Ay Şahit

By ygmurdem

283K 13.9K 3.2K

... More

Bölüm 1
Bölüm 2- ''Yıldız Masalı''
Bölüm 3- ''Cennet İpleri''
Bölüm 4- ''Kar Tanesi''
Bölüm 5- ''Ömürlük Şarkı''
Bölüm 6- ''Sırma''
Bölüm 7- ''Bezelye''
Bölüm 8- ''Çikolata''
Bölüm 9 - "Nokta"
Bölüm 10- "Oğul"
Bölüm 11- ''Oyun Arkadaşı''
Bölüm 12- ''Uçurum''
Bölüm 13- ''Tuttum Aslanım''
Bölüm 14- ''Rapunzel''
Bölüm 15- ''Buhar''
Bölüm 17- ''Kabak Çekirdeği''
Bölüm 18- ''Ben Nefes''
🌙-'' Yarım Ninni ''
Bölüm 19- ''Baba ''
Bölüm 20- ''İlahi Adalet ''
Bölüm 21- ''Ay Kız''
Bölüm 22- ''Kayıp Zaman''
Bölüm 23- ''Gizli Bank''
Bölüm 24- ''İyi ki Elizya''
🌙- ''İki Ucu Yaralı Değnek''
Bölüm 25 - ''Arkadaş''
🌙- ''Pelerinsiz Kahraman''
Bölüm 26- ''Elma Şekeri''
Bölüm 27- ''Domates Güzeli ''
Bölüm 28- ''Gece Dalgası''
Bölüm 29- ''Saklı Yara''
Bölüm 30- ''Uyurgüzel''
🌙- ''Anzer Balı''
🌙-''Kız Kulesi''
Bölüm 31- ''500''
Bölüm 32- ''Kızamık''
Bölüm 33- ''Müstaklel''
Bölüm 34 - ''Hak'kın Balığı''
🌙- ''Kara Kutu ''
Bölüm 35- ''Sahur Duası''
Bir Ay Doğdu Geceden🌙🎈🎂
Bölüm36- ''Rüya''
Bölüm 37- ''Sınav''
🌙-''Babamdan Miras Bayramlar''
Bölüm 38- ''Anne''
Bölüm 39- ''Evim''
Son Şeker
Sondan Bir Önce...
Bölüm 40- ''SEZON FİNALİ''
Bölüm 41- ''Mazlumun Abisi''
Bölüm 42- ''Eller Beraber! ''
Bölüm 43- ''Veda''
Bölüm 44- ''Hafıza''
Bölüm 45- ''Bordo Mavi Atlar''
Bölüm 46- ''Abimden Armağan''
Bölüm 47- ''Balım Yarası''
Bölüm 48- ''Trabzondan Gelinim Geldi ''
Bölüm 49 - ''Kavuşmak''
Bölüm 50- ''Yeniye Doğanlar''
'FİNAL'

Bölüm 16- ''Ölümsüz Çiçek''

5.3K 290 47
By ygmurdem


Yiğit, ellerini nemli saçlarında dolaştırıp aynadaki yansımasına baktı. Üzerine giydiği siyah tişörtün yakalarını düzeltip, yatağının üzerinde duran telefonuna uzandı. Yaklaşık iki dakikadır, kendine söz verdiği gibi ekrana bakmamış, mesaj gelip gelmediğini kontrol etmemişti.

''Kızım ne inat çıktın ya '' diye mırıldandı, telefona bakarken.

Dün geceden beri Maya, hiç mesaj atmamıştı ve bu durum Yiğit'i giderek geriyordu.

Başka çaresi kalmamıştı artık. Ali'lere gidip, evin kapısına dayanması şart olmuştu. Belki bu sırada, yolda aklına bi bahane gelir, böylelikle sırf Maya için gitmemiş olurdu.

Odasından çıkmak için hazırlandığında, kapısı sakince tıklatıldı.

''Abicim gelebilir miyim? '' Elizya, kapının kulpundan biraz daha uzun olan boyuyla, kafasını odanın içine doğru uzattı.

''Gel abim gel. '' diyen Yiğit, kardeşini pür dikkat dinliyordu.

Elizya içeri girdikten sonra, abisinin parfümlerine doğru yürüdü. Mavi şişeli olanın kapağını açıp, kokladı sonrada beğenmemiş gibi yüzünü buruşturarak yerine koydu.

''Abicim dinliyorum seni. Bir şey mi diycektin? '' dedi Yiğit. Kardeşinin ne yapmak istediğini anlayamıyordu.

''Şeyy..'' dedi Elizya, eteğini bir ucundan tutarak.

''Neyy? ''

''Ay ışığında uluyan kurtla konuşabilir miyim? '' diyen Elizya, bu kez dudaklarını büzdü.

Belli ki söylemekte zorlandığı bir şey vardı. Abisine bir şey söylerken çekinirse hemen Nefes kafasından rol çalıyor, Ay ışığında uluyan kurt'a bağlanıyordu.

''Konuşsun bakalım, denizkızı. '' dedi, gülümseyerek Yiğit. Sonrada yatağına oturup, kardeşini de dizine oturttu.

''Hazırlanmışsın, işe mi gidiceksin? '' derken hala gözlerini kaçırıyordu abisinden Elizya.

''Yook, dedim ya tatil bugün. ''

''O zaman o sarı kıyafetini giymiyceksin yani bugün? ''

''Sarı? Yağmurluğu mu diyorsun? '' diyerek kardeşinin at kuyruğu saçlarını düzeltti, eliyle Yiğit.

''Hı hı. Onu diyorum. ''

''Giymiycem bitanem. Neden sordun şimdi hayırdır? ''

Elizya derin bir nefes alıp;

''Ben şimdi denizkızıyım ya hani. '' dedi. Abisi başını sallayıp onay verince; ''Denizi merak ettiğim için, o sarı kıyafetin cebinde gözüken şeye bakmış olabilirim biraz. O top gibi olan şeye. Dikenleri vardı kocaman kocaman. Avucumun içini acıttı birazcık. '' diyerek avcunu açtı. Avcunun ayasında birkaç benek şeklinde kızarıklık vardı.

Yiğit önce kardeşinin neyden bahsettiğini anlamak ister gibi düşündü. Sonrada dün cebine koyduğu kestaneleri hatırladı. Gülerek, kardeşinin avcuna uzandı. Öptü.

''Galiba denizkızına, deniz kestanesi nasıl tutulur dersi vermemiz gerek ha? '' dedi, Elizyanın burnunu sıkarak.

''Ders ver ama önce bana önemli bir şeyi söyle. '' dedi Elizya, gözlerini kocaman açıp.

''Söyliyim...Neyi? ''

Elizya, abisinin kulağına doğru yaklaşıp fısıltıyla;

''Dikeni battı ya, ölmem dimi? '' dedi.

Yiğit afalladı, dışa çıkmaya hazır kahkahasını olabildiğince bastırmaya çalıştı.

''Sen o kadar yayla, ahır gez. Keçicanlarla arkadaşlık et. Minik bi dikenden kork, küçük hanım öyle mi? '' dedikten sonra kardeşini yere indirip, yağmurluğunun asılı olduğu dolabına yürüdü. Kestanelerden birini dikkatlice avcuna alıp, tekrar döndü Elizyanın yanına.

''Bak bunlar aslında canlılar biliyor musun? Kirpi gibi düşün. Dikenleriyle koruyorlar kendilerini tehlikeden. Kimse onlara dokunup, canlarını yakmasın diye. Biraz acıtıyor olabilir tabi ama haklılar sonuçta. Ben onu denizden çıkardım şimdi, evinden ayırdım. Kızgın biraz. '' dedi Yiğit, kendine kızar gibi, düşürdü yüzünü.

Elizya abisinin elinde duran kestaneye ağlamaklı bir halde bakıp, parmaklarını ürkekçe dikenlerin üstüne götürdü. Dokunmuyordu ama çekmiyordu da elini.

''Ama dokunmazsak, böyle tutarsak, onu korumak istediğimizi anlar di mi? '' diye sordu abisine.

''Sen öyle diyorsan, öyledir güzelim. '' dedi Yiğit, gülerek.

Elizya itiraz edermiş gibi kaldırdı başını;

''Hayır abi ben demiyorum. Babam böyle diyor. İnsanları korumak için onlara dokunmak ya da onları görmek gerekmezmiş. Yanında olduğunu hissettirmemiz yetermiş. '' dedi. Sonrada ona hayranlıkla bakan abisine, gülümsedi.

''Dalgalar, beyaz ayaklarına çarptıkça, yüzüne keyifli bir tebessüm düşüyordu Nefes'in. Bir elini, giderek kendini belli eden karnının üstünde, kızının başını okşarmış gibi gezdiriyordu. Beyaz elbisesinin etekleri suya bulanıyor, rüzgar savurdukça bacaklarına buz gibi dokunuyordu.

Çok geçmeden kumlarda sürtünerek gelen topu gördü Nefes, sonrada ardından koşan Tahirle oğlunu.

''Ula yıktun beni yıktuun. ''

Tahir kendini numaradan yere atıp, topa ilk önce oğlunun kavuşmasına fırsat verdi. Yiğit zafer sevinciyle topu kucaklayıp, annesinin yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.

''Heyyooo ben kazandım ki ya. Anne bak babam yetişemedi bana, yoruldu. ''

''Ben demiştim ki ama ya. Kurtlar, Kaplanlardan hızlıdır. '' derken oğlunun saçlarını, elleriyle tarar gibi düzeltti Nefes.

Tahir yerden kalkmış, üzerindeki kumları silkeliyordu. Pantolonunun ıslak paçalarını kıvırmış, nemlenen saçlarını, kafasını savurarak yüzünden çekmeye gayret ediyordu.

''Tahir aşk olsun, suya da mı girdiniz? '' dedi Nefes, kocasının ıslak halini görünce.

''Top girdi Nefes, ben napayım. '' derken çoktan oğluyla karısının yanına gelmiş ve vakit kaybetmeden Nefes'in dizine koymuştu başını Tahir.

Bu sırada Yiğit, getirdikleri hasır sepetin içinden bulduğu çikolatayı iştahla açtıktan sonra aklına aniden gelen bir şeyle durdu;

''Kardeşimin canı çikolata istiyor mu anne? '' diye sordu.

Nefes, şaşırmış gibi hafifçe çevirdi kafasını oğluna;

''Hayır annecim. Noldu ki? ''

''Ben bunu yiyim o zaman şimdi. Canı isterse onunla paylaşabilirim. '' dedi, Yiğit.

Nefes dolan gözleriyle, oğlunun çikolatasından kocaman bir ısırık alışını izledi. Sonrada hiç çabasız, dizlerine kıvrılan başını okşadı. Bir tarafında küçük adamı, bir tarafında büyük adamı, ortalarında güzel bir dilek gibi büyüyen kızı...Dünyayı bir an'la sonlandırmak istese, bu an o an olurdu.

''Benim aslan oğlum ne çikolatalar alıcak kardeşine. '' dedi Tahir, gözlerini huzurla yumup.

''Alırım ki ya. '' dedikten sonra, çikolatasını damağında ezerken; ''Baba? '' dedi sorar gibi bir sesle Yiğit. Konuşurken, annesinin dizindeki başını keyifle oynatıyordu.

''Söyle oğlum. ''

''Denizi de öğretirim di mi kardeşime? Ezberlediğim balıkları, gemileri, halatları, ağları, Mustafa Amcamın girilmez dediği yasaklı yerleri, minik tekneleri '' diye sayarken, bir yandan da minik parmaklarını saydığı her şeyin ardından birer birer kaldırıyordu Yiğit.

Tahir, Nefes'in dizinde daima içine dolan huzurun, daha fazlasını oğlunu dinleyerek yaşıyordu. Kocaman gülüp;

''Öğretirsin tabi ya. Denizkızı bile yaparsın onu. '' dedi.

''Denizkızı, kardeş ! '' diyerek keyiflendi Yiğit.

Hayatının en kıymetli varlıkları, dizlerinde denizkızından bahsederken, Nefes'in içinde yuva bulan minik kız hareketlenmişti. Nefes, Tahirle Yiğit'i korkutmamak için sakince kızının hareketlerini dinledi. Sanki onlara cevap verirmiş gibi tekmeleriyle, sohbete katılan kızına gizli bir tebessüm yolladı. İşte o an, günlerdir karar veremedikleri isime karar vermişti Nefes...''

-

Mercan elindeki sarı bezi sıkarken, yemek masasında çayını yudumlayan Mayaya dönerek gülümsedi.

''Ya Maya, Allah razı olsun kızım senden. Ne iyi oldu. Bora paçalarımdan çekiştirmeyince, bir çırpıda bitirdim her şeyi. ''

''Mercan Abla, dediğinde laf mı şimdi. Sen bana evini açtın. O kadarı da olsun yani. Şuna bak zorla oturttun bi de çay içiriyorsun bana. ''

''İç kızım iç. Ben de koyucam şimdi bi çay. Bora uyanana kadar keyif yaparız. '' diyerek, neşeyle çaydanlığa uzandı Mercan. '' Ayrıca artık ev meselesini açma be kızım. Lafı mı olur? '' dedi.

Maya, çay bardağında parmaklarını usul usul gezdirip, Mercan'ın masaya oturuşunu izledi.

''İstanbulda olmuyor pek böyle şeyler. Hoş bu işin şehride yok ya. Herkes korkuyor birbirinden. Hırlı mı, hırsız mı? Kimse kimseye güvenip evini barkını açmıyor. Alışık değilim ben. '' dedi, gülümseyerek.

''Öyle. Kötülük arttıkça, yardım hevesi çekiliyor hepimizin içinden. Ama bizde böyleyiz işte. Geçmişe inat eder gibi, yardım için çırpınırız. '' derken gözleri daldı Mercan'ın.

Maya duyduğu geçmiş kelimesine takılıp, Mercan'ın masmavi gözlerinde dolandırdı gözlerini. Bir şey sormasına fırsat vermeden, Mercan;

''İnsan işte bu be Maya. Birgün yardım beklersin, birgün yardım edersin. Ne zaman ne olacağı belli mi? '' dedi, Maya'nın elline teselli eder gibi dokunarak.

''Değil... Ben buraya gelince daha iyi anladım. İnsanlar zamanla bambaşka hayatların içine düşebiliyorlar. '' dedi Maya.

''Nefes anlatmış sana bir şeyler belli. '' derken güldü Mercan. ''Şaşkınlığından belli. Ben dedim ama ona. Anlatma kıza yazık, neye uğradığını şaşırır dedim. ''

''Anlatıyor. Anlattı yani. Şaşırıyor insan ama öğretiyor da. ''dedi Maya, çayından bir yudum alırken.

''Sana bir şey diyim mi Maya? Arada böyle iki dost, bulduğumuz minicik bir zamanda geçmişin bir anına sarılır, okuruz için için birbirimizi. Öğrenelim diye. Paslanmayalım diye. Geçmiş pislik içinde kalsa da, yok saymamak lazım. '' derken, gururla kaldırdı omzunu Mercan.

''Siz de şahittiniz yani Nefes Abla'nın geçmişine? ''

''Şahittim hem de ne şahit. ''

''O karşı çıkanlardan değildiniz ama di mi? Çok yakın dost olduğunuza göre, belli ki siz hep destek olmuşsunuz ona. '' dedi Maya, tedirgindi.

Mercan minik bir kahkaha atıp, Maya'nın önündeki kesme şekerlere uzandı.

''O kadar destektim ki, kızı, beni öldürmek suçundan köylü linç etmişti. '' dedi, gülmeye devam ederken.

Maya'nın kaşları çatıldı. Hiçbir şey söylemeden Mercan'ın duruma açıklık getirmesini bekliyordu.

Mercan ağzına attığı şekeri damağında ezerken, konuşmak için hazırlandı. Derin bir nefes aldı. Ama onu bıçak gibi kesen, bir kapı zili her şeyi yarım bırakmıştı.

''Dur ha bakayım ben şu kapiya. '' diyerek kalktı masadan Mercan.

Maya ise hemen cebindeki not defterini çıkardı. Önce Mercan'ın geçmişle ilgili söylediklerini not aldı sonrada büyük bir yıldız çizip yanına;

''Mercan Yıldırım ciddi olduğu zamanlar, Karadeniz ağzı kullanmıyor. Eğitim almış. '' diye yazdı.

-

''Yiğit? ''

Mercan kapıyı açar açmaz, karşılaştığı telaşlı Yiğit'e şaşkın bakıyordu.

''Günaydın Mercan Abla. Ya şey, annem gönderdi de beni. Şey istedi..'' Yiğit henüz bulamadığı bahanesini, an itibariyle yaratmaya çalışıyordu. Bu sırada gözleri kapının ardından evin içini turluyordu.

''Ne istedi? ''

''Şey. Bahçedeki domatesleri kaldırcakmışta topraktan. Kürek istedi. Küreği kaybetmiş. Dalgın kadın işte. '' diyerek inandırıcılığını arttırmak ister gibi güldü Yiğit.

Mercan tek kaşını kaldırıp, ellerini göğsünde bağladı.

''Yok Yiğit, bence annen kürek istememiştir. '' dedi, gülerek. '' Düşün bakıyım belki başka bir şey istemiştir? ''

Yiğit'in niyetini anlamıştı ve onu doğru hedefe ulaştırmaya çalışıyordu.

''İstememiş midir? Hiç mi? ''

''Domatesleri kış gelmeden hayatta topraktan ayırmaz o. Kaybettiği küreği de burada aramaz. O yüzden hiç istememiştir. Ama sen diyorsan ki annem, Mayaya bir şey söylememi istedi.. hah bak onu bilemem işte. '' diyerek göz kırptı Mercan.

''Sen nasıl bir çiçeksin ya. Nasıl. '' diyerek Mercan'ın yanaklarını sıktı Yiğit.

''Tamam tamam geç içeri hadi. Üç kağıtçı seni. Beni kandırcak bi de. '' diyerek Yiğit'i, evin içine davet eden Mercan, kapıyı kapatırken bağırarak;

''Mayaa. Elçi gelmiş, sana bir şeyler söyliycekmiş. '' dedi. Sonrada hızla mutfağa doğru ilerledi.

Maya ne olduğunu anlamadan kapıya geldiğinde, Yiğitle karşılaştı.

''Yiğit, ne işin var burada? '' dedi.

''Şarjın bitmiş onu haber vermeye geldim. '' dedi Yiğit, ciddiyetle.

''Yoo. Şarjım bitmedi ki. ''

''Bozuldu o zaman telefonun. Ver de ben hallediyim onu. '' dedi, bu kez elini Mayaya doğru açarken.

''Yiğit ne diyorsun Allah aşkına ya sabah sabah. Telefonum çalışıyor, şarjı da var tamam mı? '' diyerek cebinden çıkardığı telefonunun ekranını açtı Maya.

