SIR MUHAFIZI-MAVİ

TamKalgar

39.6K 3.7K 1.7K

Atmacanın karanlıkta kayboluşunu izleyen yabancı "Artık beyaz şahin için endişelenmemize gerek yok" dedikten... Еще

Giriş ve Bilgilendirme
HARİTA
Bölüm 1/Muhafız
Bölüm 2/Geçit Korucuları
Bölüm 3/Ulu Kral
Bölüm 4/Altın Kraliçe
Bölüm 5/Sır Muhafızı
Bölüm 6/Avcı
Bölüm 7/Huran Yaylaları
Bölüm 8/ Arkona
Bölüm 9/ Altın Kraliçe
Bölüm 10/ Yetim
Bölüm 11/ Sır Muhafızı
Bölüm 12/ Kara Prens
Bölüm 13/Kristal Taşıyıcısı
Bölüm 14-Yaver
Bölüm 15/Kırmızı Kristal
Bölüm 16/ Demir Kral
Bölüm 17/ Akşehir
Bölüm 18/ Balay Beyin Oğlu
Bölüm 19/Çırak
Bölüm 20/Pays
Bölüm 21/ Fedaibaşı
Bölüm 22/ İmparator
Bölüm 23/ Arkona Kralı
Bölüm 24/ Huranlı
Bölüm 25/ Karaderili
Bölüm 26/ Altın Kraliçe
Bölüm 27/ Yüzbaşı
Bölüm 28/Çırak
Bölüm 29/ Dur Şehri
Bölüm 30/ Ulu Kral
Bölüm 31/ Mahkum
Bölüm 32/ Elvin
Bölüm 33/ Karaderili
Bölüm 34/ Çırak
Bölüm 35/ Kunawa
Bölüm 36/ Mahkum
Bölüm 37/ Avcı
Bölüm 38/Aybar
Bölüm 39/ Kara Prens
Bölüm 41/ İmparator
Bölüm 42/ Sır Muhafızları
Bölüm 43/ Kale Lordu
Bölüm 44/ Çırak
Bölüm 45/Demir Kral
Bölüm 46/Kara Prens
Bölüm 47/Arkona Kralı
Bölüm 48/Kara Orman
Bölüm 49/Hisar Muhafızı
Bölüm 50/Altın Kraliçe
Bölüm 51/Huran Hanı
Bölüm 52/ Tam Kalgar
Bölüm 53/Aybar
Bölüm 54/Çırak
Bölüm 55/Dur Şehri
Bölüm 56/ Altın Kraliçe
YENİ KİTAP

Bölüm 40/ Kraliçe

492 52 16
TamKalgar

Bölüm 40 AK NEHİR/ Kraliçe

      Büyük nehir gemisi akıntıya karşı ağır ağır ilerliyordu. Tüm AK Diyarı aşan bu muazzam nehir öylesine genişti ki, akıntı kürek gemileri için aşılmaz bir sorun değildi. Maaşlı kürekçilerin çektiği gemi rüzgârın da yardımıyla inanılmaz hızlara ulaşabiliyordu. Elvin başını kaldırıp geminin orta direğinde dalgalanan Vusum şehrinin turuncu renkli bayrağına baktı. Yelkenleri şişiren rüzgâr bu gece kürekçilere dinlenme imkânı vermişti. Kaptan Valan elinde koca bir fincanla geldiğinde, Elvin nehrin serin havasıyla ürperdiğini hissetti.

      "Çay ister misiniz hanımım, içinizi ısıtır."

      Valan yirmili yaşlardaydı ve her haliyle bir denizciye benziyordu. Neredeyse kıvırcık denilecek dalgalı saçları rüzgârda uçuşurken, adamın Elvin'e bakan gözleri gülümsüyor gibiydi. Açık havada geçen günlerin bronzlaştırdığı kaptanın uçarı bir gülümsemesi ve hiçbir şeye aldırmayan pervasız bir duruşu vardı. Ancak onun bu neşeli hali aldatıcıydı. Zira genç kaptan çok disiplinliydi ve en ufak bir gevşekliğe tahammülü yoktu. Hayatını sürat üzerine kurmuş olan Valan, şüphesiz nehrin en hızlı kaptanıydı. Dört günlük yolculukları boyunca yaptığı tüm zaman tahminleri tutmuştu. Elvin bunun adamda bir takıntı haline geldiğini anlamıştı. Kaptan Valan yolculuk zamanı konusunda çok titizdi ve planlanandan geride kalmayı kabul edemiyordu. Bununla birlikte genç kaptan mükemmel bir ev sahibiydi.

      Elvin bu gizli yolculuk için yanına sadece Selbine'yi ve menekşelerden iki savaşçı almıştı. Nehir için büyük olmasına karşın, deniz gemileriyle karşılaştırılamayacak kadar ufak olan Nehir Gülü'nün imkânları kısıtlıydı. Buna rağmen hem Elvin'e, hem de Selbine'ye ayrı ayrı kamara veren Valan, Kraliçe'nin rahatı için elinden geleni yapıyordu.

      Elvin "Teşekkür ederim Kaptan" diyerek kendisine sunulan çayı kabul etti. Ak Kraliçe hangi bitkiden yapıldığını bilmediği bu çayı çok sevmişti ve yolculukları boyunca favori içeceği kaptan Valan'ın özel çayı olmuştu.

      Tünek olarak seçtiği ahşap korkuluktaki uykusunu bölen Tu sert bir şekilde kanatlarını çırparak gerindi. Kızıl doğan mektup taşımadığı zamanlarda katiyetle Elvin'den ayrı kalmıyor, Kraliçe nereye giderse onunla birlikte gidiyordu. Bu yolculuğa başlamak üzere sarayından ayrıldığı gün uzaktan kendisini takip eden yırtıcı kuş, Elvin Nehir Gülü'ne biner binmez şimdi tünediği korkuluğa yerleşmişti. Her gün egzersiz mahiyetindeki kısa uçuşlarla nehir üzerinde gemiyi takip eden hayvan, fazla uzatmadan tekrar ahşap tüneğe konuyordu.

      Nehrin kıyısına kurulmuş ufak bir köyün yanından geçerken evlerden bir kaçının pencerelerinden süzülen solgun mum ışığına şahit oldular. Elvin gece yarısını çoktan geçmiş bu vakitte halen uyumamış olan insanları merak etti. Diyarın köylüleri genellikle gündüzleri bedenleriyle çalıştıklarından yorgun düşer ve erken saatlerde uyurlardı. Mum ışığı daha çok kitap ehlinin gece yoldaşıydı ve bu ücra köyde böylelerinin yaşadığını tahayyül etmek insana garip geliyordu.

      "Sabah gün ışırken Adora'ya varmış olacağız Hanımım, isterseniz biraz dinlenin."

      Valan yolculukları boyunca her gün Adora'ya ne zaman ulaşacaklarını söylemişti. Görünüşe göre birkaç saat sonra hedeflerine, Tanrı Dağı eteklerindeki kadim şehre varacaklardı. Tıpkı Kaptan Valan'ın söylediği gibi.

      "Teşekkürler Kaptan, ben biraz daha güvertede kalmak istiyorum."

      Saygıyla eğilip Elvin'i selamlayan Valan "Nasıl isterseniz Majesteleri" diyerek Kraliçenin yanından ayrıldı.

      Kış mevsimine göre oldukça güzel olan havaya rağmen nehir soğuktu. Hele ki gecenin bu saatinde arkalarından esen rüzgâr insanı adam akıllı titretiyordu. Elvin kürk pelerini içerisinde bu soğuğu hissetmiyordu ama yine de güverte buz gibiydi. Avuçlarındaki dumanı tüten fincandan bir yudum içen kraliçe, hoş bir sıcaklığın boğazından göğsüne doğru yayılmasının keyfini çıkardı. Lezzetli çay bu muhteşem gece manzarasında sanki daha bir tatlanmıştı. Elvin'in yudumladığı fincandan çıkan duman karşılarında yükselen Yüce Tanrı dağının dev siluetine ulaşmaya çalışırcasına yükseliyordu. Dün gece Aknehir'in Adora'ya ulaşan bu nispeten küçük koluna doğru dönmüşlerdi ve o andan bu yana Tanrı Dağı'nın devasa silueti daha bir muhteşem görünmeye başlamıştı.

      Derin bir nefes alıp manzaraya dalan Elvin, hem keyifli hem de sıkıntılıydı. Çoğu zaman olduğu gibi keyfinin sebebi Huranlı sır muhafızıydı. Aybar'ın Büyükanne Alyan'ı bile endişelendiren Dur yolcuğu bir gece hiç beklenmedik bir şekilde sona ermişti. Muramba ve kızıl muhafız Huranlıyı esaretinden kurtarmışlardı. Bunu nasıl yaptıklarını tam olarak bilmiyordu ama Aybar'ı tutsak edildiği yerde bulan kızıl saçlı küçük kızdı. Büyükanne ve Elvin kırmızı kristali izleyen gözün genç kızı takip edişini izlemişlerdi.

      "Nola"

      Usta Muramba kızın adının Nola olduğunu söylemişti, eski Medan dilinde küçük ay anlamına geliyordu. Elvin sol yanında neredeyse batmakta olan küçük kızıl aya baktı. Kızıl saçlı kız kırmızı kristali taşıyordu ve ismini kızıl bir aydan alıyordu. Bunların hepsi tesadüf müydü yoksa kızın yazgısı mı böyleydi? Kudretli dostlarının varlığına rağmen Aybar'ın esaretine son veren çocuk yaştaki Nola olmuştu. Sır muhafızları arasında kendilerine has bir bağ var mıydı acaba? Bunu eski kraliçe Alyan'a sorduğunda ihtiyar kadın Elvin'e anlayışlı bir şekilde gülümsemişti. Elvin büyükannesinin bu bilmiş halini sevmiyordu ama gerçek şu ki o Kraliçe Alyan'dı ve pek çok şeyi gerçekten biliyordu.

      Büyükanneye göre böyle bir bağ vardı ama bunu nasıl tanımlayacağını kendisi de bilmiyordu. Bin yıllık gözlemlerinde Alyan sır muhafızlarının hep benzer şekilde davrandığını görmüştü. Nola ile Aybar dışındaki muhafızlar, bu bin yıl boyunca hiçbir şekilde, tesadüfen dahi yaklaşmamışlardı birbirlerine. Aralarında sadece mesafeler değil, ülkeler olmuştu hep. Birbirlerinden habersizdiler ama sanki birbirlerinin farkındaydılar. Elvin nedenini hiç bilmeden bu bağı kıskanmış sonra da kendi kendine hayret etmişti. O güne kadar kıskançlık duyduğu herhangi bir şey hatırlamıyordu. Evet imrendiği, özendiği şeyler olmuştu ama böyle içini kemiren bir kıskançlığa yabancıydı.

      Aybar özgürlüğüne kavuştuktan sonra artık Elvin gerisini düşünmemişti. Huranlı ve grubu kaçıyorlardı. Evet, dur durak bilmeden kaçıyorlardı ama artık onları kimse yakalayamazdı. Elvin mavi gözlü çocuğun varlığını keşfedip de hiçbir şey yapmayan büyükannesine sitem edişini hatırladı. O zaman eski kraliçeye çok kızmıştı ama şimdi anlıyordu ki büyükanne Alyan haklıydı. Mavi gözlü çocuğun kendi yolu vardı ve o her türlü tehlikeye rağmen bu yolda ilerliyordu. Usta Muramba son mektubunda bu yaz Akşehir'e geleceklerini söylemişti. Elvin sabırsızlıkla o günü bekliyordu.

      Kraliçe içinin umutla dolduğunu hissedip kendi kendine gülümsedi. Diyarın çifte aylarının aydınlattığı gece nehrin geniş yüzeyinde hoş pırıltılar halinde önünde uzanıyordu. Aknehir'in iki kıyısındaki ağaçlar sanki suya atlamaya hazırlanıyor gibiydiler.

      Aybar'dan yana endişesi kalmayan Elvin'in canını sıkan ise Hattin'den gele haberler, hatta bizzat İmparator Ketteza'nın mektubuydu. Bilenler genç imparatorun yerinde duramayan canlılıkta, tez canlı ve kolay öfkelenen biri olduğunu söylüyorlardı. Bunun yanında genç imparator kibirli ve küstahtı. Elvin bunların hepsini bizzat kendisine yazılan mektupta görmüştü. Ketteza Elvin'le evlenmek istiyordu. Bunu sanki bir lütufmuşçasına teklif ediyordu üstelik. "Gel" diyordu, "Benim karım ol, Diyarı birlikte yönetelim" diye ekliyordu. "Seni 1. Karım olarak ilan edeceğim" diye vadediyordu. Elvin gülsün mü, kızsın mı bilememişti. Aslında mektubu hiç görmezden de gelebilirdi ama Ketteza'nın mektubu dile getirmediği bir tehditle yazılmıştı. Eğer Elvin onunla evlenmezse, Hattilin artık Akşehir'in yanında olmayacaktı. Hatta karşısında olacaktı.

      Kendini Diyar için feda etmek.

      Selbine öyle söylemişti ama bu bir feda ediş de olmayacaktı. Ketteza her şekilde Akşehir'i istiyordu, Elvin'i değil. Evlilik sadece bahaneydi. Belki de teklifin reddedileceği hesaplanarak yapılan bir manevraydı. Ya Elvin razı olacak, onunla evlenerek Akşehir'i teslim edecekti, ya da Ketteza bunu savaşarak yapacaktı. Genç imparator gerçekten Elvin'i çok zor durumda bırakmıştı. Doğrusu Ketteza'nın istediğini alacak gücü de vardı. Diyarın en büyük ordusu onun emrindeydi ve Hattin savaşçılarının şöhretini duymayan yoktu.

      Elvin nehir üzerindeki bu gizli yolculuğa Ketteza'nın mektubu yüzünden çıkmıştı. Adora'nın büyük kalesini bizzat görmek istiyordu. Yaklaşan bahar dört koldan Akşehir'in üstüne savaş getirecekti ve Elvin bu savaşa hazır olduklarından emin olmak istiyordu. İşte olabilecek en kötü ihtimaller gerçekleşiyordu, Akşehir giderek yalnız kalıyordu.

      Huran ve Tar çok uzaktı. Arada bu kadar mesafe varken onlardan yardım geleceğinden artık Elvin'in umudu yoktu. En büyük müttefiki Arkona ise işgal tehdidi altındaydı. Kral Sama'nın yapacakları bu savaşın kaderini değiştirecekti ama Elvin nedense Sama'yı her düşündüğünde içini kaplayan buruk acıdan kurtulamıyordu. Öte yandan diğer müttefiki Sarin her zaman Mittan, Osliya ve Hattilin tehdidi altındaydı. Geriye uzak Larna krallığı, köle taciri Valinliler, Karaderili Sarralılar ve kuzeyin Büyük Krallığı kalıyordu. Önceleri bu ülkelere posta yoluyla haber göndermeyi planlayan Elvin, şimdi her bir krallığa, hatta irili ufaklı şehir devletlerine bile, kendi seçeceği altın hanımları elçi olarak göndermeye karar vermişti. Elinde imkân olsa her biriyle bizzat kendisi görüşürdü ama bu mümkün değildi. Adora kalesindeki incelemelerini bitirip Akşehir'e döndükten sonra elçileri Diyarın dört bir yanına gönderecekti.

      Elvin sıcak çayını çoktan bitirmişti. Avucundaki seramik fincan sıcaklığını kaybedip soğumuştu ama Elvin sanki halen ellerini ısıtıyormuşçasına sıkı sıkıya fincana tutunmuştu. Aslında fincanı ısıtan kendi ellerinden başkası değildi.

      Kraliçe havanın belli belirsiz aydınlandığını fark ettiğinde Kaptan Valan tekrar ortaya çıkmıştı. Genç adam soğuktan hiç etkilenmiyormuş gibiydi. Pantolonun üzerindeki fazla uzun olmayan deri ceketinden başka korunaklı bir giysisi olmayan adamın başı da açıktı. Kaptanın eline giydiği deri eldivenin bile parmakları yoktu.

      "Hava biraz daha aydınlandığında şehri seçebilirsiniz Hanımım"

      Valan konuşana kadar Elvin Tanrı Dağı eteklerine ne kadar yaklaştıklarını fark edememişti. Gerçekten de bir kaç dakika içerisinde Elvin surlarda yakılmış büyük meşaleleri seçmeye başlamıştı. Hatta şimdi bu meşalelerin, şehrin önünde adeta bir göle dönüşen nehir üzerindeki yansımaları da seçiliyordu.

      "Gerçekten çok güzel"

      Ak Kraliçenin içten beğenisi Kaptan Valan'ı gülümsetmişti. Elvin Affa'nın neden bu adama tutulduğunu anlamakta güçlük çekmiyordu. Yolculuğu boyunca yeterince tanıma fırsatı bulduğu genç kaptan oldukça çekici olmasının yanı sıra, güvenilir ve dürüsttü. Eğer bir gün Affa bu adamla evlenmek için Kraliçesinden izin isterse, Elvin bu izni düşünmeden verebilirdi.

      Günün aydınlanmasıyla birlikte Nehir Gülü de canlanmıştı. Geceyi dinlenerek geçiren forsalar limana inmek için hazırlanıyorlardı. Gemide kıymetli yolcuların yanı sıra Akşehir'den yüklenmiş erzak ve malzemeler de vardı. Elvin gemicilerin ağzının bozuk olduğunu duymuştu ama Valan'ın adamları bu konuda da başarılı bir sınav vermişlerdi. Selbine akşam yemeğinde, adamların onun yüzünden dilinin şiştiğinden bahsederek gülmüştü. "Eminim gemiden ayrılmamızı dört gözle bekliyorlar" diye de eklemişti başdanışman.

      Ancak Elvin adamların kendisine duyduğu saygıyı gözlerinden görebiliyordu. Akşehir'in kutsal sayılan hanımına bu kadar yakın olabilmek hepsini bir başka türlü mutlu etmişe benziyordu. Valan gemiyi orta halli nehir limanına yanaştırdığında adamlar sessizce çalışmaya başladılar. Elvin, Selbine ve güvenliklerini sağlayan Menekşeler iskeleye çıkarken, Kaptan Valan da onlara eşlik ediyordu.

      "Eşyalarınız konusunda endişelenmeyin Majesteleri adamlarım hepsini saraydaki odalarınıza taşıyacaktır."

      Elvin gülümseyerek kaptana teşekkür ettikten sonra ahşap iskeleden Limanın taşla kaplanmış zeminine adım attı. Adora sanki nehirden daha soğuktu. Tanrı dağının dondurucu nefesi Elvin'in ciğerlerine kadar dolmuş gibiydi. Limanın etrafı dükkânlar ve arkasındaki sokaklarla doluydu. Adora halkı çoğunlukla balıkçılıkla ve meyvecilikle uğraşıyordu Bu yüzden şehrin bu kısmındaki sokaklara sinmiş balık kokusu Elvin'i hiç şaşırtmadı.

      Kraliçe kendilerini karşılamak için gelen Maleya'yı ve beyaz renkli bir çift atın çektiği arabayı fark ettiğinde, limanın taş avlusunu ortalamıştı. Kırklı yaşlarda göstermesine rağmen çok daha yaşlı olan kadın, büyük bir heyecanla kendilerini karşılamaya geliyordu.

      Maleya'nın toplu bedeni yine de altın hanımların zarafetini ve güzelliğini yansıtıyordu. Elvin'in hep sakin ve insana huzur veren haliyle hatırladığı kadın, yadırganacak kadar coşkuluydu. Maleya misafirlerini Kraliçe için hazırlanan rahat arabaya davet ettikten sonra, arabada ilerledikleri yol boyunca Adora'da yaptıklarını anlatmaya başlamıştı.

      Kale ile şehir arası çok uzak değildi ama limandan çıkınca sanki başka bir şehir başlıyordu. Yıllar önce, evliliğinin ilk yılında geldiği şehirle ile şimdiki Adora arasında tarif edilmez bir fark vardı. Balık kokan Limanın etrafını saran dar sokaklar aynen korunmuşken, o zamanlar oldukça mütevazı olan bahçeler bugün görkemli malikânelere süslenmişti. Maleya Sarin Ülkesindeki savaşların sona ermesinden sonra artan ticaret yüzünden Adora'nın çok zenginleştiğini anlatıyordu. Elvin bir anda yıllar önceki kabul törenini hatırladı. Yıllarca süren savaşlar yüzünden bunalan ülkesi adına Lord Aribu Kraliçeden yardım istemişti. O günlerde Akşehir'in bir sözüyle hem Hattilin hem de Osliya savaşa son vermiş, karşılığında ticaret yolları tekrar açılmıştı. Açılan yollar Adora'nın zenginliğine olmuştu.

      Şüphesiz barış iyi bir şeydi.

      Elvin'in dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Çok da eski olmayan bu görkemli günlerden sonra şimdi Hattilin Akşehir'i tehdit edebiliyordu ve Elvin'in buna karşı koyacak gücü yoktu. Üstelik tüm bunlar yirmi yıldan az bir zamanda değişmişti. Tüm uyarılara rağmen Ak Kraliçe gerekli tedbirleri alamadığını düşündü.

      "Bu kadar süre ben nasıl bir gaflet içindeymişim?"

      Bahçelerin sonu büyük Arkona Kalesinin kapısına çıkıyordu. Elvin gördüğü manzara karşısında nefesinin tutulduğunu hissetti. Adora'ya ilk geldiği zaman da bu surların heybetinden etkilenmişti ama o zamanlar bakımsızlıktan harabeye dönmüş olan kale, insanda hüzünlü bir hayranlık uyandırıyordu. Oysa şimdi o harabeden eser yoktu. Yer yer yıkılmış, yosun tutmuş, eskimiş duvarlar tümüyle temizlenmiş ve yenilenmişti. En az elli adım yüksekliğindeki surların ihtişamı baş döndürücüydü. Muntazam aralıklarla yükselen kare şeklindeki kuleler, duvarlardan en az yirmi adım daha uzundu. Elvin surlara yerleştirilmiş büyük mancınıkları buradan bile görebiliyordu. Duvarların önündeki en az yüz adım genişliğindeki hendek Aknehir'in suyuyla dolmuştu ve kalenin heybetli görüntüsünü harikulade güzellikte bir manzaraya çeviriyordu. Hendeği aşan korkuluksuz köprü iki arabanın yan yana geçebileceği genişlikteydi. Birbirine geçirilmiş dökme demir bloklardan yapılmış köprünün üzerine taş döşenmişti. Demir levhaların iki ucundan kaleye doğru uzanan, kalın metal zincirler, savaş zamanında köprünün kaldırılarak kapatılmasını sağlıyordu.

      Maleya'nın rahat at arabası kalın surların altından kalenin içine girdiğinde, Elvin kendini başka bir dünyada gibi hissetti. Adora kalesi ismine bakılarak bir kale sanılabilirdi ama aslında Tanrı Dağı ile birleşmiş muhteşem bir şehirdi burası. Bilinmeyen bir güç, dağın bu kısmını yarım bir daire şeklinde oymuş gibiydi. Tammu istilasından sonra güvenli bir sığınak arayan Altın İnsanalar için, bu yarım daireyi yüksek surlarla kapatmaktan başka bir şey yapmaya gerek kalmamıştı. Düz bir şekilde uzanan surlar on milden daha uzundu ve surların iki ucu aşılmaz bir kaya kütlesine bağlanıyordu. İlk altın insanlar zamanında Akşehir belki de buraya inşa edilmeliydi.

      Kapıdan geçince karşılaşılan manzara surların yeni halinden farklı değildi. Yirmi yıl önce duvarlar gibi terk edilmişliğin yıkımını yaşayan kale içi, şimdi parlak bir canlılık içindeydi.

      "Çok iyi çalışmışınız Maleya bu kadarını beklemiyordum."

      Kraliçenin övgüsü kadının daha da neşelenmesine sebep olmuştu. Takdir edilmenin bariz memnuniyetiyle bir parça utanan kadın "Teşekkür ederim hanımım" dedi.

      Arabanın perdesini iyice aralayarak çevreyi gösteren Maleya "Askerler çok iyi çalışıyor Majesteleri, hepsi de çok gayretli. İlk önceleri Lilfa ile surlara ağırlık vermeyi planladık ama sonra tüm şehri topyekûn elden geçirmeye karar verdik. Adamları üçe bölüp bir kısmını surlarda, bir kısmını Tanrı dağına oyulmuş evlerde ve kalanları da kale içinin düzenlenmesinde kullandık" dedi.

      Kale içindeki muntazam yollar öylesine temizlenmişti ki insan bunların yeni yapıldığını düşünebilirdi kolaylıkla. Tanrı Dağının kaya gövdesine kadar uzanan kale içi, merdiven misali kat kat yükseliyordu. Ancak bu merdivenler geniş teraslar halindeydi. Surların ve kaya kütlesinin ortasındaki, enine ve boyuna neredeyse on mil uzunluğundaki bu geniş boşluk, su yolları bahçeler ve evlerle süslenmişti. Ne zaman ekildiği belli olmayan zeytinler budanmış, bir zamanlar kale içini ormana çeviren ağaçlar temizlenmişti. Elvin böylesine muazzam bir şehri neden bu güne kadar ihmal ettiklerine akıl erdiremiyordu.

      "Uzun yıllar Lonca mühendisleriyle çalıştım hanımım ama burası gibi bir yer görmedim, tam anlamıyla bir şaheser. Üstelik şehrin dağa oyulmuş kısmı bambaşka bir mühendislik harikası ve çok eski zamanlardan kalmalar. Sur duvarlarını da inceledim, bazı kısımları neredeyse tarih öncesinden kalma."

      Elvin bu bilgiyle ilgilenmişti. Esasen kadim kitaplarda Adora'dan çok bahsedilmezdi ve aktif olarak kalenin kullanıldığı zamanlar da çok azdı. Son Altın Kral Radgar öldükten sonra Adora kalesi kendi haline bırakılmıştı. Büyükanne Alyan da bu kadim kale hakkında çok konuşmamıştı. Akşehir'in yetişmiş en iyi mühendisi surlara eski derken, ne kadar eskiyi kast ediyordu acaba? Bunu sorduğunda Maleya "Benim hiç görmediğim kadar eskiler Hanımım, Akşehir'den çok daha eski" dedi.

      Teraslanmış şehirde makul bir meyille yükselerek doğrudan Adora sarayına giden yolun sonuna ulaştıklarında, Lilfa onları karşılamak üzere bekliyordu. Akşehir'in Hazinedarının karşılaması da Maleya'nınki kadar sıcak ve içtendi. Hürmetle Kraliçeyi ve misafirlerini selamlayan Lilfa "Odalarınız hazır hanımım ama acıkmış olmalısınız. Eğer dilerseniz yemeğiniz de hazırlandı" diyerek onları içeri davet etti.

      Adora sarayı Akşehir gibi beyaz taşlardan yapılmıştı. Lakin uzun süre kendi haline bırakılan yapının bazı yerleri kararmıştı. Bununla birlikte Maleya ve Lilfa'nın elden geçirdiği saray, geçmiş günlerin ihtişamını koruyordu. Adora sarayı esasında devasa bir salondan ibaretti ve geniş bir maiyetin barınacağı şekilde yapılmamıştı. Elbette özel odaları, mutfağı, daha ufak kabul salonları ve ahırıyla her türlü ihtiyacı düşünülmüştü ama Akşehir'deki Altın saray kadar detaylı değildi hiçbir şey.

      Lilfa'nın teklifiyle Elvin ne kadar acıkmış olduğunun farkına vardı, Artık sabah tüm neşesiyle bu güneşli kış gününü aydınlatıyordu ve Ak Kraliçe ilk önce kahvaltı yapmak istediğini söyledi. "Ancak" diyerek Lilfa'yı durduran Elvin, "Kahvaltıdan önce büyük salonu görmek istiyorum" dedi.

      Lilfa "Emredersiniz Hanımım" diyerek onları büyük Salona götürdü. İki kanatlı beyaz abanozdan büyük bir kapıdan girilen geniş salon, akıllara durgunluk veren bir büyüklükteydi. Kare şeklindeki bu devasa odanın tavanı muazzam bir kubbeyle örtülüydü ve bu büyük kubbe binlerce ton ağırlığındaki mermer sütunların üzerine yerleştirilmişti. Tüm salon kubbeye yerleştirilmiş geniş pencerelerle aydınlatılıyordu. Pencereler o kadar genişti ki, insanda kubbenin yekpare camdan olduğu izlenimini uyandırıyordu. Ancak daha dikkatli bakıldığında, pencereler arasındaki ince çizgiler seçilebiliyordu. Tüm kubbe çelik bir ağ ile örülmüştü ve pencereler bu ağın içine yerleştirilmişti. Salonun zemini parlak mozaik taşlarından işlenmiş büyük bir Diyar haritasıyla doldurulmuştu. Harita o kadar detaylıydı ki, Elvin bir an kendisini bile haritada görebileceğini sandı. Haritanın yapımında en parlak kırmızılar, yeşiller, maviler ve kahverengiler kullanılmış, o dönemin büyük-küçük şehirleri, kasabaları, en ufak tepeleri akarsuları ve düzlükleri bile işlenmişti. Salonun sonunda, mücevherlerle süslenmiş, Akşehir'dekinin eşi olan taht Altın Kral ve Kraliçe için yapılmıştı. Tahtın arkasındaki duvarda ise Diyarın Büyük Savaşı tüm canlılığıyla resmedilmişti. Buradan bakıldığı zaman iki ordunun gerçekten savaştığı sanılabilirdi kolayca. Salonun diğer duvarları da büyük tablolarla süslenmişti. Tüm salon boyunca kenarlara yerleştirilmiş eski Büyük Kralların görkemli heykelleri, sarayın salonunu sanki canlıymış gibi gösteriyordu. Her bir kralın ismi ve yaptıkları heykelinin konduğu kaideye çivilenmiş altın bir levhaya yazılmıştı. Elvin Altın insanların ilk Kralı Argona'nın üç insan boyundaki heykeline hayranlıkla baktı. Elvin'in en büyük dedesi, uzun dalgalı saçları, gür sakalları ve saray cübbesiyle canlandırılmıştı. Elvin yüce Kralın doğrudan kendisine bakan gözlerinde gerçek bir sıcaklık olduğuna yemin edebilirdi ve dedesinin asil yüzünde şimdi bir gülümseme belirse hiç şaşırmayacaktı. Tüm haşmetiyle önünde duran Akşehir'in kurucusu, uzun cübbesinin önünde iki eliyle kabzasından kavradığı kılıcının ucunu yere koymuştu. Elvin bu heykelin resmini görmüştü ama gördüğü şey buradaki görkemi yansıtmaktan çok uzaktı. Atalarının taş suretleriyle yüzleşmek Elvin'e başka türlü bir inanç vermişti. Öyle ki kendini hiç olmadığı kadar güçlü hisseden Elvin, Lilfa'nın sofrasında aylardır benliğini kaplayan karamsarlıktan kurtulduğunu hissetti.

      Elvin için hazırlanan sofra oldukça tatmin ediciydi. Kızartılmış sosis ve sucuklar, soğan kekik, nar ekşisi ve baharatlarla başka bir lezzete bürünmüş yumurtalar, çeşit çeşit peynirler, reçeller, dilimlenmiş elma ve armutlar, kaynatılmış ballı süt ve fırından yeni çıkarılmış ekmekler.

      Maleya ve Lilfa sırayla söz alarak yapılan her şeyle ilgili tam bir rapor veriyorlardı. "Erzak depolama konusunda umduğumuzdan daha iyi durumdayız" diyen Maleya "Kalenin içinde de tarım yapma imkânımız var" diye eklemişti.

      "Bundan başka çok önemli bir keşfimiz oldu" diyen Lilfa, Elvin'in meraklı bakışı üzerine, "Bunu göstermemiz lazım Hanımım" diyerek sözlerini tamamlamıştı.

      Buldukları her ne ise Adora'nın yeni mimarları bundan memnun olmalıydılar. Elvin O kadar meraklanmıştı ki, planladığı gibi odasında bir süre dinlenmekten vazgeçti. Maleya izin isteyerek surdaki işlerine dönerken, Lilfa gidecekleri yerde korumaya ihtiyaçları olmayacağını söyledi. Elvin kadının laf olsun diye böyle bir mazeret öne sürdüğünü fark etmekte gecikmedi. Lilfa'nın göstereceği şeyin bir mahremiyeti olmalıydı.

      Adora Kalesi sırtını çok büyük bir kaya kütlesine dayamıştı. Ancak bu azametli kaya kütlesi şekillendirilmeye müsaitti. Bu nedenle kaya tabakası muntazam bir şekilde oyulmuş, adeta başka bir şehir de dağın içine yapılmıştı. Dar sokakları olan küçük mahallelerden oluşan Kayaşehir, üç kat halindeydi. Şehrin her üç katının da dış kısımları güneş alan evler olarak tasarlanmışken, daha iç kısımlar depolardan oluşuyordu. Lilfa kayalara muntazam şekilde oyulmuş bu depoların yaz kış değişmeyen sıcaklığı nedeniyle, sakladıkları şeyleri çok uzun süreler bozulmadan muhafaza ettiklerini söylemişti. Kayaşehir'in içi şu anda aydınlatılmıyordu ama, insanlar burada yaşamaya başladığında koridorları ve evleri aydınlatacak lambalar kullanılacaktı. Lilfa'nın taşıdığı ateş lambası, artık iyice kararan koridorlardaki tek ışık kaynağı haline gelmişti. Kaya koridorlar serindi ama Tanrı Dağının keskin kış ayazına göre ılık bile sayılabilirdi. Yaklaşık on adım genişliğindeki geçidin bu kısmında oldukça güçlü akan bir su sesi duyuluyordu. Taş zemini işaret eden Lilfa "Dağın içinden gelen kaynak suyu, koridorun altından geçip kale içine dökülüyor. Şaşılacak kadar yumuşak ve lezzetli bir su" diyerek gürültünün kaynağını açıkladı.

      Karanlığın derinliğine doğru ilerledikçe Elvin dağın kalbine doğru gittikleri hissine kapıldı. Lilfa ve Maleya bu derin karanlıkta ne bulmuşlardı?

      Lilfa durduğunda, Selbine de, Elvin de, dağın içerisinde ne kadar ilerlediklerini tahmin edemediler. Erzakla doldurulmuş depolar çok geride kalmıştı. Altın kadının bahsettiği kaynak suyu karanlığın içindeki meçhul bir yükseklikten dökülüyordu ve döküldüğü yerde geniş bir havuz oluşmuştu. Lilfa'nın taşıdığı lambanın zayıf ışığı, üzerlerindeki yüksek boşluğun tavanını aydınlatmak için yetersizdi.

      "Suyun döküldüğü nokta fazla yüksek değil ama bu kısımda tavan tahmininizden çok daha yukarıda, henüz sonunu bulamadık."

      Lilfa dosdoğru dökülen suyun arkasını gösteriyordu.

      "Şelaleni arkasında bir geçit daha var hanımım, millerce uzunlukta, yüklü bir katırın geçebileceği genişlikte mükemmel şekilde oyulmuş bir tünel."

      Lilfa ve Maleya'nın burada bulduğu şey bir tünel miydi? Nereye açıldığı belli olmayan bir geçit? Ama belki de tünelin sonu biliniyordu. Elvin soru dolu gözlerle Lilfa'ya baktı, cevap bekliyordu.

      "Tüneli araştırdık hanımım, yaklaşık yirmi mil uzunluğunda ve orman içinde korunaklı bir mağaraya açılıyor. Mağara ile tünel arasında karmaşık doğal bir labirent var. Derin çukurlar, dar geçitler ve onlarca karmaşık yol. Mağara keşfedilip labirente ulaşılsa bile, yabancı birinin bu tüneli bulması neredeyse imkânsız. Mağaranın bulunduğu ormanın ilerisi bize bağlı dağ köylerine, ufak kasabalara ve oradan da Sarin ülkesine çıkıyor."

      Lilfa gülümsedi, bu gülümsemede birçok şeyi birden çözmenin, Diyarın hanımına umduğundan fazlasını sunabilmenin verdiği keyifli bir memnuniyet vardı.

      "Adora kalesine yerleşmek zorunda kalırsak hanımım, bizi kimse buradan çıkaramaz, dilediğimiz kadar burada yaşayabiliriz."

      Elvin Akşehir'den yola çıkarken ne beklediğini, neyi görmek istediğini bilmiyordu ama Adora Kalesinde aradığından fazlasını bulmuştu. Artık Ketteza'ya dilediği cevabı verebilirdi. 

Продолжить чтение

Вам также понравится

3.9K 628 10
Doğmak, yaşamak ve ölmek... Aslında her canlının başından geçen üç temel olaydır. Kaderlerinde yazılanlardan sadece bu üç olay asla ama asla değiştir...
Mazinin Gölgesinde Amaya

Любовные романы

35.4K 1.9K 61
Çocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan s...
59.2K 3.2K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
62.5K 4.1K 35
|Hera'nın Kızı'nın ikinci kitabıdır.| Onun gözleri denizlerden daha mavi. Onun saçları güneşten daha sarı. Onun teni incilerden daha parlak. O, Apoll...