Bölüm 48/Kara Orman

575 60 32
                                    

Bölüm 48

KARA ORMAN/ Mavi Gözlü Çocuk

      On atlıdan oluşan küçük grup, ormanın bu en kuzeydeki kısmına büyük bir sakinlikle ilerliyordu. Kara Ormanın ılık kışı yerini artık baharın ilk günlerine bırakmıştı. Ağaçların altını tutmuş olan sık çimler şimdi bin bir çeşit çiçekle süslenmiş, davetkâr bir şekilde önlerine serilmişti. Bu mevsimde Huran stepleri de, Kara Ormanın sınırından büyük Tar Denizine kadar, aynı renk cümbüşünde dirilmiş olmalıydı. İçinde belli belirsiz bir özlem duyan Aybar buna aldırmamaya çalışarak dikkatini bu hiç bilinmeyen ormanın vahşi güzelliğine bıraktı.

      "Burası Eskillerin kutsal mekânıdır Efendi Aybar, yüzyıllardır buralara kimse ayak basmadı."

      Yaşlı Tuptaya büyük bir dirençle atının üzerinde ilerlemeye devam ederken söylemişti bunları ve doğrusu yaşlı adam için, at üstünde olsa da ilerlemek çok güçtü. Orman içine yayılmış küçük köy ve obalardan sonuncusunu bir gün evvel görmüşler, dünden bu yana ne bir insana, ne de bir insan izine rastlamışlardı. Ormanın yoldan çıkmış vahşiliğinin tek istisnası, takip ettikleri belli belirsiz dar patikaydı.

      Patikanın darlığından dolayı, ancak tek sıra halinde ilerleyen atlıların en önünde bizzat Kral Tuptaya ve onun hemen arkasında Aybar ilerliyordu. Mivava ve Nola Aybar'ı takip ediyor, onları sırasıyla Usta Muramba, Kejdan, Erduga ve Shapap izliyordu. Grubun en arkasında ise Kralın iki muhafızı vardı. Muhafızlar göz temasını kaybetmeyecek kadar geriden izliyorlardı öndeki atlıları.

      Az önceki açıklamasından sonra kısa bir süre susan Tuptaya "Ancak şimdi alametler ortaya çıktı ve yaşayan hiçbir insanın görmediği saklı limanı görmek bize nasip oldu" dedi.

      Yaşlı Kral bunu yolculukları boyunca birkaç defa söylemişti. Kara Orman'ın bu bakir derinliğine dalan atlıların içinde yolculuktan en çok heyecan duyan da sanki Kral Tuptaya idi. Aybar kendisini takip eden yoldaşlarını düşündü sebepsiz yere. Neredeyse iki aydır yaşadıkları Gri Kaya ve bu uçsuz bucaksız orman, bozkırdan kaçan zorunlu misafirlerin hiçbirinin öz yurduna benzemeyen bir yabancılıktaydı. Doğrusu sert kayalara oyulmuş, muazzam orman başkentine geldikleri ilk günden itibaren hem Kral Tuptaya, hem de şehir halkı Aybar ve yoldaşlarını el üstünde tutmuştu. Eskillerin bu içten alakası bir nebze olsun garipliklerine deva oluyordu ama Aybar bozkırın insanın içini genişleten sonsuzluğunu özlüyordu. Gri Kaya'nın sınırlı düzlüğü Asar ile uzun geziler için yeterli değildi. Cins aygır da Aybar'ın özlemine eş bir huzursuzlukla bu kısıtlı günlerin geçmesini bekliyordu.

      Her ne kadar bozkırın ağaçsız düzlüğündekine benzemese de, şu üç günlük orman içi yürüyüşü bile cins aygıra iyi gelmişti. Huran atları, hele ki Asar gibi kendi başına buyruk lider bir aygır böylesi kapalı kalmaktan mutlu olamazdı. Aybar şimdi ilerledikleri orman yolunda bir parça olsun mutlanan atının boynunu okşarken, geride bıraktıkları günleri düşündü

      İki ay önce Tuptaya'nın sarayına ilk çıktıklarında yaşlı kral bütün bir şehirle birlikte Aybar'ın buyruğuna girmişti ve orman kralının halkıyla birlikte sunduğu bu bağlılık, mutlak bir sadakati ifade ediyordu. Neredeyse kutsal saydıkları şehirlerini ve saraylarını kendi kanlarını taşımayan birine açmakta hiç tereddüt etmeyen orman halkı, sadece görünüşte değil, tüm benlikleri ile Aybar'a büyük bir saygı ile bağlanmışlardı.

      Aybar yüksek sarayın zirvesinden şehrin manzarasına baktığında Gri Kaya'nın duvarlarında, duvarın dışındaki sürülmüş bakımlı topraklarda ve şehrin kendi işinde gücündeki her bir insanında, bu saygıyla sarmalanmış bağlılığı görebiliyordu.

SIR MUHAFIZI-MAVİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin