Ay Şahit

Bởi ygmurdem

283K 13.9K 3.2K

... Xem Thêm

Bölüm 1
Bölüm 2- ''Yıldız Masalı''
Bölüm 3- ''Cennet İpleri''
Bölüm 4- ''Kar Tanesi''
Bölüm 5- ''Ömürlük Şarkı''
Bölüm 6- ''Sırma''
Bölüm 7- ''Bezelye''
Bölüm 8- ''Çikolata''
Bölüm 9 - "Nokta"
Bölüm 10- "Oğul"
Bölüm 11- ''Oyun Arkadaşı''
Bölüm 12- ''Uçurum''
Bölüm 13- ''Tuttum Aslanım''
Bölüm 14- ''Rapunzel''
Bölüm 15- ''Buhar''
Bölüm 16- ''Ölümsüz Çiçek''
Bölüm 17- ''Kabak Çekirdeği''
Bölüm 18- ''Ben Nefes''
🌙-'' Yarım Ninni ''
Bölüm 19- ''Baba ''
Bölüm 20- ''İlahi Adalet ''
Bölüm 21- ''Ay Kız''
Bölüm 23- ''Gizli Bank''
Bölüm 24- ''İyi ki Elizya''
🌙- ''İki Ucu Yaralı Değnek''
Bölüm 25 - ''Arkadaş''
🌙- ''Pelerinsiz Kahraman''
Bölüm 26- ''Elma Şekeri''
Bölüm 27- ''Domates Güzeli ''
Bölüm 28- ''Gece Dalgası''
Bölüm 29- ''Saklı Yara''
Bölüm 30- ''Uyurgüzel''
🌙- ''Anzer Balı''
🌙-''Kız Kulesi''
Bölüm 31- ''500''
Bölüm 32- ''Kızamık''
Bölüm 33- ''Müstaklel''
Bölüm 34 - ''Hak'kın Balığı''
🌙- ''Kara Kutu ''
Bölüm 35- ''Sahur Duası''
Bir Ay Doğdu Geceden🌙🎈🎂
Bölüm36- ''Rüya''
Bölüm 37- ''Sınav''
🌙-''Babamdan Miras Bayramlar''
Bölüm 38- ''Anne''
Bölüm 39- ''Evim''
Son Şeker
Sondan Bir Önce...
Bölüm 40- ''SEZON FİNALİ''
Bölüm 41- ''Mazlumun Abisi''
Bölüm 42- ''Eller Beraber! ''
Bölüm 43- ''Veda''
Bölüm 44- ''Hafıza''
Bölüm 45- ''Bordo Mavi Atlar''
Bölüm 46- ''Abimden Armağan''
Bölüm 47- ''Balım Yarası''
Bölüm 48- ''Trabzondan Gelinim Geldi ''
Bölüm 49 - ''Kavuşmak''
Bölüm 50- ''Yeniye Doğanlar''
'FİNAL'

Bölüm 22- ''Kayıp Zaman''

5.9K 244 21
Bởi ygmurdem


Gün ışıkları, odanın güneşliğine çarpıyor ve içerideki gölge kendini koruyordu. Ama kocaman yatağın içinde oturmuş, annesinin makyaj çantasını karıştıran Elizya, güneşten daha uyandırıcı bir etkiye sahipti. Nefes mırıldanarak olduğu yerden döndü. Gözleri buğulu bir şekilde açıldığında, kızının dağılmış saçlarını ve ince parmaklarını gördü.

''Bebeğim. ''

Annesinin sesine hızla dönen Elizya, ellerindeki lekeleri pamukla temizlemeye yeltendi.

''Günaydın anniş. ''

''Napıyorsun bakıyım sen onlarla? ''

''Hiiiç '' derken, panikle makyaj çantasını kapatıp, sıkı sıkı yumruk yaptığı elini cebinde gezdirdi Elizya.

Nefes açamadığı gözlerine rağmen, pür dikkat kızını takip ediyordu.

''İyi bakalım hadi öyle olsun küçük hanım. '' derken aynı zamanda odanın içinde gezdirdi gözünü Nefes ''Baban nerde peki? Çok mu geç oldu saat, gitti mi? ''

''Yoo. Aşağıda, televizyon izliyorlar. Bi yere gitmeyecekmiş bugün. Başı ağrıyormuş. Soda içip duruyor. ''

Elizya her zaman olduğu gibi, sorulan sorulara akıcı ve belleğinde olan tüm bilgilerle cevap veriyordu. Bazen şaşırıyordu Nefes, bunca şeyi nasıl kafasında tutabildiğine ve bu kadar uzun cümleleri takılmadan bir araya getirişine.

''Ağrır tabi başı. Ağrıtcam ben o başı. '' diyerek olduğu yerde doğruldu Nefes. Ayaklarını yataktan sallandırırken, muzur bir gülüş atıp kızına döndü;

''Ayrıca rujlarımdan biri eksildi o çantadan. Görmedim sanma diye söylüyorum. '' dedi.

Elizya iri gözlerini, şaşkınca annesine çevirdi. Cebine sıkıştırdığı rujun bu kadar kolay fark edilmesi canını sıkmıştı. Yanaklarını şişirip;

''Kendim için değil, gerçekten. '' dedi.

''Kim içinmiş peki? ''

''Balım ablam....'' diyen Elizyaya anlamayarak baktı Nefes.

''Balım ablamın rujuyla biraz resim deneyi yaptım da. Ucu kırıldı. Uyanınca kızmasın diye, seninkiyle değiştircektim. '' derken hiç yüzüne bakmadı annesinin, Elizya.

''Off Elizya off. Yani şu eşyaları karıştırma olayını bi halledemedik kızım. '' diyerek dolabına ilerledi Nefes. Seçtiği kıyafetleri özenle yatağa bıraktıktan sonra, Elizya'nın savunmasını dinlerken giyindi.

''Ortaya koymuştu ki ablam. Valla karıştırmadım ben onları. Ortadaydı. ''

''Tamam sen şimdi bırak benim rujumu. Ben Balım ablana yenisini alırım, daha da mutlu olur o. '' derken bir yandan da çıkardığı gecelikleri katladı. Elizya sevinçle, annesinin boynuna sarıldığında, Nefes zorla çattığı kaşlarını, tebessümüne emanet etti.

''Sen nasıl bir cimcimesin. Başımın tatlı belası. '' dediğinde, bu kez Elizya kocaman bir öpücük kondurdu annesine.

''Annelerin en bitanesi sensin. Bence bu dünyada ki en şanslı insanlar, abim ve beniz. Ya annemiz sen olmasaydın? ''

Elizya annesinin saçlarını oynuyor, bir yandan da tüm tatlılığıyla annesine övgüler yağdırıyordu. Nefes, giderek eriyen yüreğinin sıcağıyla kızını daha da sıkı sardı.

''Siz nerde olursanız olun, bulurdum ben sizi. Bulurdum. '' dedi ve derin bir nefesle birlikte kokladı kızını Nefes.

-

''Baba bi çek ayaklarını ya. ''

''Ula asıl sen çek. Boş koltuk mu kalmadı. Geldin girdin dibime. ''

''Ya baba zaten açamıyorum gözlerimi. Işık vuruyor ordan, ekranı nasıl göreyim. Az kay işte. '' Yiğit sürekli kımıldanarak, ayakları altına otuduğu babasını ittirmeye çalışıyordu. Tahir, alnının üstünde tuttuğu buz torbasını, arada bir alnı boyunca gezdiriyordu. Sehpanın üzerine sıraladıkları ağrı kesiciler ve boş soda şişeleri, gözlerine batmayacak kadar uzun süredir salonu işgal ediyorlardı.

''Bağırmaaaa, bağırma kulağımın dibinde. Aç şununda sesini, aç. '' kumandayı, Yiğit'e doğru uzattı Tahir.

Yiğit'in de babasından pek farkı olduğu söylenemezdi. Bütün geceyi Maya'nın penceresinin altında geçirmişti. Maya o pencereyi asla açmadı. Ama Yiğit tek bir gülümsemeye tutunup, kendini affettirmek için uzun süre bekledi. En nihayetinde Maya uyuyakalmıştı. Onu ince tülün ardından izleyen Yiğit ise, bakışlarıyla sevdiğinin üstünü örtüp evin yoluna çıktı.

Kumandanın ses tuşunu ısrarla zorlayan Yiğit, umarsız bir şekilde döndü babasına.

''Son ses bu. '' dedi.

Tahir, zaten düzeltemediği kaşlarını iyice çattı;

''Ne demek son ses ya. Bozuldu mu bu televizyon. Adam konuşuyor , ben sadece dudakların hareketini görüyorum ekranda. '' diye diklenerek, ekranı gösterdi.

''Yok baba galiba adam konuşmuyor ya. '' diyerek ekrana doğru eğildi Yiğit. Daha çok dikkat kesildi. Ekranın dibine kadar girdiğinde, kulağında çınlayan tencere sesiyle irkildi.

Nefes, bir elinde tencere kapağı bir elinde kepçeyle odaya girmiş ve şiddetli bir şekilde ikisini birbirine vurmuştu.

''Oooo günaydın beyler. '' dedi, sinsice gülerken.

Tahir gözlerini sıkı sıkı yummuş, başını elleri arasına almıştı.

''Ya Nefes bu ne ya. ''

''Bu ne biliyor musun hayatım. Bu tehlike çanı. Ben tasarladım bunu. En sevdiğim çelik tenceremin kapağı ve yine en sevdiğim uzun saplı kepçem. '' diyerek gururla kaldırdı başını Nefes. ''Sorgu vakti !''

Yiğit, oturduğu yerde hiç doğrulmadan kırdığı bacaklarıyla, kapıya doğru ilerlemeye başladı. Tahir tedirgin bakışlarla Nefese bakıyordu.

''Yiğit! Nereye oğlum, nereye? Dön çabuk otur şuraya. ''

''Anne ben sarhoş olmadım ki ya. Babam oldu. Hem de ne biçim oldu. Sen onu sorgula. Zaten benim sorgum başımdan aşkın. '' diyerek kederli bakışlarını annesine dikti Yiğit.

Nefes tam ağzını açmış, bir şey söyleyecekken üst kattan Balımın çığlığı duyuldu.

''Bi şey oldu Tahir. '' diyerek elindekileri koltuğa attı Nefes. Tahir buz torbasını fırlatıp, koşar adımlarla merdivenleri çıkarken, Yiğit hemen babasının ardından telaşla hareketlendi.

Odaya girdiklerinde, Balım yatağın üstündeydi ve Elizya çaresizce hem onu sakinleştirmeye çalışıyor hem de elindeki terlikle yere bakınıyordu.

''Amca, amca ! '' Balım kesilen sesiyle konuşamıyordu. Odaya ilk giren Tahir, korkudan bembeyaz olan suratıyla Balım'a yaklaştı.

''Noldu kızım. Balım? ''

''Amca, simsiyahtı. Büyüktü. Böyle ayakları vardı ayaklarııııı. ''

''Böcek mi gördün? '' Tahir biraz daha rahatlamış bir halde, kızı Elizya gibi yerlere bakınmaya başladı. Nefes de Balımı yatağa oturtup, sakinleştiriyordu. Yiğit;

''Ayakları mı vardı Balım, yemin et. Daha önce ayakları olan bir böcek gören var mı aranızda ya. Balım şaşırmakta ne kadar haklı. '' diyerek gözlerini devirdi.

Balım, yengesine sardığı kollarını hiç ayırmadan, öfkeli bakışlarını Yiğit'e çevirdi;

''Ayakları olan bir hödük görüyorum her gün, işini görür mü? '' dedi sinirli bir şekilde.

