Bölüm 31/ Mahkum

445 52 31
                                    

Bölüm 31

TAŞ ZİNDAN/ Mahkûm

      Birbirine yakın duvarların içi soğuk ve karanlıktı. Zindanın dökme demir kapısının altından süzülen soluk ışık neredeyse gölge yaratamayacak kadar hafifti. Belli belirsiz oynaşan silik gölgelerden ışığın kaynağının bir meşale olduğunu tahmin eden genç mahkûm ayağındaki ağır pranganın zincirini bir kez daha yokladı. Üç gün önce buraya getirildiğinde akşam vaktiydi ve o zamandan bu yana gün ışığı görmemişti. Zaten ne ışıkla ne de çevresinde olanlarla ilgilenecek durumda değildi. Bu karalık hücreye kapatıldıktan sonra, kendini bilmediği bir zaman boyunca düşündüğü tek şey amcasıydı. Soylu Koru Beyin kana bulanmış cesedi genç adamın gözlerinin önünden gitmiyordu. Bu kendinden geçmiş zamansız, mekansız bekleyiş karanlık koridorlarda duyulan ayak seslerine kadar devam etti. Sesi duyulan çizmelerin meçhul sahibi hücrenin önünde durmuş, kapının altından bir tas su ile içinde kızarmış et bulunan demir bir tabağı zindandan içeri itmişti. Hiç konuşmayan meçhul adam, geldiği gibi telaşsız adımlarla koridorun derin uzunluğu boyunca uzaklaşmıştı.

      Aybar ancak o zaman ayağa kalkmış ve içinde bulunduğu karanlık odayı elleriyle yoklayarak tanımaya çalışmıştı. Hücresi taş duvarlardan yapılmıştı ve buz gibi soğuktu. Odanın kapıya uzak köşesinde, taş zemine bir oluk kazınmıştı ve oluğun sonunda duvarın dibinde yumruk genişliğinde bir delik vardı. Hücrenin soğuk havasını ağırlaştıran rutubetle karışık idrar ve dışkı kokusu bu delikten geliyordu. Hücre ve koridorlar daima sessizdi. Nadiren çok uzaklardan metal bir kapının açılıp kapanmasının yankılanan sesi geliyordu.

      Aybar ne Togu Hanın kendisini neden öldürmediğini, ne de Prenses Hilio'nun üzerine saldıran nöbetçileri hangi maksatla engellediğini bilmiyordu. Ancak bir süre sağ kalması gerektiğini anlayabilmişti. Ya kendisinden bir şeyler öğrenmek istiyorlardı, ya da birilerini, bir şeyleri bekliyorlardı. Aybar üç ihtimalin birlikte olabileceğini de düşündü. Zindana getirilirken adeta sürüklenmesi sayılmazsa, kimse onu hırpalamamıştı da üstelik. Aybar elinde olmadan boynundaki siyah taşı yokladı, kristal yerindeydi. Silahları dışındaki şahsi eşyalarının hiçbirine ilişmemişlerdi. Boynundaki mücevhere dokunana kadar Aybar taşın varlığını unutmuştu. Kim bilir belki de siyah kristal kendini hatırlatmak zahmeti duymamıştı. Balay Beyin oğlu parmaklarının ucundaki taşın soğukluğundan başka bir şey hissedemedi. Hücresinde geçirdiği karanlık üç gün boyunca da, siyah kristal taş duvarların soğuk suskunluğuna uymuştu.

      Hücrenin uzak köşesinden gelen belli belirsiz ayak sesleri odasını paylaştığı farelerin tuvalet deliğinden çıktığının habercisiydi. Günde bir defa verilen yemeğin ne zaman dağıtılacağını en iyi onlar biliyordu. Aybar kemirgenlerin tabakta arta kalanları yağmalamalarına ses çıkarmıyordu. Fareler ilk gün hücrenin sahibine karşı temkinli yaklaşsalar da sonradan bu yeni canlıyı kanıksamış gibiydiler.

      Deri çizmelerin koridor boyu yankılanan yumuşak sürtünüşünü duyduğunda Aybar gardiyanının adımlarını saymaya başladı. Giderek daha kolay seçilen adımlar uzun bir koridor boyunca devam ediyordu. Huranlı mahkûm çizmelerin kuzu derisinden olduğunu anlayabilmişti. Diyarda, en azından Diyarın bu tarafında, sadece bozkır insanları kuzu derisi çizmeler giyerdi. "Gardiyanım Huranlı" diye düşünen Aybar, saydığı adımları kabaca hesapladığında,  koridorun en az yetmiş adım olduğunu anlamıştı. Bu uzun koridor boyunca kalan tek mahkûm da kendisi olmalıydı. Birbirinden karanlık günler ve geceler boyunca bu ayak seslerinden başka hiçbir insan sesi duymadığı gibi, günlük yemek getirilen yegâne mahkûm da Aybar'dı.

      Yaklaşan adımlar tam Huranlı gencin kapısının önünde durdu. Ancak her zaman olduğu gibi bu sefer kapının altından sürülen metal tabakların yerine, önce kalabalık bir anahtar demetinin şıngırtılı salınışı, ardından da demir kapının paslı kilidinde dönen anahtarın koridor boyu yankılanan sesi duyuldu.

SIR MUHAFIZI-MAVİWhere stories live. Discover now