SIR MUHAFIZI-MAVİ

By TamKalgar

39.5K 3.7K 1.7K

Atmacanın karanlıkta kayboluşunu izleyen yabancı "Artık beyaz şahin için endişelenmemize gerek yok" dedikten... More

Giriş ve Bilgilendirme
HARİTA
Bölüm 1/Muhafız
Bölüm 2/Geçit Korucuları
Bölüm 3/Ulu Kral
Bölüm 4/Altın Kraliçe
Bölüm 5/Sır Muhafızı
Bölüm 6/Avcı
Bölüm 7/Huran Yaylaları
Bölüm 8/ Arkona
Bölüm 9/ Altın Kraliçe
Bölüm 10/ Yetim
Bölüm 11/ Sır Muhafızı
Bölüm 12/ Kara Prens
Bölüm 13/Kristal Taşıyıcısı
Bölüm 14-Yaver
Bölüm 15/Kırmızı Kristal
Bölüm 16/ Demir Kral
Bölüm 17/ Akşehir
Bölüm 18/ Balay Beyin Oğlu
Bölüm 19/Çırak
Bölüm 20/Pays
Bölüm 21/ Fedaibaşı
Bölüm 22/ İmparator
Bölüm 23/ Arkona Kralı
Bölüm 24/ Huranlı
Bölüm 25/ Karaderili
Bölüm 26/ Altın Kraliçe
Bölüm 27/ Yüzbaşı
Bölüm 28/Çırak
Bölüm 29/ Dur Şehri
Bölüm 30/ Ulu Kral
Bölüm 31/ Mahkum
Bölüm 32/ Elvin
Bölüm 33/ Karaderili
Bölüm 34/ Çırak
Bölüm 35/ Kunawa
Bölüm 36/ Mahkum
Bölüm 37/ Avcı
Bölüm 38/Aybar
Bölüm 39/ Kara Prens
Bölüm 40/ Kraliçe
Bölüm 41/ İmparator
Bölüm 42/ Sır Muhafızları
Bölüm 43/ Kale Lordu
Bölüm 44/ Çırak
Bölüm 45/Demir Kral
Bölüm 47/Arkona Kralı
Bölüm 48/Kara Orman
Bölüm 49/Hisar Muhafızı
Bölüm 50/Altın Kraliçe
Bölüm 51/Huran Hanı
Bölüm 52/ Tam Kalgar
Bölüm 53/Aybar
Bölüm 54/Çırak
Bölüm 55/Dur Şehri
Bölüm 56/ Altın Kraliçe
YENİ KİTAP

Bölüm 46/Kara Prens

462 56 11
By TamKalgar

Bölüm 46 ARKONA DÜZLÜKLERİ/ Kara Prens

      Arkona'nın baharla yeşermiş düzlükleri binlerce Tammu askerinin geçidine tanıklık ediyordu. Solhan cins atı Günışığı'nın üzerinde geriye doğru dönüp tüm kış boyunca hazırlanmış ordusuna baktı. Yarısı atlı altmış bin savaşçı, lacivert üniformaları içerisinde büyük bir disiplinle Billas Kralını takip ediyorlardı. Arkona'nın bahara uyanmış çimleri gür demetlerden oluşan bir halı gibi yerleri kaplamıştı ancak geceler halen soğuktu. Sabaha karşı yağan kırağı, koyu yeşil çimleri yaşlı bir adamın ağarmış saçları gibi beyazlatmıştı. Sabah güneşinin değdiği yerlerde kırağı büyük su damlalarına dönüşürken, henüz gölge olan yerler aynı buzsu beyazlıkta duruyordu.

      Kral Solhan ordunun en önünde ilerliyordu ve hemen yanında aynı zamanda baş danışmanı olan dayısı Ziaba vardı. Kuzlo'nun keşif erlerinin çeşitli yerlerden gönderdikleri raporlar Sama'nın da kendilerine doğru geldiği bilgisini doğruluyordu. Solhan için bu hiç de şaşırtıcı bir durum değildi. Arkona'nın sert kışında bahar için hazırlanan sadece kendisi değildi.

      Solhan son zamanlarda daha bir sık aşina olduğu yalnızlık duygusunu iliklerine kadar tekrar hissetti. Üç ay önce babası Ulu Kral Korlan kendisine bir krallık ve ülke verene kadar, Solhan kendini hep Tammu düzeninin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştü. Böylesi bir dışlanmışlığa yabancıydı. Ancak ne olduysa babası onu artık kendi düzeni içinde görmüyordu.

      Kral Korlan bununla kalmamış, çok geçmeden Nemril'in kız kardeşlerinden biriyle evlenmişti. Batıdan gelen haberlere göre Tammu'nun yeni kraliçesi hemen hamile kalmıştı ve Buz Kalesinin Kara Bilgeleri, Korlan'a yeni bir erkek evlat müjdesi vermişlerdi.

      Billas'ın genç Kralı, babasının artık neden onu başka bir ülkenin kralı ilan ettiğini biliyordu. Taht için kavga etmesi muhtemel, İskillerin eski kanından gelen bir veliaht istenmiyordu. Bu karar babasının mı yoksa Kara Bilgelerin miydi Solhan bundan emin değildi. Ancak Ulu Kralların soyunun demir insanlarla birleşerek devam etmesine karar verildiği aşikârdı. Bu yüzden Tammu'dan uzaklaştırılan Solhan'ın payına da Billas düşmüştü.

      "Sus payı"

      Genç Prens dudağında beliren acı bir gülümsemeyle "Acaba gerçekten burası bana verildi mi?" diye düşünmekten kendini alamadı.

      İşin esasına bakıldığında, Arkona'nın bu zorlu topraklarında tutunmak tamamen Solhan'ın becerisine bağlıydı. Elinde otuz bin kadar köylü ve neredeyse altmış bini bulan savaşçı vardı. Geçen yıl elli bin savaşçıyla Büyük Kral Dalda'nın ordularını iki defa yenmiş ve şehrini ele geçirmişti. Ancak o ordu usta komutanların emrine verilmiş, babasının en gözde birliklerinden oluşuyordu. Şimdiki gibi çoğu savaş görmemiş acemilerden değil.

      Ulu Kral sözünü tutmuş, mektubunda bildirdiği sayıda asker yollamıştı ve Solhan itiraf etmeliydi ki babası göndereceği askerlerin niteliği konusunda hiçbir söz vermemişti.

      Ancak bir avantajı da yok değildi. Üç ayda yepyeni bir şehir inşa eden halkı, kanlarını ve canlarını Solhan için feda etmeye dünden razıydı. Askerlerin büyük kısmı ve halkının tamamı Sabar yerlilerinden oluşuyordu ve eski insanların İskil soyu yeni Krallarına koparılmaz bağlarla bağlıydılar. Tüm kırgınlığına rağmen Solhan, dayısının da ısrarıyla babasına teşekkür eden bir mektup yazmış ve kendisine katılmak isteyen Sabar halkının denizleri aşaması için izin verilmesini istemişti.

      Ziaba özenle mühürlediği mektubu beyaz şahinin ayağına yerleştirirken "Bu bizim kurtuluşumuz olacak Solhan" demişti.

      Bire bir oldukları zamanlarda Ziaba yeğenine eskiden olduğu gibi ismiyle hitap ediyor ve sanki annesi Pulepa'dan emanet olan sevgisini genç yeğeninden esirgemiyordu.

      Beyaz Şahin'i bekletmeden gönderen Ziaba "Göreceksin insanların senin için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacaklar, eğer düşersen seni kaldıracaklar ve senden başka efendi tanımayacaklar" demişti.

      Solhan dayısına inanıyordu. Nitekim evlilik mevzuu tekrar açılıp da hiçbir kuzeniyle evlenmeyeceğini söylediğinde, Ziaba kararına karşı en ufak bir itirazda bulunmamıştı. Hatta Solhan'la evlenmek isteyen kuzenlerinde bile, alınganlık şöyle dursun, asılan tek bir yüz, çatılan tek bir kaş bile görmemişti.

      Solhan Ziaba'nın görüşlerini dikkate almış ve tavsiye ettiği adamları kendisine önerilen yerlere yerleştirmişti. Doğrusu bu konuda Ziaba'ya teşekkür bile etmesi gerekirdi çünkü hadımın bulduğu tüm adamlar işinin ehli çıkmıştı. Billas'ı beş bin savaşçıyla birlikte, kuzenlerinden birinin kocası olan Lord Utarol'a emanet etmişti. Ordusunu ise Kuzlo'nun emrindeki altı subaya yönetecekti. Ne Kuzlo, ne de emrindeki generaller, bu güne kadar bir sorunla Solhan'ın karşısına gelmişlerdi, herkes meselesi her ne ise bunu Krallarını yormadan halletmeye çalışıyordu. Hatta Kuzlo acemi askerlerin eğitimlerinden bile umutluydu.

      Ziaba'nın gelişi Kuzlo'yu da kendine getirmiş gibiydi. Gerçi eski baş fedai yine sessiz ve içine kapanıktı ama, Solhan onun ordusunun her geçen gün güçlenmesinden duyduğu memnuniyeti ve hevesi görebiliyordu. Üstelik bir zamanların ele avuca sığmaz fedaisi, Solhan için yeni bir istihbarat ağı da kurmuştu. Kısa sürede yetiştirdiği adamlarını Arkona'nın görkemli şehirlerine gönderen Kuzlo, Sama'nın her adımını dikkatle izleyen bir göz olmuştu.

      Solhan karşıdan gelen kış atına binmiş bir süvariyi gördüğünde, vakit öğleyi bulmuştu. İri bir aygıra binmiş keşif eri ilkin ordunun ortalarına doğru yönelmişken, son anda Kuzlo'yu fark ederek, yönünü Kralı izleyen ordu generaline doğru çevirdi. Kirlenmiş kıyafetlerine ve hırpani görünüşüne bakılırsa, adam uzun süredir yolda olmalıydı. Belki de Kuzlo'nun keşifçileri böyle görünmeyi tercih ediyorlardı.

      Rapor vermek için Baş Kumandan ve Kral Solhan arasında kalan haberci, nihayet Kuzlo'ya doğru yöneldi. Eski baş fedai kısa bir süre konuştuğu adamı Solhan'ın yanına getirerek "Haber getiren keşifçi Kral Sama'nın yaklaştığını söylüyor efendim" dedi.

      Solhan kim bilir ne zamandır dinlenmediği her halinden belli olan yorgun keşifçinin anlattıklarını dikkatli bir şekilde dinledikten sonra, Kuzlo'ya döndü.

      "Akşama ordu komutanlarını benim çadırımda topla"

      Kralın sözlerini başıyla onaylayan Kuzlo "Emredersiniz majesteleri" diyerek haberciyi ordunun gerisine gönderdi.

      Yükselen güneş nihayet serin bahar sabahını ısıtırken, Solhan'ın savaş görmemiş ordusu Arkona düzlüğü boyunca ilerlemeye devam etti. Billas ile Sama'nın başkenti arasındaki ufak tefek köyler ve kasabalar boşaltılmıştı. Sama bununla da yetinmemiş, boşaltılan şehirlerdeki kuyuların da kullanılamaz hale getirilmesini emretmişti. Şimdi sahipsiz kalmış görünen şehirlerde nadiren başıboş kalmış hayvanlara da rastlanıyordu. Buna rağmen tek bir Arkonalıya denk gelmemişlerdi.

      Solhan'dan önce ordusunun haberi tüm düzlüğe yayılmış olmalıydı. Taze Billas Krallığının Tammulu savaşçıları, yola çıkmadan önce sert bir şekilde uyarılmıştı; Hiçbir yerde, böyle boş şehirlerde bile en ufak bir yağma harekâtı olmayacaktı. Solhan içinden geçtikleri bu toprakları kinle ve nefretle elde tutamayacağını biliyordu. Varsın Ulu Kral Korlan hakimiyetin ancak demir yumrukla sağlanacağına inansın. Solhan demir yumruğunu kendi halkına karşı kullanmayacaktı.

      "Madem beni Kral ilan etti, ben de ülkemi kendi bildiğim gibi yönetirim."

      Öyle de olacaktı.

      Gecesi, hatta sabahı bile halen kış mevsimini yaşayan topraklar, ancak öğle vaktinden sonra baharın yumuşak ve sıcak yüzünü gösteriyordu. Gün boyunca Kuzlo'nun keşif erleri ardı ardına yeni haberlerle dönmüşlerdi. Sama ve ordusu yaklaşıyordu.

      Arkona'nın sonsuz gibi görünen düzlüğünde konaklayan ordu yerleşim telaşındayken, Solhan ordu komutanlarıyla yapacağı toplantının yemekten sonra olmasını istedi, en azından kimse midesini düşünmezdi böylece.

      Tüm Tammu ordusu kuvvetli ateşte kaynayan devasa kazanlarda pişirilen yemeklerle karnını doyururken, Kral Solhan akşam yemeği yemedi. Bunun yerine tımarlanıp dinlendirilmiş olan Günışığı ile ordusunu kolaçan etti.

      Bütün gün süren yürüyüşe rağmen askerler moralli ve dinçti. Her bir çadır önünde kümelenmiş olan savaşçılar, sıcak yemeklerinin tadını çıkarıyor, kaba saba şakalaşmalar çadırların ötesine taşıyordu. Solhan'ı tanıyan az sayıda asker Kralı görünce derlenip toparlansa da, çoğu kendi neşeli hallerinde gafil avlanıyordu. Solhan onların kusurlarını görmezden gelip yönünü mühendisler bölüğüne çevirdi. Billas'ı yeniden inşa eden iki mühendisten Sazel şehirde kalırken, Gafe görevine ordunun başmühendisi olarak devam ediyordu.

      Gafe kırklı yaşlardaydı ve kafasının üstü açılmıştı. Uzun boyuna ve kemikli yapısına rağmen, başmühendis oldukça zayıf bir adamdı. Üzerinde daima bol bir tunik ve eski bir kaftan olan Gafe, bu sayede zayıflığına rağmen heybetli bir görünüme sahipti. Az yiyen, az konuşan ve az uyuyan mühendis, şimdiye kadar Solhan'ın verdiği tüm görevleri eksiksiz yerine getirmişti.

      Böylesine beklenmedik bir zamanda Solhan'ı karşısında gören Gafe, hızlı ama telaşsız bir şekilde toparlanıp ayağa kalktı.

      "Hoş geldiniz majesteleri, sizi burada görmek ne büyük şeref"

      Tüm itici ve kaba görünümüne karşın, Gafe'nin böylesine kibar ve zarif oluşu Solhan'ı her defasında şaşırtmıştı. Genç Kral adamın bu güngörmüş halini yıllar süren mühendislik eğitimine verdi. Ne de olsa mühendisler her zaman büyük şehirlerin zenginliğinde yaşıyorlardı. Karnından gelen gurultuları dinleyen insanlar için, şehrin veya binaların güzelliği öncelikli konulardan değildi haliyle.

      Solhan öğlen vakti gelen habercinin söylediklerini düşünerek, sakalsız çenesini kaşıdı.

      "Billas'ta üzerinde çalıştığımız makineler konusunda ne aşamadayız Gafe? İstediğim zamanda makineleri hazır edebilecek misin?"

      Solhan Gafe'nin hissiz bir adam olduğunu düşünürdü bazen. Heyecan, korku, sevinç, endişe, hüzün; bunların hiçbirini bu kemikli ve zayıf mühendiste görmemişti. Şimdi de aynı hissizlikle düşünüyor gibiydi ancak mühendisin düşündüğü her neyse fazla uzun sürmedi.

      "İstediğiniz zaman makineleri hazır edebileceğimin sözünü verebilirim efendimiz."

      Keyfi yerine gelen Solhan için bu cevap yeterliydi. Duyduğu keyfi sesinden esirgemeyen genç Kral, "Birazdan benim çadırımda ordu komutanları toplanacak, sen de orada ol Gafe, ben dönmeden çadırıma ulaşmalısın" dedi.

      Sözlerini bitirdikten sonra mühendisin cevabını beklemeyen Solhan, tekrar Günışığı'na binerek yeni kurulmuş düzenli çadırların arasında dolaşmaya başladı.

      Kendi ordusunun kıyısını köşesini yoklamak, sıradan insanların sıradan hallerine tanıklık etmek her zaman Solhan'ın hoşuna gitmişti. Şimdi de akşam yemeği için hazırlanan askerlerin içine dalma isteği duyuyordu. Gecenin çöktüğü düzlüğe yerleşmiş ordusunun en uç tarafına kadar at süren Solhan artık çadırların seyrekleştiği bir yerde atından indi. Az ilerideki dört çadırı paylaşan askerler, aşçı çadırından aldıkları, üzerinde duman tüten bir kazanı ortaya koymuşlardı. Şüphesiz adamlar yemek hazırlığındaydılar. Solhan'ın içindeki istek daha da artmış, önlenmez bir arzu olmuştu. Oldum olası gösterişten uzak olan Solhan'ın üzerindeki kıyafetler diğer savaşçılardan çok da farklı değildi. Hele ki düzlüğe çöken bahar akşamının alacalı karanlığında yeterince dikkatli olmayan gözler Solhan'ı hemen tanıyamazdı. Nitekim selam verip yaklaştığı askerler de, yadırgamadıkları bu genç yabancıyı diğer askerlerden ayırmamışlardı.

      "Akşam uğurlu olsun kardeşler, bana da bir tas yemek var mıdır?"

      Solhan'ın ordusu en küçüğü on altı kişi olan küçük birliklerden oluşuyordu. Her küçük birliğin bağlı olduğu komutandan başka, kendi içlerinde bir de çavuşu bulunurdu. Bu birliğin çavuşu da orta yaşlı ve iri bir İskil savaşçısıydı.

      "Kral Solhan'ın ordusunda herkesin yemek yiyeceği yer bellidir arkadaş, senin birliğin yok mu?

      Sorusunun ardından Solhan'a yaklaşan çavuş, genç kraldan bir baş daha uzundu ve kısılmış gözlerle incelediği yabancıyı bir anda tanıyıverdi. Yeni krallarını karşılarında görmenin şaşkınlığıyla ne yapacağını bilemeyen çavuş, telaşla yere kapanarak özür diledi.

      "Bağışlayın beni efendimiz, akşamın karanlığında sizi tanıyamadın, kusurum büyük affedin beni."

      Çavuşun kendinden geçmiş dövünüşü o kadar içtendi ki, Solhan adamı bu hale soktuğu için üzülmekten kendini alamadı. Askerleri arasına karışırken tek amacı canlarını kendisi için feda etmeye hazır bu insanlarla bir parça zaman geçirerek, onların hissiyatına ortak olmaktı.

      İki omuzundan tuttuğu adamı ayağa kaldıran Solhan, "Tamam çavuş, bana karşı bir kusurun olmadı" diyerek savaşçıyı teselli etti.

      Diğer askerlerin ne yapacağını bilemez şaşkınlığı sürerken, henüz dağıtılmamış kazandaki çorbanın kokusu Solhan'a açlığını daha bir güçlü şekilde hatırlattı.

      Az çok kendine gelen çavuşu olduğu yere bırakan Solhan, askerlerine cesaret vermek istercesine çadırların ortasına yürüyerek yere serilmiş postlardan birinin üzerine oturdu.

      Sanki her zaman bu çadırlar arasında yemek yiyormuş gibi bir havası olan Solhan, halen hayıflanan gözlerle kendisini izleyen adama dönerek, "Haydi çavuş, yemeğimi ne zaman vereceksiniz?" diye sordu.

      Ancak bu sözlerden sonra toparlanan Çavuş, kazana daldırdığı kepçeyi tarttıktan sonra metal çorba tasını ağzına kadar akşam çorbasıyla doldurdu.

      İçinde haşlanmış kış tahılları ve kurutulmuş sığır eti bulunan baharatlı çorba gerçekten güzel kokuyordu. Kaşığını yemek tasına daldıran Solhan, ilkin boğazını ısıtan çorbanın acı lezzetini tattı. Acılığına rağmen çorba çok lezizdi. Henüz tüm askerler çorbalarını almadan tabağını boşaltan Kral, son asker de çorbasını alınca bir tas daha çorba için çanağını çavuşa uzattı.

