geldikleri yeri uzun uzun süzdü Deniz. Yan yana duran iki küçük evin karşısına konuçlanmış ve gizlenir gibi buldukları çalılıkların gövdesine sığınmışlardı. Balım iştahla gülümsüyor, gözlerini imalı imalı gezdiriyordu evlerde.

Deniz dayanamayarak sordu; ''Niye geldik buraya? ''

''İşimiz var demiştim ya kahvaltıda. Hah işte işimize geldik. '' dedi Balım, Denize dönerek. Gözlerine, inat ve muzurluk yerleştirmişti.

''Ne işiymiş bu? '' Deniz, Balımın halinden endişe duymaya başlamıştı çünkü içinde bulundukları halin gizemi sinirlerini bozuyordu.

Balım işaret parmağını usulca kaldırıp, iki evin arasındaki başka bir evi işaret etti. ''Ona geldik. Uzun süredir üstünde düşündüğümüz işi bitirmeye. '' dedi, gülerek.

Deniz, gözlerini o eve çevirdiğinde, peşinde oldukları adamın hep ziyarete geldiği ninesinin evi olduğunu fark etti. Evin arka cephesi buradan rahatlıkla izleniyordu fakat bu evin bu açıdan görünüyor olduğunu Deniz şuan fark etmişti. O, bu evi gözlemeye geldiğinde genelde bir sokak daha yakında duruyor ve çok daha tehlikeli olduğu için uzun süreler gözlem işini sürdüremiyordu. Şaşkınca döndü Balıma;

''Nasıl buldun bu evi? Sana adres vermedim ki ben? '' diye sordu.

''Senin o beğenmediğin elalem, bazen böyle işe yarayabiliyor işte. '' diyerek saçlarını savurdu Balım. Denizin, bu adamla ilgili tuttuğu dosyaya denk geldiği zaman, o dosyaya sadece göz ucuyla bakabilmişti. Deniz hemen almıştı elinden. Ama okuduğu birkaç satırdan aklında kalanlar vardı. Mesela adamın ailesiyle ilgili olan bilgileri, sağlık durumu bilgileri ve fiziksel özellikleri. Aklında kalanlarla şahane bir plan yapmış ve aslında bu sabah Denize bunun heyecanıyla gitmişti. Fakat Denizin de çoğu erkek gibi yumruğuyla hallettiği işler canını sıktığından, bu planı onunla paylaşmama özgürlüğünü kullanarak, burnunun dikine giden yolu tercih etmişti.

''Arkamızda onlarca şahit bıraktık yani çok güzel. '' dedi Deniz sıkıntıyla. ''O elalem söylediğini bi sana mı söyleyecek sanıyorsun? Bu evin adresini aradığını herkes öğrenir şimdi. Açıkla bakalım açıklayabilirsen. '' Stresle olduğu yere oturdu Deniz. Yerde, bakımsızken bile uzamayı ihmal etmemiş olan çimlerde gezdirdi ellerini. Öfkesi kadar hiddetle koparıyordu onları.

''Zekiye Al. 75 yaşında. Komşularını çok seviyor ama beş yıl önce geçirdiği kemik ameliyatı sebebiyle sol ayağının üzerine basamadığı için ziyaret edebildiği sadece iki komşusu var. Son 15 yılını yalnız başına yaşayarak geçirdi çünkü eşini, genç yaşta kalp krizinden kaybetti. Allah rahmet eylesin. '' diyerek astı yüzünü Balım. Ona hayret içinde bakan Denize aldırmadan devam etti. ''Bilinen 5 tane torunu var fakat onların da hayırlı olduklarını söyleyemeyiz. Evine giren torun sayısı yalnızca 1. O da o kadar yoğun ki, nenesini yalnızca Karadenizli iş ortaklarını ziyaret etmesi gerektiğinde görmeye gelebiliyor. Evet evet tam tahmin ettiğin gibi, o torun bizim hedefimiz. '' diyerek avına yürüyen sinek gibi ellerini birbiriyle kavuşturdu Balım. Sinsi sinsi gülümsedi.

''Hedef mi? Ya daha dün aile dramında bıraktım seni. Ne ara ajanlığa merak sarıp bu şekillere girdin sen? '' derken oturduğu yerden kalktı Deniz. Balımla göz göze gelmek için olabildiğince yaklaştı. ''Hoşuma gitmedi bu. Hiç hoşuma gitmedi. '' dedi.

''Neyseki şimdilik hoşuna gitmesi bizim için pek önemli değil Denizcim. '' diyen Balım, elini Denizin koluna götürüp;

''Babam için şu hayatta önemli çok nadir şey vardır. Takım elbisesinin ilk üçe girdiği o önemliler listesinde ise Yiğit en başta yer alır. Yiğitle ilgili çok acayip bir çöküntü yaşıyor. Eve gelen yabancı paketler de gerilim yaratıyor yani anlayacağın bizim evde şuan kimse isimsiz yabancılara benim kadar özenli davranmıyor. Evlilik işimiz tehlikede çünkü anneciğin zaten hiç razı gelmiyor. Kuzenlerimiz aşk acısı çekiyor, evdeki durumlar gittikçe birbirine giriyor ve sen iş bulamadan ihale vakti geliyor. Yani Denizcim, sen boş tenekeleri ezerken, kader de senin planının bir güzel boynunu büküyor. '' diyerek imayla gülümsedi Balım. Denizin kahvaltıda, bir adamı döverek hastanelik etmiş olmasına rağmen sergilediği rahat tutum kadar sinir bozucu olmaya çabalıyordu.

''Sağ ol ya çok huzura eriyorum bugün sayende. '' dedi Deniz, saklamaya çalıştığı öfkesiyle. ''Daha başka kötü haberin varsa çekinme söyle. ''

Düşünür gibi gezdirdi gözbebeklerini Balım, gökyüzünde.

''Yok, kötü haberim kalmamış ama iyi bir haberi paylaşmak için gerginliğini atmanı bekliyorum. '' dedi sakince.

''Gergin değilim ben. ''

''Süper, o zaman anlatıyorum. '' dedikten sonra heyecanla baktı Denize. ''Zekiye Hanım evde çok sıkıldığından her ayın 22'sinde sütlaç yapıp dağıtıyormuş konu komşuya. 22 konusundaki ısrarını inan çözemedim ama üzerinde çalışıyorum. Şimdilik elimdeki tek bulgu, o tarihlerde torununun ziyarete geliyor oluşu. Çünkü onun sütlacını hep ayrı bir yere koyarmış. ''

''Kadın yürüyemiyor dedin az önce. Buna rağmen, niye böyle bir şey yapıyor, nasıl dağıtıyor? ''

''Hah aferin sana akıllı çocuk, işte tam ihtiyacın olan soruyu sordun. '' diyerek kafasını onaylar gibi salladı Balım. Deniz gözlerini devirerek derince soludu;

''Balıııım, bak geriliyorum ha. ''

''Tamam tamam. Mahallenin çocuklarına veriyormuş tatlıları. Çocuklar kapılara bırakıyorlarmış. Karşılığında onlara iki tabak sütlaç veriyormuş. Şahane değil mi ya, çocuk olup dağıtım yapasım geldi. İki tabak sütlaç için canımı bile veririm çünkü. '' derken, sütlacın hayaliyle yutkundu Balım.

Deniz düşünceli haliyle eve çevirdi bakışlarını.

''Sütlaç yemek için gelmediğimize göre.....'' dedi kendiyle konuşur gibi.

''Dosyanın ikinci sayfasının sağ köşesinde, yeşil bir kalemle yuvarlak içine aldığın bilgiyi hatırlıyor musun? '' diye sordu Balım. Ona hızla dönen Denize, kaşlarını kaldırarak baktı. ''Badem alerjisi. ''

''Adama badem yedirmiycez. '' dedi Deniz, sert ve tok sesiyle doğruldu.

''Tabi ki badem yedirmiycez çünkü sütlaçta bademlik bi durum yok. Ama alerjilerinin altında ilaç isimleri vardı. Ben okuyamıyorum onları ama sen çok iyi biliyorsun. Aynı isimleri bin kere çizdiğine göre kafanı kurcalamış olmalı. '' Balım bu kez ciddiydi. ''Sen doktorsun Deniz. Senin ellerinden canlar geçiyor. Bu yeterince takdir edilmesi gereken bir şey zaten. Neden bu adamın takdirini kazanmak için hiç bilmediğin, ilgi alanın olmayan bir ihaleyi kovalayasın ki? Çok daha kolay bir yolu senin ellerinden geçebilir. ''

''Balım senin Hipokrat diye bir yeminden haberin var mı? '' dedi öfkeyle Deniz. İnanamaz gibi bakıyordu, her seferinde içine çekildiği gözlere.

''Söz veriyorum Hipokrat'a söylemiycem, aramızda kalıcak. '' dedi Balım, gülümseyerek. ''Hadi ama Deniz, bu son şansımız. ''

Deniz bu konuyu defalarca kez düşünmüştü. İlaçlar sayesinde adamı etkisiz bırakmak çok kolaydı. Fakat ne kadar doğruydu? Bu içini kemiren usulsüzlük onu bu yoldan her seferinde döndürmüştü. Şimdi de döndürecekti. Böyle bir şey yapmak ne içinden geliyordu ne de aklına yatıyordu. Israrla reddetti. Israrla karşı koydu. Ama en nihayetinde kendini bir şırınga hazırlarken buldu. Elini kolunu, zihnini, hayallerini ve hatta fikirlerini bu kadar çabuk tesiri altına alan şey onu artık yalnızca şaşırtmıyor, korkutuyordu da. Balım tıpkı bugünkü gibi bazen çocukça, bazen düşünülmemiş, bazense kafasına denk düşen herhangi bir planın peşine de takılsa, sorgusuzca teslim ediyordu kendisini Deniz. Bir gün tıpkı şimdiki gibi kör kuyulara bile atlayabilirdi şüphesiz. Elindeki şırıngaya bakarken mırıldandı.

''Balım...Anzer Balım. Hipokratın ahı bile senin kadar perişan edemez beni. ''

-

''Burası efendim. '' dedi şoför koltuğundaki adam.

Tahir, iyice çöken sise aldırmadan etrafı gözetledi. Yalnızca bir ev vardı. Issız ve tepelik bir yerdi. Evin önü yaklaşık yirmi metrelik bir yeşillikti. Yeşilliğin bitiş hududu direkt göğe açılır gibi boşluktu, muhtemelen altı bolca kayalıklı mini bir uçurum gibiydi.

''Şu ev mi? '' diye sordu Tahir, gözünü evden ayırmazken.

''Evet efendim. Gitmeniz gereken yer orası. Salih Bey herhangi bir tehlike olmadığını belirtti. Rahatlıkla girebilirsiniz. ''

Tahir, elini adamın omzuna koyup;

''Tamam koçum sağ ol. Seni de işgüzar patronun yüzünden yorduk ama çok bekletmeyiz. Nefes hanuma göz kulak ol yeter. '' dedi.

Nefes arka koltuktan kafasını uzatıp, çattı kaşlarını;

''Beni burada bırakırsan, sen de oğlun gibi önümüzdeki kış sezonunu Rıza Reisin teknesinde uyuyarak geçirirsin. Odanın kapısından içeri almam seni. ''

''Camdan girsem? '' dedi Tahir, gülümseyerek.

''Annenin verdiği tüfeği değerlendirmek için şahane bir an yakalamış olurum. '' diyerek meydan okur gibi baktı Tahire Nefes.

Tahir ise sıkıntıyla soluduktan sonra şoföre bakıp;

''Yapar. '' dedi.

Adamda çaresizce başını sallıyordu.

''Yapar kardeşim yapar. Bu kadın, dediğini yapar beni kışın ortasında Rıza Reisle koyun koyuna yatırır. Böyle de inattır. '' derken kapısını açıp, indi arabadan. Sonra da el mecbur, Nefesinin kapısını açtı.

''Buyurun Nefes Hanım, buyurun. '' dedi. Nefes dediğini yaptırmanın gururuyla arabadan inip bomboş yeşillik üzerinde, eve doğru yürürken Tahir arkasından konuşuyordu.

''Tüfekle yaralanmak değil de, tüfeği senin elinde görünce olacak kalp çarpıntımdan korkuyorum ben. Yoksa, kurşun senden geliyorsa eğeriz başımızı. ''

-

Nefes, geceliğinin bol paçalarını düzeltip, oturdu evin önündeki merdivenlere. Elinde, Kaleli konağın mutfağının en nadide parçası olan tüfek duruyordu. Öylece yolu izliyordu. Bu sırada terlik sesleriyle, Asiye, eltisinin hemen yanında yerini aldı. Elinde bir tabak çekirdek ve sürahi vardı. Sürahiyi oturur oturmaz yanına koydu sonra da iştahla tabaktan bir avuç çekirdek aldı.

''Gelecekleri yok bunlarun. Yarum saat sonra nöbeti ben devralayım. '' dedi, keyifle.

''Yok yoook illaki gelecekler. Bekliycem. '' derken tüfeği kucağına yatırıp, Asiye gibi avuçladı çekirdeği Nefes.

Sabahtan beri ortalıkta olmayan Kaleli erkeklerinin, ev ahalisinden habersiz yaptıkları her şey, Nefesle Asiyenin kulağına geliyordu. Çocuklarla ilgilenirken her şeyi ihmal ettiklerini düşünüp, konaktaki nizamı yeniden ele almak için kolları sıvadılar.

''Cesarete bak şunlardaki. Habersuz habersuz işler karıştırıylar sonra suçlu biz olıyrık. '' dedi Asiye, omzunu silkerek.

''Suçu göstercem ben onlara. ''

Nefesle Asiye kendilerini hedeften hiç kopmadan gaza getirmeye devam ediyorlar, dağ gibi çekirdek kabuğu istifliyorlardı. Bu sırada konağın bahçesinden içeri üç araba arka arkaya giriş yaptı. Önce yangazlar indiler şakalaşarak. Eve doğru yürürken yüzlerindeki gülüş hızla soldu ve yengelerinin karşısında öylece kalakaldılar. Ardından ağabeyleri konuşa konuşa gelirken yangazlara merakla bakıp, aynı yerde durduklarında, eşlerini görünce gözlerini yuvalarından çıkarmaya niyet ettiler.

Nefes, Tahirle göz göze gelip elinde kalan çekirdekleri ablasına uzattı.

''Ablacım, bi tutar mısın şunları sana zahmet? '' dedi. Asiye eltisinin elinden çabucak aldı çekirdekleri ve keyifle karşısındaki Kalelileri izlemeye başladı.

''Nefesim? '' dedi Tahir, minik minik geriye doğru adımlarken. ''Hayurdur? ''

Nefes tüfeği doğrultup, korkulu gözlerle kendisine bakan Mustafaya;

''Abi. '' dedi

''Ha kardeşim, ha kardeşlerin gülü söyle abim. '' diyerek gülmeye çalıştı Mustafa.

''Abi seni ablama teslim ediyorum. Sen çekil. ''

''Hee gel kocacım, gel Mıstafam. Ellerunu başunun üstüne koy, usul usul gel ha buraya doğri. '' diyerek ciddi bir ifadeyle ayaklandı Asiye. Mustafa sanki bu durum tüfekten daha korkutucuymuş gibi, tedirgin haliyle kardeşlerine bakıp karısına doğru ilerledi.

''Ula noliyi ya? Yengemler iyice tuhaf oldunuz siz de ha. '' dedi Murat kaşlarını çatarak.

Nefes, tüfeği yangazlara doğrultup, güldü.

''Hah ben de ilk sizden başlıyım diyordum. '' dedi. Sonra aniden çattı kaşlarını ''Dağdeviren konağına saldırmak ne demek akılsız yangaz. ''

Tahir şaşırarak döndü Murat'a;

''Yaptın mı lan bunu? '' dedi.

Murat başını öne eğip onayladı.

''Hem Nazarı, hem Türkan Hanımı, Cemile karşı nasıl zor durumda bıraktığını herhalde anlatmama gerek yok. Kadın çaresizlikten sabah kapımıza dayandı da yardım istedi. Saniye Hanıma rağmen. Napıyım şimdi ben sana ha? O kadar konuşmadım mı ben seninle? Naparsan yapacaksın ama kızı zor durumda bırakmayacaksın demedim mi? '' diyen Nefesi, Fatih ikizinin önüne geçerek böldü.

''Yengem sen takma bunu ya. Ayarsuz işte bilmeyi mısın? Biz Türkan Teyzeden özür dileriz. ''

Nefes gülerek baktı Fatihe;

''Haaa Fatihcim sen öyle diyorsan...'' dedi. Fatih de yengesinin gülüşüyle birlikte gülüp, durumu çözmüş olmanın gururuyla kaldırdı kafasını. Ama Nefes bir anda yeniden çattı kaşlarını;

''Ula ikiz ayarsuz, senin aşağı kalır yanın mı var? Berrak'a evlenme teklif edip, babama bu ay sonu istemeye gelicez demişsin. Hayurdur yangazcım, kimle istemeye gidiyorsun kızı, bizim haberimiz yok da? '' dedi.

Fatih buz kesti bir anda. Murat önünde duran Fatihi omzundan tutup çevirdi;

''Yuh be, bağa bile demedun. '' dedi sitem ederek.

Tahir, kardeşlerini bir süre izleyip elini ensesine götürdü;

''İnşallah kızın haberi vardır. '' dedi mırıldanır gibi.

Fatih abisine dönüp kafasını salladı.

''Kıza bari haber verseydun yengem, gelinliğin ölçüsünü alırken lazım olacak kız çünkü bize. '' dedi Asiye arkadan, gülerek. Mustafa da Asiyeyle birlikte güldüğünde, Asiye kocasının omzuna vurdu.

''Sen gülmeyecesun. Sağa sıra gelmedu. '' dedi. Mustafa ise bu sorguda hangi suçuyla anılacağını düşünüyor, şimdiden bahane üretmeye gayret ediyordu.

''Yarın. '' dedi Nefes, açıklayıcı olmaya özen göstererek. ''Yarın tüm bu yediğiniz haltları düzeltmezseniz, sizi topuklarınızdan vururum. İki yangaz, yan yan yürürsünüz o kızlara. Aha bu da Nefes Kaleli sözü. ''

''Tamam yengem valla halletcez. Söz halletcez. '' dedi Murat bu kez Fatihin önüne geçerek. ''Hem zaten, sen bugün çok güzel makyaj etmişsun yüzüne, sinirlenip bozma makyajunu. '' dedi. Yengesini iltifat ederek yumuşatacak, böylelikle en ustalıklı alanı olan tatlı diliyle sıyrılacaktı bu sorgudan.

''Yüzümde makyaj yok yangaz. '' dedi bıkmış bir halde Nefes.

''Oha. '' diyerek abisine döndü Murat ''Öyle şanslı adamsun ki abi, bugün bu bahçede bir kurşun yiyecek olsan bile şanslısın. ''

''Zevzeklik etme. '' dedi Nefes, tüfeğin namlusunu Murat'ın omzuna batırarak. ''Sabah erkenden abinlerle kumluğa gideceksiniz. Bitti artık o bahanelerle işten kaytarma günleri. Asiye yengeniz uyandıracak sizi. ''

Nefesle Asiye, yangazları ağabeylerinin şerrinden sakınmak için kollar, işe bile erken saatte göndermezlerdi. Genç adamdı onlar, belki gezmek, eğlenmek isterlerdi. Fakat sona ermişti o saltanat artık. Yangazlar cezalarını, Mustafa ağabeyleriyle daha gün aymadan işe giderek çekeceklerdi. Sızlana sızlana odalarına çıktılar.

Tahir gülümseyerek ve hayran hayran bakarak yaklaştı nefesine.

''Yangazları böyle böyle adam edeceksin sen valla. Baya korktular. '' dedi.

Nefes ise elindeki tüfeği bırakmıyor aksine gözlerine dolan ateşi körüklüyordu.

''Sen. '' dedi Tahire yaklaşarak. ''Sen, balıkçı kuyruğunda adam mı dövdün? '' diye sordu. ''Hem de Rusyadan gelen turist grubunun önünde. O boyum kadar bacaklı kadınların önünde. ''

Mustafa ''Ovvv'' diyerek gözlerini eliyle kapattı. ''Biz bu anı izlemeyelim Asiyem, benim cezamı içerde kes. '' Asiyeye kurbanlık koyun gibi bakan gözleri, birden muzur bir gülüşe dönüştü.

Asiye ise elini beline götürüp;

''Yok öyle Mıstafa Kaleli, bakalum sen bugün bu eve girebilecek misun? ''

''O niye, girecem tabi? ''

''Ali, Mercan'a nasıl evlenme teklif edeyim diye sağa sormaya gelduğunde o koca göbeğini zıplata zıplata 'yakma oğlum kendini' derken düşünecektun evini. Hayde canım haydeee. '' dedi Asiye sesini yükselterek.

Tahir bir ara abisiyle yengesine kulak kabarttıktan sonra fısıldayarak Nefese doğru konuştu;

''Nefesim tamam ben adam dövdüm ama valla etrafta kim var kim yok görmedi benim gözüm. '' dedi.

''Balıkçı, turist diye kadınlara yalandan fiyat verirken görmüşsün. Aliyle sıvamışsınız kolları, adaleti sağlamışsınız hanımefendiler(!) için. ''

''Yav hepsi dünya ahret bacım olsun nefesim, ben adam orada şerefsizlik yapınca hayurdur dedum sadece. Sonra adam yürüdü üstüme. '' diyerek elini Nefesin omzuna götürdü Tahir. ''Efsaneler efsanesi denizkızını görsem denizdeyken, dönüp bakar mıyım? Gözlerimin bebeği sensin, başkasını görür müyüm? '' diye devam etti fısıltıyla.

Nefes, Tahir'in yüzünü okşar gibi fısıldadığı kelimeleri dinlerken tüfeği yavaş yavaş indiriyordu.

''Yine de olur ya, şeytana uyar da, o Rusya aşkıyla yanan aklına uyar da uzun bacaklara meyillenirsen...'' dedi ve Tahir'in bel altında duran tüfeğin namlusunu gözleriyle işaret ederek, güldü. '' Affetmem. '' dedi tıpkı Tahir gibi fısıldayarak.

Tahir de Nefes gibi gülerek tüfeği tuttu ve usulca kalbine doğru götürdü. Namlu tam da kalbine değdiğinde;

''Şuralarda bir yerlerde tüfeksiz attığın merminin izi olacaktı. '' dedi. ''O mermi canımı alsın ki, gözümün gönlümün tek sahibisin. Tek. ''

Nefes biraz önceki gerginliğinden yavaş yavaş sıyrılıp, gülümserken ellerini gevşetti. Tüfeklik bir iş kalmamıştı.

''Elticuum, elticuuum. '' diye seslendi Asiye uyarır gibi. ''Cezaya mı gelsek artuk. ''

''Hah, ceza. '' dedi yeniden kendine gelir gibi Nefes. Merakla ona bakan Tahir'in kulağına yaklaştı;

''Seni seviyorum ama Nefes Kaleli dediğini yapar. Cezayı verdik bi kere. '' dedi. Dudaklarını ısırırken, gülerek geri çekildi.

''Neymuş ceza? '' diye sordu Mustafa yorgun bedenini kapı eşiğindeki basamağa atarak.

Asiye keyifle içeriden, çuval denilecek kadar büyük bir poşetle yanlarına geldi.

''Aha da budur. '' dedi. ''Bu çekirdekler bitene kadar eve girmeyecesunuz. ''

''Asiyem etma, bunun tuzu yakar kavurur bizi. ''

''İşte ben da onu istiyrım Mıstafam. '' Mustafanın yanağına öpücük bırakıp, saçını savurarak içeri girdi Asiye. ''Haydi elticum, biz içerde bekleyelum, tabi uykumuz gelmezse. '' dedi.

Nefes gülerek, Tahire göz kırptı. Tuzla yanan sevdiğine, şerbet olup şifa olmayı uykularına rağmen beklerdi, bekleyecekti...

-

Salih, kapıyı ani bir hamleyle açtığında, karşısında gördüğü yüze gülümsedi.

''İz bırakmazdın sen. '' dedi bir elini kapıya yaslarken. ''Gerçi senin gölgeni güneş saklasa, ben yine görürüm de. ''

Beline kadar dökülen dalgalı kumral saçları, ütülü siyah kumaş pantolonu ve üzerine yakıştırdığı beyaz ipek gömleğiyle gayet çekici duran kadın, tek eliyle tuttuğu çantasını koluna taktı. Tıpkı Salih gibi kendinden emin bir tebessüm doğdu dudaklarında.

''İz bırakmak istemesem, buraya gelir miyim? '' diye sordu. Salihin konuşmasına fırsat vermeden; ''Nefesle Tahiri beni bulmaları için Rizeye gönderdin. Yiğitle Maya sayemde büyük bir aşk acısıyla İstanbula döndüler, Kaleli ailesi, senin varlığında bu evden ayaklarını bir süre keserler. Güzeller güzeli yeğeninle baş başasın. Konuşabilmemiz için bundan daha iyi bir zaman yok. '' dedi. Kadının dik duruşuna sanki bir alışkanlıkmış gibi yine, yeniden hayran oluyordu Salih.

''Yeğenimi hafife alma. Tüm aileye bedeldir. '' dedi gülerek. ''Seni burada görmek onu huzursuz eder. ''

''Bana mı anlatıyorsun? Hayranıyım kendisinin. '' diyen kadın, eşikte duran Salihi tek bir hamlede sendeleterek içeri girdi. Siyah topuklularını çıkarıp ayakkabılığa bıraktı.

''İnşallah o da aynı şeyi düşünür. '' dedi Salih kapıyı kapatırken.

-

Balım saçlarına bağladığı tokayı, düzeltmeye çalışırken önündeki verimli çalılığı siper ediyordu kendisine. Deniz, yaptığı işten hiç memnun olmadığını belli etmek ister gibi çattığı kaşlarıyla önündeki çantadan bir şırınga aldı.

''Saçmalık. '' dedi öfkeyle solurken.

''Şştt ! Başlamadan mahvedeceksin planı. '' derken gözlerini hedefinden asla ayırmıyordu Balım. Bembeyaz sıvalı, bahçesinde iki tavuğun dolandığı küçük evi izliyordu. ''Hazır olunca konuş sadece. '' dedi.

''Hazır olunabilir mi böyle bir şeye ya? ''

''Sen olamıyorsan, tarif et ben olayım Deniz. Yine nazlı bir günündesin ama inan ki hiç sırası değil. '' diye fısıldadı Balım. Bu sırada taşlı yolda yanlarına koşarak gelen iki çocuğu görünce, neşeyle döndü arkasını. ''Geldi benimkiler. '' dedi.

Deniz şırıngaya hazırladığı sıvıyı doldurup, memnuniyetsiz bir halde kaldırdı kafasını.

Çocuklar, gülerek koşturdular Balıma doğru. Balım çocukların saçlarını okşadıktan sonra boylarınca eğildi ve güven dolu tebessümüyle;

''Konuştuğumuz gibi şırıngayı koklamak, içindekinin tadına bakmak, yolda bırakmak yok. Masada duran ayrı sütlaç kabına sıkacaksınız. Yiyecek olan amcanın ilacı bu. Ama almak istemiyormuş, huysuzluk ediyormuş. '' dedi Balım, tane tane çocuklara.

''Erdem dedem gibi. O da hiç almıyor ilaçları. Hanife nene koşuyor etrafında. '' diyen çocuk, gözlerini kocaman açtı. Yüzünde meydana çıkmaya hazırlanan bir gülüş vardı.

''Hah evet, Erdem deden gibi aynen. '' dedi Balım, Denize dönüp göz kırptı. ''İlacı amcaya verince iyi olacak, sevap bu sevap. '' dedi.

Deniz ayıplar gibi bakıyordu Balıma. Çocuklar ise sevap kelimesinin verdiği inanılmaz huzurla, neşe içinde Denize döndüler.

''Çocuklara vermem ben bu şırıngayı, unut onu. '' dedi Deniz, gözlerini karartarak. ''Bu kadarını yapmaktansa ihaleyi kovalarım günlerce daha iyi. ''

''Deniz ver şunu ! ''

''Asla. ''

''Ver dedim, bak avazım çıktığı kadar bağırırım sonra kendini kovalarsın. ''

Deniz, Balıma ateş saçan gözleriyle bakarak, uzattı elini usulca. Beyaz sıvıyla dolu şırınga Balımın eline ulaştığında, ardına dönüp birkaç adım uzaklaştı olduğu yerden. Sanki yaşanılacakları görmek istemiyor gibiydi.

''Hadi bakalım uşaklar, görev sizde. ''

Çocuklar neşeyle eve koştular. Kadın, çocukların sesini duyunca aynı mutlulukla çıktı evin bahçesine. Onları öpüp, saçlarını okşadıktan sonra masadaki sütlaç kaplarını gösterdi. Sonra yenilerini getirmek için içeri girdi. Çocuklardan biri izlendiğini bildiği için Balımlara doğru her şey yolunda işareti yapıp, ayrı bir yerde duran kaba elindeki şırıngayı sıktı. Sonra da her zaman yaptığı gibi, diğer sütlaçları özenle tutup dağıtmak için arkadaşlarıyla birlikte evden çıktı. Kadın, tatlıları yine evlerdeki yerlerini alacak, komşularının boğazından geçecek diye sevinçle izliyordu çocukları.

Balım dikkatle evi izlemeye devam ederken, Deniz söylenip duruyordu. Bir süre sonra evin bahçesine yelekli takım elbisesinden köstekli bir saat salınan, geniş omuzlu, esmer ve ağır adımlı adam çıktı. Balım heyecandan nefesi kesilir gibi olduğu yerde kımıldanarak, elini Denize doğru uzattı.

''Çıktı, çıktı ! '' dedi. Yere bıraktığı çantasını koluna takıp, ağacın gövdesine güvenli bir şekilde koydukları dolu market poşetlerini de ellerine aldı. ''Hadi tut şunları. '' dedi Denize bir şey söylemek için fırsat bırakmadan.

''Her şeyi anladım. Adamın güvenini kazanmak için öldürüp, diriltmemi sağlamak istiyorsun. Her şeyi de bunun için tasarladın peki tamam. Ama bu poşetler ne alaka şimdi? ''

''Ya sen evimin reisisin. Ev reisi olmanın en belirgin özelliği nedir? Poşet taşımak. ''

''Poşet taşımak? '' Deniz, gözlerini kısarak birkaç adım yürüdü Balıma doğru. ''Seninle bu meseleyi uygun bir zamanda yeniden tartışalım Rapunzel. ''

''Tartışalım doktor. '' diyerek güldükten sonra hafifçe eve doğru çevirdi gözlerini Balım. Adamı ve gayet şık ama bulundukları köye pek de uygun olmayan kıyafetiyle yanında duran karısını gördü. Tatlılarını yiyorlardı. Adam kaşığına dolu dolu sütlaç alıp yutuyor sonra da nineciğinin ellerini öpüyordu. ''Sıra bizde. '' dedi Balım. Kuşkusuzca elini, Denizin ellerine teslim etti. Ve kuvvetli sayılmayacak bir davetle, Denizi de kendisiyle birlikte yola attı. Hiçbir şey olmamış gibi yürürlerken, Balım şen kahkahalar atıyordu.

Deniz fısıltı gibi yalandan gülüşünün altından;

''5-4-3'' geri sayımına başladı. Evin önüne yaklaştılar. ''Ve 1 '' dediğinde, adam eliyle kıpkırmızı olan boğazını tuttu. Karısının çaresiz feryatları Denizle Balımın kulağını dolduruyordu. Deniz, huzursuzca yumdu gözünü. Elini cebine attı ve zehrine şifa olacak diğer şırıngayı kontrol etti. İlaç tamamdı ama bu doktor ne kadar başarılı olabilecekti?

-

Eve yaklaştıklarında, Tahir elini Nefesin karnına yerleştirip arkasında kalması için gözleriyle işaret etti. Nefes de heyecan ve telaşla Tahir'in eline tutundu.

Tahir evin açık olan kapısına kuşkuyla baktı. İçeride birilerinin olup olmadığını anlamak için önce içeriyi dinledi sonra da açık kapıyı ardına kadar daha fazla açtı ve neredeyse terk edilmiş denilecek bu kimsesiz eve hayretle baktı.

''Noldu? '' dedi Nefes, Tahir'in durduğunu fark edince. ''İçeride mi? '' Karşılaşacağı adamı çok merak ediyordu. Kimin kendisiyle uğraştığını öğrenmek için sabırsızlanıyordu.

''Kimse yok. '' dedi Tahir, ciddiyetle sorgular gibi düşünürken. ''Zaten bu Allahın unuttuğu yere kim niye gelsin ki? ''

''Alla alla abim yanlış adres mi verdi yoksa, adama? ''

Tahir, ikna olmuş gibi kafasını sallayıp evin kapısından ayrılıp, az önce ayrıldıkları arabaya gitmek için hareketlendi. Nefes de Tahiri takip ediyordu. Ama attıkları on adımdan sonra ikisi de durup, hayretle birbirlerine baktılar.

''Araba nerde? '' dedi panikle Nefes. ''Burada beklemeyecek miydi? ''

''Hay ben senin....'' Elini dizine vurup, sitemle homurdanmaya başladı Tahir. ''Abin işte, yine formunda. Gelir gelmez yaptı yapacağını. ''

''Yok artık. Bilerek bizi burada mahsur bırakacak hali yok ya. '' Tahir'in gözlerine daha dikkatle bakıp, bekledi Nefes. ''Bilerek bıraktı. '' dedi sonra ikna olarak. ''Sen bu işin peşinde koşma diye. ''

''Seni de sabah o yüzden kışkırtıp yanıma gönderdi muhtemelen. İkimizden de kurtuldu işte. Ne yapacaksa yapacak yokluğumuzda. '' Bulduğu bir taşa oturdu Tahir. ''Telefon çekmiyor, araba yok. ''

''Mutfağım. '' dedi Nefes panikle. ''Elizyayla yalnız kaldılar mutfağa on beş gün giremeyiz artık mahvedecekler. Bahçeyi de köstebek gibi kazarlar. Hıııı '' derken Tahire doğru telaşla ilerleyip;

''Mustafa abimler kapımızı çalmasa bari. Biz yokken kafa kafaya gelirlerse. ''

''Abinin bir ordu adamı var, nerden geldiğini bilmediğimiz onca parası var, son zamanlarda yaşanılanlara asla stres yapmadan uzaktan uzağa bakıyor fırtına öncesi sessizlik gibi ve sen sadece mutfağı mahvedecek olmasından mı korkuyorsun Nefes? '' diye sordu, inanamayarak Tahir. ''Ahh senin şu saflığın yok mu? '' dedi gözlerine çöken parıltıyla. Ayaklandı. ''Neyse soğuk çöker şimdi. Ben bir şeyler toparlıyım da en azından bir süreliğine evin içinde duralım. Bulucam bir yolunu ben. ''

-

Maya, biten yolculuğunun ardından tanıdık ama oldukça yabancılaşmak istediği sokağına girdi. Eşyaları giderek ağırlaşmış, ayakları yorgunluktan yalpalamaya başlamıştı. Apartmanına girdi, sakince çıktı merdivenleri. Evinin önüne geldiğinde, çantasında anahtarlarını aramaya başladı. Önce Sürmenedeki evin anahtarı geldi eline. Dalgınlıkla, anahtarı kilide götürdü ama açamıyordu. Kısa bir süre sonra fark ettiğinde, gücü kalmamış gibi başını kapalı kapıya yasladı. Diğer anahtarı kullanmak, kapıyı açmak ve içeri girmek istemiyor, işi zora sokuyordu. Saatlerce, tüm yorgunluğuna rağmen kapı eşiğinde bekleyebilirdi belki de. Kendi içinde bir savaşa tutulmuşken karşı dairenin kapısı açıldı.

''Ah Maya. Canım benim geldin mi? '' dedi orta yaşlarda, güler yüzlü olan komşu kadın.

Gülümsemeye gayret ederek sırtını evine çevirip, kadına döndü Maya. ''Merhaba nasılsınız? ''

''İyiyim canım iyiyim. Sen de iyisindir inşallah. Çok merak ettim sizi. Ulaşamadım da. '' dedi kadın gözlerine hafif bir sıkıntı düştü.

''Tatildeydim ben, Deniz de sonradan yanıma uğradı. Aradığınızdan hiç haberim yok, görmedim mi acaba? '' derken hemen cebinden telefonunu çıkardı Maya bakmak için.

''Yok yok, Denizi aramıştım ben. Geçen hafta iki adam geldi kapıya. Sizi sordu. Ben de yoklar dedim ama nasıl desem Mayacım... '' Kadın söylediği sözün ucu nereye dokunacak bilmediğinden tedirgindi. ''Adamlar biraz tuhaftı. Tekin gelmediler bana. Akrabanız falan olsa da bilirdim diye düşündüm. Çok da bilgi vermek istemedim, hemen Denizi haberdar edeyim dedim ama o da açmadı telefonumu. ''

Maya, komşusunun telaşlı halini görünce, adamların görünüşleri hakkındaki merakına yenik düşüyordu. Apartmandaki komşular ve birkaç okul arkadaşı dışında kapılarını çalan, arayan soran olmazdı. Kim olabilirdi ki bu tekin olmayan adamlar, üstelik Mayalarla ne işleri olabilirdi?

''Bilemedim ki şimdi. Adresi falan karıştırmışlardır belki. '' dedi gülümsemeye çalışarak Maya.

''Sen yine de dikkatli ol Mayacım. Bir ihtiyacın olursa da çal kapımı. En azından Deniz gelene kadar. '' dedikten sonra sıcacık gülümseyerek merdivenlere yöneldi kadın. ''Tekrar hoş geldin. ''

''Sağ olun. '' Kafasıyla kibarca komşusunu uğurladıktan sonra istemeye istemeye doğru anahtarı alıp, kapısını açtı Maya. Evin soğuk rüzgarı yüzüne çarpmıştı. Hiçbir insan nefesini teneffüs etmeyen duvarlar, ıssızlığı fısıldıyor gibiydi. Yalnızca kendi ayakkabılarının olduğu ayakkabılığı ayağıyla iterek bavulunu koydu. Tek bir hırkanın asılı olduğu, askılığına çantasını astı.

''Sen de beni özlemedin biliyorum. '' dedi alay eder gibi gülüp, mırıldanarak. Eskiden olduğu gibi dört duvarıyla konuşuyordu. Kendi kendine konuşuyormuş sanacak bir kişi bile olmadığından, bu durum tuhaf gelmiyordu.

Ayaklarını sürüye sürüye odasına gitti. Kendiyle birlikte sürüklediği bavulu yatağının üzerine bıraktı. Vakit kaybetmeden duşa girdi. Üzerindeki yükü belki ılık bir su arındırırdı. Umut etmek ancak böylesi basit eylemler için geçerli olacaktı artık. Ağlamak, gülmek paylaşılası duygular olduğundan, dudakları kıvrılmayı unutacaktı. Hafızası her konuştuğu insanda aynı yüzü sunacaktı karşısına. Aynı sesi işitecekti kulakları. Sonra aradan zaman geçecek ve Maya içinde büyüttüğü duyguyu dile getiremeyecek kadar uzak düşecekti her şeyden, bundan önce dile gelmeyenler gibi...

Duştan çıkıp, havlusuna sarındığında yatağına oturdu. Bavulunu açıp, kıyafetlerinden birkaçını çıkarttı. Eline aldığı tişörtü yatağa doğru savururken durakladı bir an. Yüze çarpan kapı gibi, elden kayıp giden cam bardak gibi, kulaklığa aniden sesi ulaşan yüksek sesli bir müzik gibi irkilmişti. Kollarından parmaklara ulaşan sudan damla damla ıslanan tişörtü burnuna doğru götürdü. Hafızasını temelli işgal eden bu koku, şimdi de evine sinmek üzere bir bez parçasında varlığını sürdürüyordu. Maya, sayılı günlerinin sayamayacağı kadar mutlu ettiği anlarını, peş peşe düşlemeye başladı. Bir koku, bir bedeni ne kadar kısa sürede seyahate çıkarabiliyordu. İnsan fark etmeden bir kokunun ardından ne kadar çok yol gidiyordu. Ve ne kadar acizdi ki insan, bir kokunun esiri olup haklılığına bile ağlıyordu.

-

Tahir, şömineye kestiği odunları atarken, Nefes de mutfakta bulduğu yarım paket şehriyeden çorba kaynatmıştı. Evin yanında çağıl çağıl akan dereden bir testi su doldurdu. Kaşıkları çatalları da aynı dere suyunda yıkayıp kuruladı. Şöminenin yanındaki büyük tahta yüklüğün çiviyle tutturulmuş kapağını araladı. İçinde minderler, yorganlar, yastıklar, özenle katlanmış çarşaflar vardı. Çarşaflardan birini alıp, salonun ortasına serdi. Bulduğu bakır siniyi de çarşafın ortasına koyup çorbaları yerleştirdi.

''Hadi gel, hazır sofra. '' dedi Tahire. Şöminenin çıtırtısı çoktan içlerini ısıtmaya yetmişti. Tahir, ellerini üzerine silip, oturdu yer sofrasına.

''Ellerine sağlık. '' dedi tebessüm etmeye çalışarak. ''Bulmuşsun yine sofraya koyacak bir şeyler. ''

''Allah ne verdiyse işte. '' derken kaşığını çorba kasesinin içinde usulca gezdirdi Nefes. ''İyi ki kandırdı abim bizi. Buna ihtiyacımız vardı. ''

''Tamam şimdi aynı şeyi konuşup kaçırmayalım tadımızı. '' dedi Tahir kaçak bakışlarıyla. ''Ben anladım seni. Çırpınma daha fazla. ''

Nefes heyecanla, kaşığını bıraktı.

''Anladın mı sahiden? O zaman niye çatık o kaşlar hala? Niye bakmıyorsun yüzüme? ''

''Çünkü korktum Nefes, korkuyorum. '' dedi Tahir bu kez Nefesin gözlerinin tam içine bakarak.

Nefes beklemediği bir cevapla karşılaşmış olmaktan nutku tutulmuş gibi devam ediyordu sevdiğini izlemeye.

''Sen nasıl ki bir şey yapmamdan korktun. Sen nasıl ki geçmişten korktun. Ben de yine aynı kabusu yaşamaktan korktum. Evet, geçmişle ilgili her konuda hiddetli ve panik davranmış olabilirim. Evet benim öfkem seni korkutmuş olabilir ama ben ne yaptıysam aynı kabusu yaşamayalım diye yaptım Nefes. O, on bir günlük laneti yine yaşamayalım diye yaptım. Çünkü ben ömrümün on bir gününü ölü yaşadım. '' Tahirin sesi çatallaşmış, elleri şömineye rağmen buz kesmişti.

Nefes yanağına doğru süzülen yaşı yok etme zahmetine girmeden yumdu gözlerini.

''Tamam sus nolur. '' dedi, yalvarır gibi. ''Hatırlatma. ''

''Sussam ne olur ki? Yaşamadık mı? Yine yaşamaz mıydık Nefes? Benim hep bundan korktuğumu bilmiyor musun? O, on bir gün sensiz kalacak olma ihtimali bile beni ölü bir adam yapmaya yetti. Şimdi bana söyle, sana zarar verecek en ufak şeyi bile nasıl bilmek istemem? Nasıl seni korumak, seni sarmak için delirmem? Nasıl almam silahı elime, nasıl dönmez gözüm? ''

-

Tahir, ellerini göğsünde birleştirip, dudağını sallandıran oğluna bakarken son bir defa daha iç çekti.

''Oğlum hadi bitir artık şunu. ''diyerek tabağında lekelenmeden duran çatalını kımıldattı. Cevap alamayınca kendi kederini sakınarak, gülümsemeye gayret etti. ''Yumurtaları ben alayıım. Belki o zaman yersin. '' dedi. Yiğit, yüzünü masadan kaldırıp;

''Annem olsa kızardı sana şimdi. '' dedi.

Tahir zorla sakındığı gücünü bu küçük adamın her cümlesinde birer birer yitiriyordu sanki. Yinede kuvvetini toplayıp;

''Ama en çok sana kızardı yemiyorsun diye. Gelince, hiç yemek yemediğini öğrenince çok üzülecek. '' dedi.

''Gelmiyor ama. Ben daha çok üzülüyorum. '' dedi Yiğit sitemle. Tahir'in de bir çocuk gibi yere kapanıp, tepinerek ağlamak geliyordu içinden.

''Gelecek oğlum gelecek. Nefes Kaptan bu. Gemisini, bu iki miçosunu bırakıp bi yere gider mi? ''

''Gitmez mi? ''

''Gitmez. Ama miçosu yemek yememiş diye kızıp üzülür. ''

Annesini üzmeyi hiç istemeyen koca yüreği, Yiğit'in ellerini çatalla buluşturmaya yetmişti. İstemeye istemeye uzandı tabağındaki doğranmış yumurtaya. Tahir ufak ufak doyan oğlunu izlerken, buruk bir tebessümle göğe baktı.

Nefesten on bir gündür haber yoktu. Bir gün iş çıkışı eve geldiğinde yine herkes odasında sanırken, bulamamıştı karısını. Sürmene'de her yeri bucak bucak aramış olması yetmezmiş gibi, Ali yardımıyla ülkenin her yerinde aramışlardı ama yoktu, tek bir iz bile yoktu. Son zamanlarda kanun kaçağı olmasına rağmen, Nefesi, abisinin ölümü ve yıllarca yaptığı işkenceleri hatırlatarak, yeniden aynı kabuslara sürüklemeye çalışan Vedattan da haber yoktu.

Tahir'in aklına, o adamın Nefesin canına zarar vereceği fikri geldikçe soluğu kesiliyordu. Odalara sığmadığı gibi, içinin içine sığmadığı da bariz ortadaydı. Günlerce uykusuzluğa, yorgunluğa dayanabildiği kadar dayanıp, gidebildiği her yere gitmişti ama evde çaresizce mavi tüylü geyikle, kaplanını bekleyen Yiğit artık yemek yemez, uyku uyumaz olmuştu. Ona kalan emanetle ilgilenmesi gerekiyordu. Oğluna derman olması gerekiyordu. Kendini günler sonra evinin serenderin'de buldu ama oğlunun yüzüne bir tebessüm olamıyordu. Günlerdir bakımsızlıktan uzamış olan sakallarında gezdirdi ellerini.

Ahh be Nefesim dedi içinden, hasretini çektiği kadın duyarmış gibi içli içli düşündü. Seninle her sınanmaya varım ama sensizlik ne büyük imtihan. İçimde biriken kederi nerelere savurayım? Karadeniz hangi sızımı alıp karıştırsın dalgasına? Sen gözlerimin için bakıp ''Tahir...sakin. '' demeden ben sakin olamıyorum ki. Senin uyandığını görmeden bana sabah olmuyor, sesini duymadan yaşadığıma ikna olamıyorum. Gel artık kokusuna muhtaç olduğum, canına kurban olduğum nefesim gel.

İçinden her ''gel'' dediğinde yavaş yavaş bir siluet beliriyordu sanki karşısında. Evinin bahçesinde bembeyaz elbisesiyle süzülen Nefes'i, sıcacık gülümsemesiyle salınıyordu. Elbisenin kuyruğu çimlerde süründükçe, çıplak ayakları toprağı eziyordu Nefes'in. Çocuk neşesi savurduğu saçlarından belliydi.

''Devreeem ''

Ali'nin telaşlı sesiyle kendine geldi Tahir. Panikle oğluna baktı. İştahla yiyordu tabağındakileri. Sonra da hızla merdivenleri çıkıp yanına gelen Aliye baktı.

''Haber mi var? '' dedi, heyecanla. Ali, Tahir'i kısacık süzdükten sonra, gözleriyle aşağıya gelmesi için işaret etti. Belli ki Yiğit'in yanında anlatabileceği bir şey değildi. Tahir, zemine inene kadar sıralı olan basamakları aklına kötü bir şey getirmemeye çalışarak iniyor, ama bunu yaparken çok zorlanıyordu. Yiğitten tamamen uzaklaştıklarında, Ali elini Tahir'in omzuna attı. Bekledi. Ses tonunu mümkün olduğunca yumuşatarak;

''Vedat'ı galiba bulduk. '' dedi.

Tahir'in göz bebekleri yuvalarını terk etmek istercesine açıldı.

''Nefes? '' dedi yutkunarak. Solukları iki katına çıkmış, nabzı tahmin edilemeyecek kadar hızlı, vücudundaki tüm sinir sistemleri ayaktaydı. Ama sevdiği kadını sorarken, tüm bu öfkeye meydan okur gibi sakindi. Susan arkadaşına doğru bir adım daha atıp tekrarladı.

''Nefes?

''Bir benzin istasyonunda kameraya takılmış. Nefes görünmüyor ama aracın plakası alındı. '' dedi Ali gözlerini kaçırarak.

''Ne demek görünmüyor Ali? Görünmüyor ne demek? ''

İçinde Nefes geçmeyen bir cümle mi kurmuştu Tahir? Evet. O halde artık sakin olmasına gerek yoktu. Patlarcasına atmaya çırpınan kalbinin de bir hükmü yoktu. Yaşamak eylemi bile bu hasret karşısında çaresiz ve bi o kadar anlamsızdı.

Tam o sırada merdivenleri tutunarak inen Yiğit'in sesi duyuldu;

''Baba? ''

İşte şimdi niye yaşadığına dair cevabını anımsadı Tahir. Evet Nefesi yoktu, kalbi paramparçaydı, solukları boğazına diziliyordu ama onun bir oğlu vardı. Parmağına kıymık batsa Karadeniz'i ateşe vereceği bir oğlu...

''Yiğidiim. Bitirdin mi tabağını sen? '' diyerek tüm öfkesinden arındı. Eğilip, parmakları arasında karıştırdığı saçlarını öptü.

''Hı hı bitirdim. Seninkiler kaldı ama. ''

Günlerdir bir lokma yemek bile zehir geliyordu. Ama oğlunu ikna edebilmek için o da iki kişilik sofralarına bir tabak da kendisi için koymuştu.

''Ben de yiycem şimdi. Ali Amcanla konuşmamız bitsin. Hadi sen Asiye Yengeni bul, üzerini değiştirsin. Ufak bir işim var bitince gemiye gideriz belki. '' diyen babasını dinlerken gözleri ışıldayan Yiğit, eve doğru koşmaya başladı.

Ali huzursuz bir şekilde, Yiğit olmadığı her an gözlerinden alevleri topladığı Tahir'e baktı.

''Ben haber vericem. Bak oğlunun sana ihtiyacı var. Evde herkes perişan Tahir. En az senin kadar perişan herkes. Bir de sen yakma ciğerlerini. Burada kal. '' dedi. Elini, dostunu teselli etmek adına Tahirin omzuna koydu.

''Nefes yoksa, benim kimseye hayrım yok Ali. Nefes yoksa benim hayatım yok. Oğlumun anası yok. Onsuz, hissedebildiğim tek bir şey yok. Duramam. ''

-

Nefes, tıpkı Tahir gibi o günü hatırlamış, kesilen soluklarını feraha çıkaramamıştı. Dizlerine sofra bezi yaptığı çarşafı sıyırıp, dışarı attı kendisini. Tahir de panikle, ardına düştü Nefesin. Ahşap kapıyı sertçe açıp, kararan havanın isine gözlerini dikti Nefes.

Ardından telaşla yaklaşan Tahir, Nefesin sırtını göğsüne yasladı.

''Özür dilerim. '' dedi bir fısıltı gibi. ''Hatırla istemiyorum ama bunca yıl yok sayıp, kafanın dikine gitmen. Bu kadar tehlikeli olabilecek bir şeyi benden saklaman zoruma gidiyor. ''

''Seni aynı çaresizlik içinde görmek de benim zoruma gidiyor Tahir, anlamıyor musun? '' diyerek döndü Nefes. ''İşte bu beni mahvediyor. Geçmişi yok saymayalım, yok edelim dedin bana. Ama hep biliyordum ki en ufak bir şey, yok sandığımız o geçmişi yaşatacaktı bize. Ne yaptıysam o ufak şey bizi geriye döndürmesin diye yaptım. Ama haklısın, hata yapmışım. O ufak şey büyüdü, kocaman oldu. Sadece bizi değil herkesi geçmişe döndürdü ! '' Nefes, kendine ve yaşanılan her şeye olan öfkesini kusarken sesi giderek yükseliyordu. Tahirle arasındaki boşluğu açarak geriye doğru adımladı. ''Ama bir şeyi fark ettim. '' dedi keskin bakan gözleriyle.

''Meğer bu sandığım kadar korkunç bir şey değilmiş. Meğer benimle birlikte herkesin hatasıyla yüzleşmesi beni üzen değil, rahatlatan bir şeymiş. Şu gözlerindeki ifade var ya...''Biraz önce aralarına koyduğu mesafeyi kendi adımlarıyla kapattı Nefes. ''Şu hüzün olmasa, çok daha önceden geçmişi tam da o masaya bırakmak istermişim meğer. Herkesi ayrı ayrı affederken, sustururken, susarken daha fazla yorulmuşum be Tahirim. '' derken başını hafifçe yana eğdi Nefes. Boğazına düğümlenenler, yaş olarak gözlerine kavuşmasın diye dudaklarını birbirine bastırıp baktı Tahire. ''Bir film sahnesini, bir kitabın en yakıcı sayfasını hatırlar gibi hatırlarız biz bu geçmişi. Biz böyle anar geçeriz. Ama o kadar kalabalığız ki. Herkese payımızdan ne düştüyse, sahip çıktık biz. Herkese sarılmaya niyetlendik. Yorulduk biz. ''

Tahir, Nefesin gözyaşlarını silmek için parmağını bembeyaz tende gezdirdiğinde, sanki tüm yaşları boca eder gibi büyük bir gürültüyle yağmurunu dökmeye başladı gökyüzü. İkisi de saniyeler içinde sırılsıklam olmuştu.

''Seni alıp dünyanın bir ucuna gitmek isteği, benim zihnimden hiç mi ayrılmayacak? '' dedi Tahir, tok sesiyle.

''Seninle yeni dünyalar keşfedip, bu dünyadan el ele gitme istediği kalbimden hiç mi ayrılmayacak? '' Nefes alnını Tahirin alnına yasladı.

''Nefesine karışıp un ufak olmak ve omzunda bir damlalık yer kaplama heyecanı hep, aynı şevkle mi saracak bedenimi? '' Tahir, Nefesin dudağının kenarına uzun bir öpücük bıraktı.

Nefes artık yağan yağmurdan önünü görmezken, Tahir'in sırılsıklam bedenine sardı kollarını. ''Buradayım. '' dedi. ''Buradayım, tüm benliğimle. ''

Tahir'in kollarında, dudakları dudaklarında içini döken bulutu güneşine kavuşturmak ister gibi ışıldıyordu Nefes. Şöminedeki sıralı odunlar, yanma işini güneşin el verdiği çifte bırakmıştı.

Tahir, Nefesin sırtını yüksek sedire yatırdığında, elleri onu ısıtmak ister gibi ıslanmış kıyafetlerinden kurtarıyordu. Yıllar önce bir damla yaşla şimdi ise gök kubbenin sağanaklı şahitliğiyle bambaşka bir dünyayı yalnızca ikisi paylaşmaya devam ediyorlardı. Yemin etmişlerdi, el eleyken ölmeye, yaşamaya ve ayrılmamaya...

-

Mercanla Ali'nin düğününe oldukça büyük bir kalabalık katılmıştı. Ailesi yanlarında olmayan çifte, Kaleli ailesi dillere destan bir düğün yapmıştı. Tanıdık, tanımadık herkesi çağırmış, birken bin olmuşlardı. Uzun yoldan gelen misafirleri konakta ağırlama fikri, Nefesle Tahiri hala tadilatta olan evlerine gitmeye mecbur etmişti. Bu mecburiyet her ne kadar Nefesin hoşuna gitse de, evde henüz elektriğin olmaması, eşyaların yerleşmemesi, hafif bir boya kokusunun hala evin içinde hissediliyor olması ikisini de düşündürmüştü. Bu yüzden Yiğit'i yengesinin yanına bırakıp, sadece ikisi eve geçtiler.

Nefes, kapının dışında telefonunun fenerini açıp, Tahirin kapıyı açmasına yardımcı oldu. Eve girdiklerinde ortalıkta kalan eşyalara takılarak doğruca odalarına çıktılar.

''Artık, idare edicez. '' dedi Tahir, gülerek. ''Evimiz evimiz güzel evimiz. ''

''Tabi canım, her haliyle güzel bizim evimiz. '' derken getirdiği çantadan kıyafetleri, çarşaf, yastık kılıflarını çıkardı Nefes. Tahir giyinirken o da yatacakları yeri hazırlamaya koyuldu.

''Ne düğündü ama? En son masaların birinde, göbek atan bir adam gördüm, hayaldi inşallah. '' dedi gülerek.

Tahir de minik bir kahkahayla eşlik etti.

''Yok o, doğalgazcı Ramazan abi. Düğün fena dokunuyor ona. Abimlerin düğünde de, horonun başına geçip milleti düğün salonundan çıkartmıştı. ''

''Bizim düğünde ? '' diye sordu Nefes, korkuyla.

''Bizim düğünde o da kızını nişanlıyordu. Katılamamıştı. O kadar üzülmüştüm ki bak yine hatırladım kahroldum. '' dedi Tahir, Nefesin hazırladığı yatağa otururken. Üzerinden çıkardığı gömleğini, henüz kartonunda sarılı olan komodinin üzerine bıraktı. Nefes de yanına oturduğunda, geceliğine uzandı. Ama Nefesin elleri, Tahiri durdurdu.

''Hayatım önce saçımdaki örgüyü açabilir misin? '' dedi. Sırtını Tahire çevirdi.

''Açayım. '' diyen Tahir, Nefesin balıksırtı örgüsünü açmak için önce ucunda takılı, kelebekli tokayı çıkardı. Yatağın başucuna yaktıkları mum ışığında, zar zor seçiyordu elleri, araya sıkıştırılan tokaları. Usul usul ve dikkatle karısının saçlarıyla oynamaya başladı Tahir.

''O kadar güzeldin ki bu gece de. Tüm kutlamalar, özel günler, kalabalıklar ileride seni izlediğim anlardan ibaret kalıyorlar. '' dedi, Nefesin omzuna bir öpücük bıraktı.

Nefes gülümseyerek, artık çözüldüğünü hissettiği saçlarını bir çırpıda tek omzunda toparladı. Sırtındaki her bir yarayı açık hale getirdi. Tıpkı Tahirin söylediği gibi onları gururla sunuyordu.

''Elbisemin, fermuarı. '' dedi yutkunarak Nefes. Tahire karşı sonsuz tereddütsüz hamleleri, hem kendini hem de Tahiri şaşırtıyordu biliyordu. Ama zamanıydı. Sarılan yaraları, sevgiyle ödüllendirmenin zamanıydı. Sevilmenin, sevişmenin, tüm geç kalmışları kuvvetli öpücüklerle çiğnemenin zamanıydı.

Tahir sesini dahi çıkarmadan fermuara uzandı. Beyaz elbise, iki omuza doğru açıldığında, Nefesin sırtı olduğu gibi açığa çıkmıştı. Tahir, mumun şavkından izledi, sevdiğinin gölgesini. İçi titriyor, nefesi titriyor ama öylece bekliyordu.

Nefes sessizliklerinin içinde yavaşça döndü Tahire doğru. Gözlerini hiç kaçırmadan, Tahirin gözleriyle buluşturdu.

''Bu ev bizim, yeni hafızamız demiştim hatırlıyor musun? '' dedi, gülümseyerek.

Tahir, elini Nefesin alnındaki zülüflerde gezdirdi.

''Hatırlıyorum. ''

''Bu gece, hafızalarımızdaki ilk gece. '' dedi Nefes, sesine umutlar sıkıştırarak. ''Bundan sonraki tüm geceler, bu gecenin ışığında olacak. ''

Elektrikleri olmayan ve cılız bir mum ışığıyla aydınlanan odaları, Nefes için gün ışığına bedel, göz kamaştırıcı bir aydınlıktaydı. Tahir'in saçlarında dolaşan elini tuttu. Avuç içini dudaklarına bastırdı.

''Çocukluğumu salıncaklarda salladın. Öğrenciliğimi sıralara oturtup, eline kalem verdin. Gençliğime heyecan, anneliğime hayranlığınla soluk oldun. Yaralarıma merhem, ateşime su... Bir yatakta sadece sarıp sarmalarken beni, gelinliğimi çıkarıp şarkılarla uyuturken, işe gidip gelişimi desteklerken, fikirlerimi merakla dinlerken, yemeklerimi yerken, sözde ütülediğim kırış kırış gömleklerini giyerken, dizime kıvrılıp yatarken, saçlarımı tararken içimdeki kadına da yaşam oldun. Bu kadına daha iyi yarenlik edilemezdi Tahir Kaleli. '' Tahir'in dolan gözleri, içinde huzura kavuşan kadının merhametine sarılıyordu. Titreyen sesiyle, kocaman gülümseyerek; ''Geç kaldım özür dilerim. '' dedi Nefes.

Tahir, alnını Nefesin alnına yaslayıp elini Nefesin omzuna götürdü. İki parmağı narince beyaz elbisenin bağımsızlığına hüküm verdi. Elbise omuzlardan tamamen düştüğünde, Nefes yumdu gözlerini. Derin bir soluğu, Tahir'in kirpikleriyle buluşturdu. Elini, sevdiği adamın ensesine yerleştirip, parmakları arasında kalan saçları usul usul okşamaya başladı. Tahir ise pamuk kadar beyaz kar tanelerinin üzerinde, iz bırakmadan yürüyor gibi narindi. Dudaklarını, ateşten dudaklarla birleştirdi. Bir ömrü içiyor gibiydi damla damla. Elini, Nefesin sırtına yerleştirip, mucize kar tanesini yataklarıyla buluşturdu. Parmakları, Nefesin parmaklarıyla buluştuğunda sarıldığı, acısını hissettiği, soluğunu saydığı bedenle yeniden tanışıyormuş gibi heyecanlıydı. İkisi de tüm geç kalınmışlıklara inat kavuştular.

Nefesin, gözünün kıyısından kulağına doğru yol alan yaşı görünce, parmağıyla silip;

''Nefes...'' dedi Tahir. Gözleri yeniden bir onay almak ister gibiydi. Yapacağı her yanlış, ederinden fazla attığı her adım daha büyük bir yara açar diye içi hem mutluluktan hem telaştan kıyılıyordu.

Nefes, Tahir'in sakallarını iki eliyle okşarken, gözünden bir yaş daha akmasına izin vererek fısıldadı;

''Buradayım, tüm benliğimle...'' dedi. Bundan öncesinde, o karanlık yatakta olmadığını defalarca kez haykırmıştı. Ama şimdi tüm bedeniyle karanlık evinin, aydınlık ruhundaydı. Aydınlık yatağının, huzurlu kollarındaydı. Annesinin elinin hiç değmediği helal lokmaları gibi, bulutlarda bir tahtı var gibi, cama vuran kuşlar gibi, önce kum gibi ufalanıp sonra yeniden bir bedende iki kişilik var olmak gibi tarifi zor ama hissi unutulmaz bir anın içindeydi.

Tahir, başını Nefesin göğsüne yatırdı.

''Buradasın. '' Sevdiğinin tüm yaralarının sarıldığına şahitlik etmek sanki ömrünü başa almak ve tazelemek gibiydi. Dolan gözlerini özgürlüklerine bıraktı Tahir. ''Akça pakça kızım, yol arkadaşım, sevgisi sonsuz annem, sevgilim... Her şeyinle buradasın, her şeyim. '' Tahir'in gözyaşları, Nefesin göğsüne düştüğünde, Nefes de Tahir'in saçlarını okşamaya başladı.

Yeni hafızaları, bir bebek hafızasından farksızdı. Geceler küskünlükleri ve acıları değil, bir olmayı doğuruyordu artık. Yalnızca ikisine ait bir oda ve odanın mahremiyeti geceye ay gibi doğmuştu. 

Continue Reading

You'll Also Like

96.3K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
38.2K 1.5K 17
Alaz'la Asi yer değiştirmiş olsa nasıl bir dinamikleri olurdu çok merak ettim. Yaman, Alaz ve Cesur'un birlikte büyüdüğü; Asi'nin Soysalanlar'ın kız...
45.8K 4.2K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
12K 1.5K 28
"Olmuyor, yapamıyorum sensiz. Aklımı karıştırıyorsun."