''O zaman niye aramıyorsun kızım? '' derken sesi biraz daha yükselmiş, kaşları çatılmıştı Yiğit'in.

''Niye arıyım? Arıycam mı dedim? Neyin hesabını soruyorsun şimdi sen? ''

''Demedun. Ama arar insan yani. Ayrı kalmışız şurda. ''

''Sen ara o zaman Yiğit. Bi ben mi ayrı kaldım? Sen de ayrı kaldın. '' diyerek, kaşlarını çattı Maya.

Yiğit bir süre Maya'ya bakıp, sonra alay eder gibi güldü.

''Ha şimdi anladııım ben. Mücadele derken sen süründürmekten bahsediyordun. Böyle ben evin etrafında dolaşıp durcam yani öyle mi? Meşhur kız aşılmazlığı yani. Hani kız evi, naz evi olanından. Tamam, peki yap bakalım nazını'' dedi. Maya'nın cevap vermesine fırsat vermeden ayakkabılarını çıkarıp mutfağa doğru geçti.

Maya, Yiğit'in arkasından bakakalmıştı. Aslında aramamasının tüm bunlarla hiçbir ilgisi yoktu. Sadece Maya, böyle şeylere alışkın olmadığı için, gün içinde görüşeceklerini düşündüğü için aramayı unutmuştu.

-

''Babaanenin aldığı burmayı da takmış mıydı? '' derken tedirgince Yiğit'e bakıyordu Mercan.

Yiğit, Mercan'ın yaptığı poğaçalardan yerken, bir yandan da sabah gündemini özet geçiyordu. Mayayı görmek için babası ve kardeşini bırakıp, kahvaltı etmeden buraya gelmişti.

''Takmıştı. Hatta sünnetimde, verdiği hediye küpeleri bile takmıştı. '' dedi, ağzındaki lokmayı yutmadan Yiğit.

''Yok kesin bir iş var onda. Neyse öğrenirim ben.'' diyerek, kararlılıkla başını salladı Mercan. Sonrada yanaklarını şişiren Yiğit'e '' Oğlum yavaş boğulcan. '' dedi.

Maya, sesizce ikisini dinliyordu.

''Elizya da aç kaldıysa, getirseydin keşke'' dedi Mercan bu defa, düşünceleri arasından.

''Yok babam onu Nuran ablaya götürdü. Laf aramızda, İdris abi çağırmış zaten babamı. Yan tarafı temelli kapatıcaklarmış. Ne de olsa barıştılar, kaç sene geçti üstünden. Gerek kalmadı dedi annem de. '' diyerek çayını, bardağı yarı beline kadar boşaltırcasına yudumladı Yiğit.

''İyi olmuş. Birleştiler yine de kapatmaya razı gelemediler bi. Boşuna uğraşıyorlardı. Anan, o İdrisin harabeye sandalye taşırken öldü be. Yordular benim kardeşimi. '' diyerek hayali bir kızgınlığa büründü Mercan.

Maya ilk defa duyduğu isimlerden dolayı şaşkınlıkla, dinliyordu. Mercan, Maya'nın yabancı bakışlarını yakalayınca;

''Oyy kızım seni unuttum ya ben. Böyle biliyormuşsun gibi muhabbete daldım. Şimdi sen diyceksin ki, Nuran kim, İdris kim di mi? ''

''Yani. Merak etmedim değil ama özelse...'' dedi Maya, Yiğit'in kızgın bakışlarında gözlerini gezdirirken.

''Yok yavrum ne özeli. Dur bak ben anlatıyım sana. Şimdi bizim bu köyün kıyısında Pala Dayının yeri vardır. Pek güzel mekandır. Kahvaltısı olsun, yemekleri olsun, kahvaltısı olsun...''

''Kahvaltıyı iki kere söyledin Mercan abla. '' dedi Yiğit, sakince.

''Ula sen bi sus. ''

''Tamam ya tamam devam et. ''

''İşte neyse. Pala Dayı vakti zamanında geliniyle, oğluyla işletiyordu burayı. Gelini Nuran, oğlu İdris oluyor. Mehmet Kaleli yani Tahir'in babası bu mekanın sahibiymiş, oğlanlara da demiş ki; mekan bizim ama Pala'ya bırakıcam. O gün bugündür öyle kurulmuş düzen. Kalelilerle bağı bu yani. ''

''İstersen tarihçesiyle birlikte, vizyon ve misyon bilgilerini de geç mekanın Mercan Abla. Maya tur rehberine ekler belki. '' derken güldü Yiğit.

''Uşak seni evirur, çevirur döverum ha buraya. Limon sıkma da. ''

''Sustum. '' diyerek ellerini havaya kaldırdı Yiğit.

''Bu İdris pis işler ediyodu. İşte, sahte kimlikler, gavur memleketlerde kumar oynamalar falan. O gaybana herif, Nefesi kaçırdığı vakit, İdriste Gürcistanda o zaman. Nefesi mağaradan almaya Tahirle gidiyorlar. Bu kısmı bana hep Nefes anlattı. '' diyerek, gayet normal bir mevzudan bahsedermiş gibi kaptırmıştı Mercan kendini.

Yiğit, Maya'nın korku düşmüş yüzüne bakıp, sıkıntılı bir nefes verdi. Mercan'ın omzuna dokunup;

''Mercan Abla, yine kızcan ama. Yanlış frekansa girdin sanırım. '' dedi.

''Uyy, hem de ne yanlış girdim. '' diyerek dudaklarını ısırdı Mercan.

Yiğit, konuyu toparlamak isteyerek;

''Maya. Annem mutlaka bahsetmiştir. O şerefsiz uzun bi süre pes etmemişti. Biz buraya ilk geldiğimiz zamanlar annemle, babam arasında bir şeyler yaşandı. İnada düştüler. Mustafa Amcam da zaten hazetmiyordu bizden. Paramızı verdiler. idris abi de işte kaçakçılık yapan birilerini ayarladı, Gürcistandan. Limandan bir tekneye binip kaçtık. '' derken, zorlanarak yutkundu Yiğit.

Mercan dolan gözlerini, saklamak için mutfak tezgahına çevirdi kafasını.

''Kaçtınız? Nereye? Tahir abi de yanınızdaydı ama dimi ? '' diye sordu Maya, telaşla.

Yiğit olumsuzca kafasını salladığında, hayrete düşmüş gibi derin bir soluk aldı Maya.