      İlk defa tattığı, yerli halkın sıklıkla içtiği bu fakir çorbanın ilk tasından aldığı lezzet nasılsa, ikinci tas çorba da Solhan'a aynı tadı verdi. Tammu'nun sıradan askerleri yanına yaklaşmayı bile hayal edemedikleri efendilerinin kendileriyle aynı kazandan yemek yemesine halen inanamıyor olmakla birlikte, hepsinin yüzünde başka türlü bir hayranlık ve mutluluk vardı. Nasıl olduysa çevreden duyan askerler de Solhan'ın bulunduğu yere toplanıp çorbalarını Krallarıyla birlikte içtiler. Çorbadan sonra askerlere dağıtılan taze meyveleri, başka bir takım çavuşu ikram etti. Bir başka çavuş ise askere dağıtılan elma birasından sundu hevesle. Solhan büyük bir tevazuuyla kendisine ikram edilen her şeyi kabul edip, askerleriyle paylaştı. Paylaştıkça gönlündeki yükün azaldığını hisseden Solhan aylardır yüreğine oturmuş olan dışlanmışlık duygusundan arındığını, yalnızlığını unuttuğunu fark etti. Şüphesiz dayısı Ziaba çadıra toplanmış komutanlarla birlikte kendisini bekliyor olmalıydı. Hatta ortadan kaybolan kral için telaşlanıp onu aramaya başlamış olmaları da mümkündü. Ne kadar istese de daha fazla burada kalamayacağını bilen Solhan, askerlerine sadece gülümseyerek veda etti. Cins kış aygırı Günışığı'na binen Solhan, "Haydi oğlum gidelim" diyerek atın kulağına fısıldadı.

      Solhan'ın beklediği gibi ordu komutanları ve mühendis Gafe Kral çadırında yerlerini almışlardı. Ziaba kendisine tembihlendiği gibi ilk gelen keşif erini de çadıra getirmişti. Solhan ilkin keşif erinin anlatacaklarının dinlenmesini istedi. Adının Kugu olduğunu söyleyen Sabarlı keşif eri Kral Sama'nın iki günlük mesafede olduğunu söylüyordu. Eğer iki ordu da sabah yola çıkarsa, bir sonraki sabah karşı karşıya geleceklerdi. Kugu Sama'nın ordusunda seksen bin savaşçı olduğunu söylüyordu ve bunların yarısı süvariydi. Ayrıca iki bin beyaz Arkona fili de savaş için hazırlanmıştı. Fillerin azameti Kugu'yu etkilemiş gibiydi.

      "Fillerin her biri üç adam boyunda Majesteleri ve rivayet edilir ki Arkonalılar bu filleri zincirlerle birbirine bağlayıp, öyle savaşa sürermiş"

      Keşif eri konuşmasına devam etmiş, normal okların ve kılıçların fillerin derisine tesir etmekte zorlandığını da anlatmıştı.

      Solhan bundan sonra ordu komutanlarının konuşmasına izin verdi. Tek tek yüzüne bakarak söz verdiği güngörmüş komutanlar, Solhan nasıl isterse öyle savaşacaklarını beyan etmişlerdi. Ziaba'dan önce söz verilen Kuzlo en dikine konuşan oldu.

      "Benim işim sana akıl vermek değil ulu Kralım. Benim görevim siz ne isterseniz yerine getirmek, nasıl isterseniz öyle yerine getirmek. O yüzden bana nasıl savaşacağımı sorma, sadece ne yapacağımı söyle."

      Kuzlo en kestirmesinden sözünü tamamladıktan sonra, bir daha konuşmamacasına sustu. Solhan artık gözlerini dayısı Ziaba'ya çevirmişti ki ihtiyar hadım da söz almak için öksürdü. Solhan dayısının bu halinden onu rahatsız eden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Kendi kendine "Bırak sıkıntısı neyse söylesin" diyen Billas Kralı, dayısını beklemeye başladı.

      Bir kez daha öksürerek boğazını temizleyen Ziaba sıkıntılı bir şekilde konuşmaya başladı.

      "Bilirsiniz ki Yüce Kralım, ben başından bu yana, bu sefere karşı çıkmaktayım. Henüz devletimiz yenidir, daha düzenimizi bile kurmamışız. Ordularımızı biraz daha derleyip toparlamamız gerektiği düşüncesindeydim."

      Kısa bir süre nefes alan Ziaba, yüzüne babacan bir gülümseme yerleştirdikten sonra devam etti.

      "Ancak artık sefere çıktık ve şimdi bu yaban düzlüklerdeyiz. Sama'nın ordusu bizden kalabalık ve ihtimal daha iyi silahlanmış. Ayrıca uzun süredir bir arada savaşan deneyimli savaşçılar. Bizim askerlerimizin ise çoğunun daha bu ilk savaşı olacak. Bir de bunlara filleri ekledik mi işlerimiz iyice zorlaşacak. İşte Kugu anlattı. Fillerin her biri hem savaş için eğitilmiş, hem de üzerine yerleştirilen okçularla adeta yürüyen bir kuleye dönmüşler."

      Ziaba sözünün burasında bilerek sustu. Belki de söylediklerine bir itiraz varsa ortaya atılması için bekliyordu. Solhan dayısının bu bilerek susuşuna karşılık verdi.

      "Peki sevgili dayım, ne yapmamızı istersin, bunca anlatılanlardan sonra bize tavsiyen nedir?"

      Ziaba bu sefer düşünmedi de, beklemedi de.

      "Geri dönelim Majesteleri, ordumuzu açık alanda riske atmayalım. Biz burada Sama'yı yensek bile Arkona Kralı toparlanıp tekrar karşımıza çıkacaktır. Ama biz yenilirsek toparlanacak takatimiz yok. Şartlara bakınca Sama'yı şimdi yenmek çok da kolay görünmüyor. Kalemize çekilelim, eğer savaşacaksak, savaşı surların önünde bekleyelim. Zaman bize yarayacak, Sama'yı yıpratacaktır."

      Baş danışman bundan sonra susup bekledi. Solhan çoğunu pek de tanımadığı, hele ki savaş meydanlarında hiç görmediği ordu komutanlarını bir kere daha süzdü. Çoğunluk Ziaba'ya hak verir görünüyordu ama öte yandan Kralın söyleyeceklerini de merak eder durumdaydılar. Bir tek Kuzlo duyduklarından memnun değil gibiydi. Solhan eski baş fedaiyi yoklamak istedi.

      "Sende mi böyle düşünürsün Kuzlo?"

      Kırk küsur yılın yıpranmışlığına rağmen halen genç bir savaşçı gibi sıkı görünen Kuzlo, öne eğik olan başını kaldırıp önce Ziaba'ya, sonra komutanlarına ve en son da Kralına baktıktan sonra, soruyu cevapladı.

      "Hayır Majesteleri, ben Baş danışmanınız gibi düşünmem. Madem buraya kadar geldik, savaşacağız. Savaşı da sayılar, atlar, filler değil, komutanına inanmış savaşçılar kazanır. Şimdi buradan dönersek, yarın askerlerimiz bizim cesaretimizden şüphe eder. İlk bozgun emaresinde de dağılıp giderler. Ben böyle bilirim, böyle derim."

      Kuzlo'nun her zamanki dobra sözleri son bulduğunda Solhan onun sözlerini tamamladı.

      "Ben de General Kuzlo gibi düşünürüm. Zaten biz Sama'ya gitmesek o bizim peşimizden gelecek. Hem de kendi yurdunu geri almanın inancını taşıyan savaşçılarla gelecek. Eğer biz burayı yurt edineceksek, her bir karış toprağı için savaşmamız gerek. Tammu'yu bırakıp o aşılmaz kalesine tıkılıp beklemek için Billas'a gelmedim."

      Solhan susup komutanlarına baktı. Her biri krallarına yüzünü dönmüş can kulağıyla dinliyorlardı. Bir tek Ziaba söylenenlerin alınmışlığında önüne bakıyordu. Solhan dayısının başını önde görmek istemiyordu ancak söyleyeceklerini de söylemesi gerekirdi.

      "Dayım Ziaba kendince haklı olarak elimizdekileri tutmamızı salık verir. Söylediklerine katılmasam da ayıplayamam, binlerce yıl esaret altında yaşamış bir hanedanın tedbirinde düşünmektedir. O tedbire gün gelir bizim de ihtiyacımız olur. O yüzden Lord Ziaba tedbirli düşünmeye ve de bizi bu konuda uyarmaya devam etmelidir. Ancak bu gün tedbirli olma günü, bu savaş da tedbirle kazanılacak savaş değildir."

      Solhan tekrar susup soluklandı. İskillerin son hadım prensi halen başı önde duruyordu. Solhan artık dayısına aldırmadı. Ne olursa olsun Ziaba Kralının başarısı için çalışacaktı. Bundan şüphesi yoktu. Bu şüphesizliğin güvenişinde konuşmaya devam etti.

      "Doğrudur, Sama'nın ordusu tecrübelidir ve bizim savaşçılarımızın çoğu daha tazedir. Ancak onları savaştan kaçırarak katılaştıramam. Yarın en gençler en önde savaşacaktır, orduyu ona göre tertipleyin. Fillere gelince..."

      Solhan burada bir süre düşündü. Ancak bu düşünüş çaresizliğin düşünüşü değildi, bunu komutanlar da hissediyordu.

      "Daha önce fillere karşı savaşmadık, dahası daha önce Arkona orduları ile de böylesine büyük kuvvetlerle savaşmadık. Geçen yıl iki defa Dalda'yı yendik ama o zaman Arkona Kralının ordusu yeterli değildi. Dalda büyük bir kraldı ama kendine fazla güveniyordu. Ancak Sama öyle değil. Hem ordusu güçlü, hem de bizi hafife almıyor. Filler de elbette onun için büyük avantaj olacak ama, bizim başka bir şeye olmasa da, buna tedbirimiz var. Ben filleri düşünmüyorum, onun hesabını kitabını Mühendis Gafe yapıyor. Bize düşen Gafe için avantajlı bir yer seçmek."

      Solhan'ın işaretiyle Gafe elindeki büyük deri ruloyu Kral çadırına konulmuş ahşap masanın üstüne açtı. Önlerinde duran Arkona Ülkesinin ayrıntılı bir haritasıydı. Gafe deri haritanın kıvrılmasını önlemek için dört bir köşesine kurşun ağırlıklar koydu. Solhan masaya yaklaşınca diğer komutanlar da haritanın başına toplandı.

      "Biz buradayız" diyerek haritada bir yeri işaret etti Solhan. Ardından parmağını kuzeyde bir noktaya koyarak "Sama'nın ordusu da burada" dedi.

      Komutanlar haritaya bakarak başlarını salladılar.

      "Arkona'nın bu kısmı çoğu zaman düzlüktür, çok az yükselti vardır. Bizim filleri bertaraf etmek için bir tepeye ihtiyacımız var. Böyle bir tepe ise ancak şurada var."

      Komutanlar bu sefer Solhan'ın işaret ettiği üçüncü noktaya baktılar. Burası Sama'ya yakın, ama kendilerine uzaktı.

      "Bizim Sama'dan önce bu tepeleri tutmamız ve savaşı tuttuğumuz tepenin yamacında karşılamamız gerekir."

      Solhan susunca Kral çadırına bir sessizlik çöktü. İlk kimin söze başlayacağını merak eden Kral sabırla bekledi. Nihayet sessizliği bozan, tüm alınmışlığına rağmen yine Ziaba oldu.

      "Dediğiniz tepeler bize uzaktır Majesteleri, Sama'dan önce nasıl o tepeleri tutarız?"

      Solhan, halen haritadaki tepe üzerinde duran parmağını masadan çekip doğruldu. Tüm ordu komutanları da Solhan'la birlikte doğruldular. Yüzüne çocukça bir gülümseme yerleşen Solhan dayısını cevapladı.

      "Herkes askerlerini bir an önce dinlendirsin çünkü gece yarısı olmadan yola çıkacağız dayı. Yarın Kral Sama, bizi hiç ummadığı kadar yakınında bulacak.

Continue Reading

You'll Also Like

HAFIZA By betulcengell

Mystery / Thriller

5.9K 1.4K 46
Tamamlandı ✔️ Hafızanızı kaybetmiş ve yaralı bir şekilde kocaman, kaos içinde olan bir hastanede uyansanız ne yapardınız? Cehennemden kaçmaya çalışan...
4.6K 1.7K 39
Şu beden bütünlüğün içindeki, kalp denilen et parçasında sıkışıp kalmış ruhumuza ne çok duygu sığdırırız. Korku, öfke, sevgi, merhamet, acımasızlık...
17.6K 794 24
JOSEON DÖNEMİNDE YAŞAYAN BİR PRENSESİN AİLESİ , ÜLKESİ VE SEVDİĞİ ADAM ARASINDA KALDIĞI İKİLEMİ BU DURUMUN ONA NELER YAPTIRDIĞINI VE SEÇİMLERİNİN ON...
188K 15.6K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...