Ay Şahit

By ygmurdem

284K 13.9K 3.2K

... More

Bölüm 1
Bölüm 2- ''Yıldız Masalı''
Bölüm 3- ''Cennet İpleri''
Bölüm 4- ''Kar Tanesi''
Bölüm 5- ''Ömürlük Şarkı''
Bölüm 6- ''Sırma''
Bölüm 7- ''Bezelye''
Bölüm 8- ''Çikolata''
Bölüm 9 - "Nokta"
Bölüm 10- "Oğul"
Bölüm 11- ''Oyun Arkadaşı''
Bölüm 12- ''Uçurum''
Bölüm 13- ''Tuttum Aslanım''
Bölüm 14- ''Rapunzel''
Bölüm 15- ''Buhar''
Bölüm 16- ''Ölümsüz Çiçek''
Bölüm 17- ''Kabak Çekirdeği''
Bölüm 18- ''Ben Nefes''
🌙-'' Yarım Ninni ''
Bölüm 19- ''Baba ''
Bölüm 21- ''Ay Kız''
Bölüm 22- ''Kayıp Zaman''
Bölüm 23- ''Gizli Bank''
Bölüm 24- ''İyi ki Elizya''
🌙- ''İki Ucu Yaralı Değnek''
Bölüm 25 - ''Arkadaş''
🌙- ''Pelerinsiz Kahraman''
Bölüm 26- ''Elma Şekeri''
Bölüm 27- ''Domates Güzeli ''
Bölüm 28- ''Gece Dalgası''
Bölüm 29- ''Saklı Yara''
Bölüm 30- ''Uyurgüzel''
🌙- ''Anzer Balı''
🌙-''Kız Kulesi''
Bölüm 31- ''500''
Bölüm 32- ''Kızamık''
Bölüm 33- ''Müstaklel''
Bölüm 34 - ''Hak'kın Balığı''
🌙- ''Kara Kutu ''
Bölüm 35- ''Sahur Duası''
Bir Ay Doğdu Geceden🌙🎈🎂
Bölüm36- ''Rüya''
Bölüm 37- ''Sınav''
🌙-''Babamdan Miras Bayramlar''
Bölüm 38- ''Anne''
Bölüm 39- ''Evim''
Son Şeker
Sondan Bir Önce...
Bölüm 40- ''SEZON FİNALİ''
Bölüm 41- ''Mazlumun Abisi''
Bölüm 42- ''Eller Beraber! ''
Bölüm 43- ''Veda''
Bölüm 44- ''Hafıza''
Bölüm 45- ''Bordo Mavi Atlar''
Bölüm 46- ''Abimden Armağan''
Bölüm 47- ''Balım Yarası''
Bölüm 48- ''Trabzondan Gelinim Geldi ''
Bölüm 49 - ''Kavuşmak''
Bölüm 50- ''Yeniye Doğanlar''
'FİNAL'

Bölüm 20- ''İlahi Adalet ''

5.5K 283 57
By ygmurdem


''Sonra Ceren de, Ezgi'nin defterinin sayfasını yırtmış. Bir sürü yazı yazmıştık o gün. Ezgi ağlamaya başladı. Ceren hiç özür dilemedi. Ceren galiba biraz taş kalpli. Ama kalpli yani. Bazen Enginin sütü bitince, ona annesinin çantasına koyduğu yedek sütü veriyor. ''

Elizya, ayaklarını mutfak tezgahından sallandırırken, elindeki çikolatayı azar azar ısırıyordu. Yemek yapan annesine, her zaman olduğu gibi günün özetini, her detayına kadar anlatıyordu.

''Ne kadar ayıp etmişler birbirlerine. Hiç defter yırtılır mı? ''

Nefes doğradığı havuçları, harlı ateşte kızmış tavanın üzerine attığında, bir yandan da kızına eşlik ediyordu.

''Bana da yapmasınlar diye defterlerimi çantama koydum. Zaten yazmaktan çok sıkılıyorum, bide onlar yüzünden daha fazla sayfa yazmak zorunda kalamam. ''

Kızının çatılan kaşlarına bakıp, güldü Nefes.

''Dersler nasıldı peki? ''

''Matematik çok güzel geçti. Ama çok ödev verdi öğretmen. Vermese iyiydi tabi. Türkçede biraz uykum geldi. Hikaye köşesi yaptık. Senin kırmızı şemsiyeli kız hikayesini anlattım. Öğretmenim çok beğendi. Tüm sınıf alkışladı beni. '' derken, dudaklarına bulaşan çikolatayı yalayıp, gururla saçını savurdu Elizya.

''İyi yapmışsın bitanem. Hadi şimdi odana çık, tüm ödevlerini bitir. Akşam rahat edersin olur mu? ''

''Abimi bekliycem. Ödev zor birazcık anne. ''

Elizya abisinden bahsedince, Nefes yemek masasının üzerinde asılı olan, saate çevirdi kafasını. İş çıkış saati gelmek üzereydi Yiğit'in. Birazdan iki adamı da kapıyı çalardı.

-

''Size gitme fikri de, eve dönme fikri kadar saçma şuan Yiğit. Annenle baban beni geceliklerimle görünce ne düşünürler gerçekten merak ediyorum. ''

Tekne kocaman bir zaman makinesi olmuştu. Maya ve Yiğit o makinenin ilk ve tek yolcularıydı. Bütün gün, geçmişin kabaca kıyılarına vurmuş, şöyle uzaktanda olsa göz gezdirmişlerdi kendilerine. Sadece öperek, el ele tutuşarak, birbirlerine tatlı sözler savurarak değil de, daha çok tüm ömürlerine şahitlik ederek birbirlerine karışıyorlardı. Çocukluklarına giderek, o zamanlardan kalplerinde kalan yaralara merhem olarak, sustuklarını sessizce dinleyerek...

Ama bugün de bitmişti işte. Evlere dönme vaktiydi. Zaman makinesini dalgalara teslim etmişlerdi. Fakat ciddi bir sorun vardı; Maya'nın gecelikleri !

''Ya dedim ya annem alışık bu görüntüye. En azından Ali Abinin görmesinden iyidir. Kız babaları tehlikelidir Maya. Kusura bakma yani canımızı sokakta bulmadık. Anamızın sevimli bir evladıyız. Gençliğimizin baharındayız. ''

''Senin bu hallerini napıcaz acaba Yiğit? '' derken terliğine takılan büyük taşı çıkarmak ister gibi yere sürttü ayaklarını Maya.

Yiğit, Maya'nın ara ara durup terliklerini toparlamasını bekliyor, bu sırada da konuşmaya devam ediyordu.

''Hangi hallerim? ''

''İşte bu böyle...'' diye iştahla başladığı cümleyi yarıda kesip, yüzünü buruşturdu Maya. ''Ay battı ya battı. Off. Hem terlikle çıkarıyorsun, hem en taşlı yola sokuyorsun beni Yiğit. ''

Yiğit, Maya'nın önüne aniden çöküp, hafifçe kaldırdığı ve muhtemelen acı çektiği ayağını dizinin üzerine bıraktı.

''Bakıyım. '' dedi. Hava giderek karardığından, görebilmek için gözlerini kıstı. ''Küçük, baya küçük bi kesik olmuş. Zaten iki adım kaldı eve bak. '' derken Maya'nın nazikçe kavradığı ayağını, terliğin üzerine bıraktı. Eliyle de çalıların ardında ışıkları belli olan evi gösterdi.

Maya oflayarak yeniden giydi terliği. Topal sayılabilecek, kesik adımlarla biraz ilerledi. Yiğit, Mayaya baktığında sıkıntıyla soludu.

''Yok ya. Küçük müçük ama acıtır o. '' dediği anda, Mayayı kontrollü bir şekilde kucağına aldı. ''Hem nasıl aldıysak, öyle bırakmak gerek. '' dedi sırıtarak.

''Ben de nazlı kızlar gibi oldum iyice. Böyle yapmazdım hiç. Yürürdüm yani. '' derken Yiğit'in omuzlarına kollarını sardı Maya.

''Ben olmasaydım. Yani ben olmasaydım, bakardın sen başının çaresine. Ama ben varım. İzin vermiyorum tek yürümene. '' dedi Yiğit, gözleriyle evin yolunu izlerken.

''Bi beş yıla kadar, ben de izin vermem yalnız yürümene. '' diyerek kaşlarını kaldırdı Maya. Bu sırada keyifle, Yiğit'in yüzünü inceliyordu.

Yiğit şaşırak;

''Beş yıl mı? Niye beş? '' diye sordu.

''E çünkü böyle her fırsatta kucağında taşırsan, birkaç yıla kadar fıtık olursun. ''

''Sağlığa zararlıyım diyorsun yani. Halbuki ben sağlığıma çok dikkat eden biriyimdir. Nasıl izin verdiysem beni böyle etkilemene. '' derken yalandan kaşlarını çattı Yiğit.

''Demek ki varmış senin de böyle huyların. Napıcaksın işte. '' diyerek kıkırdadı Maya.

Bu sırada konağın bahçesine ulaşmışlardır. ''Hadi indir artık. Bi gören olucak. '' dedi Maya ciddileşip, panikleyerek.

Yiğit inatla adımlamaya devam ettiğinde, evin kapısı daha onlar çalmadan açıldı. Elizya, minicik boyuyla kapının kulpunu tutuyordu. Diğer elinde de siyah bir çöp poşeti vardı. Topuz yaptığı saçları, yüzünü daha da ortaya çıkarmış, sevimli gülüşünü gizlemesi imkansız hale gelmişti.

''Abi. '' dedi, gördüğü manzara muzur gülüşünü de beraberinde getirmişti.

''Abim. ''

Maya, Yiğit'in kucağında Elizyaya gülümseyerek el salladı. Napıcağını şaşırmıştı. Yiğit ısrarla bırakmıyordu.

''Hoş geldiniz. Prova mı yapıyorsunuz? '' dedi Elizya bedenini kapıya yaslayarak. Sırıtıyordu.

''Ne provası? ''

''Abi işte, düğün provası. Hani damatlar taşıyor ya eve girerken gelinleri. Onun gibi bi şey mi bu? ''

Yiğit, Elizyanın söyledikleriyle gözlerini kocaman açtı.

''Kızım sen nerden öğreniyorsun böyle şeyleri ya. ''

''Sen de öğrensen iyi olur abicim. Çünkü bu durumunuzu açıklayacak en mantıklı açıklama bu olur şuan. Birazdan annem sizi böyle görünce, en azından böyle söylersin. '' derken gözlerini devirdi Elizya.

Yiğit kendine gelip Mayayı bırakmak üzere eğildiğinde, Nefes hızla kapıya doğru gelmişti.

''Annem kapıyı açık mı bıraktın bak cereya...Yiğit! ''

''Oyy nenem oyyy. Babadan miras bize bu basılmalar. '' diyerek dişleri arasından konuşurken, Mayayı özenle yere bıraktı Yiğit.

Maya, Nefesin şaşkın yüzüne bakıp, telaşla;

''Nefes abla şey, ayağım. Ayağıma bi şey battı da basamadım. Yiğit sağ olsun şey yaptı. Yardım etti. '' dedi. Hırkasının düğmeli kısmını turlayan eli, tüm paniğini yok etmeye çalışıyordu.

''Aynen anne tam olarak öyle oldu. '' diyerek onayladı Yiğit.

Bu sırada Elizya annesinin yanında dikilerek, ikisinin de haline gülüyordu. Nefes hiçbir şey söylemeden gözlerini Maya ve Yiğitte gezdirdi. Sonra da Maya'nın geceliklerini süzerek, baştan aşağı yokladı. Maya bunu fark edince;

''Sabah biraz aceleyle...'' derken anlatamayacağını anlayıp, koluyla Yiğit'i dürttü. Gözleriyle sen anlatsana işareti verdiğinde Yiğit tüm sakinliğiyle;

''Annecim şimdi şöyle. Maya sabah benimle gelmedi ama Rıza Kaptan da bana izin vermişti. Ben de Mayayı evden kaçırdım. Gecelikleriyle birlikte. Mercan Ablayı arayıp haber verdim ama şimdi böyle dönerse Ali Abi kafamı kırar diye buraya getirdim. '' dediğinde Nefes, gözlerini kocaman açtı. Kaşları ve gözleri Yiğit'e bir şeyi işaret ediyordu ama Yiğit anlamıyordu. Kardeşi Elizya da eliyle yüzünü kapattığında, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna emin oldu Yiğit.

''Noldu? '' diye sordu. '' Ya anne tamam kızdın ama yani Ali Abiden daha çok kızamazsın sonuçta. O yüzden hadi müsaade et, biz bi içeri girelim. Maya giyinsin döncek zaten. '' dedi.

Nefes, bu defa dudaklarını büzmüş, gözlerini devirmişti.

Maya, dişleri arasından;

''Yiiğiit. Sus artık, sus. '' dediğinde, Yiğit durumu anlayarak gözlerini kapattı.

''Ali Abi arkamda di mi şuan? '' dedi gözlerini kısarak.

Nefes, Maya ve Elizya aynı anda kafasını sallamıştı ve o ses duyuldu;

''Burdayım aslanım. Arkandayım ben, sen devam et. ''

-

Maya, Nefes'in elbiselerinden birini giymiş ve ailenin yanına geri dönmüştü. Ali çatık kaşlarından bir saniye bile ödün vermeden, Yiğit'in kaçırdığı gözlerini takip ediyordu.

''Hadi gidelim mi artık Ali, bak Maya da hazırlandı. '' diyerek gülümseyip, kocasının koluna dokundu Mercan.

Nefes de endişeli gözlerle Aliyi izliyordu. Ali derince bir soluk alıp;

''Benim haberim olmadan, evimin bahçesine bile girmek yok bundan sonra. '' dedi. Yiğit bu cümlenin hedefindeki kişi olmamayı tercih ettiğinden, duymamış gibi çevirdi kafasını.

''Sana diyorum deli yürek. '' dedi Ali yükseltmediği sesiyle.

Yiğit ısrarla bu komutu üzerine almazken, eve elinde bir sürü poşetle Tahir girdi.

''Oo kimler gelmiş. '' dedi herkesi gülen yüzüyle süzerken. Bu sırada Elizya, her zaman olduğu gibi babasının kucağına zıplamış ve kollarıyla boynunu sarmıştı. Tahir elindeki poşetleri bırakmadan, kızının sırtından tutup, kucağındaki güvenliğini sağladı. Yiğit de hemen ayaklanıp babasından poşetleri aldı. Elizya babasına sarılırken kulağına doğru fısıltıyla;

''Abim, Maya ablayı kaçırmış sabah. Ali abi kızgın. Abimin sana ihtiyacı var. '' dedi.

Tahirin gülen gözleri aniden çatıldı. Sevdasında Yiğit'in de, aynı kendisi gibi sınır bilmeyeceğini tahmin edebiliyordu Tahir. Bahçe sınırları, il sınırları, olmazların, edilmezlerin sınırları çiğnenmesi kolay basit engellerdi, onların sevdaları için. Belli ki oğlu, yanlış zamanda, yanlış sınırları aşmıştı.

Elizyayı bırakmak için hafifçe eğildi. Nefes'in telaşlı hallerinde gezdirdi gözlerini. Nefes, boynunu hafifçe sağ tarafına eğmiş, diğer eliyle ensesini ovalıyordu.

''Devrem hayurdur. '' dedi koltukta kendine kalan boş yere oturarak Tahir.

''Kızımızı almaya geldik devrem. Sabahın köründe odasının penceresinden kaçırılan kızımızı. '' dedi Ali, önüne koyulan çayı çoktan soğumuş olmasına rağmen yeni yudumlamıştı.

Maya, Ali'nin kızımız dediği yerden asla çıkamıyor, başını sersem bir halde sallayarak gülümsemesine engel olmaya çalışıyordu.

''Pencereden mi kaçırmış? '' diye sordu şaşırarak Tahir. Nefes kocasına bakıp kafasını salladı.

''Merdiven bile yokken üstelik '' diyen Aliye, önce ciddiyetle bakıp sonra gülmeye başlayan Tahir, her halinden belliydi ki sonsuz gurur taşıyordu.

''Helal olsun. '' dediğinde, herkes şaşkınca kafasını Tahir'e çevirdi. Tahir gafını anlayıp '' Yani helal olsun, ne cesaret bizim hergeledeki de. Olur mu hiç böyle şey yapmak. Ben çekerim kulaklarını onun tamam. Sen dert etme bunu devrem. O işi ben halletcem. Sen çayını iç. ''

Ali'nin omzuna elini koyup, hak verir gibi çattı kaşlarını. Yiğit odaya girmeye yeltendiğinde, eliyle kimse görmeden geri dön işareti yaptı. Oğluyla bu meseleyi özel olarak görüşücekti.

Aradan dakikalar geçti. Ali artık geliş mevzusunu bile unutmuş, Tahirle muhabbete tutuşmuştu. Nefesle Mercan, az önce yaşananların kritiğini yaparken, Maya da hem bu aileyi izliyor, hem de Elizya'nın saçlarını örüyordu. Nasıl bu kadar çabuk hal değiştirebiliyor ve her şeyin sonunu şerbetten tatlı sohbetleriyle taçlandırabiliyorlardı? Aklı almıyordu Maya'nın ama gönlü çok razıydı bu mükemmel aileden.

Mercan'ın telefon sesi aralarına karıştığında, gelen mesajı içinden okudu Mercan.

''Ali hadi bak, Bora uyanmış. Komşuya verdik kaldı çocuk. '' dedi.

Ali isteksiz bir ifadeyle ayaklandı.

''Gidelim madem. Devrem o zaman yarın halledelim o mevzuyu. Ben uğrarım sizin ofise. '' dedi. Sonra yanında hareketlenen Mayaya bakıp gülümsedi.

Maya, Mercan ve Alinin peşine takılmıştı. Onlar nereye giderse, oraya gitmek sanki kalbinin komutuydu. Bugün yeniden bir evin kızı olmuştu. Arkasından telaşa düşen bir ailesi olmuştu. Maya, Yiğit'in yediği fırçadan dolayı mutsuzdu ama Maya, içindeki öksüz çocuk için çok mutluydu.

-

''Hayır yani. Kızan yok, karışan yok, önünde bi engel yok. Ne demeye kaçırıyorsun sen kızı, ne demeye? ''

Nefes elindeki elmayı soyup, dilimlerken karşılarında oturmuş oğullarına sitem ediyordu. Tahir ise ayaklarını uzatmış, televizyonda dikkatini çekebilecek bir kanal ararken, Nefes'in dilimlediği elmalardan yiyor, Nefes'in cümlelerinin bitmesini bekliyordu.

''Ya anne. Maya gelmedi diyorum. Napcaktım? Ali Abi, Maya gelmiyo sen bi ikna et mi diycektim ? ''

''Maya gelmek istemiyorsa, bi yere gitmiyceksiniz oğlum. Bu kadar basit yani. '' dedikten sonra çattığı kaşlarına rağmen elma diliminden birini de oğluna uzattı.

''Ama sonra çok mutlu oldu. Çok güzel bi gün geçirdik. Gelmesi gerekti. ''

''Gün çok güzel bitti gördün di mi oğlum? ''

Herkese yeteri kadar meyve takviyesi yaptığında, kendi de bir dilim yemeye başladı Nefes. Bu sırada düşünceli bir halde soludu. '' Yalnız Ali nasıl benimsemiş Mayayı. Ben bu kadarını beklemiyordum. Mercan da, sırf Maya seviyor diye bin yıllık bahçesine domates ekti dün. Taze taze yesin diye. Kendi ellerimizle azılı dünür yarattık iyi mi.'' dedi.

''Baba dur ya dur. Maçı geçtin. ''

''Bu maç haftaya değil miydi ya? ''

''Değil baba bugün işte bak. ''

''Ulan özet sandım ben bunu ya. ''

Nefes, Tahirle Yiğit'in gamsız hallerine bakıp;

''İnanamıyorum size ya. Kime konuşuyorum ben burada ? '' dediğinde, Tahir televizyondan asla çekilemeyen gözlerini güçlükle Nefes'e çevirdi. Elini karısının yanağına götürdüğünde;

''Güzelim tamam ya. Bitti gitti işte, yapmışlar bi hata. '' dedi. Gülümseyerek, Nefese onu dinlediğini hissettirmeye çalışıyordu. Sonra da pür dikkat maçı izleyen oğluna dönüp;

''Bana bak serseri. Sen de o ayağını denk al. O evin etrafında dolaşma. Kızı ara isterse gelsin, istemezse bekle. Beni kaç yıllık arkadaşımla ters düşürme. '' dedi.

Yiğit;

''Bakarız baba tamam. '' dediğinde Tahir kaşlarını çatıp, doğruldu.

''O benim lafım uşak. Bakarız'ı bu evde bi tek ben söylerim. '' dedi.

''Evet abi babam söyler. Ve bu genelde, ' hayır demem gerek ama seni kırmamak için bu soruyu geçiştiriyorum' demektir. '' derken defterinden ayırdığı gözlerini, abisine çevirdi Elizya.

''Bak kızım nasıl öğrenmiş bak. '' diyerek keyifle gülümsedi Tahir.

''Ya şu cadının aklını filtreleyelim ya, olur olmaz her şeyi öğreniyor. Böyle çocukluk mu olurmuş. '' diye sitem eden Yiğit'e, Nefes ve Tahir gülerek eşlik ediyorlardı.

''Filtreleme abi. Zaten ödevimdeki soruyu da yapamadın. Benim aklım olmazsa naparız hiç bilmiyrım. '' dedi Elizya. Bu kez haklı gururuyla saçlarını savurmuştu.

''Cadııı. ''

-

''Herkes gayet iyi. Ama sen yine de yaklaşma evin sınırlarına. ''

''Sınır tanımam ben, kusura bakmasınlar. ''

''Yiğit...''

''Tamam tamam. Sen napıyorsun şimdi? ''

''Balım gelicek. Ona kurabiye hazırladım. Sen? ''

''Balım mı gelicek? ''

''Evet. Fotoğraflara bakıcaz demiştim ya hani. ''

''Ha doğru ya fotoğraflar...''

''Geldi ! Yazarım sonra. Uyuyakalırsan diye, bir iyi geceler bırakıyım şuraya. İyi geceler. ''

-

''Manyak bu çocuk ya. Yengem iyi fırçalıyordur şimdi evde onu. Kafasının estiğini yapar hep böyle. '' dedi Balım, yatağın üzerine biraz daha yerleşerek.

Maya'nın pembe nevresimli yatağına oturmuş, ortalarına Balımın getirdiği albümleri sermiş, sohbet ediyorlardı. Henüz fotoğraflara bakmaya başlamamışlardı çünkü günlerinin özetini yapıyorlardı. Ne ara bu kadar sıkı iki dost, sıradaşlığa açılan kapıları çalmaya yeltenen iki kız olmuşlardı farkında bile değillerdi.

''Fevri biraz. Dediği hemen olsun istiyor.''

''Sen düzeltirsin onu. Hem ne demişler, ' her erkeği adam eden bir kadın vardır.' '' derken gururla başını kaldırdı Balım.

''Öyle mi demişler? '' Maya gülerek Balıma eşlik ediyordu.

''Dememişlerse de desinler bi zahmet. Doğrusu bu. ''

''E sen anlat bakalım. Bugün arkadaşlarınla buluşacaktın. Nasıl geçti? '' diyerek hevesle dinlemeye koyuldu Maya. Ama Balımın yüzü aniden düşmüştü. '' Canını sıkacak bir şey mi oldu yoksa? ''

''Yok ya. Burakla karşılaştım sadece...Öyle. '' dedi Balım gözlerini kaçırırken.

''O karaktersizin ne işi varmış orda? ''

''Biz kuaföre gitmiştik önce. Oraya kız arkadaşını getirdi. Arabadan indirdi, içeri kadar eşlik etti. O kadar kibardı ki Maya. O kadar düşünceli ve nazik. '' anlatırken olabildiğince sakin ve çabasızdı Balım. Gözleri arada bir ellerinde oyalanıyordu. ''İnsan sadece sevdiğine mi nazik olur? Sevmediği, hakkında bir fikre sahip olmadığı herkes kırılası mıdır? Ben anlayamıyorum. ''

Maya, yutkunup Balımın eline uzandı. Teselli eder gibi gülümsediğinde;

''Menfaatlerimiz olmadan, hiçbirimiz iyi insan olamıyoruz galiba. Geri dönüş alamadığımız herkesi yok sayıyoruz. '' dedi.

Balım, gözlerini Mayanınkilerle buluşturdu.

''Hayır hayır. Biz öyle yapmıyoruz. Biz, birilerini sevmesek bile kırmaktan korkuyoruz. Çünkü kendimize yakıştıramıyoruz. Yani ben anlamıyorum. Her şeyi beklerdim. Beni sevmemesini bile. Ama benimle oynadı. Bu aklıma bile gelmez ki, niye gelsin? Kim birini durduk yere bu kadar paramparça etmeyi amaçlar. '' Balımın sesi titremeye başladığında, Maya'nın da içine sitem yerleşmişti.

''Kalpsiz birine sevdaya düşmekten kurtuldun işte Balım. Ya çok sonra fark etseydin? Kımaktan kaçınmayan biriyle nasıl yaşardın. '' dedi.

Balım başını sallayıp, gözlerindeki yaşı sildi.

''Doğru söylüyorsun. Ben onu kaybetmeye ağlamıyorum zaten hiç. Hep kendi kırgınlığıma ağlıyorum. Buna izin verişime. '' dedi.

Maya birden doğrulup, gülümsedi.

''Biz kıymetli zamanımızı gereksizlere mi ayırcaz böyle ya. Hiç yakıştıramadım valla. Deli gibi merak ediyorum şu albümleri. Başlasak mı artık? '' dedi ve saçlarını hızlı bir hamleyle toparlayıp sanki ciddi bir işe girişiyormuş gibi, albümleri yan yana dizdi.

''Immm acaba hangisinden başlasak. '' dedi. Balım da kasvetinden kurtulmuş, Maya gibi taze bi heyecana kapılmıştı.

''Hepsi karışık. İstediğin birini seç. Annemle yengem çöpü bile biriktirirler. Hastalıklı bir şekilde, hiçbir şeyi atmıyorlar. Kim bilir bu albümlerden ne hatıralar çıkar. Uzun zamandır biz de bakmıyorduk. ''

Maya, Balımın sözleriyle aniden durdu. Aklına dün gece okuduğu günlük geldi. Çöpü bile biriktiren Nefes Kaleli, ne olmuştu da kendi satırlarını evi dışında, başka bir evde saklar olmuştu?

''Balım ? '' dedi bir anda. Soru sormak istediği vurgusunu vermişti. ''Yiğitler ayrı evde kalıyorlar ya. Onların eşyaları da konakta mı duruyor. Hani biriktiriyorlarmış ya hatıraları. ''

''Ha yok. Çoğunu, sadece onlara özel olanları yengem toparladı. Bizde böyle aile fotoğrafları falan var çoğunlukla. Niye sordun ki? ''

''Hiç ya, belki Yiğit'e bir sürpriz yaparız diye. '' derken panikle geçiştirdi Maya konuyu.

''Sürpriz şlerine girip, kendine eziyet etme Maya. Yiğit hiç anlamaz öyle şeylerden. Hele geçmiş fotoğraflardan nefret eder nefret. Sebebi anlamış değilim ama onun yanında bu albümün sayfasını çeviremezsin. '' dedi Balım gözlerini devirerek.

Maya kendi kendine tebessüm etti. Sebebini biliyordu. Yiğit'e fotoğraflardan ilk bahsedişini hatırlıyordu. Yiğit'in hemen ters çıkışını da. Geçmiş onu çok yoruyor, çok geriyordu. Fotoğraflarda kalmış olsalar bile...

-

O kadar çok fotoğrafın içinde kaybolmuştu ki Maya. Balım her karenin anısını anlatıyordu ve bunu yaparken müthiş keyif alıyordu.

Hepsinin yüzleri gülüyordu. Zaten fotoğraflarda herkes gülerdi. Biri fotoğraf makinesini tutardı, gülümseyin diye komut verirdi. Neden? Gülmediğimiz anlar, kalıcı olmaya değmez miydi? Bazen bir huzursuzluk, yüze düşen bir telaş, dingin bir sakinlik bunlar da hak ediyordu, geçmişi hatırlatan bir karede yaşamayı. Yalancı gülüşlerden daha çok hakları vardı, geçen günlerde.

Albümlerin birçok sayfasını geçtikten sonra, Nefes ve Yiğit'in yüzleri gözükmeye başlamıştı. Bu, ne kadar çok zaman sonra ''aile'' olunabildiğinin sadece basit bir kanıtıydı.

Saniye Hanım, her fotoğrafta dominant bir bakışa sahipti. Onun fotoğraflarında bile, gülümseme vardı. Ama gülmek herkes için mutluluk demek değildi. Demek ki bazı gülüşlerde, öfkeler, kinler, belirsizlikler gizlenebiliyordu.

Maya çok yoruluyordu gülüşlere saklanan anlamları kovalamaktan. O, fotoğraflara baktığı an gerçeği görmek istiyordu. Aklından bunlar geçerken, Balımın geçmek üzere olduğu sayfayı durdurdu Maya.

Sayfanın en köşesinde, küçük Yiğit kollarını bağlamış, gökyüzüne bakıyordu. Kaşlarının çatık olduğunu, net gözükmeyen yüzüne rağmen anlayabilmişti Maya. Uzun uzun fotoğrafa baktığı sırada Balımın telefonu çaldı. O bir konuşma yaparken, Maya hala fotoğrafa bakıyordu. İşte bu gerçek bir fotoğraftı. Çok gerçekti.

''Maya ya, bizimkiler arıyor. Epey de geç olmuş. Ben gidiyim artık. '' dedi Balım yataktan kalkmaya hazırlanırken. Maya kolundaki saate bakıp;

''Nasıl geçti ya zaman. Çok iyi geldi baksana her şeyi unutmuşuz. '' dedi.

''Öyle valla. Bak ne diycem. Bunlar burada kalsın, zaten bakan eden yok. Ben yine gelirim, kaldığımız yerden devam ederiz. Ne diyorsun? '' derken hırkasını giyip, fermuarını çekmekle meşguldü Balım.

Maya daha ne isteyebilirdi? Aklındakiler, dinledikleri ve okuduklarıyla birlikte bu fotoğrafları harmanlamak, tam olarak o geçmişe düşmek demekti. İstediği tam olarak buydu zaten. İstediği, bütün zamanlardan kopup, Nefes'in rüzgarındaki zamana savrulmaktı.

''Senin için sakıncası yoksa, kalsınlar tabi. Boş vakitlerimizde sık sık yaparız. '' dedi Maya, yolcu etmeden önce Balıma kocaman gülümseyerek.

-

Günün ilk ışıklarında yollara dökülen Maya, elinde siyah bir poşet taşıyordu. Karadeniz havasına giderek alıştığından, şemsiyesini almayı da ihmal etmemişti.

Uzun bir yolun ardından, Nefeslere geldiğinde kapıyı neşeyle tıklattı. İçi içine sığmıyordu. Bu evin bahçesi bile, aklına üşüşen neşeli şeyleri haklı çıkarıyordu.

Kapıyı açan Nefes, Mayayı gördüğünde gülümsedi;

''Maya. Hoş geldin kızım. '' derken, hafifçe yan dönüp içeri girmesi için Mayaya yol verdi.

''Hoş buldum. Sabah sabah rahatsız ettim ama. Dünkü kıyafetleri getirdim. Hiç girmiyim içeri. '' dedi Maya, elindeki poşeti uzatırken.

''Kalsaydı kızım bunlar sende. Ayrıca ne demek girmiyim. Bak Yiğit de içerde hem. '' diyerek kaşlarını kaldırdı Nefes. En ikna edici kozunu kullanmıştı.

''Aaa bu saatte limanda olmuyor muydu o? ''

''Bilmem bugün izin almış. Önemli bir işi varmış. ''

Maya, dün mesajlaşmalarına rağmen bu önemli işinden bahsetmeyen Yiğit'e an itibariyle bozulmuştu. Ama belki de özel bir iştir diye düşünerek kendi sessizliğine büründü. Bu sırada Nefes'e gülümsemeye gayret ediyordu.

''E hadi kızım girsene kaldın kapıda öyle. ''

''Yok Nefes abla. Balım sabah mesaj attı, bana bir sürprizi varmış. Konum da attı. Oraya gidicem. '' derken telefonunu çıkardı Maya. Balımın attığı mesajı ve konumu gösterdi.

''Yakınmış buraya. Napıyor ki deli kız oralarda. '' diyerek konumu inceledi Nefes.

''Bilmem.''

''Anne hadi ben çıkıyorum. '' diyerek ayakkabılarına uzanan Yiğit, Mayayı fark ettiğinde durakladı. Gözleri uykudan yeni uyandığını bağıracak kadar kısıktı. Yüzünde ekstra bir beyazlık vardı sanki. Her zaman tatlı bir tebessüm düşen yüzünde, gizli bir asıklık gizliydi.

''Maya hayırdır? '' dedi. Afallamıştı. Sanki Maya'nın orda olması, bir gerginlik sebebiymiş gibi çattı kaşlarını.

Maya da bu tepkiden dolayı şaşırarak, mahcup bir bakışla Nefese döndü.

''Öyle annene kıyafetlerini getirmiştim de. Gidiyorum zaten. '' dediğinde, sesinin çıkmaya bile hevesi olmadığını fark etti Maya. Yiğitin gözlerindeki bu donukluğun, esen soğuk rüzgarın sebebi neydi bilmiyordu Maya ama bildiği tek bir şey vardı üşümüştü. Kış günü, üzerinden tüm kıyafetleri çekilmiş gibi, bembeyaz karlara düşmüş gibi, kanı çekilmiş gibi üşüyordu.

Nefes telaşlı bir tebessümle, Mayanın omzunu sıvazladı.

''Sen Balımla işlerini hallet akşam gel ama Mayacım olur mu? Konuşuruz biraz. '' dedi.

Uzun zamandır baş başa kalamamışlardı. Hem Mayayı özlüyordu Nefes, hem de şuan oğlunun soğuk tavrının Maya da estirdiği rüzgarı fark ediyordu.

''Olur Nefes Abla, gelirim. '' dedi Maya güçlükle. Yüzüne bakmadan ayakkabılarını giymeye devam eden Yiğit, içindeki her şeyi ezip geçiyordu sanki. Sesindeki ağlamaklı his, tüm bedenini ele geçirmişti. Kapıdan uzaklaşmadan son kez Yiğit'e baktı ama Yiğit asla Mayaya bakmıyordu.

Maya, Nefese gülümseyerek el salladı. Arkasını dönüp yola koyulduğunda dudaklarını ısırarak, tüm öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu. Ağlamıycaktı. Tüm gözyaşlarına, tebessüm olarak düşen adam, Mayayı ağlatmayacaktı.

-

Yiğit, gözlerini bembeyaz tülün ardından, boş sokağa dikmişti. Dakikalardır öylece, boşluğu izliyordu. İki bank, bir sokak lambası, üç beş çöp tenekesi kimsesizce beklerken, onları bir binanın üçüncü katından izleyen Yiğit, hayalinde kim bilir neler doldurmuştu bu kimsesiz sokağa. Ellerini kavuşturup, belinden sarkıtmıştı. Kalbi, bedenindeki tüm kanı, bir noktada toplarmış gibi coşkuyla atıyordu. Öfke, sabırsızlık, acizlik, kin, yok edemediği, bastıramadığı her şey işte o kanla birlikte şimdi tek bir yerdeydi. O odanın içindeydi.

''Yine çok kötü bir ev sahibisin. İnsan bi çay demler, yiyecek bir şeyler ayarlar. Dilim damağım kurudu. '' diyerek, ifadesiz sesini keskin bakışlarıyla taçlandırdı. '' En azından bi sefer geldiğimde de tavla atalım ya. Böyle sıkılıyorum çok. '' dedi.

Ne bedeni, ne gözleri, ne de sesi hedef değiştirmiyordu. Uzun bir tülün set çektiği iki an vardı; Yiğit'in kesici bir alet kadar tehlike taşıyan gözleri ve boş sokak. İşte her şey bu kadardı.

Yiğit bir süre sonra hafifçe hareketlendi. Ardını döndü.

''Ne kabayım di mi ? Hep unutuyorum, işe yaramaz bi herif olduğunu. Elin mi tutuyor ki çay koyucaksın, ayakların mı tutuyor da bana kapıları açacaksın. Yazık. Çok yazık. '' dedi Yiğit, birkaç adım daha atarken.

Sokak kadar boş bir odanın içindeydi ve odanın tam ortasındaki koca yatağa olabildiğince yaklaşmıştı. Saçları bembeyaz olan ve o koca yatakta bir kuş kadar küçük kalmış olan adam, kocaman açtığı gözlerini kırpamıyordu bile. Bedeninin her yeri borular ve kablolarla doluydu.

''Beni yanlış anlama, ben sadece basit bir hasar tespiti yapıyorum. '' dediğinde bir bacağını, diğerinin üzerine yatırdı Yiğit. Boşvermiş bir edayla, oturduğu sandalyede ardına yaslandı.

''Ama ne yalan söyleyeyim keyif de alıyorum yani. '' diyerek güldü önce. Sonra acı bir öfke dudakları kenarında dolaştı. ''Senin acizliğin bana keyif veriyor. '' Gözleri tam da, adamın gözlerine dokunmuştu.

''Sonra, bana bir insanın acizliğinden keyif duydurduğun için öfkeleniyorum. '' derken alnındaki tüm damarlar, dışarı çıkmak istercesine atmaya başladı. Gözlerini kırparsa sanki o bir saliselik zamanda, öfkesinden bir şeyler çalarmış gibi hassas davranıyordu. Kırpmıyordu gözlerini Yiğit.

''Öfkem de haklıyım biliyorum. Ama elini kolunu bağladığın o kadar çok insan var ki... Bu öfkenin tamamını tek başıma taşımak da, benim acımasızlığım sanki. Sen benim tek karışıklığımsın. Sen benim başıma belasın. Belasın. '' dediğinde, sesi giderek yükselmişti. Ayağıyla yatağın demir, ayaklığına tekme attı. Boş hastane odası, bu öfkeli tekmenin sesiyle yankılanırken, Yiğit'in kulağına gelen tek ses, tiz bir çığlık sesiydi.

Bu adama bakmak, kulağına doluşan bir sürü yardım feryadıyla baş etmek zorunda olmak demekti. Gözleri ne zaman bu adamı görse, aklı fikri tamamen başka bir boyuta taşınıyordu.

Sindiremiyordu. Gördüğü her acının, her karmaşının, her acımasızlığın sahibi olan adamı, unutamamayı sindiremiyordu Yiğit. Geçmiş bir zaman bile olsa, bu adam onun hayatında koca bir yer kaplıyordu. İnsan ömrünün belki de en kıymetli anlarıydı çocukluk. Çocukluğunun kirli yüzüydü bu adam. Duvar diplerine çöküşü, annesinin çığlıkları, tanıdığı her kadının yanan yüreği, babasının içinde öfkeden yaralar, kendi zihninde kurtulması güç anılardı bu adam. Bu adam, Yiğit'in en büyük vicdan savaşıydı.

Merhamet ve şefkatle büyüyen bir çocuk olarak, vicdanıyla ters düştüğü tek yer, işte bu hastane odasıydı. Acımak duygusuyla, şükür duygusu birbirine giriyor ve tüm sinirlerini bozuyordu Yiğit'in.

''Bitti işte bak. Ömrün bitti. Ama ölmedin. Ne zalimce ama ! Yaşarken öldün. Daha fena ne vardır kestiremiyorum. '' dediğinde, histerik bir kahkaha atmaya başladı Yiğit. Kendine engel olamadan öylece gülüyordu ve her kahkahası arasında öfkesi, yumruk yaptığı parmak boğumlarına doluyordu.

Bir süre sonra ciddiyetine kavuşan yüzü, keskin bakışlarını yeniden meydana çıkarmıştı. Yatakta soluk aldığı bile belli olamayan adama doğru iyice eğildi. Bitap düşmüş yüzüne çok yaklaşmıştı. Dişleri arasından tüm kiniyle;

''Felç bırakmak senin işin. Ama bundan daha ötesini yapmak da Allahın işi işte. '' dedi.

''Asiye, Nefes, Nazar ve Mercan nihayet aradıkları piknik alanını bulmuşlardı. Her şeyden uzak, her fikirden mahrum, bomboş, sakin ve mutlu bir gün geçirmek için kararlılardı. Eğlenceli bir piknik yapıp, kendilerini ödüllendireceklerdi. Böylelikle artık parmaklarını biraz biraz oynatabilen ve kocaman gülebilen Mercan'ın müthiş büyük ilerlemesini de kutlamış olucaklardı.

''Burası eyi. '' dedi Asiye, elindeki hasır sepeti büyük bir ağaç altına bırakırken. Nazar kucağındaki tüm eşyaları, Asiyenin yanına taşırken, Nefes de çocuklarla birlikte Mercanı taşıyordu. Yiğit ve Balım sanki Mercan'ın tekerlekli sandalyesinin sağ ve sol sinyaliymiş gibi yapıyor, ağızlarından çıkardıkları alarm sesiyle Nefese konum bildiriyorlardı.

''Düt düüüüt. '' diyerek Nazarın yoldan çekilmesi için korna taklidi yapan Yiğit, önlerindeki son engeli de aşmıştı. Nefes gülerek, Mercanı, ağacın gölgesini bıraktığı en güzel köşeye taşıdı.

''Eveeet işte burası iyi gibi. Ne dersin Mercan? '' dedi. Mercan gülümseyerek, gözlerini yumduğunda, Nefes sepetin üzerindeki kırmızı battaniyeyi Mercan'ın dizlerine örttü.

Balım, getirdikleri ipi hemen çıkarmış, bi köşede atlamaya başlamıştı. Nefes de, Asiye ve Nazarın yanına çöküp eşyaları yerleştirme işine koyuldu. Yiğit ise gözlerini asla Mercandan ayırmıyordu.

Mercan ablasının alnından, yüzüne doğru savrulan saçı dikkatini çektiğinde, minik elleriyle o bir tutam saçı yukarı doğru kaldırdı. Ama esen rüzgar, yine Mercan'ın salık saçlarının yüzüne düşmesine neden oluyordu. Yiğit ısrar ve inatla tel tel o saçları kaldırıyordu fakat rüzgarın da inadı hafife alınacak cinsten değildi.

Mercan, Yiğit'in inatla çatılan kaşlarına ve mücadelesine gülümsüyordu. Bir süre sonra Yiğit'in bir eli, Mercanın saçlarını sıkı sıkı geride tutarken, diğer eli de usul usul Mercanın alnında gezinmeye başladı. Küçük parmaklarını özenle bir alnında, bir burnunda, bir yanaklarında gezdiriyor, Mercan ablasının suratını kaşındırdığını düşündüğü saçların, etkisini yok etmeye çalışıyordu.

Nefes'in gözü ansızın ikisine döndüğünde, panikle kalktı olduğu yerden;

''Yiğit, napıyorsun annecim öyle ablanın yüzünde ? '' dedi.

Yiğit sanki çok olağan bir anın içindelermiş gibi döndü annesine;

''Saçları geldi yüzüne. Kaşınmıştır. Kaşıyorum. '' dedi.

Mercan, gözlerini yumup Nefese onay verirken, Nefes oğlunun koca yüreğine sarılmak ister gibi sarıldı. Omuzlarına bir öpücük bırakıp;

''Aferin benim oğluma. Napsak acaba toplasak mı Mercan Ablanın saçlarını? '' diye sordu.

Yiğit sıkı sıkıya tuttuğu bir tutam saçı bırakıp, annesine gülümseyerek döndü.

''Çok iyi olur. '' dedi.

Nefes bileğinde ki tokayı özenle çıkarıp, Mercan'ın arkasına geçti. Rüzgarda savrulmaya devam eden saçları nazikçe tutup, toparladı. Tokayla bağladığında, Mercan gülümseyerek Yiğit'e göz kırptı.

''Mercan abla bana teşekkür etti anne. Bence sütlaç yememiz gerektiğini düşünüyor. '' dedi neşeyle Yiğit.

''Bak seeen. Nerden anladık acaba bunu Yiğit Efendi ? '' diyerek yeniden oğlunun yanına geldi Nefes.

''Mercan Ablayla bizim aramızdaki bi sır bu. Söyleyemem. '' dediğinde bu kez göz kırpan Yiğitti. Çöktüğü yerden kalkıp, Mercan ablasının yanağına bir öpücük bıraktı.

Neden hareket edemediğini bilmiyordu Yiğit. Ama bunu hastalıktan çok, oyun olarak kabul etmek istiyordu. Mercan Ablası, bir oyun oynuyordu ve etrafındaki herkes ona, bu oyunu hiç bozmadan eşlik ediyorlardı. Yiğit de eşlik edebilirdi. Çünkü o çok iyi bir oyun arkadaşıydı. ''

-

''Her ay buraya belki ölmüşsündür diye geliyorum ama başaramıyorsun. Kurtulamıyorsun. En müjdeli haberi yine senin acılı gözlerinden alıyorum. Bu hayat, benimle hep bu oyunu oynuyor. Hep. '' derken oturduğu yerde giderek yayıldı Yiğit.

''Astın, kestin, vurdun, kırdın hepsi bi yana ama inanmadın be. Her bir kadının dudağında yankılanan ''ah'' kelimesinin, gelip fişini çekeceğine hiç inanmadın. Soluğunu alıp, sana boş bir ciğer bırakacaklarına inanmadın. Bedenindeki her bir zerre öldü ama canın bedenden çıkması için, her bir ahın bedelinin ödenmesi gerektiğine inanmadın.'' dedikten sonra alayla gülüp '' İnanılmaz bir heriftin sen hep zaten.'' dedi. Sonra derin bir nefes alıp;

'' O bedelleri ödemeni bekliyoruz işte böyle. Muhtemelen ödemen o kadar uzun sürecek ki, bizi bile gömersin sen. '' dedi. Ayağa kalktı. Yeniden o beyaz tülün önündeydi. Az önce boş olan banklardan biri, siyah parkalı bir adamla dolmuştu. Adam arkası dönük oturmuş, kollarını iki yana açmıştı.

Yiğit yine, kendine bile yabancı olan tok sesiyle;

''Ama merak etme Vedat Sayar. Ömrüm yettiğince yüzüne de, toprağına da tükürecek gücü kendim de bulucam. Vicdan azabının fani halini, benim yüzümde görüceksin! '' dedi.

Yataktaki adam, duyduğu her şeye ölmemiş olan tek bir varlığıyla cevap veriyordu; Tek gözünden süzülen bir damla gözyaşı.

'' ''Oğlumu almadan bir yere gitmiyorum! ''

Vedat ısrarla, Yiğit'i almak istiyor ve tüm acımasızlığıyla dikiliyordu. Bir gram duygu taşıdığından bile şüphe ettiği adama, evladını asla vermeyecekti Nefes. Bu kadar basit değildi.

''Neden Vedat neden? Yiğit'in umrunda olmadığını ikimizde biliyoruz. Kes artık şu saçmalığı. Sıkılmadın mı ya? ''

Konağın bahçesinde, tüm aile Nefes'in arkasında sıralanmıştı. Yiğit ise yukarıda Balımla her şeyden habersiz oyununu oynuyordu.

Tahir, Nefesin yanında dikiliyordu ama Nefes bir eliyle Tahiri tutuyor, adım atmasına engel oluyordu. Bu defa silah, kurşun, şiddet yoktu. Bu defa, Nefes ve inadı vardı.

''Seviyorum seni Nefes. Sen de beni seveceksin ama alıştın kaçmaya. Bunu bi oyun gibi kullanıyorsun. Bir defa gözlerime baksan. Bi defa gülsen bana, beni sevebileceğini anlayacaksın. '' dedi Vedat, her şeyden uzak, acınası bir gülüş vardı yüzünde.

Tahir'in öfkeli soluyan sesi, Nefes'in kulağında çınlıyordu. Kaşlarını çattı, gözbebeklerine tüm nefretini sığdırdı ve Vedatla ararlarında, bir adım kalacak kadar yaklaştı.

''Bakıyorum. Tiksindiğim gözlerine, yüzüne bakıyorum. Ne görüyorum biliyor musun? Çocukluğumun, abimin katilini görüyorum. Sen benim katilimsin Vedat. Nasıl? Seni sevmemi nasıl bekleyebilirsin? İnsanlar katillerini sevmezler. Katiller sevilmez ! '' diye bağırdı Nefes. Var gücüyle bağırıyordu. Belki de geldiğinden beri hiçbir yardım çığlığını duymayan ev halkı, köy halkı şimdi duyardı sesini. Neticede insanlar için duyulması gereken tek şey, hoşlarına gidecek bir kaos, içine dahil olmayacakları acılar ve boş bağırışlardı.

Vedat gözünden akan yaşlara rağmen o gıcık eden gülümsemesini sergiliyordu.

''Ben senin ayaklarına dünyaları sermeye hazırdım. '' dedi.

Nefes, sesini hiç alçaltmadan;

''Sen benim yürüyen ayaklarıma çelme takansın Vedat! Sen benim yollarımdaki çukursun ! Sen soluğuma tıkanan iğrenç bir varlıksın! Sen benim ölümle ilk tanışmam, yaşamaya geç kalışımsın. Ben, senden nefret ediyorum. '' dedikten sonra alaycı bir gülüşle fısıldadı '' Duydun mu? Senden nefret ediyorum. Benim kalbimin sevdası Tahir. Ömrümün sevdası oğlum. İşte bu kadar. Nefes bu kadar...'' dedi.

Vedat hiddetle bağırmaya başladı;

''Sen benim karımsın! ''

''Hayır! '' dedi Nefes, kendi kulaklarını bile tırmalayan bağrınışıyla. ''Hayır ben Tahirin karısıyım! Saçlarımı parmaklarıyla tarayan, dokunurken tenime merhem olan, gözleriyle her saniyemin rızasını alan Tahir Kalelinin karısıyım ben. '' dedi. Gururla kaldırdı başını. Gözlerini olabildiğince açmıştı. Gözbebeklerinde, yıllardır açtığı kara kuyunun tek sahibini, şimdi o kuyuya düşmesi için itip duruyordu Nefes.

Bu sırada Yiğit, koşarak evden çıktı.

''Anneee '' diyerek yanına geldi, annesinin. Vedat ve Nefesin ortasına geçmiş, Nefesin bacaklarına kollarını sarmıştı. Annesi yine aynı manzaranın içindeydi. Yine o adamla kafa kafaydı ve bir başına direniyordu.

Nefes, Yiğit'i görünce dişlerini sıkıp derin bir soluk aldı.

''Oğlunu almaya geldim dedin di mi? '' dedi Vedat'a dönerek. Gözlerinden sıçrayan ateş, Vedatı kavurmak üzereydi. O kadar karalıydı ki Nefesin hareketleri, tüm aile şaşkınlık ve telaşla onu izliyordu.

Nefes, Yiğit'in boyuna erişmek için oğlunun yanına eğildi.

''Annem. Ben iyiyim. Ama şimdi senden bir şey istiyorum. Senden, babana sarılmanı istiyorum. '' dedi Nefes, oğlunun saçlarını elleriyle okşarken.

Yiğit dudaklarını büzmüş, annesinin bembeyaz olmuş yüzünü izliyordu.

''Bunu yapar mısın? '' dedi Nefes, gülümseyerek. Yiğit annesine ne zaman hayır demişti ki? Kafasını telaşla salladı.

Herkes, Nefes'in az önce var gücüyle bağırdığı adama, oğlunu sarılması için yönlendirişini şaşkınlıkla izliyordu.

Nefes yeniden doğruldu. Vedat'ın gözlerine hiç korkmadan, hiç kuşku duymadan, tek bir yaş bile dökmeden bakıyordu.

Yiğit'in minik adımları hareketlendi. Vedat kafasını Yiğit'e çevirdi. Yalancı bir tebessümle kollarını açtı. Fakat Yiğit, koşar adımlarla yönünü ''babasına'' çevirdi.

Öfkeden kaskatı kesilmiş, karısının bağrışlarına içini dökebilsin diye müsaade vermiş ama kendi içinden taşanlara da hakim olamayacakmış gibi duran Tahir, ona doğru koşan minik bedeni görünce durakladı. Yiğidi, gülen yüzüyle, kollarını koca bir dünyayı sırtlanmış gibi açmış, ona koşuyordu.

Tahir o ana kadar hiç yaşamamış da, yaşamak ona doğru geliyormuş gibi açtı kollarını. Yaşamak hevesi kollarına dolmuştu. Koca bir ömrü kucakladı. Oğlu, göğsüne yatırdığı başıyla birlikte baba kucağına konmuştu.

Nefes, kıymetli gözyaşını bir tek sevdası olan iki adam için akıtmıştı. Bu anın yaşanacağından o kadar emindi ki. Oğlunun babasını, biyoloji, DNA değil, kaderi ve oğlunun herkesten büyük yüreği belirlerdi.

''Senin oğlun burada değil Vedat Sayar. Bizi daha fazla meşgul etme. '' dedi, gururla. Sonra acır gibi yaklaşıp;

''Ondan her yaramı saklamaya çalıştım. Her kirli nefesini ondan sakındım. Niye biliyor musun? Bir gün kocaman bir delikanlı olduğunda, her şeyi daha iyi anladığında, çocukluk anıları aklına hücum ettiğinde seni ilk fırsatta öldüren bi katil olmasın diye sakladım. Ama sen, baba olmayı bir nefse yenik düşmek olarak gördün. Dilerim ki Vedat, dilerim ki oğlum senin gibi acınası bir adam için kirlenmesin. Babası gibi mertliği ve vicdanıyla yalnızca ilahi adaleti kovalayan bir Yiğit olsun. ''

-

Continue Reading

You'll Also Like

11.6K 1.5K 28
"Olmuyor, yapamıyorum sensiz. Aklımı karıştırıyorsun."
169K 9.1K 59
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..
68.7K 5.7K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
12.6M 604K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...