''Kızım aklımız çıktı be. Bir şey oldu sandık. ''diyerek diklendi Yiğit.

''Oldu zaten. Böcek ağzımın içine kadar giriyordu ya. Ya zehirliyse. Böyle kımıl kımıl gezdi elimin üstünde . ''

Yiğit, hala kararlılıkla böcek kovalamaya çalışan Elizyayı gösterip;

''Ya şuna bak, kız azimle böcek kovalıyor. Korkuyor mu hiç? Büyü ya biraz, büyü '' dedi.

''Yiğit tamam oğlum hadi in sen. Korkmuş kız işte ne var? '' Nefes, aralarına girip durumu kurtarmaya çalışsa da, Balım öfkesini dindiremiyordu. Her zaman ki gibi muhtemelen bir saat atışacaklardı.

''Elizyayı mı örnek veriyorsun? O böceğin yuvasını bulsa, hepsine birer çay ısmarlar be. Bilmiyorsun sanki. ''

Gerçekten de Elizya büyük bir gülümsemeyle, arıyordu böceği. Onun için, kendileri dışındaki canlılar oldukça dikkat çekiciydi. Hepsi bambaşkaydı ama hepsinin birer canı vardı. Nasıl olduğunu aklı almadıkça daha da meraka sarıyordu. Böceklerin minicik bedenler içinde, nasıl yaşayabildikleri sorusu, kafasını en çok kurcalayan şeydi. Ya da mesela konuşmadan nasıl haberleşiyorlardı? Biri onların evindeyken, diğer arkadaşları onun burada olduğunu nasıl haber alıyordu? Tamamen bilinmezlerle dolu bir hayattı onların ki.

''E ne güzel işte. Sen de öyle yap. Korkcak ne var. Bin kat büyüksün böcekten. '' dedi Yiğit, ısrarla kızıyodu Balıma. Onun güçsüz olduğu anları sevmiyordu. Kimse bu kadar kolay teslim etmemeliydi cesaretini bir şeylere. Bu Yiğit'in, gereğinden fazla önem verdiği detaylardan sadece biriydi.

Bu kez araya Tahir, elinde buruşturduğu peçeteyle girdi.

''Yav tamam bağrınıp durmayın zaten çatlıyor başım. Yakaladım işte, bahçeye bırakıcaz şimdi bunu Elizyayla. Tamam mı amcam? '' diyerek Balıma dönüp gülümsedi.

Balım da rahatlamış bir şekilde güldü amcasına. Hala elleri belinde bekleyen Yiğit, babası ve kardeşi odadan çıkarken;

''Tamam değildir amcası, uyumaz artık prenses bu odada. '' dedi sırıtarak. Balım, gözlerini yeniden Yiğit'e çevirdi. Tahirler odadan çıkmıştı, Nefes de çıkmak için ayaklandı.

''Yeter artık Yiğit ya. Sabah sabah iyi buluyorsun bu enerjiyi kendinde oğlum. İstersen boşa harcama, gel yarım kalan sorgumuzu tamamlayalım. '' dedi, oğluna dönüp. Yiğit gözlerini kaçırınca, sessizce çıktı odadan, Nefes.

''Hadi Balım giyin de, kahvaltıya inelim. Bak annem sorguya başlarsa araya katık yap, oyala beni. Hemen çıkmam gerek bugün. Rıza Kaptandan öğlene kadar izin aldım. '' derken, odanın içindeki biblolardan birini, olduğu yerden kaldırıp başka bir yere koydu Yiğit.

Balım hala kızgın bir şekilde oturuyordu.

''Çık dışarı konuşmuyorum ben seninle. Kendi arkanı kendin toplarsın. Korkusuz şövalye. '' diyerek çıktı yataktan.

Yiğit'e kızgın değil daha çok kırgındı. İki kardeş, uzun süredir ilk defa bu kadar yabancı düşmüşlerdi. Yiğit İstanbulda olsa dahi, en fazla iki günde bir arar her şeyini anlatırdı Balıma. Bir nevi, sırdaşlıktı bu. Balım, Yiğit'in arkasını daima toplar, Kalelilerin sorgusundan kurtarır, Yiğit de Balımı dinler, kararlarına yardımcı olur, onu aklındaki sorulardan kurtarırdı. Ama dün, deli gibi onu ararken, tek bir geri dönüş alamamak koymuştu Balıma. Çünkü Yiğit'e gerçekten ihtiyacı vardı. Tek kardeşi, güvendiği ve kendisini anladığını düşündüğü tek insana. Onun da mutsuz olduğunu biliyordu. Dün ortadan kayboluş sebebinin mutsuzluğu olduğunu biliyordu.

''Noldu şimdi ya. Korkma dedim sadece. Hep yapıyorsun bunu. Yeşillik yerdeyiz yani gelcek o böcek belli. '' diyerek yaklaştı Balıma doğru Yiğit.

''Tamam anladım. Böcek haklı. '' dedi, Balım yatağını toparlarken.

''Balım? ''

''Ne var ? ''

''Kızım noluyor ya? Bak dün çok geç saatte geldik. Geldim uyuyordun. '' Yiğit, yüzü epey asık olan kuzenine kendini affettirmek için tane tane ve oldukça sakin konuşuyordu.

''Nerdeydin o saate kadar? '' diyerek döndü Balım, Yiğit'e. Gözleri çok keskindi ve muhtemelen şuan ufak ufak ateş ediyordu.

''Babamla dertleştik biraz. '' dedi Yiğit, sesi fısıltıya dönmüştü. Dünü daha fazla hatırlamak istemedikçe, sorgulandıkça kendini dünde buluyordu.

''Derdin var yani. Birikmiş ve artık baba kucağına dökülmek mecburiyetinde kalınmış bir dert... '' diyerek kafasını sakinleşmek ister gibi salladı Balım.

''Öyle. ''

''Bu sırada ben napıyordum peki. Kardeşim, ilk defa telefonları kapatıcak, evden gizemli bir şekilde çıkacak, sevdiği kızın yüzüne bakamayacak hale gelirken ben ne yapıyordum? ''

Balımın sesi titremeye başlamıştı.

''Ya ne alakası var bal kız. Saçmalama. Ben işe falan da başladım ya nedir o, bir şey diyolar ya...Tükenmişlik sendromu mu ne ? Ondan oldum herhalde. '' diyerek lafı değiştirdi Yiğit.

''Hadi ordan yalancı. Sen bu gıcıklıkla tükenir misin? Anca beni tüketirsin. ''

''Bak bu doğru işte. '' derken bu defa, Balımın da gülmesini umut ederek kocaman sırıttı Yiğit. Ama Balımın gözleri çoktan boncuk boncuk, akmaya hazırlanan yaşlarla dolmuştu.

''Bak bakıyım bana. '' dedi ve tedirgin bir şekilde kuzeninin yüzünü kendine çevirdi. ''Noldu? '' diye sordu.

Balım dudaklarını sıkı sıkı bastırmış, kendini koy vermemek için direniyordu.

''Bir şey yok, öyle canım sıkılmıştı. '' dedi, fısıltıyla ve oldukça cılız hissettiği son gücüyle.

''Noldu dedim Balım? ''

Gözlerinin altının şiştiğini şuan daha iyi gördüğü ve ağlamamak için direndiğini, mimiklerinden hissettiği kuzeni için gerçek bir telaşa düşmüştü Yiğit. Ne yapacağını bilemiyordu ama dün, yanında olamadığı için şuan kendine Balımdan daha fazla kızıyordu.

Balım kendini tuttu, tuttu, tuttu ve nihayetinde kendini Yiğit'in kollarına bırakıp, hıçkırıklarının en güvendiği omuzda yankılanmasına fırsat verdi.

''Şşt. Balım. Bak korkuyorum. '' diyerek, başını okşadı Yiğit. ''Ayrıca kızıyorum da. Ağlama. Ağlama işte, bak Balım. ''

En savunmasız hissettiği anlar, hep böyle anlardı işte. Her şeyle başa çıkacak kadar cesaret, güç, akıl, fikir buluyordu da sevdiklerinin hüzünleri içinden doğrulmanın formülünü bulamıyordu Yiğit.

''Sözlenmişler. '' dedi hıçkırıkları arasında Balım. ''Burakla, Ezgi. ''

Ezgi, Balımın Burak'ı sabahlara kadar anlattığı arkadaşlarından sadece birisiydi. Dün sabah, Maya o tepeye gelmeden önce fotoğraflarını sosyal medyada görmüştü Balım. Tam bir gece öncesinde, aile arası bir söz yapıp, çok mutlu resimlerini koymuşlardı. Çok mutlu resimleri, çok kırgın Balımı paramparça etmişti. Ama paramparça olmayı yediremeyen Balım, sanki hiç görmemiş gibi ekranını kilitleyip, o tepeye gitmişti. Gitmişti gitmesine de, içinde sanki bir avuç alevi de beraberinde taşıyordu.

Maya, Yiğtitten bahsedince, kendi derdini anlatmaya çekinmişti. Zaten hep böyleydi Balım. İçinde sindiremediğini, kolay kolay dışarıya atamıyordu. Yiğit bu yüzden tutunduğu tek dal gibiydi. Onlar aynı evin, aynı alışkanlıkların, aynı görüşlerin insanlarıydı. Kardeş olmak, sindiremediğini birlikte yok etmek demekti. Kardeş olmak bir şeyleri, gerekirse yana yana birlikte söndürebilmek, yükü hafifletmek demekti.

Aslında Yiğit'e değil, tek başına sindiremeyeceği kadar yük gelen derdine kızgındı Balım.

Yiğit, duyduğu şey karşısında ne yapacağını bilemedi. Yaptığı tek şey Balımın başını okşayıp, ağlamasına fırsat vermekti. Dişlerini öyle öfkeyle sıkıyordu ki, acısı etlerine işlemişti. Burak karşısında olsa, yapacaklarını sırasıyla aklından geçiriyor, öfkeli soluyuşunu aklından geçenlerin arasına sıkıştırıyordu.

''Tamam ağla. Ama son kez ağla. Kırgınlığına ağla. Sakın o şerefsize ağlama, sakın. ''

-

''Maya kızım, hadi gel artık. ''

Mercan hazırladığı kahvaltı sofrasına sevinçle bakıp, oturdu.

Maya, Boranın yanına oturmuş çizgi film izlerken, ona yemek yedirmeye çalışıyordu.

''Aaa tavaşan da yiyormuş Bora bak. Sen de yersin di mi? ''

Bora da çizgifilmin büyüsündeyken, Mayanın uzattıklarını ikilemeden alıyordu. Son lokmayı da keyifle yedikten sonra, özenle sıraladığı arabalarına uzanıp, kendi oyununa döndü. Maya da, Borayı doyurabilmenin neşesiyle masaya geldi. Ali masaya koyduğu gazeteye göz gezdirirken, Mercan da Mayaya çayını koydu.

''Hadi bakalım paşa doydu, şimdi sıra bizde. '' dedi.

''Ellerine sağlık Mercan Abla yine döktürmüşsün. Böyle giderse, ben döndüğümde yüz kilo olmuş olurum. '' derken, iştahla çatalını gezdirdi masa da Maya.

''Üflesem düşüceksin, hala kilo meselesi yapıyorsun kızım ya. Kızıyorum ama. Hadi doyur karnını doyur. Seninki gelmeden ye. '' dedi neşeyle Mercan.

Ali ağır ağır kaldırdı başını gazeteden. Maya da gözlerini kocaman açmış, Mercana yaptığı gafı fark ettirmeye çalışıyordu. Mercan bir süre anlamayarak ikisine baktıktan sonra aniden;

''Yani Bora. Bora gelir, gel oyna benimle diye tutturur şimdi. Bir şey yiyemezsin. '' dedi, olduğundan daha fazla tebessüm ederek.

Maya da, toparlamak gayretiyle;

''Tabi ya benimki. Küçük adamım benim. Hemen yiyim de, oynıyım onunla. '' dedi.

Ali de rahatlamış bir şekilde, çayını yudumlayıp gülümsedi.

''Ye kızım ye. Kahvaltı günün en önemli öğünüdür diyorlar bak. Güç kuvvet kazan. '' dedi, babacan bir edayla.

Maya, onlar onun canını, tok karnını, sağlığını düşündükçe tatlı bir mutluluğa bürünüyor, çatalını dolabildiği kadar dolduruyordu. Ve yüz kilo da olsa, bu bereket dolu sofradan yiyecekti. Çünkü hala aynı fikirdeydi; Can boğazdan gelirdi. Bir can daha kaybetmeye gücü yoktu.

-

''Emin misin bak? Rıza Kaptana gidelim birlikte izin verir. Gezeriz biraz, kafanı dağıtırsın. ''

''Yok yok gidiyim eve biraz uyurum. Hem babaannem iyice delirmiştir. Evden biri bile eksilse, tansiyonu yerleri öpüyor biliyorsun. Zaten size sarmak üzere, bi de ben kayboldum ortadan şimdi. ''

Yiğit, kapının önünde kuzenini yolcu ederken, içindeki burukluğu gizlemek telaşındaydı.

''Peki o zaman. Ara beni eve gidince tamam mı? ''

''Merak etme sen. '' derken tebessümle, teşekkür etti Yiğit'e, Balım. Gitmek için hareketlenip, kapının dışına çıktığında aniden döndü.

''Yiğit. Kötü bir şey yapma tamam mı? Hem zaten yakışık almaz artık. Bitti gitti. '' diyerek gözlerini minnetle yumdu. Yiğit'in, Burak'a gitmesi durumunu engellemek niyetindeydi.

Balım, bir kırgınlığa ağlıyordu. Kırgınlıklar sahiplerini takip ederdi, sebeplerini değil.

''Yakışık almayacağı için değil, değmeyeceği için kılımı bile kıpırdatmıycam. Ama canını bir daha yakıcak olsun bak o zaman neler yapıyorum. Şerefsiz, it. '' Dişlerini sıka sıka, gözlerini karşı tarafa çevirdi Yiğit. O gün, o partide iki yakasını da tutmuşken gözü bir şey görmeyecek kadar dövseydim keşke diye geçirdi içinden.

Ama bir yandan da, bildiği şeyin sakinliğine sığınıyordu. Çünkü Yiğit biliyordu. Bir insanın aklını yerine, kırk yumruk getirmezdi de, hayatın ne zaman, nerden taktığı bilinmeyen çelmesi getirirdi.

''Canımı artık yakamaz. '' diyerek yutkundu Balım. Bir daha yanamamak üzere kül olmuştu sanki canı. Zorlanarak kaldırdığı elini usul usul salladı ve evinin yolunu tuttu.

-

Elizya henüz bitiremediği kahvaltısını keyifle sürdürüyordu. Nefes, Tahire çay koymak için kalktığında, artık sonu gelen demlikten yalnızca birkaç damla süzüldü. Tahir gözlerini ayırmadığı karısına gülümseyerek, masadan seslendi;

''Getir Nefesim getir. Açık içiyim, zaten bu son. '' dedi.

Nefes, rengini bile zar zor belli etmiş çay bardağını, Tahirin önüne koydu. Elizyanın tabağından ısrarla ayırdığı zeytinleri, yeniden kızının tabağına koydu.

''Hadi kızım nazlanma ye şunları. ''

''Sevmiyorum onları. Tuzluu. '' Yüzünü buruştura buruştura yeniden çatalının ucuyla, zeytinlere işkence uygulamaya başlayan Elizyaya, Yiğit gülerek baktı.

''Kahvaltı dediğin, her şeyden yenilince güzel olur kızım. Sen her sabah gözüne bir şey kestirip sadece onu yiyorsun. Vitaminsiz kalırsın.'' Nefes sabırlı ve sakin kalmaya çalışırken, Elizya inadını sürdürmeye devam ediyordu.

Tahir, bu sırada Yiğit'e döndü;

''Oğlum sen kaç gündür gitmiyorsun tekneye. Rıza Kaptanın izin verdiğine emin miyiz? '' diye sordu.

Yiğit, kardeşinden gözlerini ayırıp, babasının sesine döndü;

''Valla izin veriyor. Ben de anlamadım. Canı falan sıkkın herhalde. Gerçi canı hep sıkkın ama. '' derken kendi de sorar gibi eğdi başını. Sonra da çayından yudumladı. '' Çıkıcam şimdi. Öğleden sonra gel demişti. ''

''İyi bakalım. Kolay gelsin aslanım.'' diyerek kalktı masadan Tahir, eğilip Nefesin saçları arasına öpücük bıraktı;

''Birkaç saatlik işim var Nefesim. Akşama bir şey lazım olursa, haber edersin. '' dedi.

Nefes ayaklanırken;

''Siz gitmeden söyleyin ne yapıyım akşam? '' diye sordu.

Elizya birden neşeyle araya girdi;

''Köfte patateees! ''

''Zeytin yemekten haberi yok, bi de sipariş veriyor hanımefendi. '' diyerek yalandan çattı kaşlarını Nefes.

Yiğit gülerek, bir elini onları uğurlamak için ayaklanan annesinin omzuna attı.

''Balık getirsin mi oğlun sana Nefes kaptan? '' dedi. Yüzüne keyifli bir gülümseme yayılmıştı. Anneciğine faydası dokunacaksa, her an keyifti onun için.

Balıkları ayıklamaktan son derece rahatsız olan Nefes, hafifçe buruşturdu yüzünü. Tahir her defasında temizletmeyi unutuyor, Nefes zorlanmasın diye de hep kendi temizlemek zorunda kalıyordu balıkları.

''Tutması benden, temizlemesi benden, getirmesi benden, pişirmesi bile benden olabilir bak. Tekliflerin en kralını sunuyorum sana, iyi düşün derim. '' diyerek gururla kaldırdı kaşlarını Yiğit. ''Hem ben zeytinlerimi de bitirdim. '' dedikten sonra bu kez elini, kız kardeşinin saçlarında gezdirdi.

''Hah işte bana böyle tekliflerle gelin beyler ya. ''

''Oğlum daha dün yedik ya balığı. Arka arkaya iki gün balık mı yenir? '' diyen babasına, kaş göz yaparak susturmaya çalışan Yiğit, ne yazık ki başarılı olamamıştı. Dün gece rakı balık keyfi yapmışlardı evet, ama zaten Nefesin sorgusundan yeni yırtmış ve unutturmuşken Tahirin yeniden kör göze parmak sokması falsolu hareketti.

''Baban doğru söylüyor oğlum. Dün yediği naneler doyurdu onu. İki gün aç kalsa, bana mısın demez. '' diyerek saçlarını savurdu Nefes. Yanlarından ışık hızında geçip, dış kapıyı açtı.

''Yav Nefesim ben onun için demedim ki ya. ''

Tahir çaresizce Nefesin arkasından giderken, Elizya elini ağzına kapatıp kıkırdamaya başladı. Yiğit de kardeşine göz kırpıp, sandalyeye astığı montuna uzandı.

''İyi işler abicim. Deniz yıldızları ağına takılırsa ellerine çok dikkat et olur mu. '' diyerek öpücük yaptığı elini ,Yiğit'e doğru uzattı Elizya.

Yiğit sevmelere doyamadığı, pamuk yüzlü kardeşinin uzanan elini tutup, avuç içine öpücük bıraktı.

''Sen de çok dikkat et kendine güzelim benim. ''

-

''Elizya artık tamam mı? İki dakika daha beklemem valla çıkar giderim. ''

Nefes merdivenlerin en sonuna oturmuş, Elizyanın hazırlanmasını bekliyordu. Okulun ilk haftaları olduğundan, servis düzeni henüz oturmamıştı ve küçük prensesi okula bırakmak Nefese kalmıştı.

''Kırmızı tokamı bulamıyorum. '' diye sitemli bir ses yükseldi üst kattan.

''Bütün tokaların kırmızı nerdeyse kızım. Neyi bulamıyorsun ya. Tak birini işte. ''

''En sevdiğim kırmızı olanı diyorum tabi ki anne. ''

''Elizya, bak sabrımın son noktasında tepinip duruyorsun. Geç kalıcaksın göstericem ben sana kırmızı tokayı. İn çabuk aşağı. ''

''Kayıp tokalarım da, benim sabrımda tepiniyor. Mızıkçılık yapma anne, beklemen gerek. ''

''Hepiniz babanıza çekin emi. Hiç azıcık anneciğimizin de, iyi huyundan alalım demeyin. Arayın durun o eşyaları saatlerce. Hayır yani ne demem gerek, 'nereye koyduysanız ordadır' mı? Klişelere mecbur bırakılıyorum ya. '' diyerek söylene söylene oturduğu yerden kalktı Nefes. Kızının yanına hızlı adımlarla giderken, bir yandan da saatini kontrol etti.

Elizyanın odasına girdiğinde, yatak örtüleri de dahil olmak üzere her şeyi yerde buldu. Daha bir saat önce toparladığı oda, an itibariyle kedi eniğini bıraksa bulamaz cinsinden olmuştu.

Açık dolap kapağından yerlere serilmiş kıyafetler, bomboş kalmış oyuncak rafından kendini yere bırakan peluş oyuncaklar, yatağın üzerine saçılmış envai çeşit toka, top şeklinde yığılmış yatak örtüsü, üstüne dikilmiş yastık, tüm bunlara meydan okur gibi kapı ağzına bırakılmış okul çantası...

Nefes, sakin kalmaya çalışarak tüm dağınıklıkların arasından geçti. Kararlı bir iki adım sonrasında, çalışma masasının üst rafındaki kırmızı tokayı havaya kaldırdı.

Elizya sabahtan beri aradığı tokayı, aniden bulan annesine dönüp şaşkınlıkla süzdü.

''Gerçekten bunun için mi bekliyoruz on saattir Elizya. Gözünün önündeki şeyi görmüyorsun, koca odayı talan ediyorsun kızım ya. Oyy kızım oyy. ''

''Orda değildi valla. '' derken arkasını annesine dönüp, zaten kalkar kalkmaz ördükleri saçın ucuna, tokayı takmasını bekledi.

Nefes, özenerek örgünün ucuna kırmızı tokayı tutturdu.

''Tabi sihir yaptım getirdim ben. ''

''Orda olsa görürdüm ben, değildi. ''

''Burda değilse de, benim halime acıyıp, ayaklanıp gelmiştir zaten toka. Kök saldım aşağıda. Hadi artık çıkalım, hadi. '' diyerek kızının çantasını alıp, merdivenlere yöneldi Nefes. Arkasından onu takip eden Elizya, babası ve annesinden alması zaten kaçınılmaz olan inadını, tüm iliklerine kadar yaşatıyordu;

''Orda değildi işte! ''

-

''Kaptan sen iyi olduğuna emin misin ya? ''

''Ula uşak. Bi daha sorarsan atacağum seni ha burdan aşağı. ''

''Tamam ya kızma. '' dedikten sonra Kaptanın baktığı yere dikti gözlerini Yiğit de; Denize.

Hafif dalga vardı ve öğle güneşi gözlerini hedef almıştı. Kaptan, sanki bugün ne balığın, ne denizin, ne de gökyüzünün farkındaydı. Yaptığı tek şey uzun uzun soluklanmak, eline sıkıştırdığı ekmek arasını usul usul yemek ve kendi sessizliğini dinlemekti. Yiğit, her zaman olduğu gibi teknenin temizliğini yaparken, mola verdikçe Rıza kaptanın yanına kıvrılıyor, denizi izliyordu.

''Sen... '' dedi kaptan tok bir sesle. ''Neler yaptun? ''

Yiğit az önce kendisini susturan adamdan, insani bir soru alınca şaşırarak çevirdi kafasını.

''Ben mi? Hiç. '' dedi.

''Hiç. Hiç yap diye mi yolladum seni buradan. '' diyerek kaşlarını çattı Rıza Kaptan. Ama asla Yiğit'e dönmüyordu.

Yiğit yaklaşık bir dakika sustu. Ne denmek istediğini anlamaya çalışıyordu.

''Ne yapıcaktım ki reis. Tatildi işte. ''

''Sevduklarına git deduk. Sevduklarına gitmeden dinlenur mi insan. Dinlenmeden tatil olur mu? ''

Yiğit, Kaptanın söylediklerini hatırlayıp gülümsedi. Her zaman yaptığı gibi gülümsemek kendine verdiği en güzel cevaptı. Kızgınlığa, merakına, hayranlığına, heyecanına hep bir gülümseme bırakırdı.

''Bende akıl yok ki. En olmadık yerlere gittim. Dertsiz başıma dert aldım. '' dedi, kafasını eğerek.

Kaptan uzun süreli odağından vazgeçip, yavaşça kafasını Yiğit'e doğru çevirdi.

''Dert uğramamış baş mu varmuş uşak. ''

Yiğit gözlerini Rıza Kaptanın, kırışık çökmüş göz kenarlarında gezdirdi.

''Yoktur di mi Kaptan? Dert herkesin başındadır di mi? '' dedi.

Dertleşmek diye bir şey varsa, belli ki dert herkeste istisnasız olan bir şeydi. İnsanlar konuşmanın adına, dertleşmek dediklerine göre artık baştan aşağı dert olmuşlardı.

''Dert kiminin başunda, kiminin yüreğunde, kiminin dilunde, kiminin de parmak ucundadur. '' dedikten sonra yine her zaman olduğu gibi, elini ağır ağır cebine attı. Sigarasından bir dal çıkarıp, denize doğru temelli çevirdi gözünü.

Yiğit kaşlarını çattı, sözlerini doğru tartmak ister gibi derince soluklandı;

''Hepsini anladım da...Parmak ucunda derken Reis? '' dedi. Merakla doğrulmuş, zar zor nefes alan ciğerlerine sigara dumanını çeken Rıza Kaptanı izliyordu.

Kaptan da tıpkı Yiğit'in yaptığı gibi gülümsedi. Tebessümü dudak kıvrımında bir acıya takılıp durakladı.

''O en dönülmezidir evlat...En dönülmezi. '' dedikten sonra tekrar çekti sigarasından ''Dokunduğu yer, acur. Gösterdiği yer acur. Tutunduğu yer acur. Acur da acur. Dünya aha böyle parmağınun ucundadur. Ama o dünya da acıdan dönmez işte. Ellerunda koca bir yük taşır da, kendini taşıyamaz, derdi parmak uçlarunda olan. ''

Yiğit, yaşlı adamın her bir kelimesinde durağanlaşan nefesini, kırptığı gözlerini, titreyen ellerini izledi. Durdu. Yanında, yıllar yılı gizli bir dünya taşıyan adam, gözünde dev bir dünya haritası gibi dalgalanıyordu. Sanki şimdi Yiğit, henüz yaralanmamış parmağını o haritaya dokundursa, en kurak toprağı seçecek gibiydi. Okyanusları nerdeydi bu haritanın? Büyük kıtaları?

Keşfetmek için delice meraka büründüğü ama dokunduğu yeri incitmekten korktuğu haritaya sessizce;

''Belki birgün iyileşir. '' dedi. Kendi fısıltısına kendi bile inanamıyordu.

Rıza Kaptan aniden döndü Yiğit'e. Bembeyaz yüzlü, genç oğlan ona en masum yanını anımsatıyordu. Kaçtığı en masum yanını...

''İyileşmek isteyene belkiler işlemez. İyileşmek isteyene, zamanın sözü geçmez. Hep iste, hep. Dertli baş, dertli parmaktan iyidur. '' derken, sigrasını ayağının ucunda ezdi. Tekrar attı elini, yeleğinin cebine. Karton bir kutu çıkardı. İçindeki sıralı yara bantlarından birini aldı. Yiğit'e doğru uzattı.

''Bıçağun uci kesmiş parmağınu. Kan bulaşturma benum ağıma. '' dedi.

Yiğit o an fark etmişti parmağındaki küçük sıyrığı. Dertli sandığı başı, gözünü nasıl kör ediyordu. Dertsiz hayatı, dertsiz parmakları nasıl da körlüğü altında sıyrıklar alıyordu. Buna değer miydi?

Koca okyanuslar, capcanlı renkler varken, kurak topraklara adımlamak için aceleci olmak, kendine zalimlerin işiydi.

-

Nefes, Elizyayı bıraktıktan sonra zaman kaybetmeden eve geldi. Evine...Huzurunu başka hiçbir şeye değişemeyeceği, leylak kokulu evine.

Hafif topuklu ayakkabılarını, bir çırpıda çıkarıp kapıya bıraktı. Yol boyunca sürekli arayan Asiye, yine ısrarla arıyordu. Çantasında titreyen telefonunu gözlerini devirerek açtı;

''Ablam tamam dedim. Gelicez akşam dedim. Yine noldu? ''

''Başka bi şey diycım sağa Nefes. ''

''Söyle ablam. ''

Nefes, Asiyenin biraz daha fısıltılı çıkan sesine kulak kesilirken, bir yandan da çıkarken öylece bıraktıkları kahvaltı sofrasını toparlıyordu.

''Ha bu kiz geldu geleli odasunda. Dün bişiy mi oldi? Kaç gündür arkadaşlarına da gitmeyi. ''

Nefes birden elindeki tabakları tezgaha bırakıp durdu.

''Yok. Yani olmadı. Sabah bi böcek gördü odasında. Ona panik yaptı. Sonra tatlı tatlı sohbet ettik. Hiç de dikkatimi çekmedi moral bozukluğu falan. Alla alla.''

''Kız valla aklım çıkayi, bi uşağun derdune düşer de çilesine kapılur diye. Nefees, bana anlatmaz biliysın. Gözünü seviyim gözün, elin üstünde olsun. ''

''Tamam ablam sen merak etme. Akşam biz gelince, ben bi konuşurum onla. Dertlenme tamam mı? ''

''Bekliyrım Nefesum. Hayde, dikkat et kendune. ''

Nefes telefonu kapatırken de, tıpkı Asiyeyle konuşurken olduğu gibi yalnızca Balımı düşünüyordu. Fark edebildiği bir tuhaflığı yoktu. Çocukların bakışından, seslerinden, tavırlarından anında anlardı o yolunda gitmeyen şeyi. Ama yok. Ne kadar düşünürse düşünsün bir sebep bulamıyordu.

Mutfağın köşesinde, Tahirin duvara güvenli bir şekilde monte ettiği, eski radyonun düğmesini çevirdi. Gülümseyerek alyanslı elini radyonun üzerinde gezdirdi. Sonra da hemen yanında asılı olan çerçevelerine baktı. Elizyanın fotoğraf makinesini minik elleriyle tutup, çektiği ilk fotoğraf asılıydı mutfaklarında. Ahşap çerçevenin, halatlı ipi, sıkı sıkıya tutunuyordu duvara. Tıpkı minik Kaleli ailesinin, birbirlerine daima sıkı sıkı tutunduğu gibi...Görüntüsü kaymış, netliği sıfır olan, iki küçük parmağın tam da kadrajın ortasında belirdiği fotoğrafa ne kadar uzun bakabilirse o kadar uzun baktı Nefes.

Sonra da keyifle, radyodan yükselen sese odaklandı. Terliklerini de ayağından çıkarıp, bahçe kapısını açtı. Ciğerlerine, temiz havayı doldurup, yumdu gözlerini. Sevdiği herkes yerli yerindeyken, ona kalan boşlukları zihnindeki güzel anlarla yaşatıyordu. İşte Nefesin en büyük meditasyonu buydu.

-

Mercan, çamaşırları katlarken güldüğünü belli etmeden gözlerini cama doğru çevirdi. Maya pencerenin önündeki koltuğa oturmuş, gözlerini dışarı dikmiş, bıkkın bir halde bekliyordu. Kimi beklediği, ne kadar özlemle beklediği aşikardı.

Maya'nın yol gözleyen hali, Mercanı gülümsetiyor ama hiç sesini çıkarmadan onunla birlikte bekliyordu.

''Tekne işi zordur. Rıza Kaptan daha zor... İş bitmeden, kaçamaz da tabi. '' diyerek iç çekti Mercan. Elinde oğlunun pantolonunu tutmuş, katlıyordu.

Maya birden döndü ardını. Mercana soran gözlerle baktı.

''Yiğit'i diyorum. Zor iş yapıyor o da. ''

Maya kafasını hafifçe sallayıp, dudaklarını ısırdı. Artık içine sığdırdığı şeyleri gizlemekte çok zorlanıyordu. Neydi bu aşk dedikleri şey? Korkular, mutluluklar, sıkıntılar içeriye gizlenebiliyordu da, en özel olan aşk, nasıl bu kadar saklanmaktan kaçınabiliyordu. Bağdaş yaptığı ayaklarını çözüp, oturduğu yerden kalktı. Yan koltuğunda oturan Mercanın önüne çöktü. Mercan afallayarak Mayayı izliyordu. Elindeki çamaşırı kucağına bırakıp, gözlerine baktı.

''Mercan Abla...Ben çok kötü bir şey yapıyorum. Durduramıyorum da. '' dedi Maya telaşla. Ellerini, Mercanın dizlerine bırakmış, saçılmaya hazır cümlelerine fırsat veriyordu.

Mercan elini Maya'nın yüzünde gezdirdi.

''Kötü bir şey mi? Yapsan ben bilirdim, bence yapmıyorsun. '' dedi, gülümseyerek.

Kaşlarını çatan Maya, biraz daha doğruldu '' Sormayacak mısın yaptığım kötü şeyin, ne olduğunu? '' dedi.

''Kötü bir şey yaptığını bilsem sorardım. '' dedikten sonra hiç istifini bozmadan çamaşırlarla olan gayretine geri döndü Mercan.

''Ama yapıyorum. Değişiyorum. '' diyerek boynunu eğen Maya, dudaklarını kemiriyordu.

Yıllardır özenerek büyüttüğü ruhu, şimdi kendine bile yabancıydı. Güne Maya olarak başlıyor, akşama kadar bir sürü kişi oluyordu. Kalabalıklaşıyordu. Yiğit'in sesi, günlüğün sesi, aşkın sesi...

''Ben de değişiyorum Maya, nesi varmış bunun? '' diyerek Mayaya bakıp, cevap beklermiş gibi kıstı gözlerini.

''Ne demek ne var? Değişiyorum diyorum. Ben, ben değilim artık yani. İnsanın kendi olmaması kadar kötü bir şey var mı? ''

''Ne biliyorsun? Belki, asıl şimdi sen olmuşsundur. '' dedikten sonra katlanmış çamaşırları, yanındaki sepete özenerek bıraktı Mercan. Sonra da şaşkın şaşkın suratına bakan Maya'nın alnını öptü. Ayağa kalkıp odalara doğru yönlenmek üzereyken;

''Nefes yalnızdır evde bugün. Çayını demlemiştir, evini havalandırmıştır. Tam saatleri. Misafire de açıktır kapısı. Ah canı nasıl da konuşmak istiyordur bi bilsen. '' dedi. Arkası dönük olduğundan kocaman gülümsemişti. Maya'nın konuşmaya ihtiyacı olan kişinin, kim olduğunu anında anlamasının sebebi; değişimin üstesinden kimin gelebildiğini biliyor olmasıydı.

Ardında, ayağındaki terliklerle koşarak Nefes'in kapısını çalmak isteyen, genç bir kız bırakarak mis kokulu çamaşırlarını kucağında içeriye taşıdı.

-

Nefes, açık bahçe kapısının eşiğine yatan köpeğin, önüne bir kap su koydu. Sonra da dünden kalan börekleri yiyebileceği düz bir kaba sıraladı. Hafif başlayan yağmuru mutfaktan izliyordu. Tam kendi manzarasına dalmışken gelen zil sesi, tüm sesleri keser gibi geldi kulağına.

''Asiye abla bekleyemedin di mi akşama kadar. '' diye söylenerek kalktı oturduğu yerden. Gülerek açtı kapıyı. Ama gördüğü kişi Asiye değil Mayaydı.

Ellerini birbirine kavuşturmuş, yağmurdan sırılsıklam ıslanmış, kırılan şemsiyesini de çaresiz bir şekilde elinde tutan Maya, tebessüm ve mahcubiyetle Nefese bakıyordu.

''Kızım ıslandın mı sen? Gir içeri çabuk gir. '' diyerek kapının eşiğinden ayrıldı Nefes. Maya içeri girerken, o çoktan üst kata çıkmıştı. Eline aldığı büyük pamuk havluyla birlikte geri döndü. Maya çoktan ayakkabılarını çıkarmış mutfağa geçmişti.

''Çıkar o hırkanı çıkar. Hasta olucaksın. Saçlar da sırılsıklam. '' derken telaşla havluyu, Mayanın saçlarına bağladı.

''Şemsiyem kırıldı. Kaçamadım ben bu yağmurdan. '' derken küçük adımlarla masaya yürüyüp ,çektiği sandalyeye oturdu Maya.

''Dur ben sana sıcak bir şeyler koyayım. İçin de ısınsın. Hasta olma sakın, üzülürüm bak. ''

''Çay. '' diye yükseldi Maya. Nefes, yüksek gelen sesle durakladı.

''Yani çay olursa iyi olur. Var mı? '' derken yutkundu Maya.

''Olmaz mı? Koca demliği nasıl bitiricem diyordum bende. Hemen getiriyim. ''

Nefes, Mayayı her gördüğünde, eline kocaman bir zaman yelpazesi verilmiş gibi heyecanlanıyordu. Gözleri parıl parıl olan bu kızdan daha iyi çay arkadaşı mı bulucaktı. Hem de evinde izlediği yağmurdan, payını fazlasıyla alan biriydi Maya. Yağmur ıslatmışsa, sohbet şarttı.

-

Dakikalarca karşılıklı susan Maya ve Nefes, böreklerini hala bitiremeyen köpeği izliyorlardı. Bir süre sonra Maya, tabağının kenarında duran çay kaşığını, bardağının ağzında gezdirmeye başladı.

''Böyle sessiz kalınca kendini duyabiliyor musun Nefes Abla? '' diye sordu.

Nefes, köpekte olan gözlerini sakin bir şekilde Mayaya çevirdi. O henüz bir cevap vermeden Maya, çay bardağında olan gözleriyle konuşmaya devam etti.

''Yani ben, sessizlik olduğunda sanki artık kendimi duymuyorum. Başka biri konuşuyor gibi. Ben kendime başka sorular soruyorum, başka şeyler yapmak istiyorum. Evimdeyken böyle olmazdı. Ben bazen kendimle bile konuşmazdım. Her yer sessizdi. '' dedikten sonra yutkundu Maya. Sanki başını kaldırıp Nefesle yüz yüze gelse, konuşamayacak gibi hissediyordu.

''Koridorun ışıklarını açık bırakırdım. Mutfağınkini de. Bazen en arkada ki boş odanın ışığını açtığım bile olurdu. Sessizliğimden korkmazdım ama başka bir ses duymaktan hep korkardım. Çıt çıksa, bi ses karışsa kulağıma, aklım çıkardı. Çünkü benden başka bir ses olması korkunçtu, çok korkunçtu. '' Cümlesinin ardından yine yutkunarak, elindeki kaşığı masaya bıraktı. Sonra çayına uzanıp bir yudum aldı. Nefes sadece gülümseyerek ve susmaya gayret ederek Mayayı dinliyordu.

''Şimdi öyle değil ama. Gece üç gibi Bora ağlamaya başlıyor. Su istiyor. '' dedi ve aniden güldü. ''Mercan Abla kalkıp onun odasına giriyor. O aradaki parkelerden biri mutlaka gıcırdıyor ama bu hiç korkutucu değil. Gıcırdamazsa korkarım sanki artık. Ben...Ben seslere alışıyorum ama sanki yani, sanki şey gibi...''

''Sanki alışmak iyi değilmiş gibi. '' dedi Nefes, tamamlamak isteyerek.

Maya hiç kaldırmadığı başını işte o an kaldırdı. Pembe, çiçek nakışlı havlusu omuzlarında, saçının ıslaklığını emmeye çalışırken, gözleri de Nefesin yeşillerindeki anlamları emiyordu.

''Öyle.'' dedi tebessümle. ''Aynen öyle. ''

''Kendini o kadar güzel kontrol edebiliyorsun ki Maya. Kontrolden çıkmış olmak sana vicdan yükü yapıyor. Kimseye değil, kendine borçlu hissediyorsun. Çünkü sen o kadar direndin, kaskatı durdun. Tüm duygulardan kaçtın, kendine zarar gelmesin diye. Ama şimdi, yıllardır verdiğin mücadele bir kalabalık arasında savruldu gitti. Kendine haksızlık ediyor gibi hissediyorsun. Ama bu duruma alışmanında eşiğindesin. '' derken, kendinden emin gülüşüyle Maya'nın anlaşılmaya aç yüzüne bakıyordu Nefes.

Onda kendi düştüğü boşlukları, kendi dolduğu yarımları görüyordu.

''Bu kadar kolay anlaşılıyor muyum? '' diye sordu Maya, hayranlıkla.

''Anlatmak istersen, ben seni hep anlarım. '' diyen Nefes elini masanın üzerinden, Mayanın ellerinin üstüne bıraktı.

''Bazen de başka düşünüyorum aslında. Kendime bu kalabalığa alışarak değil, aslında çok önceden kalabalıklardan kaçarak haksızlık etmişim. '' dedikten sonra gözlerini kaçırıp, durakladı. ''Etmişim di mi Nefes Abla? Ben çok yazık etmişim kendime. Çok geç kalmışım. ''

''Maya, kızım. '' diyerek doğruldu Nefes. ''O kadar küçüksün ki. '' dedikten sonra başını hafifçe eğip, dolu gözlerle Mayayı izledi.

''Daha çok geç kalmış hissediceksin. Yetişememiş. Herkes böyle hisseder. Ama senin mücadelen başkaydı. Sen tek başına mücadele ediyordun. Sen küskün, korkulu, kendini herkesten çok koruması gereken küçük bir kız çocuğuydun. Hala daha öylesin. Ama büyüyorsun. '' dedi, teselli etmeye çalışarak.

Maya sanki kendini haklı bulabilecek bir yere değinilmiş gibi, sevinçle açtı gözlerini.

''Evet. Ben kendimi kapatmak zorundaydım. Ben güvenemezdim kimseye. Çünkü beni uyaran, benim yanılgılarımı telafi edebilecek kimse olmadı. Ben...'' derken bir anda durağanlaştı. Omuzları düştü. ''Yalnızdım. '' dedi tek bir nefeste.

Sustular. Nefes, Maya'nın sanki bir yaş daha büyüyüşüne şahit olurmuş gibi an'a bırakıyordu her şeyi. İlk adımını bekler gibi ellerini açmış, yürüme gayretindeki kızın adımlarını gözlüyordu. Maya düşüyor, yeniden kalkıyor, sonra yeniden düşüyordu gözünün önünde. Maya çabalıyordu. Ayaklarındaki bağı çözmek için çabalıyordu. Ve eğer şimdi tüm düğümlerden arınırsa, bundan sonraki adımlarını kimse bağlayamayacaktı.

''Nefes Abla sen de ailesizdin. Sen de kaybetmiştin zamanı. Sonra kurtuldun. Kalabalıklaştın. Yeni bir memleketin oldu. Ben senin hikayeni dinlerken, kendimi aynı hislerin içinde bulacağımı tahmin etmezdim hiç. '' dedi, ıslak saçlarının önüne düşmesine izin verirken Maya.

''Evet, yeni bir memlekete kavuşan birinin duygularını iyi bilirim. Ama inan bana Maya, benden daha kolay iyileşiceksin. '' diyerek gülümsedi Nefes. Aklından geçenleri durdurabilse, aklına bir sürü geçmiş hatırası sıralanıcaktı. Ama Nefesin tek hissettiği, sırtından çok zorluklarla ve parça parça atabildiği yüküydü.

''Bu memlekette benden önce yer sahibi olmuş herkese, teker teker hesap verdim ben. Buna hiç gerek yokken yaptım hem de. Hataların arınma yeriydim. Hataların, yanlışların ucu hiç haberim olmasa da bir şekilde benim paçama yapışırdı. Çünkü ben buranın 'yabancısı ' olmaktan çok zor kurtuldum. Ben herkese yabancı, tek bir adama yaşama sevinciydim. Tutanabildiğim çok az şey, ama çok güçlü sebepler vardı. Koşmam gerekti, yürümem gerekti, susmam bile gerekti Maya. Ve biliyor musun en zoru buydu. Kafana biriken onca şey, zoruna giden bir ton söz, bakış, içine sinmeyen binbir duygu varken susmak esirlik kadar zor. Susmak zaten başlı başına zordur. Doğarsın, konuşmayı öğrenirsin. Ama susmak öğrenilmez. Susmayı öğrenmek zorunda kalırsın. '' dedikten sonra derin bir iç çekip durakladı Nefes. Gözlerinin içine pür dikkat bakan Mayaya, güçlükle gülümsedi. '' Sen yabancı değilsin Maya. Sen artık hepimizin evinin, kızısın. Ve asla susmak zorunda değilsin. Kafana biriken şeyleri susturma. Onlar seni, sana getiren şeyler. ''

''Biliyorum. Sizin buraya gelişiniz bir efsane, burada kalışınız, direnişiniz, sevdanız, başlı başına hepsi efsane. Benim ki de, benim bitik hayatım için büyük bir efsane oldu işte. Hani sen şiddet görüyordun ya Nefes Abla. Sen yaralıydın ya. '' dediğinde Nefes onaylar gibi başını salladı.

''Aslında bence...Ölüm de geride kalanlara bir şiddet. Ben galiba hep bunu düşünüyorum. Kaybetmek bir şiddet sanki. Morluklar, yaralar ve kırıklar bırakmıyor evet ama eksiltiyor. Ve ben sanıyordum ki eksildiğin an, onun üstünü örtersen, çok sonrasında neyin eksildiğini bile bulamıyorsun. İzi kalan bir yara gibi taşıyorsun onu. Böyle basit bir sebebi vardı yani asla tamam olamamamın. Ama yok, öyle değilmiş. Yiğit haklıymış. Aslında eksildiği yerden öğreniyormuş insan. Ben öğrenmemeye direnmişim. Eksik yaşamaya razı etmişim kendimi. Şimdi...Şimdi ben kaybettiğim yerden kalabalıklaştım. Sizin sayenizde. '' derken minnetle baktı Nefes'in yaş dolan gözlerine Maya.

''Mesela ben çikolatalı ekmeği hep çok severdim. Ama hiç o günkü kadar lezzetli olmuyordu. Kendim sürünce yani çikolatasını. '' derken titreyen sesini bastırmak için sık sık dudaklarını birbirine bastırmaya başladı Maya. Nefes çoktan göz pınarlarına meydan okumayı bırakmıştı.

''Yiğit beni o atladığınız uçuruma götürdüğünde, bana dedi ki. '' derken, buğulanan gözlerini yumup yaşlarını serbest bıraktı Maya.

'' Korkma. Korkunu aş. Aş ki ben seni ortak edebiliyim dedi. O zaman onu anlamamıştım, bi de o kadar çok kızdım ki. Ama şimdi anlıyorum. Ben o günden beri, ne sessizliğin içindeki sesten, ne parke gıcırtısından, ne birilerine gülümsemekten, ne de kaybetmekten hiç korkmuyorum. Ben Yiğitle birlikte , kendimi tanıdım. Yiğit bana bir sürü çikolatalı ekmek verdi. Bir sürü ses. Bir sürü duygu. Bi de...'' son cümlesi hıçkırıklarına denk düşmüştü. İç çeke çeke. '' Bi de gece nefeslerinin yan odamda yankılandığını bildiğim bir aile. '' dedikten sonra temelli bıraktı yaşlarını. Nefes olduğu yerden hemen kalkıp, Maya'nın yanına geçti. Tüm duygularını cömertce ortaya saçan, genç ve cesur kızın başını gövdesine sıkı sıkı sarıp, göz yaşlarına eşlik etti. Hoş gelmişti Maya, ne de güzel gelmişti.

-

Yiğit anahtarını, kapıda döndürdükten sonra, elindeki poşeti gururla sallayarak;

''Duyduk duymadık demeyin Kaleliler. Karadenizin en uslu, en lezzetli, en efendi palukları elimde. Aklı olan bunlardan başka bir şey yemez bugün. Derya kuzusu mu bilmem ama Yiğit efsanesi bunlar be. '' dedi. Bu sırada ayakkabılarını çıkarmıştı. Keyifle gülerek mutfağa girdi. Ve o an sanki gülüşüne çeşit çeşit çiçekler takılmış gibi, daha da güldü Yiğit.

''Maya? ''

Maya elindeki fındık tabağını Nefes'e doğru uzatıyordu, Nefes de masanın üzerinde açtığı hamurun içine, o fındıklardan sıkıştırıp top yapıyordu.

''Hoş geldin. '' dedi Maya, tek kaşını kaldırarak. Yanakları kırmızı kırmızı, gözleri de hafif şiş olan Maya, o kadar huzurluydu ki. Sanki üzerinden tonlarca yük ayrılmıştı.

''Hoş geldin oğlum. Senden önce balıkların methi geldi. Baban içerde açlıktan ölüyor. Haberin olsun. '' dedi Nefes, gülerek.

Ama Yiğit, annesini duyamaycak kadar kitlenmişti.

''Hı hı '' dedi, sırıtarak.

''Tatlıyı hazırladık biz. Fırına atıcam. Sonra da kocamın yanına geçicem. Bir saate kadar hazır et yemeği Yiğit paşa. Babaannenlere geçicez. '' derken dizdiği tatlılara, memnun bir edayla baktı Nefes. Sonra da kirli ellerini özenle tutarak tepsiyi fırına yolcu etti.

Maya, Yiğit'in donup kalmış ve asla yüzünden ayrılmayan gözlerine bakıyordu. Gülmemek için kendini zor tutuyordu.

''Kaç derece yapsak ki...Yiğit? Yiğit sana diyorum oğlum duyuyor musun beni. ''

''Hah annem duydum duydum. Misafirimize özenli davranıyorum. Misafirperver olmak gerek ya ondan. '' diyerek annesine göz kırptı Yiğit.

Maya, Yiğit'in bu dobralığından ötürü afallamıştı. Kaşlarını çatıp, keskin bakışlarını üzerine dikti. Dudaklarıyla ses çıkmayacak şekilde ''Napıyorsun sen ya? '' diyor, sonra da daha fazla keyiflenen Yiğit'e gözleriyle sus işareti yapıyordu.

Nefes, Yiğiti duymamış gibi fırının derecesini ayarlamaya devam etti. Sonra da elini havluyla temizleyip, Mayaya döndü.

''Kızım bu deli sana emanet tamam mı? Hazırlasın çabuk yemeği valla Tahiri aç bir şekilde sakin tutmak, benim için bile zor. '' dedi. Maya başını sallayıp gülümseyince, gönül rahatlığıyla mutfaktan çıktı.

Nefesin, mutfaktan uzaklaşmasını bekleyen Maya, aniden Yiğit'in yanına yürüdü.

''Ya sen niye böyle ayarsızlıklar yapıyorsun, annenin yanında. ''dedi, kaşlarını çatarak.

Yiğit gözlerini düşünürmüş gibi tavana kaldırdı.

''Özlemekten gözüm kararmış pardon. '' dedi, sırıtarak. Bir adım daha yaklaşmıştı Mayaya.

Maya, Yiğit'in nefesine bu kadar yakın olmaktan dolayı, aklında sıralı cümleleri, dilinin ucuna sürükleyemiyordu.

''Özlediysen...şey yapsaydın. ''

''Ne yapsaydım? ''

''Şey işte...gelseydin. Ayağın var, yolları benden iyi biliyorsun. Özlerse gelir insan. '' dedi, küskün bakışlarını sakınmadan Maya.

''Ya kızım, Ali abi vurur beni gündüz gözüyle gelirsem. Sen onu bilmezsin güzel yatar pusuya. Kaç defa yakalamışlığı var beni, babamlardan önce. '' diyerek dert yanan Yiğit'i, gözlerini kısarak dinleyen Maya;

''Demek çok yakaladı seni? Nerde mesela? Başka pencerelerde mi? ''

Yiğit, Mayanın şüpheci hallerine, sanki çok sevdiği bir tatlıya bakar gibi bakıyordu. Çünkü şuan Maya o kadar tatlıydı ki, sonsuza kadar karşısında dursa tüm özlemi doyucaktı.

''Yani tabi bizimde kendimize göre bir pencere çevremiz olduğu doğrudur. Ama bunun konumuzla bi ilgisi yok. '' diyerek, tek kaşını kaldırdı Yiğit.

Maya öfkeyle soluyor, susarak ağzından çıkacak kelimelere sanür koymaya çabalıyordu.

''Noldu ya? Sustun bi. Balık mı kokuyorum yoksa yine? '' derken, elindeki balık poşetini, tam da aralarında kaldırarak kahkaha attı Yiğit.

''Yiğit çek şunu ya çek. Pencere anılarını sonra anlatırsın, sanki çok meraklıyız senin uyandırdığın kızlara. Banane yani pencerelerden, güzel kızlardan, eski sevgililerinden banane !'' diye çıkışırken aynı zamanda balık poşetini hızlıca kapıp, çıkardığı leğenin içine boşalttı Maya. Ne dediğini, ne yaptığını o da bilmiyordu.

Yiğit gülerek onu izlerken, durakladı.

''Maya. Ben daha kendim uyanamıyorum kızım. Milletin camında ne işim olur. Ali abi beni evden kaçınca bulurdu. '' dedi, tezgaha yaklaşarak. ''İlk defa bir cama taş atıyorum ayrıca. Bu sadece Ay kıza özel hizmetim. Yanlış olmasın. '' diyerek gerindi.

Maya ikna olmuş gibi Yiğit'e döndü. Yiğit'in uzun kirpikleri ve gülen gözlerine baktıkça bakası geldiğinden, trip atan halde olmak daha çok işine geliyordu.

''Tamam ya. Uzatma işte Yiğit. Herkes aç bak, yap şu yemeği artık. '' dedi. Ay kız olmanın eşsiz huzurunu, yalnızca tebessümüne yansıtabilmişti. İçinde açan çiçekleri, henüz Yiğit fark edemiyordu. Çünkü Mayanın komutuyla birlikte çoktan yemek işine girişmişti.

-

Tahir, Nefesin dizlerine başını koymuş, kanalları geziyordu. Yemek olana kadar oyalanmaya çalışıyorlardı. Ama Tahir açlığını hissettiği her an, kendi kendine söyleniyor, balıktan nefret edecek gibi hissediyordu.

Nefes, kocasının saçlarında parmaklarını gezdirirken;

''Tahir paçaların çamur olmuş hayatım, hiç mi fark etmedin? '' dedi. Gözleri kocasının üzerindeydi. Tahir başını hiç kaldırmadan;

''Bakmamışım nefesim. Bugün kumluktaydım ya orada olmuştur. '' dedi. Açlıktan halsiz kalmıştı ve mümkün olduğunca konuşmaktan kaçınıyordu.

''Yemeğe oturmadan değiştir istersen. '' diyen Nefes'in yüzünü görmek için döndürdü başını Tahir;

''Yiğit hergelesi on dakika daha gecikirse, şuraya bayılırım sen değiştirirsin üstümü o kadar söylüyorum. '' dedi.

-

''Nefes bitkin bir halde, çatalını tutmaya çalışırken, masadaki her şey oldukları yerde, yer değiştiriryorlardı sanki. Tahirin kaçak bakışları arada karısına dönüyor, yemek yemeden öylece masayı izleyen halinden endişe ediyordu.

Sofradaki sürükleyici muhabbet arasından Asiye gülerek, Nefese döndü;

''Nefesum tatlılara sen daha yakunsun. Koyalum artuk. Bittu herkesin yemeği. '' dedi.

Nefes, artık huzursuzluk veren mide bulantısını bastırabilmek için elinde çevirdiği bir lokma ekmeği ağzına attı. Sonra da kafasını sallayıp, ayaklandı. Tatlıların olduğu tepsi hemen önündeki tezgahtaydı. Ve oraya ulaşması normalde iki adım kadardı. Ama şuan sanki kilometreler yürümesi gerekiyormuş gibi yorgundu Nefes. Adım atıyor gibiydi ama neden ulaşamıyordu? Durdu. Etrafında dönen cezveler, tencereler, baharatlıklar dik durmasına engel oluyordu. Her şey dönüyor ama Nefes hareket dahi edemiyordu. Uğuldamaya başlayan kulaklarına çok boğuk, çok uzaktan sesler gelmeye başladı. İsmi söyleniyordu. Ona seslenen birçok ses vardı. Ama kafasını geriye doğru bile çeviremiyordu. Tüm hareketsizliğine meydan okur gibi kendini olduğu yere bıraktı bedeni. Başı, mutfağın ezber ettiği fayanslarına değdiğinde, gözleri bir süre daha kapanmamıştı Nefesin. Sonra kirpik uçlarına ağırlıklarca taş yerleşmiş gibi, açmaya inatla direndiği gözleri kapandı.

Kendine geldiğinde, sofra yerli yerindeydi. Tabaklar dönmüyordu artık . Tatlı tepsisi bin parça olmuş tabaklarıyla birlikte yerdeydi. Zavallı baklavalar ziyan olmuşlardı.

Tahir bileklerini ısrarla ovarken, Asiye telaşlı haliyle tansiyon aletini sabitlemeye çalışıyordu. Burnuna artık acıymış gibi gelen limon kolonyası kokusu, beyninin içinde kesici bir alet gibi dolanıyordu sanki. Doğrulmaya çalıştı Nefes.

Tahir hemen panikle, durdurdu onu.

''Nefesim...Çok şükür. Kalkma hemen kalkma. ''

''Oy elticum oyy. Aklimi çıkardun. ''

''İyi misin bazım. Gidelum mi bi hastaneye? ''

Herkes panikle Nefese bir şeyler söylerken, Nefesin tek bir kelime bile söyleyecek mecali kalmamıştı.

Son zamanlarda yaşadıkları çok ağır, çok bilinmez geliyordu. Zamanların hepsi zordu onlar için ama sanki bu, tatsız bir tat gibi dolanıyordu Nefesin dilinde damağında. Atamıyordu, satamıyordu yükünü hiçbir yerlere.

Zannediyordu ki bu yük sebep oldu bayılmasına. Ama bilmiyordu ki yeni bir can, içinde meydan okuyor yeni dünyasına...

Tahir, Nefesin boş bakışlarını izleyip ani bir kararla kucakladı karısını.

''Biz odaya çıkalım. Yine bir şey olursa, götürürüm ben hastaneye. '' dedi, tebessüm ederek.

Nefesin güçsüz kolları, kollarına sıkı sıkı tutunurken, Tahir onu çoktan odalarına taşımıştı. Yataklarına bir kuş tüyü misali usulca oturur halde bıraktı karısını. Sonra hemen dolaplarına yöneldi. Nefesin kıyafetlerini yoklamaya başladı. Nefes o an fark etmişti, üstünün kirlendiğini. Muhtemelen tüm tatlıları üzerine devirmişti.

Tahir seçtiği gecelikleri getirip, yatağın üzerine bıraktı. Nefesinin gözlerine baktı. Saçlarını okşadı.

''İyisin di mi? '' diye sordu.

''İyiyim. '' derken, tüm teselli ediciliğiyle kocasının yanağına uzandı Nefes.

''Beni çok korkuttun. Çok. ''

Tahir korkusunu dile getirirken, bir yandan da Nefesin tişörtünün eteklerinden tuttu. Nazikçe yukarı doğru sıyırdı. Kollarını kaldıran Nefes, tişörtün bedeninden ayrılmasına izin vermişti.

Temiz gecelik üstünü, kıvırarak Nefesin başından geçirdi Tahir.

''Özür dilerim. '' diyen Nefes, yorgun gözleriyle minnet saçıyordu.

Tahir, Nefesin ellerini tutup öptü.

Lekelenen pantolonu çıkarmak için uzandı. Usulca paçalarından çektiği pantolon da Nefesin bedeninden ayrılmıştı. Karısının buz gibi olan bacakları ve ayakları Tahirin anını kışa çeviriyordu. Minik bir bebek gibi sarıp sarmalamak, onu tüm rüzgarlardan, yakıcı soğuklardan kurtarmak istiyordu.

Daha fazla üşümesine fırsat vermeden, geceliğin altını da giydirdi. Sonra da çekmecelerinde bulduğu en kalın, yün çorapları seçti, özenerek. Karısının, yollar aşan, güçlü basan, ömrüne adım adım yürüyen ayaklarına giydirdi o çorapları. Sonra da hiç mecali kalmamış Nefesini, usulca yatırdı yatağa. Üzerini sıkı sıkı örttü.

''Omuzlarıma yolla tüm yükünü. Yalvarırım bir daha böyle kapama gözünü Nefesim. ''

''Ne kadar ayıp ya. Koca adam oldun, ben mi değiştiricem üstünü. '' derken, parmakları arasından tel tel kocasının saçlarını gezdirerek, cilveyle güldü Nefes.

''Neden olmasın. Yani çıkarmama yardımcı olsan da yeter aslında. '' dedi Tahir, muzur gülüşüyle. Az önce kapanmak üzere olan gözleri, hemen açılmıştı. Nefes panikle salon kapısına baktı.

''Tahiiir. Ulu orta ettiğin muhabbette bak ya. '' dedi Nefes, bu kez elini Tahirin alnında gezdirmeye başlamıştı.

Bu sırada koşarak içeri giren Elizya, annesi ve babasının karşısına dikildi.

''Ay bugün de akşam oldu ya. '' dedi, gülerek.

Tahirle Nefes şaşırarak kızlarına bakıp, sonra da birbirlerine baktılar. Nefes;

''Öyle oldu kızım da, hayırdır? '' diye sordu.

''Bilmem. Bence yarın, bugünden daha güzel olur. '' diyerek olduğu yerde zıpladı Elizya. ''Daha güneşli de olur. Böyle gezmelere gidilebilecek bir hava olur.'' dedi.

Tahir derin bir iç çekip, yüzünü buruşturdu. ''Yani bilmem ki. Ben yorgun olurum kesin yarın. Annenle uyuruz şöyle bütün gün ohh. Servis işin de hallolmuş, sen de okula gidersin. Abin tekneye. '' dedi.

Elizyanın gülen yüzü yavaş yavaş solmuştu.

''Baban doğru söylüyor. Sabah servisliğinden de kurtuluyorum nihayet. '' diyerek Tahire eşlik etti Nefes.

Yarın, melek kızlarının dünyalarına girişinin yıl dönümüydü. Kızlarının, sağlıkla kucakladığı yeni bir yaşın günüydü. Hayatta minnet duydukları nadir günlerden biriydi. Bunu unutmaları mümkün değildi çünkü asla akıllarından çıkmıyordu. Ama Elizya her yıl, doğum gününden aylar öncesinde istediği hediyelerin mesajını verdiği için, bu defa ona sürpriz yapma kararı almışlardı. Büyüdüğünü hissetmesi için müthiş bir fırsattı.

''Abim nerde? '' dedi hiddetle Elizya. Kaşlarını çatmış, gözünü karartmıştı. Hatırlanmamak hayli canını sıkmıştı.

Tahir umursamaz durmaya çalışarak;

''Mutfakta benim midemin cenaze namazını kılıyor. Git de hızlandır şu abini, kızım. Acıktık ya. '' dedi. Nefes gülüşünü gizlemeye çalışırken, Elizya çoktan odadan ayrılmıştı.

-

Nefes, tüm gün içi içine sığmaz bir halde, evde dolaşıyor,asla sakin kalamıyordu. Sabah Saniye Hanım, 'sen hamilesin' dediğinden beri, onun verdiği beyaz elbiseye bakarak düşünüyordu. Bu mümkün olabilir mi diye aklında binbir türlü hayal, an, duygu geçiyordu. Ama inatla bu ihtimale karşı geliyordu. Bir hayal kırıklığına dönmesinden deli gibi korkuyordu.

Allahtan, kendisinden çok daha tez canlı bir eltisi vardı ve Nefese hiç vakit kaybetmeden gebelik testi yaptırmıştı. Banyoda, o küçücük aletin üzerindeki pembe çubukları beklediği anlar, yaşamayı beklediği anlardan çok daha uzundu sanki. Beklemeyi, sabretmeyi kimse onun kadar iyi bilemezdi güya. Ama o sabırsızlığını biri görse muhtemelen çok şaşırırdı.

Tahire nasıl söyleyeceğini bilemediğinden, tuhaf bir şekilde hep susmuştu. Gülüyor hatta daha fazlası sırıtıyor ama asla konuşmuyordu Nefes. Tüm günü böyle çelişkilerle geçirmiş, eli karnından bir an olsun ayrılmamıştı. Gece olduğunda ve doğal olarak herkes derin bir uykuya daldığında, yatağında dönmekten uyuyamayan da yine Nefes olmuştu.

''Tahiiir. '' dedi, parmağının ucuyla uyuyan kocasını dürten Nefes.

''Tahiiiir uyuyor musun? ''

''Tahiiiir. ''

''Uyanabilir misin? ''

''Tahiiiiiiir Tahir. ''

''Uyansana ya bi. ''

Nefesin ard arda dürtmeleri sonucu, Tahir uykusundan kısmen ayrılmış baş ucundaki ışığı yakmıştı.

''Noldu ya? '' dedi önce, sonra birden doğrulup '' Hasta mı oldun yoksa? '' diye sordu.

''Yok yok iyiyim de, seni bi yere götürebilir miyim? '' derken, sevincini asla yutamadan, tüm dişlerini göstererek gülüyordu Nefes. Tahirin şaşkın ve uykudan açmakta çok zorlandığı gözlerine baktı. Sonra da öptü yanaklarını. Cevap vermesine fırsat vermeden yataktan kalktı. Üzerine kalın bir hırka giydi.

Tahir, neşe dolu ve uyku uğramamış karısına şaşıracak kadar ayılmaya başlamıştı. O da kalktı. Nefesin elinde uzattığı, hırkasını aldı. Kapıyı sessizce açtılar ve çıt çıkmayan konakta, derin adım sesleri bırakarak bahçeye çıktılar.

Nefes sürekli göğe bakıyor ve bu şekilde yürümeye devam ediyordu.

''Nefesim napıyorsun? Düşüceksin şimdi. '' derken, gözlerini ovuşturarak, Nefesi takip ediyordu Tahir.

''Düşmeeeem. '' dedi neşeyle Nefes.

''Niye çıktık peki şimdi buraya? ''

Cevap alamamıştı. Sürekli yürüyorlardı ve çoktan bahçeden ayrılmışlardı. Ormanlık alanda, gece saati olduğu için ıssız olan, ince yolda ilerliyorlardı.

Gökyüzüne bu kez ''Sonunda'' der gibi bakan Nefes, durdu. Derin bir nefes aldı.

''İşte burası. '' dedi.

Tahirin adımlarının tam da karşısına gelmesini bekledi, heyecanla. Artık sabırsızlığın dibini sıyırıyordu. Tek bir saniyeye bile tahammülü kalmamıştı.

''Nefesim bak hiçbir şey anlamıyorum ve korkuyorum. '' dedi Tahir, karısının ellerine tutunurken. Nefes o elleri tüm heyecanıyla sıkı sıkı tuttu.

''Bu yol bizim yolumuz. Biz bu yolda çok düştük, çok koştuk, çok durduk. '' derken sesine hakim olmak ister gibi soluklandı Nefes.

Tahir şaşkın ama pür dikkat dinliyordu.

''Söz verdik. Eksilmeden sadece artarak ve güçlenerek yürüycez dedik. '' diyen Nefese, gülümseyerek başını salladı Tahir.

''İstedim ki, bu yolda nasıl güçlendiğimizi gör. Ay'da görsün. '' diyerek heyecanla güldü Nefes. Nefes alamıyordu ve bunu fazlasıyla belli ediyordu.

Tahir'in ellerindeki bir elini, usulca karnına doğru taşıdı. Sevdiği adamın avuç içi, tüm gün içinde hissettiği canı sarar gibi dokundu karnına. Gözlerini yumdu Nefes.

''Bizim Ay ışığında uluyan bir kurt'umuz, bir de Ay ışığında müjdelenen bir bebeğimiz var. Biz artık, çok kalabalığız bu yolda Deli Tahir. '' dedi.

Ay gökten ayaklanıp, gözbebeklerine dolmuştu sanki. Tüm yıldızlar bir şarkı melodisi gibi etraflarında dönüyordu, bunu hissedebiliyordu. Tahir'in tutulan dili, ısınan avuç içi, sol gözünden yanağına doğru minnetle akan gözyaşı hepsine birer birer sarılmak istedi Nefes.

''Baba...Baba mı oluyorum yeniden? İkinci kez. ''

Tahir gözyaşlarına karışan gülüşüyle, Nefesten onay beklerken, Nefes gülerek salladı başını.

''Babayım ben. Çok babayım. İki kez babayım. '' diyerek önce kendi etrafında döndü Tahir. Sonra da kuştan hafif karısını, belinden kavrayıp döndürmeye başladı. ''Dünyaları verdin bana. Bana bambaşka bir dünya verdin. '' diye diye boynunu öptü karısının.

Ellerini Nefesin yüzünde gezdirdi. Mutluluğunun tarifi yoktu.

''Sen, sen çok başkasın. '' dedikten sonra dudaklarına kapandı Nefesin. Ay şahitti...Söylenene, söylenmeyene.

-

Yiğit, ağzına attığı çiğ patatesi çiğnemeye çalışırken Maya ona hayretle bakıyordu. Son yirmi dakikada balıkları özenerek tepsiye dizmiş, sebzelerle süslemiş, çeşitli malzemelerle sos yapmıştı Yiğit. Ve tüm bunları yaparken boynundan geçirdiği, kırmızı işlemeli mutfak önlüğü artık tanınmayacak hale gelmişti. Omzundan aşağı sallandırdığı mutfak havlusu, ellerinin tüm kirlerini almaya hazır bir halde bekliyordu. Maya ise tezgahlardan birine yaslanmış, Yiğit'e yardımcı olabilmek için ufak tefek işler yapıyordu.

''Maya sen çaydanlıkta biraz su kaynat, ben bunun üstüne birazcık gezdiricem çünkü. '' derken, renk renk gözüken tepsisine gururla baktı. Baş parmağını dudaklarıyla buluşturup, yemeğin bulaşan kısmının tadına baktı Yiğit. ''Yapıyorum ya ben bu işi. ''

Maya, Yiğit'in gururlu, fazla gururlu hallerine göz devirip gülerken bir yandan da su kaynatıyordu.

''Birlikte balık tuttuk, şimdi de birlikte balık pişiriyoruz. '' diyerek bir anda gülümsedi Yiğit. O kadar mutluydu ki. Bunu gözlerinden, gülüşünden herkes okusun ve eşlik etsin istiyordu. Mayayı gördüğü her an, yeni bir heyecana kavuşmuş gibi oluyor, sanki genç ömrü daha da gençleşiyordu.

Maya işini bitirip yeniden Yiğit'in yanına doğru geldi.

''Ne bu şimdi? Evlenme teklifi mi? '' dedi gülerek. Su yavaş yavaş kaynarken, içleri ısınan iki genç, balıkların hiç yüzemedikleri, bambaşka bir denize açılıyor gibilerdi.

''Hep benimle ol teklifi. '' dedi Yiğit, ciddileşerek.

Maya, Yiğit'in yüzünü yeni bir şeyi keşfeder gibi acelesiz izliyordu. Özlemek ve hep sarılmak istemek, ona kendinin bile şaşırdığı cesareti veriyordu.

''Hep seninleyim zaten. '' dedi, fısıltıyla. ''Ay gökyüzünde olduğu sürece, hep. '' derken daha da kararlıydı sesi.

Yiğit'in göz bebeklerinde yeni bir gün doğmuştu sanki. Maya'nın söyledikleri, kurak topraklara yağmur gibi yağıyordu.

''Ay gökyüzünde olduğu sürece. '' diyerek onayladı Mayayı. Farkında olmadan, adımları ilerlemişti. Mayaya yaklaşmak, kaçınılmaz bir çekimin eseriydi. Balıklar ağına çekilip, esirliğe düşüyordu. Ama Yiğit, Mayaya çekilerek özgürlüğe açılıyor gibiydi.

''Abiiiiiiiii ''

Elizya koşarak yanlarına geldiğinde, Maya panikle geriye doğru adımladı. Ellerini nereye koyacağını bilemiyordu. Tezgaha doğru döndü. Yiğit gözlerini yummuş, gülerek gelen Elizyaya içinden sitem ediyordu.

''Abiim! '' dedi, yüksek sesle. Zamansız gelişleri vardı Elizyanın. Bebekliğinden beri bu hep böyleydi. Yiğit kardeşini çok kıskanan bir çocuk olmamıştı ama ne zaman annesiyle babasının yanına gitse, Elizya mutlaka ağlardı. Gerçi bebekler hep ağlardı ama Yiğit için o zamanlar, bu ağlayışların sebebi hep kıskançlıktı.

''Balık mı yapıyorsun? Keşke yarın yapsaydın. '' dedi Elizya, abisinin beline sarılırken.

''Niye güzelim, yarın da başka bir şey yeriz. ''

''Yarın daha özel, daha güzel bir gün ya ondan. '' dedi Elizya gözlerini kocaman açıp. Abisi derdini anlasın diye kıvranıyordu resmen.

Yiğit ise Elizyanın karın ağrısını çoktan anlamış, gizli sırıtmalarının altından oyuna devam ediyordu. Maya anlamayan gözlerini ikisine çevirdiğinde Yiğit sadece göz kırptı.

''Yok ya bence bugün daha özel. Baksana sevdiğim bütün kızlar evde. Yakışıklı bir şef olmak için, başka bir günü bekleyemem. '' diyerek kardeşini kucakladı ve boş tezgahın üzerine oturttu. Elizya çoktan kollarını birbirine bağlamış, yüzünü düşürmüştü. ''Şu maydonozları ayıkla bakalım deniz kızı. Yardım et biraz bize. ''

Maya ne olduğunu anlayamasada yüzünü düşüren Elizyanın yanına geçti. Tabaktaki maydonozları sudan geçirdi ve ona yardım ederek birer birer ayıklamaya başladı. Elizya boşta kalan ayaklarını sinirle sallıyor, kaşlarını olabildiğince çatıyor ve abisinin söylediği şeylere tepki vermekten kaçınıyordu.

''Elizya, canın mı sıkkın senin ablacım? '' dedi Maya, dayanamayarak.

Yiğit gülmemek için kendini zor tutuyordu. Hazırladığı tepsiyi fırına yerleştirdi. Annesinin pişen tatlısını da masaya bıraktı.

''Değil. Mutluyum ben. Ama yarın daha mutlu olucam. '' dedi Elizya, Mayaya bakarak. Onun, doğum gününden haberdar olması imkansızdı o yüzden ona kızmıycaktı. Muhtemelen böyle giderse Elizya evde sadece Mayayla konuşucaktı. Çünkü kararlıydı. Herkese küsmüştü.

''Yarın özel bir gün galiba? '' diye sordu Maya. Moralinin bozuk olduğunu anladığı Elizyayla iletişime geçmeye, onun derdini anlamaya çalışıyordu.

Elizya tam ağzını açmış, konuşmaya başlayacakken Yiğit;

''Aaa tabi ya. Yarın ne vardı diyorum bende. '' dedi. Aklına bir şey gelmiş gibi sevinçle gülümsedi.

Elizya heyecanlanmıştı. Nihayet abisi, bu çok özel günü hatırlayıp, küs kalacakları listesinden çıkmak üzereydi. Ama Yiğit, muzur gülüşüne sığınıp;

''Halı saha var bizim. Amcam haber vermişti az kalsın unutuyordum bak. '' dedi.

Elizya artık daha da öfkeyle soluyordu. Maya ise şaşkın şaşkın ikili arasındaki gizli iletişimi takip etmeye çalışıyordu. Ama ne mümkündü.

-

Balım, annesinin sık sık gelip yoklamalarına rağmen yatağından çıkmayı reddediyordu. Birçok yaş dökmüştü aklından geçenlere. Önce derin acı geliyordu, sonra ben ne salakmışım hissiyle kendine kızıyordu. Sonsuz bir döngü şeklinde hep aynı şeyleri düşünüyordu. Aynı şeyler Balıma hiç iyi gelmiyordu ama Balım başka türlü iyileşmek nasıl olur bilemiyordu.

Sırtını çevirdiği telefonunun ekranı, odasının karanlığına inat aydınlandı. Tavana yansıyan ışık, Balımın gözüne ulaşıyordu. Zorlanarak döndü arkasını. Arkadaşlarından biri, konağın bahçesine yaklaştığını, beş dakikaya kadar geleceğini, doğum günü partisinde düşürdüğü bir kolyenin olduğunu ve onu teslim etmek istediğini yazmıştı.

Balım kolyesinin eksikliğini hiç hissetmemişti. Mesajı okurken aklına gelmişti.

O geceye dair, Balıma kalan şeyler o kadar tatsızdı ki, hiçbirine ağlamamış gibi şuan kayıp kolyesine ağlamak çekmişti canı. Ama onu da yapamazdı çünkü kolyesi beş dakikaya kadar elinde olucaktı. Her kayıp bir şekilde geri geliyordu. Ama en beklenilen gelmiyordu. Acaba beklediğimiz, aslında kaybettiğimiz şey değil miydi?

Bıkkın bir halde ayaklarını sallandırdı yataktan. Dağınık saçlarını, elleriyle şekillendirdi. Pijamasının sıyrılan paçasını düzeltti. Üzerine bir şey geçirip, çıktı odadan. Annesine ya da herhangi birine gözükürse muhtemelen bir ton soruya maruz kalıcaktı. İstediği en son şey de buydu.

Kimseye gözükmeden çıktı kapıya. Etrafı yokladı. Gelen giden yoktu. Ama havanın serinliği çok iyi gelmişti. Ağlamaktan sürekli nemli kalan göz altları serinliyor, içindeki yangın, soğuk havayla karışıp sanki dumana bulanıyordu.

Beş dakikadan daha uzun olduğunu tahmin ettiği bir süredir bekliyordu Balım. Ne gelen vardı ne giden. Arkadaşını aramak için cebine uzandı ama telefonunu yukarda bırakmıştı. O kadar dalgındı ki.

Birkaç dakika daha bekleyip, eve çıkmayı düşünürken, sırtını döndüğü bahçede çıtırtı duydu. Arka tarafa doğru hareketlenen ayak seslerine dikkat kesildi. Galiba arkadaşı, görmediği bir anda gelmişti ve bahçedeydi. Gülümseyerek ilerledi sese doğru Balım.

''Fundaa. '' dedi. Kısık sesle, seslenirken aynı zamanda yürüyordu.

''Fundaaa. ''

Arkadaşının hızlı adımlarını hafifletmek istiyordu çünkü yanlış yere gidiyordu. Az sonra mutfak kapısından eve girmek üzereydi. Biraz daha yaklaştığında, gördüğü karartının, Fundaya göre daha kaslı, daha sakallı, daha uzun olduğunu fark etti Balım.

Funda ne kadar geliştirmiş vücudunu diye düşündükten hemen sonra, bu kadar sakal bırakmış olabilir mi sorusu gelemeden çığlık atmak üzere açtı ağzını. Ama az önceki karartı, çoktan arkasına geçmiş, ağzını sıkı sıkı kapatmıştı. Balım cılız bedeniyle çırpınırken, bir yandan da onu kuvvetlice tutan kişiyi etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Asla durmuyordu. Tutan kişi de bırakmamak konusunda ısrar ediyordu. İkisi birlikte sendeleye sendeleye evin duvarına yaklaştıklarında, Balım hep orada durduğunu bildiği demir sopaya ulaştı. Kendinde kalan son gücüyle, sopayı sol tarafında kalan kafaya geçirdi. Önce ağzını kapatan el gevşedi, sonra da arkasında kalan uzun gölge kayboldu. Adam olduğu gibi yere serilmişti. Ne olduğunu anlayamadan, derin derin nefes alan Balım, korkarak yaklaştı yatan adama. Alnından aşağı doğru kan akıyordu. Telaşla geri çekildi.

''Öldürdüm. Adamı öldürdüm! '' 

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

165K 18.5K 40
jeon jungkook en yakın arkadaşının amcasına aşık olmuştu.
103K 6.5K 36
Malfoy ve Black iki ezeli rakip ve birbirlerinden nefret eden iki küçük çocuktur. Black'in 4. Sınıfta Harry'nin yerine arayıcı olmasından sonra Malfo...
53.1K 2.5K 15
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
129K 22.4K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting