Bölüm 35/ Kunawa

291 50 8
                                    

Bölüm 35

GEÇİT/ Kunawa

      "Bunu sen istedin Karaderili"

      Paralı askerler küfrederek yarım daire şeklini aldılar ve ağır adımlarla kendilerini kollayarak, Kunawa'yı sıkıştırmaya başladılar. Kunawa grubu ortasından çökertmeye karar vermişti. İlk hedefi ise yeni gelenlerden iri yarı olanıydı. Kırmızı halen kınındayken en azından iki tanesini savaş dışında bırakmayı planlayan Kunawa, buna zamanı olup olmayacağını bilemiyordu.

      Onların yerinde olsam en hızlı şekilde saldırırdım.

      Çekingenlikleri ve ihtiyatları Kunawa'ya hamle planlama ve yapma şansı veriyordu. Karaderili tam ortadaki iri kıyım herifi gözüne kestirmişti ki, geçidin yükseklerinden gelen garip bir uğultu duydu. Saldıranlar da bu uğultuyu duymuş ve bir an oldukları yerde durup birbirlerine bakmışlardı. Kunawa son anda hedefindeki iri herifin kafasında patlayan taşı görebilmişti. Çam yarmasının kafatası çatırdayarak içine çökmüştü ve beyninden kan fışkırıyordu. Oluşan kargaşadan yararlanan Kunawa, belindeki bıçağı süratle kurnaz görünümlü ufak tefek çapulcunun boğazına gönderdi. Şahdamarı kesilen adam arkadaşı gibi fışkıran kanlar içerisinde dizlerinin üzerine çöktü.

      Paralı askerler taş fırlatan meçhul saldırganı fark edememişti bile. Muhtemelen iri herifi yere yığan taşı da, Sarralının tuhaf bir hüneri sanıyorlardı. Temkini bir yana bırakan çapulcular, canhıraş nağralar atarak saldırıya geçtiler. Kunawa hiç düşünmeden ikinci bıçağını da saldırganlardan bir diğerinin boynuna sapladı. Kunawa artık kırmızıyı da eline alabilirdi. Dört kişiye karşı, yedi kişiye karşı olduğundan çok daha avantajlıydı.

      Hele ki kalan dört kişi böylesine şaşkın bir panik haliyle saldırıyorsa.

      Ancak meçhul savaşçı, bilinmeyen mevziinden gönderdiği başka bir sapan taşıyla saldırganlardan birinin daha beynini dağıtmıştı.

      Kunawa adamların dehşete dönüşen şaşkınlıklarından faydalanarak, kendi ırkına has korkunç bir narayla kalan üç savaşçının üzerine atladı. Şimşek hızıyla havada savrulan mavi ve kırmızı parıltılar, dehşetli bir ölüm silahı haline gelmişti. Ölçülemeyen bir zaman içerisinde, belki birkaç saniye, belki bir kaç dakika belki de daha fazla veya daha az, saldırganların üçü de derin kesilmiş yaralarından fışkıran kanlar içerisinde sonbahar yapraklarının üzerine düştüler. Bir tek Nuha dizlerinin üzerine çökmüş, neredeyse kabzalarına kadar göğsüne girmiş iki kısa kılıca çaresizce tutunmuş halde, Kunawa'nın vahşi gözlerine bakıyordu. Kunawa o gözlerdeki şaşkınlığa gülümsedi.

      "O kadar kolay olmayacağını söylemiştim."

      Nuha halen inanamaz gözlerle bakarken büyük bir gayretle konuşmaya çalıştı ancak, hırıltıdan başka bir şey duyulamadı. Kunawa hasmının böğrüne saplanmış mavi ve kırmızıyı çekerken diziyle adamı itti. Kılıçların desteğini kaybeden son saldırgan da, boş bir çuval gibi yere yığıldı.

      Kunawa ancak o zaman kendisine yardım eden meçhul savaşçıyı aramaya başladı. Geçidin neredeyse elli adım üstünde, her nasılsa oraya tutunmuş birkaç ağaç gövdesinin arkasındaki adamlar kendilerini gösterdiler. Belki de hayatını borçlu olduğu bu beklenmedik yardımcılar iki kişiydi. Halen olayın şokunu atamamış olan Teno'ya aldırmayan Sarralı, kâhya ve yardımcılarını işe koştu. Yerdeki leşlerin ve öldürülen adamlarının kontrol edilmesi gerekiyordu

      Çatışmadan önce haber getiren iri kuzgun havada uçarak tekrar Sarralının omuzuna kondu. Gürültücü hayvan "Sahip Sahip... öldü öldü" diye gakladı.

      Kunawa anlamıştı, Karaderiliden aldığı son iş, genç haberci çömezinin hayatına sebep olmuştu. Kuşkusuz omuzlarını mesken tutan bu gürültücü hayvan artık Kunawa'nın yükümlülükleri arasındaydı. Genç savaşçı omuzunda Souk'un kuzgunu olduğu halde saldırganları dehşete düşüren adamların inmesini bekledi.

      Doğrusu bu iki adam oldukça garipti. Bir kere Kunawa'nın düşündüğünün aksine gelenler savaşçı görünümünden uzak, daha çok sıradan köylüler gibiydiler. Yıpranmış kıyafetleri ve bakımsız halleri, onların serseri takımından oldukları hükmüne varılmasına da sebep olabilirdi. İçlerinden sadece birinde, genç olanında sapan vardı. Sarra'da eğitilen her Karaderili yapılması çok basit olan bu ilkel savaş aletini nasıl kullanması gerektiğini bilirdi. Ancak Kunawa bu mesafeden ve bu kadar isabetli, hem de böylesine ölümcül sapan kullanan birilerini daha önce hiç görmemişti. Üstelik bu genç irisi çocuk, nasıl olmuştu da bu kısacık sürede iki defa sapanını kullanmıştı? Kunawa halen bunun şaşkınlığındaydı.

      Bir yetişkin gibi yapılı, hatta bir yetişkine göre bile iri sayılabilecek sapancı, gösterişli bedenine rağmen en fazla on yedi, ya da on sekiz yaşında görünüyordu. Genç yabancının yüzü bir bebek gibi masum ve bakışları tertemizdi.

      Kunawa genç sapancıdan sonra bakışlarını onun yol arkadaşına çevirdi. Diğer adam genç yoldaşının her anlamda tersi gibiydi. Ortalamadan kısa bir boy, boyla orantısız kocaman bir kafa, garip bir şekilde eğri ama işe yarar çarpık bir kol, uzamış kirli sakallar, dökülmeye başlamış kepekli ve yağlı saçlar. Gördüğü herşey Kunawa'ya, bu adama hiçbir şekilde güvenmemesini söylüyordu.

      Otuzlarında gösteren yabancının yerinde durmayan gözleri, şimdi çekingen bir korkuyla bakıyordu.

      Bu birbirinin böylesine zıddı iki insanı hangi sebep bir araya getirmişti?

      Başka zaman olsa mutlaka üzerinde kafa yoracağı bu duruma Kunawa nedense bu sefer aldırmadı. Açık olan bir şey varsa, elinde halen sapan tutan şu genç çocuk karaderilinin hayatını kurtarmıştı. Bir Sarralının kontratından daha bağlı olduğu tek şey can borcuydu.

      "Kervanımıza hoş geldiniz dostlarım, sanırım buradaki herkes hayatını size borçlu. Size şükranlarımızı sunmamıza izin verin, bu gece bizim konuğumuz olacaksınız"

      Kunawa'ya bakan genç çocuğun gözlerinde kendisine gösterilen hürmetten doğan bir şaşkınlık vardı, hırsız görünümlü arkadaşı ise umulmadık bir ganimete konmanın fırsatçılığındaydı.

SIR MUHAFIZI-MAVİWhere stories live. Discover now