Ay Şahit

By ygmurdem

283K 13.9K 3.2K

... More

Bölüm 1
Bölüm 2- ''Yıldız Masalı''
Bölüm 3- ''Cennet İpleri''
Bölüm 4- ''Kar Tanesi''
Bölüm 5- ''Ömürlük Şarkı''
Bölüm 6- ''Sırma''
Bölüm 7- ''Bezelye''
Bölüm 8- ''Çikolata''
Bölüm 9 - "Nokta"
Bölüm 10- "Oğul"
Bölüm 11- ''Oyun Arkadaşı''
Bölüm 12- ''Uçurum''
Bölüm 13- ''Tuttum Aslanım''
Bölüm 14- ''Rapunzel''
Bölüm 15- ''Buhar''
Bölüm 16- ''Ölümsüz Çiçek''
Bölüm 17- ''Kabak Çekirdeği''
Bölüm 18- ''Ben Nefes''
🌙-'' Yarım Ninni ''
Bölüm 19- ''Baba ''
Bölüm 20- ''İlahi Adalet ''
Bölüm 21- ''Ay Kız''
Bölüm 22- ''Kayıp Zaman''
Bölüm 23- ''Gizli Bank''
🌙- ''İki Ucu Yaralı Değnek''
Bölüm 25 - ''Arkadaş''
🌙- ''Pelerinsiz Kahraman''
Bölüm 26- ''Elma Şekeri''
Bölüm 27- ''Domates Güzeli ''
Bölüm 28- ''Gece Dalgası''
Bölüm 29- ''Saklı Yara''
Bölüm 30- ''Uyurgüzel''
🌙- ''Anzer Balı''
🌙-''Kız Kulesi''
Bölüm 31- ''500''
Bölüm 32- ''Kızamık''
Bölüm 33- ''Müstaklel''
Bölüm 34 - ''Hak'kın Balığı''
🌙- ''Kara Kutu ''
Bölüm 35- ''Sahur Duası''
Bir Ay Doğdu Geceden🌙🎈🎂
Bölüm36- ''Rüya''
Bölüm 37- ''Sınav''
🌙-''Babamdan Miras Bayramlar''
Bölüm 38- ''Anne''
Bölüm 39- ''Evim''
Son Şeker
Sondan Bir Önce...
Bölüm 40- ''SEZON FİNALİ''
Bölüm 41- ''Mazlumun Abisi''
Bölüm 42- ''Eller Beraber! ''
Bölüm 43- ''Veda''
Bölüm 44- ''Hafıza''
Bölüm 45- ''Bordo Mavi Atlar''
Bölüm 46- ''Abimden Armağan''
Bölüm 47- ''Balım Yarası''
Bölüm 48- ''Trabzondan Gelinim Geldi ''
Bölüm 49 - ''Kavuşmak''
Bölüm 50- ''Yeniye Doğanlar''
'FİNAL'

Bölüm 24- ''İyi ki Elizya''

4.3K 224 43
By ygmurdem


''Peki bu ? ''

''A ''

''Aferin Boracığa, peki bu? ''

''D''

Maya'nın kucağına oturmuş, renkli oyun defterinin sayfalarını şevkle takip ediyordu Bora. Maya, parmağının ucuyla sayfanın tamamını kaplayan harfleri gösteriyor ve Boranın onları tekrar etmesini bekliyordu.

''Bu..bu bu '' diyerek ısrarla parmağını sayfanın köşesine sabitledi Bora.

''Hangisiymiş o bakalım. Hmm o Z. Z. Söyle bakalım. ''

''Z.''

''Aferin işte bu kadar. ''

Mayadan takdir aldıkça ellerini çırparak, en saf gülüşüyle evin içini ısıtıyordu Bora.

Zile iki defa üst üste basıldığında, ikisi de kafasını kapıya doğru çevirdi. Mutfaktan koşarak çıkan Mercan, kapıyı aralamış sonra da bir tanıdıkla konuştuğunu belli edercesine gülerek tekrar içeri girmişti.

''Yarım saat dediler. Oyalanıyım dedim. '' diyen Nefesin sesi, kulağına çalınınca tuhaf bir heyecanla doğruldu Maya.

''Nefes geldi Nefeees. ''diyerek çoktan ayaklanan Bora, sevinçle paytak adımlarını, mutfağa kadar sürüdü. Yürümekten daha ziyade koşuyor, neşeli sesler çıkarıyordu. Maya elindeki oyuncakları, oyuncak sepetine bırakırken Boranın heyecanına güldü.

''Ah benim küçüğüm de buralardaymış. Yakışıklıma bak ya. '' diyerek aynı coşkuyla kucakladı Borayı, Nefes. Kocaman kocaman öpüyor, öpücükler arasında da uzun uzun kokluyordu minik Borayı.

''Sabahtan beri ablasının canına okudu, canına. '' derken uzun süredir uğraştığı kurabiyeleri, saklama kabına diziyordu Mercan.

Maya gülümseyerek yanlarına geldi.

''Nefes abla hoş geldin. '' derken gülümseyerek omzuna dokundu Nefesin.

''Hoş buldum Mayacım. Nasılsın? ''

''İyiyim. Siz? ''

''İyiyim ben de. Elizya için bir tablo yaptırıyorduk da, doğum gününde verelim diye. Aksilikler çıkmış, yarım saat sonra teslim ederiz dediler. Ben de burada bekliyim dedim. '' dedi Nefes, kucağında Borayla birlikte mutfaktaki sandalyelerden birine otururken.

''Elizya bugün daha sinirlidir eminim. En son bıraktığımda küs oldukları listesi çıkarıyordu. '' dedi Maya, gülerek.

Bu sırada Mercan da gülerken;

''Bak sen cimcimeye. Bir şeylerden haberi olmayınca nasıl da huzursuz oluyor. Kime çekti acaba? '' diyerek gözlerini Nefese çevirdi.

''İyi bir huy bu galiba, o zaman kesin bana çekmiştir. '' derken gururla kaldırdı başını Nefes.

''Tamam hadi lafa tuttun zaten beni. Çıkıcam ben şunları bırakıcam, çarşıya uğrıycam. '' dedi Mercan. Telaşla, kurabiye kabını poşetledi.

''İyi Mayayı ben alıyorum o zaman. Elizyanın küsmediği bi o kaldı, belki işime yarar. '' dedi Nefes, Mayaya göz kırparken.

Maya, konuşulan hiçbir şeyi anlamıyor ama Nefesin yanında olma ihtimali doğduğu için, gülümseyerek izliyordu onları.

''Tamam tamam. Maya seninle gelsin, akşam zaten görüşürüz. Hadi oğlum gel bakalım, gidelim biz. '' diyerek Borayı kucakladı Mercan. Bora annesinin omzuna başını yatırıp, şarkı söylermiş gibi mırıldanmaya başladı;

''Düt düüüüüt düt düüüüüt. ''

-

Mercan, akşam ki doğum günü için konağa geçmişti. Evdeki işlere o yardım edecekti. Bu sırada Nefes de, kızı için hazırladıkları diğer sürprizlerle ilgilenecekti. Mayanın da yanında olması, her şeyi daha çabuk halledebilecek olması için büyük avantajdı.

Maya ve Nefes kol kola girmiş dükkanların arasında yürürken, Nefes cebinden bir çift eldiven çıkardı. Mayaya doğru uzattı.

''Maya tak kızım şunları eline. Çok soğuk hava. '' dedi.

Maya, kıpkırmızı olmuş ellerine göz gezdirip, Nefesin uzattığı eldivenleri aldı. Usulca onları giyerken;

''Soğuk havaları çok seviyorum aslında, sıcak havalara göre daha dinç tutuyor. Ama üşütmese iyi olur tabi. '' diyerek güldü.

Nefes etraftaki dükkanlara alıcı gözlerle bakarken, Maya'nın sözlerine onaylayıcı bir tebessüm attı.

''Bizde de Yiğit bayılır kışa. Küççükken, eğer biraz uzun dışarıda kalırsa kardan adam olacağını sanıyordu. '' derken anımsayıp daha da çok güldü Nefes. ''İlk kardan adam yapmayı öğrettiğimizde, o kadar hoşuna gitti ki, her sabah tutturuyordu yine yapalım, yine yapalım diye. Birgün Murat korkutmak için, her gün bu kadar çok karda kalırsan, kardan adama dönüşürsün demiş. Bizim ki de atıyor tabi her şeyi hafızaya. Mantıklı mı geldi artık o an, ne olduysa inanmış. Bir kış boyunca, dışarı zor çıkardık. Okuldan gelince hemen eve kaçıyordu. ''

''Yiğit'in kardan adam olması o kadar imkansız ki. Bi kere olduğu yerde iki dakikadan fazla kalamıyor. Hiperaktif bir kardan adam olur ondan olsa olsa. '' dedi Maya, gülerken.

''Sorma, sorma. Ele avuca sığmaz o. Duran insanı da sevmez. İlla hep bir şeylerle meşgul olucak. ''

-

''Anneeeeeee babaaaa koşun !''

Yiğit'in telaşlı ve heyecanlı sesini duyan Nefes, sıçrayarak doğruldu yatakta. Tahir çoktan kalkmış, panikle üzerine gömleğini geçiriyordu.

''Noldu?''

''Bilmiyorum bizim oğlan bağırıyor. ''

Tahir, odadan çıktığında, aynı kendisi kadar telaşlı olan abisiyle karşılaştı. Mustafa yeğeninin sesini duyduğundan, panikle odadan çıkmış merdivenlere yönelmişti. Balım gözlerini ovuşturarak, aşağıya inen anne, baba, yenge ve amcasını takip etti.

Yiğit, kapıyı açmış zıplayarak el çırpıyordu. Hepsi yanına geldiklerinde, lapa lapa yağan karı, tek bir boşluk bile kalmayacak şekilde kaplanmış pamuk beyazını gördüler.

Tahir oğlunun yanına geçip;

''Oğlum. '' dedi, şaşkınca bakarken.

''Baba bak kar. Bir sürü kar. Hızlı hızlı yağıyor. ''

Arkalarında onları izleyen tüm ev halkı rahat bir nefes alırken, Nefes dolu gözlerle oğlunu izliyordu. Ne kadar saf ve tıpkı kar kadar beyaz heyecanlara düşüyordu. Minik elleri, kar'ı tutmak isteyerek göğe yeltendiğinde, avucuna düşen soğuk taneler gıdıklarmış gibi kıkırdıyor, bu sonsuz beyazlığı büyülü bir masal sayfasıyla eş tutuyordu.

O, geceliğinin üstündeki hırkayı sıkı sıkı kavrarken, Tahir evin eşiğinden, dışarıya doğru birkaç adım daha atıp kaşlarını çattı. Bu sırada, Yiğit'in iyi olduğundan emin olan Asiye çoktan çaydanlığı sobanın üstüne koymuştu. Mustafa ise kızının saçlarını okşayarak, kar'ı izliyordu.

''Nefesim. '' dedi Tahir. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu, her halinden belli ediyordu.

''Noldu? ''

''Ya bi baksana buraya ne olmuş böyle. '' derken yeri süzüyor ve telaşla olduğu yerde dönüyordu Tahir.

Nefes panikle yanlarına doğru gitti. Eşikte bekleyen oğlunu aşıp, kocasının yanına çıktı.

''Nolmuş? '' diye alıcı gözüyle aynı yere baktığı sırada, saçları arasından teniyle kavuşan soğuğu hissetti. Sıçrayarak, doğrulduğunda, Tahir muzur gülüşüyle Nefese bakıyordu. Koca bir avuç karı Nefesin ensesinden aşağı atmıştı. Yiğit ve Balım kahkahalar atarak asılı olan montlarına uzandılar. Bu oyuna katılmak için harika bir fırsat yakalamışlardı.

''Ula başlayi yine bunlar Asiyeeeeeeeeee, koş koş .'' diyen Mustafa, mutfağa doğru seslenirken bir yandan da keyifle gülüyordu.

Nefes kaşlarını yalandan çatıp, ayakları altında yükselmiş olan kara uzandı. Ellerince büyük bir kartopunu özenle, havaya kaldırdı.

''Demek savaşmak istiyorsun. '' dedi adım adım Tahire doğru yürürken.

Tahir iki elini havaya kaldırmış;

''Savaşmak mı? Asla.'' derken Nefes'e hayranlıkla bakıyordu.

Nefes gözlerini kocaman açıp, kartopunu aniden Tahirin yüzüne attı.

''O zaman kesinlikle, serinlemek istiyorsun. '' dedi gülerek.

Tahir, kaşlarına ve sakallarına takılan karlarla olduğundan daha tatlı gözüküyordu.

''Bunu sen istedin Nefes Hanum. '' dedi. Nefes, Tahirin hamlesini hesap edemiyor ama boyun eğmeden öylece onu izliyordu.

Balım ve Yiğit çoktan karın içinde debelenirken, gürültüyü anca duyan yangazlar, uykulu halleriyle kapıda belirdiler.

''Donacağı için bu kadar sevinen başka bir aile var midur acaba ikizum? '' diye soran Murat ve uykusuzluğuna yakınarak kafasını sallayan Fatih'in sesini duyan Nefes, onlara doğru döndü.

''Gelsenize siz de. '' dedi neşeyle.

Murat kaşlarını kaldırıyor, Nefese acır gibi bakıyordu.

''Yenge dikkat et, yenge ! '' dediği anda, Nefes hiçbir şey fark etmeden beyazlar içinde yükselmişti. Tahir'in üşümüş yüzü ama hala sıcacık kalan nefesi yüzünü turlarken, Nefes tıpkı kundakta bir bebek gibi kucağında uzanıyordu.

''Yakaladım seni kar tanesi. '' dedi fısıltıyla Tahir. ''Sen bu gökyüzünün en beyaz kar tanesi olabilir misin? '' diye sordu. Bakışları davetkar bir cesaretle Nefesin dudaklarını izliyordu.

''Aynı zamanda en şanslı kar tanesiyimdir. Bundan bahsetmiş miydim? '' derken, Tahir'in boynuna kollarını sardı Nefes.

''Bahsetsen nolur, ben seni bin defa dinlerim yine aynı yerden. '' diyen Tahir, Nefes'e giderek yaklaşmıştı.

Lapa lapa, sanki eşsiz bir sırayla gökten inmişlercesine yerlerini bulan kar taneleri, etraflarından sessizce geçiyorlardı. Ve bu huzurlu an içinde Nefes, Tahir'in gözbebeklerinde kendine baharlar seçiyordu. Beyaz renge ne de çok yakışıyordu masumiyetleri...

Kafasını göğe doğru kaldırıp, yüzüne doğru hareketlenen taneleri izledi Nefes. Tıpkı Yiğit gibi, o da taze bir neşe içinde gülüyordu. Esir hayatları boyunca, bu sonsuz beyazlığı ancak bir camın ötesinden izlemişlerdi. Her şey asıl tadını buluyor, tüm mevsimler olması gerektiği gibi hayat veriyordu onlara.

Tahir hareketlenip birkaç adım daha attı. Karın hiç el değmemiş, oldukça yüksek birikintisine Nefesi kuş misali bıraktı.

''Kartopu savaşı başlasııııın ! '' diye bağırdı, gülerek.

Nefes daha da büyüyen gülüşüyle neşeli kahkahalar atarken, Tahir kendi bedenini de karısının yanına bıraktı. Eline uzandığı Nefesi, bu kara kışa bile meydan okuyacak bir güneş taşıyordu, gözlerinde. Ve nasıl oluyorsa oluyordu, o güneş tüm mevsimleri, her gün pencerelerinin önüne bırakıyordu.

Tüm mucizeleri, iyilikleri, bazen olağanüstü şaşkınlıkları, tarifsiz sürprizleri hep bu bedeni tüy kadar hafif olan ama yüreğinin ağırlığıyla mest olduğu kadın sunuyordu ona.

Bahar adamının, kıymetli kar tanesi... Tüm beyazlardan daha beyaz, tüm yarınlardan daha aydınlık nefesi. Ciğerlerine koca bir ömür çeker gibi, derince soluklandı Tahir. Bu gizli şükrünü, yalnızca kendisi bilecekti. Bir de üstlerine keyifle atlayan oğullarının, onları hep anlar gibi bakan gözleri... ''

-

''Kız Balım, ne süzüldün öyle ya. Annen gelecek kızacak şimdi, fırında kaldı tepsi. '' derken hamurun içinde kalan unlu elleriyle, Balıma doğru yürüdü Mercan.

Balım eve geldiğinden beri, yaşadığı şeyin tuhaflığını düşünüyor, kendini bu düşten alamıyordu.

''Tamam Mercan abla ya. Beş dakikası daha var onun, aklımda. '' diyerek, kaşlarını çattı Balım.

''O, aklında da, aklın nerde kim bilir? '' derken sorar gibi, baktı gözlerine Balımın, Mercan.

Aniden, savunmak ister gibi telaşa düşen Balım;

''Nerde olacak ya, burada işte. Börekte. Yesek artık şunları. '' dedi. Gözlerini sık sık kaçırıyordu Mercandan.

''Hadi bakalım öyle olsun. ''

Saniye, yaşlı adımlarıyla merdivenleri uzun bir sürede indi. Üzerindeki elbisenin yakasını elleriyle tutuyordu.

''Balum, ha bunin iğnesini yap kizum. Annen nereyedur?''

''Borayı uyutuyor yukarda. ''

Balım hemen kalkıp, babaannesinin elindeki iğneyi tuttu. İki yakasını düzelterek, birleştirdi. Elbiseyi kendi diktiğinden, duruma oldukça hakimdi.

Moda tasarımında artık belgeli bir başarısı olduğu için, evdeki herkesin kıyafetlerinden sorumluydu. Babasına çeşit çeşit takımlar hazırlayarak, yılların Mustafa Kaleli tarzını bile yıkıp geçmişti. Bu Balımın en haklı gururuydu.

''Tamamdır babaannem halloldu bu. '' diyerek gülümsedi. Babaannesinin yanağına bir öpücük bıraktı.

''Güzel kizum benum. Oyy, mis saçlum. Her şey hazır mi? ''

''Hazır tabi. Mercan abla hızır gibi yetişti valla. '' derken az önce bahsini ettikleri, böreğe bakmak için fırının yanına geçti Balım.

Saniye, Mercan'ın da sırtını sıvazlayarak;

''Allah razı olsun kızım. Yorduk seni de '' dedi.

''Aaa oldu mu şimdi Saniye teyzem, yeğenimin doğum günü bugün. Ben yapmıycam da kim yapacak bunları? '' derken, var gücüyle hamuru yoğurmaya devam etti Mercan.

''Ah iyi ki doğdu, gözünün ışığını sevduğum. '' diyerek oturup, huzurla gülümsedi Saniye. Gözünün önüne, küçük torunu Elizya geliyor daha da neşeyle gülümsüyordu. ''Ha onun anası nereyedur? Bu saat oldu kimse toparlanamadi yine. Sonra deyince ben suçli olıyrım. ''

''Nefes, Elizyanın hediyelerini toparlamaya gitti. Koşturup duruyor sabahtan beri. Bizden çok yorulmuştur şimdi, hava da soğudu. '' derken, gözlerini mutfak penceresine çevirdi Mercan. Rüzgarın hiddeti, yerinde durmayan ağaç dallarından belli oluyordu.

''Hemen de koru kardeşini, aman laf söyletme. '' diyerek, güldü Saniye.

-

''Nefes çantasını almış, evden çıkmak üzere hazırlanmıştı. Kapıyı olabildiğince sessiz açıp, adımını eşikten dışarı attı. Yürümek için hareketlendiğinde, kapının önünde oturan Mercanı gördü. Arkası dönük halde oturuyor ve öylece karşılara bakıyordu.

Nefes, olabildiğince sakin bir sesle, yaklaştı;

''Mercan. ''

Sesi duyan Mercan, aniden döndü Nefese doğru.

''Günaydın. '' derken, tereddüt içinde bir tebessüm sıyrıldı dudaklarından.

Nefes, meraklı gözlerle onu izliyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Mercan, acısı dışında, hiçbir huyuna şahit olmadığı biriydi. Onu anlamak için, onu uzun uzun seyretmesi gerekebilirdi.

''Konuşabilir miyiz? '' dedi Mercan, konuşmak istediğini belli eden kararlı gözleriyle.

''Tabi. ''

Nefes de, Mercan'ın yanına oturduğunda, ellerini birbiriyle kavuşturdu. Endişeli ve bolca stresliydi.

''Belki de çok önceden konuşmamız gerekirdi. Ama çok öncesinde konuşacak mecalimiz yoktu. '' dedi Mercan, gözlerini mümkün olduğunca Nefesten kaçırarak.

Nefes sadece dinlemekle yetiniyor, söz hakkını tebessümle geçiştiriyordu.

''Beklenmedik şeyler, beklenmedik zamanlarda bizi buldu. ''

''Benim bu memlekete ayak basışımdan beri. '' dedi Nefes. Haline acır gibi buruk bir tebessümle yumdu gözünü.

''Sen gelmeden önce de, benden hiç beklenmeyen şeyleri yapmışlığım var. '' derken sesi şaşırtıcı derecede net olan Mercan, Nefesin ona bakmasını bekledi. Nefes ne söylemek istediğini anlamak için derince baktı Mercana.

''Benim dünyam, işte bu kadardı Nefes. Bu köy kadar. Bizim evin en dip odasından, Kaleli Konağın en üst katına kadardı benim dünyam. Ötesi yoktu, berisi yoktu. Biz Saniye teyzelere yemeğe giderdik, annemler oturmalar yaparlardı çaya giderdik, ben Kaleli Konağa ancak öyle girerdim. Otururken böyle hep üst katı hayal ederdim. Asıl yuva orada derdim kendime. Asıl yaşamak bu evde derdim. Gözüm hep konağın duvarlarını tarardı. Her köşesini inceler, izler evim olacak yeri ezber ederdim. Bi hayali yaşamak gibiydi. ''

Tüm cümleleri boyunca, engel olmaya çalıştığı acizlik, hatrına düştükçe dilinin ucuna kadar geliyordu Mercan'ın. Sesi titremeye başlamıştı. Nefes ne diyeceğini kestiremiyor, dolan gözlerle sadece onu dinliyordu.

''O da yetmezdi. Tahir'i gördüğüm iki saniyelik zamanları ezber ederdim. Hani okullu çocuklar, merasimler için şiirler ezberler ya, ben de onu ezberlerdim. Ne yer, ne giyer, ne zaman güler, ne zaman kızar, ne denince sevinir, ne duyarsa üzülür, her şeyini, her şeyi ezber ederdim. Tahir bi defasında böyle uzunca bakıp güldü bana, kalbim nefesimi bastıracak gibi olmuştu. İzlediğim gözler, beni izlemişti. Belki üç dört saniyelik bir şeydi. Ama beni mest etmişti. Sonra, aynı gülüşü, aynı bakışı Nazara, annesine, yengesine hatta kardeşlerine de attığını gördüm. Ama sevinmiştim ya bi kere, sadece bana özel sanmıştım ya, hiç bozuntuya vermedim. Hep özel kalsın diye, kör kalmayı yeğledim. Benim tüm günüm ona kavuşmayı bekleyen cümlelerle geçerdi. Annem, Saniye Hanım, komşular herkes benim aptal sevdamı bilir, üstünde tepinirlerdi. Dışardan bakar, iki köklü ailenin, iki yaşıt evladı der, olur bu iş diye umut dolu sözler ederlerdi. Ben de zaten kanmak istiyorum ya, işime gelirdi. Hep kandım. Hep kandırdım kendimi. O güne kadar... Senin geldiğin güne kadar. '' derken, gözüne düşen nemle birlikte Nefese döndü Mercan. Bakışlarında bir öfke, bir sitem, bir duygu yoktu. Bu Nefesi daha da telaşlandırıyordu. Ne yapmalıydı hiç bilemiyordu.

''Mercan ben, çok...''

''Dur Nefes. Bugün açıklama yapması gereken kişi sen değilsin. Benim. Benim kendime bu açıklamayı yapmam gerek. Kendimi kandırmadan yapmam gerek. '' dedikten sonra yutkundu Mercan. Sonra derin bir nefes daha aldı ve devam etti...

''Pazarda gördüm seni ilk. Çok güzeldin. Akmış bir makyaj, neden olduğunu bilmediğim yaralar ama güzel gözler. Asiye ablanın böyle pazara gelecek kadar çok sevdiği insan, azdır. Öyle herkesi takmaz koluna. Ama seninle gülerek alışveriş yapıyor. Dedim ki, bu kızda bir şey var. İzliyoruz böyle annemlerle sizi. Birden Tahir geldi...Her zaman ki gibi, ezber ettiğim gibi delice geldi. Ama ezberimi bozan bir şey vardı, gözleri ilk kez, bu renk bir öfke taşıyordu. Seni kolundan tuttu, gözlerini senden bir saniye bile ayırmadan, seni izleyerek, sana çattı kaşlarını. Ben Tahirin her deliliğini gördüm Nefes, ama o gün, o bambaşka bir duyguyu sırtlanmıştı. Siz tartıştınız, sen onun yakasına yapıştın. Sen, Tahir'in yakasına, tüm yaralarına rağmen yapıştın ve onu silkeledin. Sen o gün, Tahir'i kendine getirdin. '' diyerek gülümsedi Mercan. Nefese bakıp, hayranlıkla daha da büyüttü gülümsemesini.

''Sonra bi akşam, yemekte karşılaştık. Yeri geldiğinde, kendi montunu bile çıkarmayı unutup, hemen yemeğe oturan adam gitmişti. Yerine annemlerin nefretle baktığı ve canını yaktıkları kadını, tıpkı bir bebekmiş gibi gözünden sakınan, onun kabanını canını acıtmadan çıkaran, o sofrada nasıl yemek yiyecek şimdi diye derde düşen bir adam gelmişti. Benim ezberim, hafızamdaydı ama o ezber aslını kaybetmişti artık. Ben, herkese aynı olan gülüşü bir defa bana değdi diye sevinirken, şimdi hiç kimselere değdirmediği bir bakışı, seni incitmekten korkarak, sana sunuyordu. Evet, Tahir Kaleli koskocaman ömrünü ilk defa bir sevdaya kaptırmıştı. O gün, beni yemeğe götürdü ya hani. Seni o merdivenler de bıraktık. Aslında, bıraktığı bendim Nefes. Hiç tutmamıştı beni, hiç kavuşmamıştık, hiç farkıma bile varmamıştı ama bir insan, bir insanı tutmadan da bırakırmış meğer. ''

Mercan, bu kadar net ve bu kadar dobra bir konuşmayı kendi kendine dahi yapmamıştı. İlk defa, içindeki bir şeylerin hafifliğe kavuştuğunu hissediyordu.

Nefes gözündeki yaşlara hakim olamazken, Mercan dolan gözlerine inatla, o yaşları serbest bırakmıyordu.

''Şimdi diyeceksin ki, Mercan bana bunları niye anlatıyorsun? Anlatıyorum çünkü herkes, sen de dahil bu hikayenin suçlusunu kabullendiniz. Bu hikayenin suçlusu sensin. Sen Mercanla Tahiri ayırdın. Sen Mercan'ın kendisini kesmesine sebep oldun. Ona sevda yarası çektirdin. Sonra itin biri geldi, bu sevdayı kullandı, Mercanı astı. O it de zaten senin yüzünden geldi. Sürmene yıkılsa da altında kalsan. Keşke hiç olmasan, hiç karışmasan hayatlarımıza Nefes. '' dedikten sonra bu kez öfkeyle döndü Nefes'e.

Nefes, artık kan çanağı gibi olmuş ve yumdukça ağırlık veren gözlerini endişeyle çevirdi Mercana.

''İşte dinledin. Benim gözümden dinledin bu hikayeyi. Gerçekten de suçlu olduğunu düşünüyor musun Nefes? Bunu kendine neden yapıyorsun? '' dedi Mercan. Öfkesi içine sığmıyordu. Ayağa kalktı.

''Mercan ben anlamıyorum. '' dedi Nefes, gözlerini silmeye çalışırken.

''Ben de seni anlayamıyorum. Aklımın alamayacağı kadar güçlü olan bu kadın, nasıl olurda kendini her şeyin sorumlusu ilan edenlere, evet haklısınız der bunu anlamıyorum. '' diyerek bağırdı Mercan. Öfkesinin sebebi Nefes'in şimdi ki pes etmiş haliydi.

Evin bahçesine giren ve ikiliyi konuşurken gören Kaleliler, ne yapacaklarını bilemez halde oldukları yerde kalmışlardı. Ama varlıklarını belli etmemek için, çıt çıkarmıyor, gözlerinin göreceği alana ilerlemiyorlardı. Galiba, bu iki kadının sebebini bilmedikleri hareketli konuşmalarına, kulak misafirliği etmek, hepsinin isteğiydi.

''Ben, senin hayalini kurduğun şeylerin üstüne geldim. Tamam isteyerek yaptım diyemem, sadece yanlış bir zamandı. Ama Mercan, ben geldiğimden beri, bir şeylerin hep tersine gittiği gözle görülür bir gerçek. '' dedi Nefes, kabullenir sesiyle.

''Ne sanıyorsun Nefes? Gelmesen biz Tahirle evlenirdik mi sanıyorsun? Deli Tahir, sevmediği bi kadını sırf o seviyor, sırf annesi istiyor, sırf öyle gerekiyor diye alır mıydı sanıyorsun? Hadi diyelim bir kıyamet koptu ve bu yaşandı, peki o evlilik nasıl olucaktı? Mutlu, mesut ve huzur dolu mu? Benim kocamı doyurmak için her gün özenerek kurduğum şahane bir masa, o masaya mutsuz oturan bir adam. Sırf günlerimiz geçsin diye herkese baktığı gibi bakan bir adam. Onu mutlu etmek şevkini, bir süre sonra yorgunlukla bırakan ve mutsuzluğa teslim olan bir kadın. Mutsuz çocuklar. Sonu gelmeyen yalanlar. Sahte gülüşler. Bunları mı reva görüyorsun bana ve Tahire. '' derken Nefese doğru biraz daha eğilerek, anlamasını umar gibi gözlerine baktı.

''Felç kaldığımdan beri düşünüyorum Nefes. '' derken, tüm mücadelesini ettiği yaşlarını, nihayet serbest bıraktı Mercan. Sonra yeniden oturdu Nefesin yanına.

''Ben ne yaptım diye düşünüyorum. Kendimden nefret ediyorum. Kendime kızıyorum. Kendime küsüyorum. Ama en çok onlara, onlara duyuyorum bu öfkeyi. Ben kendimi ısrarla kandırırken, bana ''ne yapıyorsun sen? '' demek yerine, daha da kandıranlara. Aileme... Bana ömrüm boyunca, ilk kez kim ne yapıyorsun diye sordu biliyor musun Nefes? ''

Nefes, ellerini başına dayamış çaresizce dururken, kafasını Mercana çevirdi.

''Kim? ''

Mercan, minnetle gülümsedi.

''Sen... Bileklerimi kestiğim zaman, o hastane odasının kapısında bir dünya insan vardı. Ama hepsi ne diye bağırıyordu hatırlasana. 'Senin yüzünden, yok senin yüzünden, rezil ettin bizi, bizi bu hallere düşürdün ' falan filan. Seni, benim annem elleriyle hırpaladı. Ama sen, benim yanıma geldin. Hepsi gibi yükseldi sesin. Hepsi gibi sitem doldu gözlerin. Ama sen ne dedin Nefes? '' derken hıçkırıklarını bastıramaz oldu Mercan. '' Bi adam için mi yaptın? Bunu kendine nasıl yaptın? nasıl yaparsın ? '' dedin. O kalabalık, birden tek bir kişiye düştü. Sadece sen vardın. O kadar haklıydın ki. Ben kanıyordum, ben ölüyordum. Hem de ne için? Kendimi kandırmak için. Ben bunu hak etmiyordum. Ama ben ne hak ediyordum? Ben kendimi bilmiyordum Nefes. Bu sefer kendimi aramaya başladım. Hayatı boyunca Tahirle evlenmek için hazırlanmış, bunun için kandırılmış bir kız ne yapardı bilemedim. Sonra da bunun bunalımı sardı içimi. Tahiri seviyor muyum, yoksa hala kendi yalanımın içinde miyim bilemedim. Ben yorulmuştum. Ben çok yorulmuştum. ''

Nefes, Mercanın bir yandan saçlarını okşarken, bir yandan da akan yaşlarını siliyordu. O kadar zordu ki. Sevdiği adamı, ondan daha uzun süredir tanıyan bir kadının yaralarını izliyordu. Açılan yarayı kapatmak, ancak kendi teninde nasip olmuştu Nefese. Çok zor geliyordu bu an. Bu an bitsin istiyordu.

