KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

Od bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... Viac

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#2 - Kayıp Kimlik

74.7K 2.9K 547
Od bayanclara

[Multimedia: Mert Atalay🦸🏼‍♂️]

Beril Karaman.

Bu isim neden bana bu denli yakın gelmişti? Önceden görmüş müydüm onu? Tanışmış mıydık daha evvel? Kafamı iki yana salladım istemsizce. Onu daha önce görüp de hatırlamamam imkânsız gibi bir şeydi. Öylesine güzel bir kızılı görüp de hatırlamamak benim yapabileceğim bir şey değildi. Aklım bir türlü almıyordu, delirecektim. Bu isim... Niye bu kadar tanıdıktı?

İsmi düşünürken öyle bir dalmıştım ki omzuma dokunan elle irkilmiştim. Yavaşça omzumdaki elin sahibine döndüğümde Feza'nın kısık, kahverengi gözleriyle karşılaştım. Halime bir anlam verememiş olsa gerek "Hayırdır abi?" diye sordu kaşlarını çatarak. Aklım hala isimde olduğu için cevap veremedim. Bunun üzerine Feza, daha çok çatılan kaşlarının altından dikkatlice yüzümü taradıktan sonra bakışlarını elimde sıkıca tuttuğum kimliğe çevirdi ve bu sefer de "Elindeki ne?" diye sordu.

Sesimin çıkabilmesi adına hafifçe yutkunduktan sonra "Kimlik," diye cevap verdim. Feza cevabım üzerine bana baygın bir bakış attıktan sonra birden sırıtmaya başladı.

"Senin mi?"

Gözlerimi devirerek ona baktım. Şu halde bile beni deli etmeyi başarıyordu.

"He, Feza. Benim kimliğim de bu renk ya zaten," diyerek ofladım ve devam ettim. "Yerde buldum."

Feza'nın yüzündeki sırıtış silinirken uzanıp aldı kimliği elimden. Birkaç saniye sonra gözleri aynı benimkiler gibi şaşkınlıkla açılırken "Lan, bu o kız değil mi?" diye sordu.

"Hıı, " diye cevap verdim geçiştirmek istercesine. Aklım hala ismindeki tanıdıklıktaydı. Hakikaten, kimdi bu kız?

Feza sırıtarak "İsmi de kendi gibi güzelmiş ha," dediğinde, hışımla kimliği elinden alırken "Sana ne lan elin kızının isminden?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Feza, bu ani çıkışıma anlam verememiş olsa gerek gözlerini kıstı ve "Sakin ol şampiyon. Demedim bir şey," diye mırıldandı.

Elimi saçlarıma atıp karıştırdım. Gerçekten, az önceki tepkim de neydi öyle?

Feza oluşan sessizliği bozmak istercesine "Ne yapacaksın onu?" diye sordu.

"Bilmiyorum ki," diye mırıldandım. İsme o kadar çok takılmıştım ki kimliği ne yapacağımı düşünmeye fırsatım olmamıştı. Bakışlarım tekrar kimliğe kaydığında doğum tarihi çarptı gözüme. Yanlış hesaplamıyorsam ilk senesiydi. Bu neden onu üniversitede daha önce hiç görmediğimi açıklıyordu. Kimliği vermek için kızı bulmaya kalksam bile koca üniversitede sadece adını bildiğim bir kızı bulmam epey zordu. Sonuçta bugün ilk günüydü ve birilerine sorarak onu bulmam da ihtimal dışıydı.

Aklıma gelen fikirle "Kayıp bürosuna mı götürsem? Oraya giderse verirler," diye mırıldandım.

Feza "Mantıklı," dedi başparmağını kaldırıp. "Kimliğini kaybettiğini anladığında sormaya gidecektir," diye de ekledi. Onu kafamı sallayarak onayladıktan sonra kaşlarımı çatıp yüzüne baktım ve "Sen nereye gidiyordun peki?" diye sordum.

"Seni biraz fazla sinirlendirmiş olabileceğimizi düşündüm ve sinirini başkalarından çıkarma diye peşine düştüm. Öyle de iyi bir arkadaşım," dedi göz kırpıp.

"Hah," dedim sinirle. "İyi arkadaşa da bakın hele! Önce demediğinizi bırakmayın, sonra gelin sakinleştirmeye çalışın. Siktir oradan," diye homurdandım.

Sinirim hoşuna gitmişçesine güldü ve kolunu omzuma atıp "Eee," dedi sırıtarak. "Kankalığın birinci maddesi bu oğlum. Dostunuzu delirtin ve sonra hiçbir şey olmamış gibi yanına gidin! "

"Hadi lan oradan! Kankalığın birinci maddesiymiş... Bir taraflarından uydurduğun şeyleri de anayasa maddesiymiş gibi söylüyorsun ya, ne diyeyim ulan ben sana!"

Feza elini kalbine götürüp dramatik bir şekilde "Ama olmuyor böyle abi. Tam buramdan vuruyorsun," dedi. Tiyatro sahnesindeymişçesine sergilediği performans dudaklarımın kıvrılmasına neden olunca, güldüğümü görmesin diye başka tarafa döndüm.

"Sanıyor musun ki başka tarafa döndüğünde güldüğünü görmüyorum? Hadi ama Mert, benden etkilendiğini saklamana gerek yok dostum," dediğinde, omzuna vurup "Gülüyorsam gülüyorum lan, sana mı gülüyorum?" dedim yalandan kaşlarımı çatarak. Sonra lafı kapatmak istercesine, "Neyse, zevzeklik edip beni lafa tutma. On dakika sonra ders başlayacak. Şunu verip de geleyim," dedim ve yanından ayrıldım.

Büroya doğru ilerlerken bakışlarım tekrar elimdeki kimliği kaydı. Doğum yerinde İzmir yazıyordu. Kaşlarım çatıldı. Ben de doğma büyüme İzmirliydim. Acaba isminin bana tanıdık gelme sebebi bu muydu? Daha önce İzmir'de karşılaşmış olabilir miydik?

Düşünmekten kafayı sıyıracağım anda kayıp bürosuna geldiğimi fark ettim. Bu yüzden şimdilik düşünmeyi bıraktım ve içeri girdim. Bürodan içeri adımımı atar atmaz görüş alanıma giren kızıl saçlar, yanlış yere gelmediğimin en büyük göstergesiydi.

"Ya, hiç mi biri getirmedi?"

Kızın sorusu üzerine bürodaki görevli adam sıkıldığını belli edercesine oflayarak, "Hayır diyorum ya kızım. Kayıp kimlik getiren olmadı," dedi. Yüzünde, küçük çocuğuna laf anlatmaya çalışan bir ebeveynin bıkkınlığına benzer bir ifade vardı.

Kızın omuzları aldığı cevapla düşerken ileri doğru birkaç adım attım ve onun tam arkasında durup "Aslında ben bir kimlik bulmuş olabilirim," diye mırıldandım. Kız sesimi duyduktan sonra hızla bana dönerken, uzun kızıl saçları omzuma çarptı ve saçlarının kokusu burnuma doldu. Gözlerimi kapatıp havayı koklamamak için kendimi zor tutarken hangi şampuanın böylesine güzel kokabildiğini düşündüm. Markasını sorsam saçmalamış olur muydum?

Kızıl saçlı güzelin ela gözleri beni görmesiyle açılırken, "Gerçekten mi?" diye sordu heyecanla. "Bulduğunuz kimlik benim olabilir mi?"

Sorduğu soruya cevap vermek istedim lakin kirpiklerine takılmıştı gözlerim. O, heyecanla gözlerini kırpıp dururken; ben kirpiklerinin nasıl bir ahenkle dizilmiş olduğunu düşünüyordum. Acaba uyurken nasıl duruyordu bu kirpikler? Birbirinin üzerine kapanınca da böyle mükemmel duruyor muydu sahi?

Cevap vermediğim için kızın ince, kızıl kaşları hafifçe çatıldığında kendime geldim ve yutkunup kimliğe küçük bir bakış attım. Biraz önce resmen kızın kirpiklerine dalıp konuşamamıştım. Kirpiklerine dalmıştım, kirpiklerine!

Kırdığım potu düzeltmek adına tekrar ona döndüm ve çapkın bakış atarak "Adın Beril ise neden olmasın?" diye sordum.

Mert Atalay Kuralları; Madde1: Pot kırdığınız zaman düzeltmek için asla açıklama yapmaya kalkmayın. Bu sizi daha da beter bir hale sokmaktan başka bir halta yaramaz. Onun yerine yakışıklılığınızı/güzelliğinizi (eğer ben de ikisi de yok diyorsanız şebeklik de yapabilirsiniz, çoğunlukla işe yarar) kullanmanız daha akıllıcadır. Bu hem sizin kırdığınız potla kaybolan öz güveninizi geri getirir, hem de karşınızdaki kişinin dikkatini dağıtır.

Kızıl güzelin elaları bir an bakışlarımda takılı kalsa da, hemen sonra rahatlayarak kocaman gülümsedi. "Tekrar çıkartmak zorunda kalacağım sanmıştım. Çok teşekkür ederim."

Dilim tutulmuştu. Resmen dilim tutulmuştu çünkü bu sefer de gülümsediğinde yanaklarında oluşan küçük çukurlara takılmıştı gözlerim. Dünyanın sonu geliyor olmalıydı. Ya da onun gibi bir şey... Bugünkü davranışlarım hiç normal değildi. Bu kızın karşısında hissettiğim duygular asla ve kat'a bana ait olamazlardı.

Konuşmak zorunda olduğumun farkına vararak "Rica ederim," deyip kimliği uzattım. Kız kimliği aldıktan sonra boştaki elini bana doğru uzattı. Yüzündeki küçük tebessüm eşliğinde "Muhtemelen biliyorsundur ama yine de söyleyeyim. Ben Beril," diyerek kendini tanıttı. Gözlerimi zorla gamzelerinden çekerek uzattığı elini tuttum.

"Ah," dedim gülerek. "Evet, biliyorum. Ben de Mert."

"Ee, gençler işiniz de hallolduğuna göre burayı boşaltsanız mı artık?"

Aramıza giren yabancı sesle ikimiz de irkildik. Açıkçası kıza öyle bir dalmıştım ki nerede olduğumuzu unutmuştum. Kızıl güzel de kimliğini bulmanın sevinciyle görevli adamı unutmuş olmalıydı. Lakin görünüşe göre adam bizi unutmamıştı. Kırklarında gösteren adamın sesi sabrının son deminde olduğunu belli ederken, Beril mahcup bir ifadeyle adama döndü.

"Sizin de başınızı ağrıttım. Affedersiniz."

"Olsun kızım olsun," diyen adamın bakışları gitmemizi istediğini belli eder nitelikteydi. Adamı daha fazla kızdırmamak adına "Hadi çıkalım o zaman," dediğimde, Beril sanki bunu bekliyormuşçasına kafasını salladı ve hızlı adımlarla bürodan çıktı. Onun adımlarını takip ederek yanına vardığımda sırf ortaya laf atmak için "İlk günün ha?" dedim.

Kafasını sallayıp "Evet," dedi. Heyecanlı olduğu ceketinin cebine koyduğu titreyen ellerinden belli oluyordu. Onu bu halde görünce aklıma üniversiteye başladığım ilk gün gelmişti. Benim için tam bir felaket olmuştu zira kampüste mühendislik fakültesine doğru ilerlerken altından geçtiğim bir ağacın tepesinde olan Gökay Başer üzerime düşmüş ve ikimizin de yeri boylamasına neden olmuştu. Yemin ederim, üstümdeki Gökay'la yeri boyladığımda feleğim şaşmış, ödüm bir tarafıma kaçmıştı. Eğer geleceği görebilseydim; orada bir saniye bile durmaz, Gökay'ı üstümden attığım gibi kaçardım. Lakin süper güçlerim olmadığı için bir hata yapmış ve Gökay'la tanışma gafletinde bulunmuştum.

Ha, bu arada Gökay'ın okulun ilk günü o ağacın tepesinde ne işi olduğunu sormayın zira ben de hala bilmiyor, bilmek dahi istemiyordum. Gökay'dı bu sonuçta, hangi hareketi mantıklıydı ki buna da mantıklı bir açıklaması olsundu?

Kafamı sallayarak saçma anılarımdan kurtulurken tekrar Beril'e döndüm ve "Hangi bölümdesin peki?" diye sordum. Başı bana döndüğünde gözlerinin parladığını gördüm.

"Hukuk."

Verdiği cevapla kaşlarım havalanırken "Vay," dedim. Sonra bakışlarını kast ederek "Baya seviyorsun bölümünü anladığım kadarıyla," dedim, gülerek.

Küçük tebessümü eşliğinde "Çok," dedi ve peşine ekledi. "Peki sen?"

"Mühendislik, son senem."

"Aa," dedi kaşlarını kaldırarak. "Son senen mi gerçekten?"

Şaşırmasına bir anlam veremeyerek güldüm. "Evet de, neden bu kadar şaşırdın? Küçük mü gösteriyorum yoksa?"

Sorumun ardından üzerime çevirdiği ela gözleri beni baştan aşağı süzdü. Sonra ne yaptığını fark ederek gözlerini büyüttü ve kafasını hızla başka yöne çevirdi.

Yanakları mı kızarmıştı onun?

"Yok," dedi boğazında gıcık varmışçasına sesler çıkarırken. "Küçük göstermiyorsun da bilmem, şaşırdım işte," diye de ekledi.

Onu daha fazla utandırmamak adına gülmemek için yanağımı ısırırken, "Anladım," diye mırıldandım.

Birkaç dakika sessizce yürüdükten sonra duraksadı ve bana döndü. "Şey, benim dersim başlamak üzere. Gitmem gerekiyor. Tanıştığıma çok memnun oldum ve kimlik için yeniden teşekkür ederim."

"Ne demek, rica ederim," dedim içtenlikle. "Ben de tanıştığıma memnun oldum, görüşmek üzere," dedikten sonra sol elimi kaldırıp gülümsedim. Gülümsememe gamzelerini çıkartacak derece gülümseyerek karşılık verdikten sonra benim gibi elini kaldırdı ve hukuk fakültesine doğru yürümeye başladı.

Ayaklarım yere çivilenmişçesine arkasından bakarken, hızlı yürüdüğü için sırtına çarpıp duran saçlarının ne kadar güzel olduğunu düşündüm birden. Sonra koklamamak için kendimi zor tuttuğum kokusu geldi aklıma. Gerçi yüzü de çok güzeldi. Fiziği desen...

Ne saçmalıyordum lan ben?

Düşüncelerimin gittiği yönün saçmalığının farkındalığıyla oflarken, cebimdeki telefon titreyince elimi cebime attım. Kamer mesaj atmıştı.

'Abi ders başladı. Nerede kaldın?'

Gözlerim ekranın sağ üst köşesine kaydığında ders başlayalı beş dakika olduğunu gördüm. Sessiz bir küfür mırıldanırken Kamer'e yoklamaya benim için imza atmasını ve hemen geleceğimi bildiren bir mesaj attıktan sonra koşmaya başladım.

Gamzeli Kızıl ilk günden akıl bırakmamıştı...

ღ ღ ღ

Günün sonunda hocanın dersten çıkmasıyla derin bir nefes alarak arkama yaslandım. İlk günden epey yormuştu vicdansızlar.

"Bir an ders hiç bitmeyecek sandım lan," diye homurdandı Koray, ayağa kalkıp uyuşan bacaklarını sallarken.

"Oturmaktan bir taraflarım uyuştu benim de abi," diyerek, Koray'ın yanına doğru ilerledi Kamer. Bir yandan da poposunu ovuyordu. Onlara katıldığımı gösteren birkaç mırıltı eşliğinde ayağa kalktım ben de. Uzun bir tatilin ardından derse girmek hepimizin dengesini bozmuştu anlaşılan.

"Olmayan bütün enerjim sömürüldü," dedi Feza da oturduğu yerden kalkıp yanımıza gelirken. "Acilen beni şu ruh halinden çıkaracak bir şeyler yapmamız lazım."

"Aynen," dedim onu onaylayarak. "Daha erken, bir şeyler yapalım."

"Ben açım aslında. Yemek mi yesek?" diye soran Kamer'in bakışları etrafta gezerken gözü bir şeye takıldı. Sanki planlanmış gibi Koray ve Feza'yla, Kamer'in baktığı yere döndüğümüzde Gökay'ı gördük. Gitmeye niyeti yokmuş gibiydi. Öyle ki bizimle zerre ilgilenmiyor, elindeki kalemi üst dudağıyla burnunun arasına sıkıştırmaya çalışıyordu. Bunu başardığında ise masada duran telefonunu aldı ve fotoğrafını çekti.

Gözlerimi devirerek bizimkilere döndüğümde hepsinde -ve muhtemelen bende de olan- aynı yüz ifadesinin olduğunu gördüm. Çatılmış kaşlar, aralanan dudaklar, gördüklerine ne anlam vereceğini şaşırmış bakışlar... Gökay'a baktığımızda, daha doğrusu bakmak zorunda kaldığımızda, çoğu zaman bakmamış olmayı diliyorduk.

"Öyle salak salak bakmayın," dedi Gökay. Tekrar ona döndüğümde telefonuyla uğraştığını gördüm. Muhtemelen biraz önce çektiği fotoğrafı hesabında paylaşıyordu. Nasıl olduğunu hala anlamadığım bir şekilde sosyal medya hesaplarında binlerce takipçisi vardı ve bu takipçilerin % 99,9'u kızdı. Kalan % 0,1'lik kısmı da zaten biz oluşturuyorduk.

"Çok sempatik bir insan olduğum için böyle fotoğraflar kız düşürme konusunda bana yardım ediyor."

Gökay bize göz kırpıp telefonunu cebine atarken bir kez daha gözlerimi devirdim. Dediği doğruydu. Nedenini asla anlamadığım ve muhtemelen hiçbir zaman da anlayamayacağım bir şekilde saçma salak çektiği bütün fotoğraflar kızlar tarafından fazlaca beğeniliyor ve her yeni fotoğrafından sonra onlarca kız Gökay'a mesaj atıyordu. Tamam, ibne herif benim kadar olmasa da yakışıklıydı ama bu salak hallerine rağmen nasıl böylesine popüler oluyordu, aklım almıyordu doğrusu.

En sonunda onu görmezden gelmeye karar verdiğimizde, "Bana uyar," dedi Feza, Kamer'e bakarak. "Ben de acıktım."

"Ya oğlum boş verin yemeği şimdi," diyerek lafa giren Koray'a döndü bakışlarım. "Okul başlamadan halı saha yapacaktık güya. Kaç gün oldu, bir yapamadık gitti anasını satayım."

"Aa, doğru lan. Halı saha yapacaktık," diyerek Koray'a destek çıktı Kamer.

"İyi de şimdi mi yapacağız? Hiçbir şey ayarlamadık ki abi," dedim, gözlerimi kısarak.

Sonunda oturduğu yerden kalkmaya karar veren Gökay yanımıza gelirken, "Aynen abi, bu saatten sonra ayarlaması zor. Hafta sonuna bırakalım?" dedi, sorarcasına.

"Hafta sonu ben gelemem, Mersin'e gitmem lazım. Beste'nin doğum günü var demiştim ya," dedi Kamer. Beste kız kardeşiydi. Daha doğrusu şu hayatta onu ayakta tutan tek kişiydi.

"Orası kolay abi ya. Hafta sonuna bırakmaya gerek yok, ben ayarlarım. Siz yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz, onu söyleyin," dedi Koray. Bu çocuğa maç deyince akan sular duruyordu. Sporla uğraşmayı seviyordu. Daha doğrusu yıllar önce yüreğine aldığı ağır darbeyi spora tutunarak atlatmaya çalışmıştı.

Bu hep böyle olmuyor muydu zaten? İnsan; sol yanına kor düşünce, onun ağırlığından kurtulabilmek veyahut acısını az da olsa dindirebilmek için kendini farklı şeylere yönlendiriyordu. Bu bazen müzik oluyordu. Şarkılar derman oluyordu acılarını müzikle dindirmek isteyenlere. Bazen resim oluyordu. Çizmek, karalamak veya boyamak ruhuna iyi geliyordu insanın. Bazen kitaplar oluyordu. Okudukça acılarından biraz olsun uzaklaşıyordu insan. Bazen yine kitaplar oluyordu ama bu sefer okumak yeterli gelmiyordu. Yazıyordunuz. İçinizi döküp bir nebze olsun rahatlamaya çalışıyordunuz.

İşte Koray da spora adamıştı kendini. Basketbolda da iyiydi ama futbolda daha iyiydi. Hatta okul takımının kaptanıydı. Çok hızlı koşardı. Engelli parkurlarda üstüne yoktu. Bu yüzden fazlasıyla atletik ve esnek bir vücuda sahipti.

"Ayarlayacaksan yapalım kardeşim," dedim, ona göz kırparak. Diğerleri de beni onayladıklarında Koray bir elini kaldırıp asker selamı verdi. Sonra boştaki elini de cebine atıp telefonunu çıkarırken "Evlere dağılıp hazırlanın. Ben size mesaj atarım," dedi ve yanımızdan ayrıldı. Daha amfiden çıkmadan telefonu kulağına götürmüş birileriyle konuşmaya başlamıştı bile.

"Ulan böyle bir çocuk niye mühendislik okur, cidden aklım almıyor," dedi Feza, kafasını sallarken.

"Benimki gibi bir babası olduğunu düşünürsek, mühendislik de okur hemşirelik de kardeşim."

Kamer'in sözleri üzerine dudaklarını birbirine bastırıp fermuar çekiyormuş gibi yaptı Feza. Bu sözlerden sonra söyleyecek bir şey kalmamıştı zira.

"E, hadi neyse dağılalım," dedim lafı değiştirerek. "Akşam için hazırlanmamız gerekiyor sonuçta."

"Aynen," diyerek beni onayladı Gökay. "Pembe şortumun temiz olup olmadığından emin değilim. Eve gidip kontrol etmem gerekiyor. Kirlideyse de turuncuyu bulmam gerekiyor ki nereye koyduğumu hiç hatırlamıyorum."

Gökay'ın söylediklerinden sonra aklıma gelen şeyle yüzümü buruşturarak, "En son sarı şortunu kaybettiğinde Kamer'in yastığının altında bulmuştuk," dedim. Kamer'in de yüzünde bir iğrenme ifadesi oluşurken "Hala o şortun yatağımda, hatta yastığımın altında ne işi olduğunu söylemedin üstelik," dedi.

Gökay elini yüzüne yasladıktan sonra düşünüyormuş gibi yaptı. Gözlerini tavana dikerek "Aslına bakarsanız ben de bilmiyorum. Yani hesaplamalarıma göre senin değil Koray'ın odasından çıkması gerekiyordu," diye mırıldandı. Yüzünden ciddi olup olmadığını anlamak zordu. Anlamak istediğim de söylenemezdi gerçi. Zira okulun ilk günü üstüme düştüğünden beri Gökay'ın açıklamalarını dinlemek gelmiyordu içimden.

Bu arada gerçekten şortları söylediği renklerdeydi ve ne yaparsak yapalım onları giymesine engel olamıyorduk. Hayır, bir de renkleri mat değil fosforluydu. Giydiğinde o kadar adamın arasında trafik lambası gibi parlıyor ve göz alıyordu. Bu yüzden istisnasız her maçta en az bir kişi gözü Gökay'a takıldığı için yönünü şaşırıyor ve kendi kalesine gol atıyordu. Bu olay bir ara o kadar sinirimizi bozmuştu ki Feza'yla birlikte dolabındaki bütün renkli şortları çöpe atmıştık. Bunun üzerine Gökay sinir küpüne dönmüş ve gidip eskisinden de renkli şortlar alıp gelmişti. Üstelik tek aldığı şey şort da değildi. Bir daha dolabını karıştırmamızı istemediğinden kilit de almıştı ve inanın anahtarını nerede sakladığı hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. Öyle ki donunda bile taşıyor olabilirdi.

Feza, konuşmanın iyice saçmalaştığına karar vermiş olsa gerek, Gökay'ın kafasına bir şaplak indirip "Yürü lan," dedi. "Başlayacağım şimdi pembe şortuna da, yeşil şortuna da, sana da..."

Gökay tek eliyle kafasını ovarken boştaki elini kaldırdı ve işaret parmağını Feza'ya uzattı.

"Yalnız, yeşil değil kardeşim, turuncu."

Feza birkaç saniye Gökay'a boş boş baktıktan sonra kafasını iki yana salladı ve amfinin çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Kamer de gözlerini devirip Feza'nın peşine takılınca bir ben kalmıştım Gökay salağının yanında. Gözlerimin kör olmasını istemediğim için hızlıca ben de Kamer'in ardından yürümeye başladım. Beynim ne kadar harikulade olsa da belli bir saatin ardından Gökay'ı kaldıramıyordu maalesef.

ღ ღ ღ

Arabamı evin önünde park ettikten sonra inip binadan içeri girdim ve merdivenlere doğru yol aldım. İkinci kata geldiğimde bizim daireye yöneldim ve cebimden anahtarlarımı çıkartıp kapıyı açtım. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdiğimde duyduğum ses Gökay'ın iyice bulandırdığı midemin ağzıma gelmesine neden oldu. Kaşlarım hızla çatılırken kapıyı kapattım. Hakikaten, sesine dahi tahammülüm olmayan o it burada ne halt ediyordu?

"Derin! Yemek hazır mı güzelim?"

Buruşturduğum yüzümle kusma hareketi yaparken, bir an gerçekten halıya kusacağımı sandım. Bir insanın ses tonunun dahi mide bulandırması normal miydi?

"Az kaldı sevgilim!"

Derin'in sesi gözlerimi devirmeme neden olurken, rotamı belirleyerek mutfağa girdim. Sevgili kuzenim ocağın başında önündeki tavayı karıştırırken ayaklarımı ona doğru yönlendirdim. Tam arkasında durduktan sonra "Oz koldo sovgolom," dedim ağzımı yamultarak onu taklit ederken.

Derin -artık ne düşünüyorduysa- sesimi duyana kadar yanına geldiğimi fark etmemişti. Hızla bana döndüğünde mavi gözlerini kırpıştırdı ve "Mert?" dedi, sorarcasına.

Yapmacık bir gülümseme eşliğinde "Buyurun benim," dedim.

"Korkuttun beni. Ne zaman geldin?"

Hiçbir şey yokmuş gibi rahat rahat konuşması sinirlerimi zıplatırken sorusunu takmadım ve "İçerideki lavuğun benim evimde ne işi var?" diye sordum, sesimi kısık tutmaya çalışarak. Sesimi yükseltmek istememem o heriften çekindiğimden falan değildi. Sırf Derin'le aram bozulmasın diye kendimi tutmaya çalışıyordum.

Sorumun üzerine sinirle parlayan mavilerini gözlerimden ayırmadan, "Burası sadece senin evin değil Mert," dedi üstüne basa basa. "Onur da benim sevgilim. Buraya gelip gelmemesine karışamazsın."

"O iti sevmediğimi hatta o itten nefret ettiğimi çok iyi biliyorsun," dedim dişlerimi sıkarak.

Bu konuşmayı kaçıncı kez yaptığımızı bilmiyordum. Bıkmıştım, o da bıkmıştı biliyordum ama kendimi tutamıyordum. O herifin adını dahi duymak istemiyordum ki bunun için fazlasıyla yeterli sebebim vardı ve Derin de bunun fazlasıyla farkındaydı.

"Bu onun sevgilim olduğu gerçeğini değiştirmiyor," dedi, gözlerini kısarak. "Ayrıca ona it demeyi kesmeni söylemiştim."

Cevap vermek için ağzımı açtığım anda Onur andavalı içeri girerek, "Bir sorun mu var Derin?" diye sordu.

Ah, hiç olmaz mı itciğim? Senden ala sorun mu var, bu evde?

İçimden dediklerimin dilimi bulmamasını dileyerek derin bir nefes aldım ve Onur'a döndüm.

"Olması mı gerekiyor?"

Çatık kaşlarının altından önce bana sonra Derin'e baktıktan sonra tekrar beni buldu gözleri.

"Yok da," dedi imayla. "Sesleri duyunca kavga ettiğinizi düşünmüştüm."

Yüzümde yapay bir gülümseme oluşurken "Biz kavga etmeyiz," dedim kendimden emin bir şekilde. Evet, bu herif dışındaki tek kavgamız Derin'in sabahları kalkmam için bana bağırması ve kalkmadığım takdirde bana şiddet -terlik operasyonu- uygulamasıydı ki bu kavga bile sayılmazdı benim gözümde.

Bu herifle konuşurken sakin kalamadığım ve kavga çıkarmak istemediğim için Derin'e döndüm. "Ben odama geçip üzerimi değiştireceğim. Yemek hazır olunca çağırırsın," dedikten sonra Onur itinin rahatsız olacağını bile bile Derin'in yanağından makas aldım ve kaşlarını çatan Onur'a dik dik bakarak mutfaktan çıktım.

Odama geçip üzerimi değiştirdikten sonra Derin bana seslenene kadar telefonumla uğraştım. Koray'ın halı saha için her şeyin ayarladığını belirten mesajını okurken, Derin'in seslenmesiyle telefonu yatağımın üzerinde bırakıp kendimi sinirlenmeyeceğime ikna etmeye çalışarak yeniden mutfağa geçtim. Derin'in zevkine göre döşenen mutfaktaki dört kişilik yemek masasında oturduğum yer hep aynıydı. Alışkanlıktan olsa gerek oraya oturmadığımda içim rahat etmiyordu. Ne de olsa şu hayatta en mutlu olduğum anlar yemek yediğim anlardı ve onu da en iyi şekilde yerine getirmek istiyordum. Bizim çocuklar da Derin de bunu bilir ve asla yerime oturmazlardı. Onur puştu bile bunu biliyordu lakin şu anda benim yerimde oturuyordu. İki yanımda sallanan ellerim yumruk olurken üzerimdeki bakışları hissederek kafamı çevirdim ve Derin'le göz göze geldim. Mavileri sorun çıkarmamı istemediğini belli ederken, bir an bu kızın niye bu kadar salak olduğunu düşündüm. Her şeye rağmen hala bu çocukla çıkması yetmiyormuş gibi bilmese de yıllardır Feza'nın canını okuyordu ve ben her şeye göz yumuyordum. Yummak zorundaydım. Yoksa... Yoksası yoktu. Yummak zorundaydım. İşte bu kadardı.

Ağzımdan ters bir şeyin çıkmaması için derin derin nefes alırken, mutfakta ilerledim ve puştun çaprazındaki sandalyeye oturdum. Derin yemek servisi yaptığında onlara aldırmadan yemeğimi yemeye koyuldum. Bir an önce karnımı doyurmak ve evden defolup gitmek istiyordum. Çünkü sabrımın olduğu gibi sinirimin de bir sınırı vardı ve dolmasına çok az kalmıştı.

Yemeğin sonuna kadar sadece Derin'den yemek isterken konuşmuş geriye kalan zamanda ağzımı sadece yemek yemek için kullanmıştım.

Nihayet karnımı doyurduktan sonra kibarlığımdan ödün vermeyerek Derin'e "Ellerine sağlık, her şey çok lezzetliydi," dedikten sonra tabağımı alıp tezgâha koydum. Derin içten bir tebessümle "Afiyet olsun," derken ona hafifçe gülümsedim ve mutfaktan çıkarak odama geçtim. Dolaptan çıkardığım küçük sırt çantama maçta giyeceklerimi ve ihtiyacım olabilecek diğer şeyleri doldurdum. Çantanın fermuarını kapatırken çalan zille gözlerimi kısarak doğruldum. Kimdi ki bu?

Çantamı tek omzuma atarak salona doğru yöneldim lakin odamın kapısına geldiğimde duyduğum ses ayaklarımı yere çivilerken, sıkıntıyla gözlerimi yumdum.

"Ah, Derin selam. Mert'i almaya geldim."

Feza'nın sesindeki heyecanı buradan bile hissedebiliyordum. Zaten hissedemeyen, şu çocuğun gözlerindeki o bakışı anlayamayan tek kişi aptal kuzenimdi.

Derin "Aa, selam Feza. Bir yere mi gidecektiniz? Mert hiçbir şey söylemedi," derken, odadan çıkıp yanlarına doğru hızla ilerledim. Tek amacım Feza, Onur itini görmeden evden defolup gidebilmekti.

Kapıya vardığımda elimle girişteki Feza'yı itekledim ve açılan boşlukta dolaptan çıkardığım ayakkabılarımı giymeye başladım. "Geldim abi, geldim. Hadi gidelim."

Derin, sesimdeki garip tondan ve anlamsız acelemden şüphelenmiş olacak ki "Nereye gidiyorsunuz Mert?" diye sordu.

Feza daha ben ağzımı açamadan "Halı saha yapacağız," dedi ve aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "Abi daha demin Koray aradı, ayarladığı çocuklardan birinin işi çıkmış. Başka birini bulabilir miyiz diye sordu."

Tam bunu aşağıda düşünebileceğimizi söyleyeceğim sırada arkamdan gelen "Ben gelebilirim," sesi gerilmeme neden oldu.

İşte şimdi harbiden boka batmıştık.

Hepimiz Onur'a dönerken, Feza'nın yüzündeki hayal kırıklığını bakmadan görür gibi olmuştum. Ah, şu çocuğun üzülmesinden nefret ediyordum ama onun üzülmesine neden olan itten daha çok nefret ediyordum.

Derin tam bir salak gibi "Aa, evet!" dedi heyecanla lafa atlayarak. "Hem ben de izlemeye gelirim."

Tam 'hayır' demek için ağzımı açtığım sırada Feza'yla göz göze geldim. "Yapma," dercesine kaşlarını hafifçe yukarı kaldırdığında sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Derin salaktı ama bu çocuk da aptalın önde gideniydi. İnsan hiç mi kendini düşünmezdi? Şu halde bile Derin'in üzülmemesi için çabalıyordu. Onun yerine ben delirecektim, az kalmıştı.

"İyi, tamam," dedim sesimin sert çıkmasını engelleyemeyerek.

Onur, "Yalnız yanımda kıyafet yok. Eve uğramam gerek," dediğinde gözlerimi devirdim. İşimiz gücümüz yokmuş gibi bir de onunla uğraşacaktık ki gerek kalmamıştı. Akıl küpü olan kuzenim kendince bir çözüm bulmuştu bile. Tabii o çözümün Feza'nın yüreğini nasıl yakacağını bilmiyordu. Her zamanki gibi...

"Eve kadar gitme şimdi. Gel, Mert'inkilerden veriyim ben sana," diyen Derin hızla benim odama doğru ilerledi. Onur da onu takip ederek Derin'in ardından odama girdi ve arkalarından kapıyı kapattı. Derin bir nefes alarak Feza'ya döndüğümde boş bir ifadeyle odamın kapısına baktığını gördüm. Kim bilir yüzündeki ifadesizliğin aksine hangi fırtına kavuruyordu kalbini?

Sıkıntıyla dudaklarımı birbirine bastırarak elimi uzattım ve omzunu sıktım destek olmak istercesine. Odamın kapısından ayrılan bakışları beni buldu ve acı bir tebessüm oluştu yüzünde. Konuşmuyordu belki ama gözlerindeki bakışı anlayabilmek için yeterince vakit geçirmiştim onunla.

"Alıştım abi," diye bağırıyordu gözleri. Alışmıştı ama yine de acıyordu sol yanı, çok iyi biliyordum.

Elimden gelen tek şeyi yaptım ve sıkıntıyla ofladım. Bu akşam cidden çok zor geçecek gibi görünüyordu.

*Eveet, bir bölümün sonuna daha geldik. Beğendiniz mi, düşünceleriniz neler? 🤗

** Derin'e saydıranları anlayamıyorum gerçekten... Feza acı çekiyor, çok acı çekiyor, tamam ama şunu da unutmayalım ki Feza Derin'i seviyor diye Derin de onu sevmek zorunda değil. Başka bir adamla çıkması size, ona saydırma hakkını vermez. Bu konuda lütfen anlayışlı olun.


** Bir de Mert'le Derin kuzenler. Yani Mert'in annesiyle Derin'in babası kardeş. Olay sadece bundan ibaret, kardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri vs vs gibi durumlar yok. Lütfen oldukça basit olan bu akrabalığı zorlaştırmayın.😂😂


İnstagram: rabiiaosma

İnstagram Sayfası: kizilyildiz.officalpage

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

722 94 21
Aslında birbirini gerçekten seven gençler ama gerçek sevgilerine engel olan bir sürü şey...
30.5K 1.5K 18
"Af-" İsmini söyleyemeyeceğim bir hala geldim. Göğsümün üstündeki eli göğsüme işkence yaparcasına sıkıyor ve bırakıyordu. Bunu defalarca yaparken dud...
1.5M 41.9K 16
Yıllardır bildiği gerçekleri haykırmamak için kendisini dizginleyen Gül, aslında bir yalanın içerisine hapsolduğunu öğrenir. Bu yalanlardan kurtulmak...
1.3M 81.4K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...