''İdris abinin ayarladığı adam, o şerefsiz daha fazla para verince bizi ona götürdü. Yakalandık yani. Zindanımızın bekçisine, teslim edildik yeniden. Başladığımız yerdeydik. O kadar kinliydi ki. Önce annemle beni ayırdı. Annemi bi mağaraya kapattı. Beni de, İstanbuldaki eve götürülmek üzere yola çıkardı. Sonrasını bi annem biliyor, bir de babam. Babam bi şekilde anlamış olayı, nasıl anladıysa. İdris abiyle birlikte annemi kurtarmışlar. '' derken konuyu başından savmak ister gibi, çoğu anı yutuyordu Yiğit.

Maya, Yiğit'in anlatmaktan rahatsız olduğunu fark edince, yalnızca İdrisin olduğu konuya değindiğini belli etmek isteyerek;

''İdris abi de babanla gitmiş yani. Çok iyiymiş demek ki dostlukları? '' diye sordu.

''Yok işte. Ben, babamı bırakmayınca bizimle birlikte Gürcistana kadar gelmişti babam. Bizden haber alana kadar da gitmemiş. İdris abinin de meğer orada bir sevgilisi varmış. Annemi almaya o kızla beraber gitmişler. ''

''Nuran abla dediğin yani? ''

''Nuran garibim, ha burada kaynanasıyla işi sırtlanıyo o sıra. Dünyadan haberi yok. '' diyerek, dertli bir halde araya girdi Mercan.

Maya gözlerini kocaman açıp;

''Evli miydi yani o zaman? E aldatıyordu yani karısını. '' dedi, hayretle.

''Hem ne aldatmak. '' diyerek onayladı Mercan.

''Annem o zaman bu duruma şahit oluyor ama yaralı, yogun, bitik bir halde. Çok da ciddiye alıcak hali yok tabi. Sonrasında da bir sürü şey yaşadık, arada kaynamış. Ta ki o güne kadar... '' diyerek gururla güldü Yiğit.

''Annem işte...Her dertten biraz olsun arındığında, dünyalara kafa tutacak kadar güçlü olurdu. Bir gün Nuran ablaya bir şey vermeye gidiyor annem mekana. Bi bakıyor ki, İdris abi veda ediyor, Nuran ablaya. Noluyor diye sorunca, İdris abinin o gece Gürcistana gideceğini, işi olduğunu öğreniyor. Tabi bizim delinin aklına hemen bu olay geliyor. '' dediğinde Mercan da keyifle gülüp;

''Deli deyip geçmeyeceksin işte. Fena çarpar. '' dedi.

'' 'Nuran sen niye gitmiyorsun İdirsle. Sen de bi gez, bi rahat nefes al. Ben mekana bakarım senin yerine' diyo. Sırf İdris abi tutuşsun diye yani. Nuran ablanın kafasına yatıyor bu fikir. İdris abiye soruyor 'Ben de geliyim mi? ' diye. O sırada İdris abi o kadar korkmuş ki, annemi kenara çekmiş. Etme yenge, yapma yenge, vazgeçir Nuranı biterim yenge diye sızlanmış. '' diyen Yiğit'i, hırsla böldü Mercan;

''Nefeste durur mi, yapışturmuş cevabi; Demiş ki 'Nuranı vazgeçiririm ama bir şartla, akşama kadar karına yediğin naneleri anlatıcaksın. Yoksa gelir ben anlatırım.' demiş. ''

Olayı dinlerken, Mercan kadar gururlanmıştı Maya. Çünkü tanıdığı Nefes tam olarak buydu.

''Anlatmış mı her şeyi? '' dedi, neşeyle Maya.

''Önce Nefes'e yalvarmış. Yıkma yuvamı demiş. Nefeste 'Şimdi mi aklına geldi o yuva. Alem yaparken, gününü gün ederken, bu kız senin ailenle ağzına kadar yorgunluk içinde çalışırken, evladının ateşli alnına, sirkeli bezleri koyarken nerdeydi o akıl? ' Demiş, dilini sevduğum. Ha bu da bakmış başka yolu yok, akşamına anlatmış her şeyi Nurana. ''derken kalkıp, herkesin çaylarını yeniden tazeledi Mercan.

''E sonra noldu peki? '' diye soran Mayaya bu kez Yiğit cevap verdi;

''Nuran abla boşandı İdris abiden. Hem de hemen. O her şeye eyvallah diyen sessiz kadın gitti, içinden tam bir ticari deha çıktı. İdris abinin ailesi de, Nuran abladan yana olunca, Nuran abla o güçle mekanı cennet etti cennet. Müşteriler iki katına çıktı. Annem her gün yardıma gitti, Mercan ablayla birlikte. İdris abi perişan oldu, aylarca süründü. Sonra Nuran ablayı yeniden kazanmak istediğine karar verip, bir gazla mekanın yanına kendi mekanını açtı. Küçük bir köfteci. Tanıdık, eş, dost ondan alış veriş yaptı ama yoook kalkınamadı. Annemle babam ona da yardım ettiler, toparlanmadı. Bi de üstüne hasta oldu. Günlerce yattı hastanede perişanlıktan. ''

''Nuran abla baktı di mi? '' dedi Maya, tanıdık bir hikayeymiş gibi gülümseyip.

''He öyle yaptı valla. İdrisi iyileştirdi. Yıllarca aynı bahçede iki ayrı mekanı işlettiler. El verdiler birbirlerine dost oldular. Nuran kendini fark etti, İdris hatasını anladı. Ama geri dönüşü olmayan şeyleri gördü. Ders gibi oldu her şey onlara. '' dedi Mercan tebessümle. ''Nuran yıllarca aldatılmanın bedelini damla damla aldı valla. Mis gibi hayat yaptı kendine. Güçlü bir kadın oldu. Maşallah hala daha öyle. ''

-

Nefes, Nazife'nin yanından ayrılır ayrılmaz soluğu konakta almıştı. Haline şaşkınca bakan ama eltisine yaptığı baklavadan koymayı ihmal etmeyen Asiye, pür dikkat izliyordu Nefesi.

''Anne bak son kez söylüyorum, kızın aklını bulandırmayacaksın. Yiğit Nazifeyi, Nazife de Yiğit'i istemiyor. Anlayabiliyorsun dimi bunu? '' derken hiddetle, bir dilim baklavayı tıktı ağzına Nefes.

Saniye kaşlarını çatmış, önündeki pirinci ayıklıyordu. Gelini azarladıkça, tek kelam etmeden dinliyordu onu.

''Melis sende şunu yeme yanımda ya. Ciddi bi şey konuşuyorum şurda. '' diyerek, sulu şeftali yiyen Melis'e döndü Nefes.

Melis korkarak, şeftaliyi önündeki tabağa bıraktı.

''Hayır anlamıyorum yani, bir insan ne olunca akıllanır. Oğluna ettin aynısını, iki gencin hayatını mahvediyordun az kalsın. Allahtan Mercan'ın alacak nefesi varmışta, ölümlerden döndü kız. Nazifeye de aynısı olsa napıcaksın anne? Sahur sofralarını kime dar etceksin bu kez? Yiğit'e mi? Ben izin verir miyim buna sanıyorsun? ''

Saniye, Nefes'in bu son çıkışıyla kaldırdı kafasını;

''Hani kapattuyduk o meseleleru. Ne diye açaysun şimdi. Ciğerumu mi yakacasuksun. Kizuma mahçup mu edeceksun beni? '' dedi, ağlamaklı sesiyle.

''Sen açıyorsun meseleleri anne. Farklı versiyonlarda ama aynı meseleler. Kızım diyorsun bana ama hala canımı aynı yerden yakıyorsun. Tam diyorum tamam her şey rayında, sen üstünde olduğumuz treni, raydan çıkarıyorsun. Yiğit hakkında ne konuştuk anne? '' derken masanın üzerinden Saniyeye doğru eğildi Nefes.

Melis ve Asiye nefeslerini tutmuş, ikisini izliyorlardı. Saniye suçlu bakışlarını, utançla gezdirdi Nefeste;

''Başumuzun dikine gitmeyecektuk. ''dedi.

''Ya bak hatırlıyorsun işte. Ama ona rağmen gidiyorsun o başının dikine. ''

''Ha sen de gideysun. Kiz geturmişsun eve, oğlanun yavuklusu. '' diyerek üste çıkmaya gayret etti Saniye.

Asiye tam o anda;

''Nefes mi geturdu ana. Oğlan tutmiş kizu geturmuş. Babasinun oğli işte. '' diyerek güldü.

Nefes, Asiye konuşurken topuklulardan acıyan ayaklarını ovalamaya başladı. Saniye;

''Ha çok konuşmada eltune buz ver. Giymiş o pabuçlari yanayi ayağı yanayi. '' dedi, Nefes'in acılı yüzüne bakarak.

''Allah razı olsun anne ya '' deyip, yarım bir gülüş attı Nefes.

Ne yaparsa yapsın, huyundan eksiltemediği ama her şeye rağmen aynı çatı altında anne dediği kadının, yaşlı yüzünde dolandı bakışları. Zaman ne hızlı geçmişti ve ne de güzel dersini vermişti kinli kalplere.

-

Hafif hafif yağmurun yeryüzüne düştüğü anlarda, Yiğit ve Maya, Oğluyla ilgilenen Mercan'ı yalnız bırakarak hava almak için evden ayrılmışlardı.

''Şu işe bak. Tam çıktık hava serinledi. '' dedi Maya, gökyüzüne bakarken.

Elleri ceplerinde yürüyen Yiğit, gülerek;

''Hiç mi duymadın ya, Karadenizde bir günde dört mevsim yaşandığını? '' dedi.

''Duyduk herhalde ama yeni yeni alışıyorum buraya. '' diyerek gözlerini devidi Maya.

Çok geçmeden dümdüz, yeşil bir alana gelmişlerdi. Sadece yeşilliğin olduğu yerde, aralıklarla ağaçlar dikiliydi. Yiğit ortalardaki ağaçlardan birinin dibine oturdu ve gözleriyle Mayayı çağırdı.

Maya yavaş adımlarla, Yiğit'i takip edip sakince oturdu yanına.

''Huysuzsun çok. '' dedi Yiğit, Mayaya bakmadan.

Eliyle, kendini işaret ederek, kaşlarını çattı Maya. ''Kim? Ben mi? ''

''Hı hı. ''

''Ne huysuzluğumu gördün acaba? ''

Soruya karşılık olarak, derin bir iç çekip, güldü Yiğit.

''Daha görmedim ama göstericeksin belli. '' dedi.

Maya, umarsızca salladı başını.

''Dün mücadele etmekten bahsettim ya, ona bozulmuşsun sen, belli. Bu kelimenin seni korkutacağını biliyordum. '' dedi.

Bu kez şaşıran Yiğitti.

''Korkutmadı. O nerden çıktı? '' dedi, hızla.

Maya gülerek, işaret parmağını uzattı ona doğru;

''Hah bak bide bu. Korku kelimesi sende alerji yapıyor. Bu kelime geçince kanın çekiliyor sanki. '' dedi.

''Saçma sapan teoriler atma ortaya kızım. Hasta etme insanı. ''

''O kadar yorgun ve o kadar dinlenmeye meyillisin ki, mücadele seni korkutuyor. Bir şeylerden korkmak da seni korkutuyor. Resmen kendini huzurla akışa bırakamayan, ama direnmekten de çekinen tipik, vicdanlı fabrikatör gibisin. '' derken gözlerini devirdi Maya.

''Vay arkadaş. Gözleme bak gözleme. '' derken alayla güldü Yiğit.

''Yalan mı? Böyle yapmıyor musun? Ortada, mücadele etmen gereken bir şey olmadığı için benimle bu kadar rahat ilerledin ama aramızda hiç kötü bir şey yokken durduk yere aşk acısı çıkardın kendine. Biz annenle İstanbula gittik, sen dertlere kardın. Seni öptüm. Karşılık verdin. Ama o öpücük için bir şeyler yapman gerektiğini söylediğimde, senden uzaklaşıcam sandın ve korkarak sabah soluğu evimin önünde aldın. Neden kasıyorsun bu kadar ya? ''

''Maya. Beni bu kadar gözlemlemene gerçekten hiç gerek yok. Resmen bir tezmişim gibi, ince ince düşündün mü bunları? '' derken, Maya'nın söylediği şeylere karşı çıkmaktan kaçınmıştı, Yiğit.

Maya, dizleri üzerine oturarak, Yiğit'in yüzüne doğru döndü. Dik bakışlarını, onunkilerle buluşturduğunda, net bir sesle;

''Yiğit seni gözlemlemiyorum. Seni yaşamak için buradayım ben. '' dedi.

Yiğit, Maya'nın kılçıksız, engelsiz, sınırsız duygularına hayrandı. Kendini neden kastığını, olmayan engelleri neden dert ettiğini bilmiyordu. Bildiği tek bir şey vardı; her heyecanın önünde, nice çukurlar geçmek zorunda oldukları geçmişi, bir travma gibi karşısına dikiliyordu. Yıllardır annesi ve babası sorunsuz bir hayat sunmuşlardı ona. Ama tüm bunlar, bazı tedirginlikleri aşmasına müsade etmiyordu. Sevda demek, savaş demekti onun için. Sabır demekti. Başka türlüsü nasıl bilmiyordu Yiğit.

Elini, Maya'nın yanağına götürüp, okşadı.

''İyi ki buradasın. '' dedi.

Maya tatlı tebessümüyle, Yiğit'e baktı uzun uzun.

''Birileri bir şey icat etmeye çalışırken onlara kimse inanmaz. Fikirleri çok ütopik gelir. İmkansız gelir. Yapamazsın derler. Ama o kişi uğraşır, didinir, başarır. Ne yaparken çektiği çile, ne duyduğu ağır laflar, ne uykusuz geceleri, ne adları kalır geriye. Sadece icatları kalır. Gelişmeye bırakılmış icatları. '' dedi Maya, masal anlatırmış gibi, kadifeden yumuşak sesiyle.

Yiğit anlamak ister gibi, Maya'nın göz bebeklerini yokluyordu.

''Annenle babanda bunu yaptı işte. Sevda getirdiler buralara. İmkansız sevda. Bir anne, hiç tanımadığı deli bir adama sevdalandı. Uçurumdan atladı, mağralara kapatıldı. Ama yılmadı. Sevdası oldular birbirlerinin. Herkes olmaz dedi, oldurdular. Geriye ne kaldı Yiğit? '' dedikten sonra yutkundu Maya. Gülümseyerek; ''Geriye, aldatan kocasını boşamak isteyen Nuran'a karşı çıkmayan, 'yuvayı dişi kuş yapar olsun affet gitsin' demeyen, arkasında duran aileler kaldı, karısı onu boşamak istediğinde iki tokatla susturmayan İdrisler kaldı, tertemiz bir sevdaya gözü kapalı yürüyen, bunun için bir bedel ödemesi gerektiğini düşünmeyen Yiğitler ve Mayalar kaldı. Kaldı di mi? '' dedi.

Yiğit hayranlıkla izliyordu Maya'nın çabasını.

''Kaldı. '' dedi, gülümseyerek.

''Yiğit. Senin kalbin o kadar kocaman ki. Yorgun olduğunu hissediyorum. Annenle baban seni ne kadar üzmek istemediyse, senin de onlar üzülmesin diye her şeyi yuttuğunu fark edebiliyorum. Geçmişi aşamadığını görebiliyorum. Mesela, annen bana hikayesini anlatırken, senin kadar sarsılmıyor. Çünkü o aşmış. Çünkü o aşmak istiyor. Evlatlarına sarılmış, sevdasına sarılmış, yuvasına, komşularına, dostlarına, el uzatabileceği herkese sarılmış. Annen bu dünyadaki en iyi tedavi yöntemiyle iyileşmiş Yiğit. Paylaşarak. Acıyan yerleri aynı olan herkesi bulmuş. Onları iyileştirmiş, kendi de iyileşivermiş. Baban da, annene bakıp, açmış içini. Şifa bulmuş. Ama sen... Sen iyileşmeyi reddediyorsun. İyileşmeyi istemiyorsun. ''

Maya günlerdir izlediği Yiğit'in içini, Yiğitten daha iyi döküyordu. Maya konuştukça, içinden sayfa sayfa yazı boşaltmış gibi dingilliğe kavuşuyordu Yiğit.

''İsteyemiyorum. Unutmak istemiyorum çünkü. Unutursam nasıl sorarım hesabını? '' dedi, dermansız sesiyle Yiğit.

''Neyin hesabı Yiğit? ''

''Annemin gözyaşları, babamın yaraları, kesilen solukları, uykusuz gecelerinin hesabını. ''

''Bütün bunlara neden olanların hesapları, kendileri zaten. Sen bir şey yapmasan da, hayat onları bedellerine götürür. Hayat yapar bunu. Kader yapar. Sen, sadece bu hesabın içinden kendini çıkarırsan, aileni mutlu edersin. Benim gördüğümü görmüyorlar mı sanıyorsun Yiğit? Annenin senin için ne kadar endişelendiğine bi bak. Karadenize sığamadığın için, sana hep bir şeyler hatırlattığı için buradan kaçtığını, asileştiğini fark etmiyor mu? ''

''O her şeyi fark eder. '' derken gülümsedi Yiğit.

''Bunu yapma artık. Bak ben buradayım. Bana anlat her şeyi. Gelelim her gün buraya, dök içini burada. Sonra birlikte toplayalım, artalım, eksilelim. Öfken de burada kalsın, karışıklığında. Ben varım. Sen var mısın? '' derken neşeyle kımıldandı Maya.

Yiğit'i iyileştirmeye hevesliydi. Çünkü Yiğit onun yalnız kalbini, ailesini paylaşarak çoktan iyileştirmişti.

''Neden bu kadar güzelsin? '' diye sordu Yiğit, hayran bakışlarına çöken derinlikle.

''Konuyu kaynatma lütfen. Bir soru sordum. '' dedi Maya, kaşlarını çatarken.

''Varım Maya Hanım. Bakalım kaç gün dayanabiliceksin. ''

''Şansım olsa, iki ömürlük katlanırım sana. Ama şansına küs, sadece bir ömürlük hakkımız var. '' dedi Maya. Alnını, Yiğit'in alnına yaslayıp, güldü.

-

Nefes, Tahir'in göğsünde huzurlu bir uykuya temelli kaptırmıştı kendini. Tahir'in dalgın uykusu, elleriyle karısının saçlarını tel tel okşamasına fırsat veriyordu. Odalarına vuran Ay ışığı, ikisini birden aydınlatıyordu. Bu aydınlığın içine aniden, açılan kapıdan evin ışığı süzülmeye başladı.

Tahir panikle uyanıp, kapıya çevirdi başını. Kızı boynunu bükmüş, parmak uçlarında içeriye doğru ilerlemişti.

''Babacım, noldu? '' dedi, Tahir gözlerini net olarak açmaya çalışırken.

Tahir'in kıpırtısıyla birlikte uyandı Nefes. Önce Tahir'e, sonrada baktığı yere doğru çevirdi kafasını.

''Kızım? ''

''Uyuyamıyorum. '' dedi Elizya, fısıltıyla.

Nefes hemen üzerindeki battaniyeden sıyrılıp, ayaklarını yataktan dışarı çıkardı. Yanıbaşındaki ışığını açıp, kızının yüzünde gezdirdi ellerini.

''Hasta mısın yoksa bitanem. '' dedi, endişeyle.

''Hayır. ''

Nefes, yatağın ucunda asılı hırkasını hemen sırtına geçirip, kocasına doğru döndü. Halledicem der gibi gözlerini yumup, ayağa kalktı. Kızının omuzlarından tutunup, odanın dışına doğru yön verdi.

Elizyanın odasına geldiklerinde;

''Gel bakalım sen gel. '' diyerek Elizya'nın yatağının içine kıvrıldı Nefes. Elizya da hızlı ve memnun adımlarla annesini takip etti. Yorganının altına girip, ellerini annesinin belinde bağladı.

''Bir sorun mu var meleğim? '' diye sordu Nefes. Bir yandan da, uykusunu getirmek için, kızının saçlarıyla oynuyordu.

''Hı hı '' diyerek salladı başını Elizya.

''Bana anlatmak ister misin? ''

Elizya deli gibi anlatmak istiyordu ama alacağı cevplardan çok korkuyordu. Annesinin pembe geceliğinde ellerini dolaştırdı. Bir süre oyalandı konuşmamak için. Nefes tüm uykusuna rağmen, kızını sabırla bekliyordu.

''Babam, bahçedeki çiçeklerin yaprakları kahverengi olunca, onları neden söküyor? '' diye sordu önce.

Nefes gülümseyerek;

''Çünkü artık ömürleri bitmiş oluyor bitanem. Çiçek ve meyve veremiyorlar. '' dedi.

''Yaşlanıyorlar mı yani? '' derken, yutkundu Elizya.

''Evet, öyle de diyebiliriz. Çok fazla büyüyorlar ve artık daha fazla büyüyemeyecekleri için kuruyorlar. ''

Nefes, tüm bunların kızının aklına neden şimdi geldiğini merak ediyor, ama hakkını, sorgulamadan cevaplamaktan yana kullanıyordu.

'' Çiçekler büyüyor, büyüyor sonra onları sökmek zorunda kalıyoruz ya. Peki biz? '' dedi Elizya çekinerek.

''Biz? '' dedi Nefes, anlamadığını belli etmek isteyerek.

Elizya huzursuzca kımıldandı.

''Bugün İpek bize geldi, oyun oynadık. Oyun oynarken dedi ki, çok yaşlı insanlar hemen ölürlermiş. Çiçekler gibi. Bir daha göremezmişiz onları. ''

Nefes'in içine sızılı bir acı düştüğünde, düşündüğü tek şey bu durumu Elizyayı üzmeden nasıl anlatabileceğiydi.

''Annecim. '' derken yutkunup, soluklandı Nefes. ''Bence İpek bu konuyu düşünerek kendini biraz fazla üzmüş. Bazı şeyler bizden bağımsız ilerler. Yaşlanmakta böyle bir şeydir. Biz bunu durduramayız. Ama ne olacağını da biz bilemeyiz. O yüzden şimdi bunu düşünmemize hiç gerek yok. Anlaştık mı? '' dedi, kızının saçlarının arasına bir öpücük bırakırken.

Elizya, uzun süre sessiz kaldıktan sonra neredeyse duyulamayacak kadar kısık bir sesle;

''Dedem? '' dedi. ''Dedem sürekli ben artık çok yaşlandım diyor. Yürüyemiyor ve nefes alırken çok öksürüyor. '' derken gözlerine biriken yaşlarla, annesine doğru kaldırdı başını Elizya;

''Onun yaprakları kahverengi olmasın anne, nolur. Onu unutmak istemiyorum. '' dedi.

Ufak hıçkırıklarını bastırmak için annesine sarıldığında, Nefes dudaklarını dişleyerek, ağlamamak için direnmeye çalıştı. Ama gözlerinden hızla akan yaşlara engel olamıyordu.

''Sen istemediğin sürece, sevdiğin hiçbir şey aklından çıkmıycak bitanem. O hep kalbinde ve aklında olucak. '' diye mırıldandı Nefes, güçlükle.

''Ya o beni unutursa? ''

''Sen onun meleğisin. O seni nasıl unutsun. '' dedi Nefes, teselli etmek isteyerek gülümsedi. ''Babanın sana hep söylediği şeyi hatırla...Kötü olan şeyler başımıza gelmeden, onları düşünüp incilerimizi akıtmamalıyız. Böyle diyordu di mi? '' dedi, kızının gözlerine bakarak.

Doğrulamak için başını salladı Elizya.

''Deden çok şanslı bir adam. Etrafına güzellikler saçan bir çiçek olarak yaşıyor hayatını. Tabi ki, bazı yaprakları kuruycak, bazı yaprakları dökülücek. Kaç yıllardır köklerinin üzerinde duruyor. Yorulmuş olması çok normal değil mi? Bence normal. Belki bir süre sonra, aynı yerde durmaktan sıkılıp, kökünü terk edebilir. Ama o gün geldiğinde, üzülüp, unutmıycaz. Onu başka güzelliklerin arasına bırakıcaz meleğim. Yine bir çiçek olarak...'' dedi Nefes, güçlü ve yatıştırıcı bir sesle.

''En sevdiğim çiçek olarak. '' diye mırıldandı Elizya. ''Eğer çiçek olmak onu mutlu ediyorsa, bu kötü bir şey değil di mi, anne? '' diye sordu, burnunu çekerken. Yaşları yanaklarının üzerinde kurumuştu.

''Değil annecim. Hiç değil. '' diyen annesine tebessümle baktı Elizya.

Çocuk aklına sığmayan şeyler, yeşil filizli çiçeklerin olduğu manzarasına sığmıştı. Dedesi bir gün göremeyeceği kadar uzakta olsa bile, dokunduğu her çiçekte onu bulucaktı. Bu Elizyanın telaşlı kalbini yatıştırmaya, şimdilik yetiyordu...

Continue Reading

You'll Also Like

127K 22.2K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
2.5M 215K 33
okumayın for vanilla baby
158K 16.7K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
30K 1.3K 43
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...