''Sonra bana o mektubu yolladın. Güçlü ol dedin. Benim, işte o an, ne yapmam gerektiğini anladığım o an, sihirli gibiydi. Nefes, sen bana güçlü olmayı öğrettin. Sen hepimize güçlü olmayı öğrettin. Evet, kabul ediyorum senden önce hepimizin hayatı daha sakindi, daha yarasız, daha normaldi. Ama hayır, daha güçlü değildik. Meğer biz hiç savaşmamışız ki, hiçbirimiz. Elimizi taşın altına hiç koymamışız, birbirimiz için bile. İnsan savaşmazsa, güçlü olup olmadığını nasıl anlar ki? İnsan fedakarlıklar yapmazsa, iyi olup, olmadığını nasıl anlar? İnsan hiç tanımadığı bir mazlumla karşılaşmazsa, nasıl tanır vicdanını? Sen bizi, bizle tanıştırdın. Tamam, zor oldu. Canımızla sınandık. Korkulu günler bıraktın, benim her gün ezber ettiğim o küçük dünyaya. Ama sen benim dünyamı büyüttün. ''

Nefes, almaya ihtiyacı olan desteği, hem hiç beklemediği insandan, hem de hiç beklemediği bir bakış açısıyla alıyordu. Günlerce, aylarca yüzüne vurulan 'sen suçlusun' ithamından, onu yumuşacık bir el sıyırıyordu.

''Sen güçlüsün Nefes. Çünkü sen hep savaştın, hep fedakarlıklar yaptın. Biz hayatında yokken bile. Senin kimseye, iyiliğini, vicdanını, sabrını, gücünü ispatlamaya ihtiyacın yok. Bu, çok sevdiğin adamın ailesi olsa bile. Bizim birkaç ay da canımızla cebelleşmemize sebep olan, başa çıkamadığımız adamla onca yıl geçirip sağ kaldın. Üstüne de, eşi benzeri bulunmaz pırlanta gibi bir erkek evlat büyüttün. Sen, daha kime neyi ispatlayacaksın Nefes? ''

Mercan'ın cümleleri sanki can buluyor, okşuyordu Nefesin saçlarını. Mercan'ın sözleri sanki fer bulup okuyordu tüm kalbini.

''Ben ensesine vur, ekmeğini al bir kızdım. Ben seviliyordum, ben gelin olmaya layıktım. Ama şimdi? Şimdi aslında sevilmemin, bana bir haksızlık olduğunu anlıyorum. Bana yakıştırılanın, beni engelleyen bir şey olduğunu anlıyorum. Sen güçlüsün, sen kimsenin iradesi altında kalmıyorsun, sen haklısın ve sen hep haklı kalıcaksın. İşte bu yüzden ağır geliyorsun Nefes. Senden çok daha büyük olan, ama senin verdiğin sınavların yarısını bile vermemiş olanları vicdanlarıyla yüzleştiriyorsun. Yüzleşmemek için, tıpkı benim yıllarca yaptığım gibi kanmayı tercih ediyorlar. Kör olmak istiyorlar. Ama illa ki görücekler. Bırak, görmeyi öğrensinler. Burunlarının ucundan ayrılma, kaçma ki, seni görmeden edemesinler. Kör kalmak bu kadar kolay gelmesin onlara Nefes. Olmak istediğin yere dön. Tahir'in sevdasına ve o eşsiz bakışına sarıl. İnan ki bu beni bile ısıtır. '' dedikten sonra hiç beklemeden, sarıldı Nefese Mercan.

İçini tüm gerçekliğiyle dökmüştü. Mercan, sadece Nefese değil, kendine çoktan yapması gereken açıklamayı yapmıştı. Tahir onun için, çok sevdiği bir alışkanlıktı. İzlemek ve ezberlemek, hayatının bir amacıymış gibi üzerine yapışan bir alışkanlık.

Sevda olsa, bu kadar kanatmazdı çünkü. Bu kadar kanmasına müsaade etmezdi. Bu kadar acıyı, hiç mutluluk getirmeden süpürmezdi Mercan'ın kıyısına. Bütün bunların sevda olmadığını, anladığı gün, aynı zamanda ayağa kalkıp, yürüdüğü gündü.

Mercan, herkesin fikriyle, kendi hayalini süslemiş, içindeki tüm gerçek duyguları onu sevmeyen bir adama teslim etmişti. Bilinçsiz bir körlük, onu mutlu eder sanmıştı. Ama asıl mutluluğu, gözleri açıldığında hissetmişti. Kendini kandırarak, kendine yaptığı bu acımasızlığı, ancak görmeye inatla devam ederse telafi ederdi. Ona güçlü olmayı öğreten, güzeller güzeli kan kardeşi onun elinden güvenle ve şüphe duymadan tutarsa mutlu olurdu.

Tüm konuşmayı, tarifsiz duygularla dinleyen Kaleli ailesi, Mustafanın sessiz komutuyla bahçeden çıktı. Tahir, olduğu yerde kalakalmış annesini izledi uzunca bir süre. Kör kalması artık imkansız olan Saniye Hanımın telafisi ne olacaktı? ''

-

Tüm gün, unutulduğunu düşünen Elizya, sitem dolu ve küskündü. Öyle ki, okulda bile gülmemişti. Arkadaşlarının, öğretmeninin doğum gününü kutlaması onu tatmin etmiyordu.

Sabah bir umutla uyanıp, buzdolabını ve annesinin gizli mutfak dolabını incelemişti. Ama doğum günü pastasını bulamamıştı. İşte bu Elizya için gerçek bir yıkımdı. Abisinin işten gelip, yorgun bir şekilde yatağına yatışını izlemiş, herhangi bir hediye saklamadığından emin olmuştu. Babasının da gözü hiçbir şey görmemişti tüm gün. Okula bırakılırken bile, o güne özel bir muamele görmemişti. Sürpriz ihtimali bile bitmişti Elizya için.

Bıkkın adımlarını okulun dışına taşıdığında, elleri cebinde onu bekleyen abisini gördü. En yakın arkadaşlarının bile onun kadar muhteşem bir abileri yoktu. Elizya, bu dünyanın en şanslı kardeşi olduğunun farkındaydı. Ama mutsuzluğu şuan her şansının önüne geçiyordu.

Yiğit hemen, yanına gelen kardeşinin sırtındaki çantaya uzandı.

''Nasıl geçti bakalım bugün? '' dedi, çantayı kendi omzuna takarken. Elizya kafasını yerden hiç kaldırmadan, abisinin elini tuttu. Okul bahçesinden çıkmak üzere, yola doğru yürüyorlardı.

''Her zamanki gibi. Sen niye geldin? '' diye soran Elizyanın keskin sesi Yiğit'i gülümsetiyordu.

''Maya ablan geldi bugün yanıma. Bugün bi değişiklik yapalım, sen işten erken çık ve beni Elizyanın okuluna götür dedi. Ondan geldim. ''

Elizya, abisini sitemle dinlerken birden ışıldayan gözleriyle kafasını kaldırdı.

''O da mı burada? '' dedi neşeyle.

''Evet, arabada bekliyor. Hayırdır, benim gelmemden daha bi mutlu oldun sanki? '' derken muzur bir tebessümle seyretti kardeşini Yiğit.

''Tabi daha çok mutlu oldum. Maya abla beni çok seviyor. '' diyerek sitem eder gibi, gözlerini devirdi abisine Elizya.

''Seni benden çok kimse sevemez bi kere, cadı. '' dedikten sonra durup, kardeşinin boyunca çöktü Yiğit. ''Abiler bu dünyada herkesten çok, kardeşlerini severler. '' dedi.

Elizya, abisinin yüzüne bakıp tebessüm etti. Yanağından kocaman öptü. Minicik yüreği sevilmek ve yeni yaşını herkese kutlatabilmek için çırpınıyor olabilirdi ama kimsenin bilmediği bir şey daha vardı; Kardeşler de abilerini, bu dünyada ki her şeyden çok severlerdi, doğum günlerinden bile daha çok. Kocaman, koskocaman severlerdi.

Mutlu bir şekilde, sıkı sıkı tutulmuş elleriyle, nihayet okul bahçesinden çıkan Elizya ve Yiğit'i, arabanın önünde bekleyen Maya karşıladı.

Mayayı görür görmez, sevinçle koşarak sarıldı Elizya.

''Ohh Elizyam geldi sonunda. '' derken, sıkı sıkı sardı küçük kızı, Maya.

''Bir dahakine biraz daha erken gel Maya abla, sana okulumu gezdiririm. '' diyerek arkalarında kalan okullarına çevirdi kafasını Elizya. Yiğit bu sırada, okul çantasını arka koltuğa bırakmıştı. Gülerek döndü ikisine.

''Okul bu okul. Turistik park gibi bir de gezmeye mi gelicez. Gördüğün yerde kaç Maya. '' dedi.

Maya, gülerek devirdi gözlerini;

''Güzelim, abin böyle şeyleri anlamaz. Onun aklı fikri kaçmakta olduğu için. ''

''Çok doğru. Ben bi tek bu iki güzel kızdan kaçmam. Ama onlarla her yere kaçarım. Şimdi söyleyin bakalım, nereye kaçıyoruz? '' derken göz kırptı Yiğit.

Elizya ellerini çırparak, zıpladı;

''Yaşasın sonunda, bugün bana bir soru soruldu. '' dedi.

Maya, bu neşeye, gülerek bakıyordu. Elizyanın saçlarında gezdirdi ellerini.

''O büyük parka gidebilir miyiz abi? '' dedi Elizya, ikna etmeyi umarak.

Yiğit bunu duyacağını sanki biliyormuş da, tepkisini önceden ayarlamış gibi;

''Ya hayır ya. Koca parkta rezil oluyorum Elizya. Başka yere gidelim. '' dedi.

Maya anlamayarak;

''Neye rezil oluyorsun ya? '' diye sordu.

''Abim kendini kaybediyor da orda Maya abla. '' derken eliyle ağzını kapatıp, kıkırdadı Elizya.

Maya, Elizyaya göz kırpıp arka koltuğun kapısını açtı;

''Sen bin bakalım prenses, büyük parka gidiyoruz. '' dedi.

Yiğit'i kaybetmek değil belki ama Yiğit'in kendini kaybettiği anları korkusuzca izleyebilirdi Maya. Çünkü Yiğit istediği kadar kaybolsun, yine kendinde bulurdu onu.

-

''Büyük dalga geliyooooooor. Sıkı tutunun ! ''

Yiğit kendini top havuzuna bırakmak için hazırlanırken, kollarını iki yana uzun uzun açmış, yüzüne de azimli bir ifade kondurmuştu. Bir süre sonra Elizya ve birçok çocuğun olduğu havuza attı kendini. Çocuklar coşkuyla gülüyor, hızlı hareketlerle, renkli toplar arasında kaybolan Yiğit'in üstüne çıkıyorlardı. Yiğit numaradan, kalkamıyormuş gibi yaptıkça, telaşla üstünde duran topları çekmeye çalışıyorlardı. Tüm çabalarıyla toplarla boğuşan çocukları, birden ayağa kalkarak sırasıyla kucaklıyor, tek tek platformun zıplayan kısmına çıkarıyordu Yiğit. Etrafı bir anda çocuk kahkahalarıyla doluyor ve onlar güldükçe o özenli gülüşü yüzüne yayılıyordu.

Maya ise bu eşsiz anı, kucağına bırakılmış montlarla birlikte oturduğu banktan izliyordu. Bu, hayatında görüp görebileceği her manzaradan daha güzeldi. Gerçek bir güzellik, her şeyden öte, gerçek bir gerçeklikti.

Elizya, abisinin sırtına çıkmış atçılık oynarken, Yiğit;

''Eve doğru sürmemi ister misiniz prenses? '' diye sordu.

''Biraz dahaaaa. '' diyerek mızmızlandı Elizya.

''Tamam , on dakika daha duralım ama ben dinleneyim artık. Olur mu? Hem Maya ablan da yalnız kaldı bak. '' diyerek, gözlerini onları hayranlıkla izleyen sevgilisine çevirdi, Yiğit.

Elizya durumu kabul edince, kardeşini dikkatle indirdi sırtından. Bütün oyunlar sırasında dağılan üzerini toparlamaya çalışarak, Mayaya doğru yürüdü.

''Sen hep böyle güzel mi bakarsın? '' diye sorduğu sırada, Maya'nın alnını öpüp yanına oturdu.

''Güzellikleri izlerken evet. '' dedi Maya, minnetle gülümserken. ''Elizya, abim kendini kaybediyor dediğinde, bu kadar güzel bir kayboluş olacağını tahmin edememiştim. ''

''Ya dayanamıyorum, oynarken buluyorum kendimi. Cadı da biliyor ya, her seferinde buraya getirtiyor beni. ''diyerek güldü Yiğit.

''O kadar eğlendi ki. Şu haline bak, yüzüne renk geldi resmen. '' derken hala top havuzunda debelenen, Elizyayı izledi Maya. '' Ben, küçükken bizimkiler beni parka getirdiklerinde öylece dururdum. Hiç eğlenceli gelmezdi. Salıncaklar bir anda hızlanıyordu, ayaklarımı yere koyunca durmazlarsa diye çok korkuyordum. Kaydıraklardan da elektrik çarpıyordu. Plastik oldukları için, önünden biri kaydığında sürtünmenin azizliğine sen uğruyordun. Korku filmi gibiydi benim için. '' derken çocukluğuyla alay eder gibi güldü.

''Yok artık ya. ''diyerek eşlik etti o gülüşe Yiğit. ''Bu kadar düşünülür mü ya, oyna gitsin işte. ''

''Öyle diyorsun ama öyle olmuyor işte. ''

Yiğit susup, sadece Mayayı izlemeye başladı. Etrafa tüm sevecenliğiyle bakan, arada bir Elizyayı izleyerek iyi olduğundan emin olmaya çalışan, sonra yeniden gülümseyen ve bir anda oldukları yeri sıcacık yapan hallerini izledi.

''Annem, babam ve benim bir fotoğrafımız var, ilk fotoğrafımız. Odamda, baş ucumda durur. Orda da böyle bir bankta oturuyoruz tabi manzara kaydıraklar, salıncaklar değil, iki aşığın heykeli ama olsun. O anı anımsadım sanki. '' dedi Yiğit, an'ı minnetle gözlemleyerek.

''Öyle mi? Anımsatan şey ne peki? '' diye sordu Maya, tebessümle.

Yiğit aynı derin bakışlarını Mayanın gözbebeklerine sabitledi.

''Biz. '' dedi, gülerek. ''Yani o fotoğraf karesinde, üç çocuğuz sanki. Annemin ve babamın bakışları da en az benim kadar masum. İkisi de bir şeyi fark etmekle, fark etmemek arasında gidip geliyorlar. İkisi de az sonra büyük bir hata yapıcaklar. Ama o hata, izin vermeyecek yolların ayrılmasına. Bir mücadele, bir mucizeyi doğurucak. Sonu mutsuz biten bir aşkın heykeline , imrenmeyecek kadar güzelleşecek her şey...''

Yiğit, o günü anımsayarak tatlı bir gülümsemeyle konuşuyordu. O fotoğrafı değiştirmek istemişti hep. Annesiyle babasının, her şeye inat, o fotoğrafta sarılmalarını mümkün kılmak istemişti... Yiğit, birçok anı, birçok şekilde değiştirmek hatta çok kötü olanları, muhteşem anlarla takas etmek istemişti. Ama o ilk fotoğraflarının bambaşka olmasını deli gibi istiyordu.

Şimdi kalbine yoldaş ettiği, sevdiği, sevdasının nefesi Maya ile bir bankta en masum halleriyle çocukları ve çocukluklarını izlerken aklına değişen zaman düşmüştü. Belki yaşananları değiştirmek mümkün değildi, ama kaderin yönünü bir yerden sonra değiştirmek mümkün olabiliyordu.

Maya pür dikkat dinledi Yiğit'i. Canlı gözlerine hayranlıkla bakarak;

''Biz, bu saydıklarının neresindeyiz peki? '' diye sordu.

''Biz şanslı bir bankta oturuyoruz. Çünkü şimdi sana sarılmak için bir mucizeye ihtiyacım yok. Senin bana kollarını açman dışında, hiçbir şeye ihtiyacım yok. '' dedi Yiğit.

Maya, içine sığmayan huzurla ellerini Yiğit'in yüzünde gezdirdi.

''Çok güzel bir çocuksun. Hiç büyüme ve beni de kat o ruhuna. '' diye fısıldadı. Kollarını iki yanına açarak, Yiğit'in sarılmasını bekledi. Yiğit, kokusunda bambaşka bir huzura bulandığı Mayaya sarıldı. Bu sırada Maya, cebinden telefonunu çıkarıp, havaya kaldırdı. Ekranda ikisininde birbirlerine sarılan bedenleri, kocaman gülen yüzleri, ışıl ışıl yüzleri gözüküyordu. Anı ölümsüzleştirmek isterken aynı anda ilk fotoğraflarını da çekmiş olmuşlardı. Yanlarına koşarak gelen Elizya, ikinci bir pozda yer almak için hazırdı. Abisinin sırtına atlamış ve mıncırmalık yüz ifadesiyle fotoğrafın çiçeği olmuştu.

Bugün Elizya'nın doğum günüydü. Maya ve Yiğit'in ilk fotoğrafları da böyle güzel bir güne yakışırdı.

-

Konaktaki hazırlıklar asla bitmiyordu. Mis gibi yemek kokuları, etrafa saçılmış renkli balonlar, Elizyanın isminin süslediği kağıtlar, hediye paketleri... Herkes işinden gücünden sonra çıkıp, konağa gelmişti. Bütün bir aile, küçük Elizyanın eve gelmesini bekliyorlardı. Balım yarı aralık bıraktığı kapıdan, sık sık Yiğitlerin yolunu gözlüyordu. Araba konağa girdiği an ışıklar kapatılacaktı.

Herkes heyecanlı bir şekilde beklerken, bir araba sesi geldi kulaklara. Balım heyecanla içeri doğru seslendi.

''Geldiler geldiler. ''

Murat ışığı hemen kapatmıştı ama Balım bir anda yeniden bağırdı;

''Bi dakika bi dakika...Yabancı bir araba bu. ''

Balım, arabanın plakasını tanıyamadığı için kapının eşiğinden bir adım geri çekildi. Son zamanlarda diken üstünde olan ruhu, yeni bir telaşa kapılmıştı. Ve aniden evlerinin bahçesine giren yabancıları sevmeme kararı almıştı.

Murat hemen Balımın yanına yürüdü. Diğerleri de gelenin kim olduğunu merakla bekliyorlardı.

Kapıları açılan ve farları durduktan sonra sönen aracın içinden, bir çift indi. Elleri poşetlerle doluydu. Saçları epey uzun olan, spor giyimli kadının elinde, kocaman bir ayıcık vardı. Adam arabayla ilişiğini kestikten sonra, eşinin elini tuttu ve anahtarı cebine soktu.

''Biz geldiiiiiik. '' dedi Berrak'ın sesi tüm neşesiyle.

Murat'ın yüzü tarifsiz bir aydınlığa boyanmıştı. İkizi nihayet gelebilmişti. Herkese bir olan özlem, ona bin hissi veriyordu.

''Vay vay vaaay. '' diyerek onlar eve ulaşamadan, yolda yakaladı Murat.

Balım sevinçle içeriye seslendi;

''Fatih Amcamlar geldiii. ''

Saniye hiç vakit kaybetmeden, yaşlılığın zorladığı adımlarını olabildiğince hızlı kullanarak oğlunun yanına gitti. Fatih pür neşe ve bolca özlemli haliyle, önce ikizine sonra annesine sonra da teker teker tüm ailesine sarıldı. Berrak da aynı şekilde herkesle görüşürken, elinde hala tutmakta olduğu hediyeleri de Balıma teslim etti.

''Ne iyi yaptınız da geldiniz ya. '' dedi Nefes, mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

''Elizya deli olucak deli. '' diyen Tahir, kardeşini kolunun altına almış sarmalamıştı.

''Hediye olup gelelim deduk. '' dedi Fatih.

Kaleli Ailesi daima, hesaplanamaz bir nüfus içindeydi. Tek bir an bile hepsini bir çatı altında toplamaya yetiyordu ama yine tek bir an hepsini ayrı çatılara itebiliyordu. Her aile gibi onlar da birbirlerine karşılıksız sevgiyle bağlıydılar.

''Ee Elizya nerde, Yiğit de yok? '' dedi Berrak, masadaki sandalyelerden birini çekip oturdu. Yanında oturan Asiye, sırtını sıvazlarken;

'' Yiğitle Maya oyalayacaktı onu. Kendileri de oyalanır oldilar herhalde. '' dedi, gülerek.

Fatih yengesini dinlerken birden anlamayarak kaşlarını çattı;

''Maya? ''

Murat, muzur bir sırıtış arasında;

''Bizumkinin kalp hırsuzu. '' dedi.

Herkes Murata eşlik ederek kıkırdarken, Fatih gururla omuzlarını kaldırdı;

''Vay koçuma be. '' dedi.

Gözlerinden sakındıkları yeğenleri, Yiğit attığı her adımda şüphesiz ki babası kadar, amcalarını da mutlu ediyordu. Onların elinde, onlardan öğrendikleriyle büyümüş ve hepsinin kıymetlisi olduğu gerçeği asla değişmemişti.

''Gaza getirmeyun uşaği, belli olmaz o işler. '' diyen Saniye oturduğu yerde geriye doğru yaslandı.

Tahir derin bir iç çekerek, iki yangazında omuzlarından tuttu. Nefes gözlerini devirerek, kapıya doğru yürüdü. Artık bir an önce gelsinler istiyordu.

Kimse, Saniyeye cevap vermezken Balımın sesi bu defa tüm netliğiyle yankılandı.

''Oh sonunda geldileeer. Herkes yerini alsın. ''

Işıklar yeniden kapandı. Herkes masanın etrafındaki yerini aldı. Elizya bir eliyle abisini, bir eliyle Maya ablasını tutuyordu. Dudaklarının kenarlarında, az önce afiyetle yediği pamuk şekerin kırıntıları kalmıştı. Neşesi kilometreler ötesinden bile izlenebilirdi. Geçirdiği gün, mutluluğunu zirveye ulaştırmıştı.

Asıl zirveden habersiz, kapının önüne geldiler.

''Abi kapı açık. '' dedi şaşırarak.

''Unutmuşlardır abim, hadi gir bakalım. ''

Elizya, evin içini ilk defa böyle karanlık görüyordu. Burada asla karanlık olmazdı. Gece bile kapı eşiğinin ışığı açık kalırdı. İçine korku ve şüphe doldukça abisinin elini daha da sıkı tuttu Elizya. İlerlemekten kaçınıyordu.

''Elizya, yürümeyecek misin ? '' dedi Maya, durduğunu fark ederek.

''Karanlıktan korkarım. ''

Yiğit gülümseyerek, aldı kardeşini kucağına;

''Gel bakalım koca bebek. ''

Evin içine adım attığında, birden ışıklar yandı. Herkes birden alkışlamaya başladı. Balım, elindeki şeker sepetinden avuç avuç şekeri Elizyanın başından aşağı bırakıyordu.

Hep bir ağızdan;

''İyi doğdun Elizya, iyi ki doğdun. İyi ki doğdun. '' diye mırıldanırken, Elizya şok içinde kalmış ne yapacağını bilmez halde, gözünü ailenin her üyesinde teker teker gezdiriyordu.

Tahir uzanıp, oğlunun kucağından aldı kızını;

''Meleğiiim. '' diyerek sarıldı. Elizya babasının boynuna doladığı kollarını var gücüyle sıkı sarıyordu. ''Kurban olsun baban senin ömrüne. Ohh. Büyüdü benim kızım. ''

''Anneeeem. İyi ki doğdun kuzum. '' derken, kocasının boynuna sarılan kızının, saçlarını koklayarak öptü Nefes.

Elizya bir süre sonra tarifi güç bir mutluluk ve asla bırakmadığı gülüşüyle herkese sarılmaya, hepsine bir sürü öpücük bırakmaya başladı.

Babaannesinin onun için işlediği oyalı mendili, büyük bir sevinçle cebine koymuştu. Murat amcası her zaman ki gibi, bir prensesmişcesine kucağında dansa kaldırmıştı onu. Fatih Amcası taa uzak yerlerden gelmiş olmasına rağmen, yine tam istediği oyuncakları getirmişti.

Elizya doğum günlerinde pastadan önce, hediyelere zıpladığı için, Nefes, kızı gelen oyuncaklara bakarken dolaptaki pastayı çıkardı. Tahir özenerek dizilmiş mumları, dikkatle yaktı.

Elizya bu sırada masadaki kurabiye tabağına uzandı;

''İnanmıyorum bu kadar da fazla sürpriz olmaz ama. '' dedi, gözlerini kocaman açıp, şaşkın ifadesini abartarak.

''Benim küçük kuzum ister de, ben yapmaz mıyım hiç? '' Mercan, Elizyayı sıkı sıkı sarmış, kurabiyelerden birini ona doğru uzatmıştı. Mercan'ın bazı gizli tarifleri vardı. Kimsenin asla çözüme kavuşturamadığı tarifler. Ve Elizya, bunların her birine bayılıyordu. Çoğu zaman kaçak bir şekilde Mercana gidip, bu kurabiyelerden istiyordu. Elizyayı reddetmek zor olduğundan, Mercan her defasında yapıyordu ama tercihi böyle özel günlerdi.

Herkes bir şeylerle meşgulken ve henüz pasta kesilmemişken, Balım etrafı yokladı. Kimsenin, bir şey fark etmeyeceğinden emin olduktan sonra tebessümle öylece Elizyayı izleyen Maya'nın kolunu tuttu. Eğilerek, fısıltıyla;

''Benimle gel, acil. '' dedi.

Maya şaşırarak döndü Balıma. Aynı fısıltıyla;

''Balım saçmalama. Pasta kesilecek şimdi. '' dedi.

''Ya acil diyorum acil. Yiğit, amcamlarla muhabbete dalmışken konuşalım. Sonra kaçıramam seni. ''

Maya, Balımın telaşlı ve ısrarcı haline bakıp, yenik düşen bir ifadeyle ayaklandı. Kalabalık arasından fark edilmeden üst kata çıktılar.

Balım, Mayayı hızlıca odasına atıp, kapıyı sessizce kapattı.

''Noluyor Balım bu kadar acil. ''

''Yine gördüm onu. '' dedi Balım, konuya jet hızında giriş yapmak isteyerek. Maya düşünceli bir halde;

''Kimi? '' diye sordu.

''Ya işte, kasıntıyı. Bahçedeki hani. ''

''Ne ?''

Maya hiddetle, çattı kaşlarını. ''Dedim sana di mi? Söyleyelim dedim. Bir şey yaptı mı sana? ''

''Ya Maya biraz sakin olur musun? Bir şey yapmadı. Karşılaştık zaten tesadüftü. Ben çay bahçesine gittim arkadaşımla buluşmak için, o da çay bahçesinin kapısındaydı. '' diyerek yatağına oturdu Balım.

Maya, elini alnında gezdirip, yine aynı sitemli haliyle ona döndü.

''Balım böyle tesadüf mü olur. Evin bahçesi, sonra çay bahçesi falan ne bu? İnanıyor musun yani buna? ''

Balım, Maya'nın sorusuna şaşırarak baktı.

''Niye inanmıyım? ''

''Kızım sen saf mısın? Aynı adam, üstelik yabancı bir adam olmadık yerlerde, sadece senin olacağın yerlerde karşına çıkıyor. Ya platoniğin falandı, ya da bi derdi var bunun. '' dedi Maya.

Balım bunların hiçbirini aklından geçirmemişti daha önce. Uzunca düşündü.

''Yok birini arıyormuş. Adres vardı elinde. Ama yanlış adres. Yabancısı ki buranın, beni nerden tanısın? '' diyen Balım, her şeyden çok kendini ikna etme derdindeydi.

''Kimi arıyormuş ? ''

''Bilmiyorum. ''

''Sen olma sakın, o aradığı. '' derken meydan okur gibi baktı Maya.

Bu olanları mantıklı bir şeye oturtamıyor, tesadüf diyip geçemiyordu. O kadar çok benzer olaya şahitlik etmişti ki. Bazı erkeklerin böyle tesadüf kılıfıyla, kız tavlamaya yeltendiklerini biliyordu. Basit oyunlarla, basit ilişkilere kapı açan, çok insanı uzaktan uzağa, öfkeyle izlemişliği vardı.

''Saçmalama Maya. Öyle bir şey değil diyorum eminim. '' Balım oturduğu yerden, aniden kalktı.

''Nasıl emin olabilirsin ki. Tanımadığın birinden nasıl emin olabilirsin. Ya sana zarar verirse. ''

Balımın şu sıralar yaşadığı bunalım ve onun yaratacağı boşluk sebebiyle, zararlı bir yola sapmasından korkuyordu Maya. Hayatlardaki en ufak boşluklar, insanları, doldurmak için kendilerinin bile farkında olmadıkları hatalara sürükleyebilirdi.

''Öyle bakmıyor. Kötü bakmıyor. Konuştuk biraz...'' derken, mahcup bir halde baktı Mayaya. Yabancı biriyle konuşması doğru değildi biliyordu ama yapmıştı işte.

''Ha bi de konuştun? '' dedikten sonra sakinleşmek ister gibi nefes aldı Maya. ''Kimmiş peki? Konuştuğunuza göre kendisinden bahsetmiştir. ''

''İsmini söyleyecekti, izin vermedim. '' dedi Balım gözlerini kaçırarak.

''Ne diyordunuz siz...Hah, iyi fışki yemişsin Balım aferin. '' dedi Maya, odanın içinde dönmeye başladı.

''Maya...Bir derdi olan, belli ki sevdiğini arayan, öyle herhangi biri işte anlıyor musun? Gerçekten eminim. Kötü bir şey yapacak olsa çoktan yapmaz mıydı? Hem bir daha karşılaşmayız zaten. '' derken, çocuğun son sözleri geldi aklına Balımın.

''Her şehrin gizli bankları vardır. ''

Karşılaşmak için bir davetiye bırakmış olmasından, bahsetmeli miydi bilmiyordu ama bu davete gidip gitmemek konusunun, içinde bir sürü çelişkiyi açacağını biliyordu.

''Balım, bak eğer bir karşılaşma daha olursa bunu bana söylüyorsun. Canından kıymetli hiçbir şey yok tamam mı? Adam iyiymiş kötüymüş beni bağlamaz. Zarar göreceğini düşünürsem, istersen benden nefret et, fark etmez. Bu işi anlatmak zorunda kalırım. ''

Balım, Mayanın telaş sebebini anlıyordu. Ve onunla tanıştığı için bir kez daha şansına şükrediyordu. Birden kalkıp, Mayaya sarıldı.

''İyi ki varsın. Söz veriyorum, her şeyimi anlatıcam. Söz. '' dedi.

Maya da Balımı sarmalarken;

''Sen de iyi ki varsın. Hep iyi ol. '' diyerek gülümsedi.

''Hadi inelim aşağa, valla Elizya topa tutar bizi. Pastayı kesemedik sizin yüzünüzden diye. '' derken neşeli gülüşüyle kapıya doğru yürüdü Balım. Maya da onu takip ediyordu.

Aşağı indiklerinde, pasta hala aynı şekilde duruyordu ama tüm aile fotoğraf çekmekle, Elizyanın hediyelerini ona tarif etmekle meşgullerdi. Park eğlencesinden sonra, abisi ve Maya ablasıyla bol bol tatlı yiyen Elizya, anlaşılan annesinin yaptığı ve oldukça tatlı gözüken pastaya şimdilik biraz mesafeliydi.

Gözleri odanın içinde turlayan Maya, mırıltıyla;

''Yiğit nerde ki ? '' diye sordu.

Yanında dikilen Balım;

''Dışarı çıkmış galiba, baksana kapı açık. '' dedi. Gözlerini kısıp, evin nüfusunu gözden geçirdi.

''Buranın sayısı tam. Yanında kimse yoktur. Hadi sen çık, ben oyalarım sizi. '' diyen Balıma, muzur bir gülüş atıp, öptü Maya. Sonra da kimseye gözükmeden, açık kapıdan dışarı çıktı.

Yiğit oradaydı, tüm heybetiyle arkası dönük bir şekilde dikiliyordu. Fakat bir sorun vardı. Yiğit tek başına dikilmiyordu. Maya sevinçle aralanan dudaklarını, şaşkınlık ve sakin kalmak umuduyla kapattı.

Uzun boylu, sarışın, oldukça cesur giyimli bu hanımefendinin (!) , Yiğit'in yanında ne işi vardı? Yiğit'in kolu, gerçekten de kızın belinde miydi yoksa Maya hiddetinden bir halüsinasyonun içine mi düşmüştü? İnşallah ikincisiydi...

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 215K 33
okumayın for vanilla baby
52.8K 2.5K 15
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
102K 6.5K 36
Malfoy ve Black iki ezeli rakip ve birbirlerinden nefret eden iki küçük çocuktur. Black'in 4. Sınıfta Harry'nin yerine arayıcı olmasından sonra Malfo...
127K 22.2K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting