SIR MUHAFIZI-MAVİ

By TamKalgar

39.5K 3.7K 1.7K

Atmacanın karanlıkta kayboluşunu izleyen yabancı "Artık beyaz şahin için endişelenmemize gerek yok" dedikten... More

Giriş ve Bilgilendirme
HARİTA
Bölüm 1/Muhafız
Bölüm 2/Geçit Korucuları
Bölüm 3/Ulu Kral
Bölüm 4/Altın Kraliçe
Bölüm 5/Sır Muhafızı
Bölüm 6/Avcı
Bölüm 7/Huran Yaylaları
Bölüm 8/ Arkona
Bölüm 9/ Altın Kraliçe
Bölüm 10/ Yetim
Bölüm 11/ Sır Muhafızı
Bölüm 12/ Kara Prens
Bölüm 13/Kristal Taşıyıcısı
Bölüm 14-Yaver
Bölüm 15/Kırmızı Kristal
Bölüm 16/ Demir Kral
Bölüm 17/ Akşehir
Bölüm 18/ Balay Beyin Oğlu
Bölüm 19/Çırak
Bölüm 20/Pays
Bölüm 21/ Fedaibaşı
Bölüm 22/ İmparator
Bölüm 23/ Arkona Kralı
Bölüm 24/ Huranlı
Bölüm 25/ Karaderili
Bölüm 26/ Altın Kraliçe
Bölüm 27/ Yüzbaşı
Bölüm 28/Çırak
Bölüm 29/ Dur Şehri
Bölüm 30/ Ulu Kral
Bölüm 32/ Elvin
Bölüm 33/ Karaderili
Bölüm 34/ Çırak
Bölüm 35/ Kunawa
Bölüm 36/ Mahkum
Bölüm 37/ Avcı
Bölüm 38/Aybar
Bölüm 39/ Kara Prens
Bölüm 40/ Kraliçe
Bölüm 41/ İmparator
Bölüm 42/ Sır Muhafızları
Bölüm 43/ Kale Lordu
Bölüm 44/ Çırak
Bölüm 45/Demir Kral
Bölüm 46/Kara Prens
Bölüm 47/Arkona Kralı
Bölüm 48/Kara Orman
Bölüm 49/Hisar Muhafızı
Bölüm 50/Altın Kraliçe
Bölüm 51/Huran Hanı
Bölüm 52/ Tam Kalgar
Bölüm 53/Aybar
Bölüm 54/Çırak
Bölüm 55/Dur Şehri
Bölüm 56/ Altın Kraliçe
YENİ KİTAP

Bölüm 31/ Mahkum

446 52 31
By TamKalgar

Bölüm 31

TAŞ ZİNDAN/ Mahkûm

      Birbirine yakın duvarların içi soğuk ve karanlıktı. Zindanın dökme demir kapısının altından süzülen soluk ışık neredeyse gölge yaratamayacak kadar hafifti. Belli belirsiz oynaşan silik gölgelerden ışığın kaynağının bir meşale olduğunu tahmin eden genç mahkûm ayağındaki ağır pranganın zincirini bir kez daha yokladı. Üç gün önce buraya getirildiğinde akşam vaktiydi ve o zamandan bu yana gün ışığı görmemişti. Zaten ne ışıkla ne de çevresinde olanlarla ilgilenecek durumda değildi. Bu karalık hücreye kapatıldıktan sonra, kendini bilmediği bir zaman boyunca düşündüğü tek şey amcasıydı. Soylu Koru Beyin kana bulanmış cesedi genç adamın gözlerinin önünden gitmiyordu. Bu kendinden geçmiş zamansız, mekansız bekleyiş karanlık koridorlarda duyulan ayak seslerine kadar devam etti. Sesi duyulan çizmelerin meçhul sahibi hücrenin önünde durmuş, kapının altından bir tas su ile içinde kızarmış et bulunan demir bir tabağı zindandan içeri itmişti. Hiç konuşmayan meçhul adam, geldiği gibi telaşsız adımlarla koridorun derin uzunluğu boyunca uzaklaşmıştı.

      Aybar ancak o zaman ayağa kalkmış ve içinde bulunduğu karanlık odayı elleriyle yoklayarak tanımaya çalışmıştı. Hücresi taş duvarlardan yapılmıştı ve buz gibi soğuktu. Odanın kapıya uzak köşesinde, taş zemine bir oluk kazınmıştı ve oluğun sonunda duvarın dibinde yumruk genişliğinde bir delik vardı. Hücrenin soğuk havasını ağırlaştıran rutubetle karışık idrar ve dışkı kokusu bu delikten geliyordu. Hücre ve koridorlar daima sessizdi. Nadiren çok uzaklardan metal bir kapının açılıp kapanmasının yankılanan sesi geliyordu.

      Aybar ne Togu Hanın kendisini neden öldürmediğini, ne de Prenses Hilio'nun üzerine saldıran nöbetçileri hangi maksatla engellediğini bilmiyordu. Ancak bir süre sağ kalması gerektiğini anlayabilmişti. Ya kendisinden bir şeyler öğrenmek istiyorlardı, ya da birilerini, bir şeyleri bekliyorlardı. Aybar üç ihtimalin birlikte olabileceğini de düşündü. Zindana getirilirken adeta sürüklenmesi sayılmazsa, kimse onu hırpalamamıştı da üstelik. Aybar elinde olmadan boynundaki siyah taşı yokladı, kristal yerindeydi. Silahları dışındaki şahsi eşyalarının hiçbirine ilişmemişlerdi. Boynundaki mücevhere dokunana kadar Aybar taşın varlığını unutmuştu. Kim bilir belki de siyah kristal kendini hatırlatmak zahmeti duymamıştı. Balay Beyin oğlu parmaklarının ucundaki taşın soğukluğundan başka bir şey hissedemedi. Hücresinde geçirdiği karanlık üç gün boyunca da, siyah kristal taş duvarların soğuk suskunluğuna uymuştu.

      Hücrenin uzak köşesinden gelen belli belirsiz ayak sesleri odasını paylaştığı farelerin tuvalet deliğinden çıktığının habercisiydi. Günde bir defa verilen yemeğin ne zaman dağıtılacağını en iyi onlar biliyordu. Aybar kemirgenlerin tabakta arta kalanları yağmalamalarına ses çıkarmıyordu. Fareler ilk gün hücrenin sahibine karşı temkinli yaklaşsalar da sonradan bu yeni canlıyı kanıksamış gibiydiler.

      Deri çizmelerin koridor boyu yankılanan yumuşak sürtünüşünü duyduğunda Aybar gardiyanının adımlarını saymaya başladı. Giderek daha kolay seçilen adımlar uzun bir koridor boyunca devam ediyordu. Huranlı mahkûm çizmelerin kuzu derisinden olduğunu anlayabilmişti. Diyarda, en azından Diyarın bu tarafında, sadece bozkır insanları kuzu derisi çizmeler giyerdi. "Gardiyanım Huranlı" diye düşünen Aybar, saydığı adımları kabaca hesapladığında,  koridorun en az yetmiş adım olduğunu anlamıştı. Bu uzun koridor boyunca kalan tek mahkûm da kendisi olmalıydı. Birbirinden karanlık günler ve geceler boyunca bu ayak seslerinden başka hiçbir insan sesi duymadığı gibi, günlük yemek getirilen yegâne mahkûm da Aybar'dı.

      Yaklaşan adımlar tam Huranlı gencin kapısının önünde durdu. Ancak her zaman olduğu gibi bu sefer kapının altından sürülen metal tabakların yerine, önce kalabalık bir anahtar demetinin şıngırtılı salınışı, ardından da demir kapının paslı kilidinde dönen anahtarın koridor boyu yankılanan sesi duyuldu.

      Tek mahkûmlu zindanın gardiyanı kalın kemerinden taşan yağlı göbeğinin daha çok heybet kattığı devasa cüssesiyle ilk defa Balay Beyin oğluna göründü. Kırklarında gösteren adamın kazınmış kafasından beline doğru sarkan bir tutam saç, yağlanmış bir keçelikte örülüp kendi haline bırakılmıştı. Gardiyanın gür sakallarının gizlediği yüzünü ve ağzını, hele ki koridordan hücreye yayılan loş ışıkta görmek mümkün değildi. Aybar adamın rutubetle ekşimiş kokusunu hücrenin en uzak köşesinden bile duydu. Dev gardiyan elindeki tepsiyi yere bıraktıktan sonra koridorun duvarlarına asılmış bir meşaleyi yerinden çıkarıp hücrenin taş duvarlarındaki paslanmış demir bir halkanın içine yerleştirdi. Huranlının günlerdir ışık görmeyen gözleri ateşin canlı parlaklığıyla kamaştı.

      "Yemeğini ye Sagu Beyin torunu, birazdan misafirin gelecek."

      Gardiyan sanki cevap bekler gibi kısa bir an durduktan sonra başka bir şey söylemeden hücreden çıkıp dökme demir kapıyı kilitledi. Yıpranmış kuzu derisinden çizmeler telaşsız ama yere sağlam basan adımlarla uzaklaştı.

      Aybar ancak ayak seslerinin duyulmaz olmasından sonra günlerdir ilk defa aydınlatılmış hücresinde yemek tepsisine yanaştı. Anlaşılan gardiyanları bu gün mahkûmlarına ziyafet vermek niyetindeydi. Tahta tepsiye her zamanki gibi kızarmış et ve su dışında, dumanı bile insanın iştahını kabartan bir tavuk çorbasıyla fırınlanıp şerbetlenmiş elma tatlısı da eklenmişti. Üzeri susamla bezenmiş ekmekten yayılan sıcaklık sanki soğuk duvarları bile ısıtmıştı. Acıktığını fark eden Balay Beyin oğlu, muhtemelen misafiri şerefine daha bir özenilmiş olan yemeğini hızlı lokmalarla yedi. Esasen yemeğin güzelliğiyle hiç ilgilenmiyordu ancak ne olursa olsun hücresinde güçlü kalmalıydı. Kısa bir an ziyaretçi olarak kimin geleceğini düşünen Aybar, önüne konulan yemeğin özeninden, gelenin üst tabakadan biri olacağını tahmin etti. Belki Vezir Toyunuk, belki Togu Han belki de kim bilir Prenses Hilio, ama ne önemi vardı ki?

      Her defasında daha bir cüretkâr olan fareler Aybar'a hiç aldırmadan ekmeği kemirmeye çalışıyorlardı. Huranlı arsız ortaklarına kayıtsız kalıp bu minik talana izin verdi. Karnı doyan mahkûm duvardaki meşaleye yaklaşıp ellerini ateşe uzattığında zindanın soğukluğunu daha derin bir şekilde hissetti. Aybar ayağındaki kalın zincire bağlı küre şeklindeki demir prangayı sürüyerek iyice ateşe yaklaştı. Küçük meşalenin cimri sıcaklığı çok azdı ama yine de sıcaklıktı işte.

      Uzaklardaki demir kapının tekrar açıldığını duyduğunda, Aybar aradan ne kadar zaman geçtiğini tahmin edemedi. Belki bir saat, belki daha fazla, belki de on dakika. Zaman küçük taş hücrede çok da anlamlı değildi. Koridordan gelen gürültülü sesler bu sefer birçok ayağın marifetiydi. Aybar yumuşak kuzu derisi çizmelere eşlik eden demir topuklu sert Tar çizmelerini duyabiliyordu. Ancak bunlardan başka, sanki yalın ayakmışçasına sessizce ilerleyen, kuş tüyünden hafif adımlar da vardı, bir kadının adımları.

      Kalabalık adımlar Aybar'ın kapısının önünde durduğunda, hücrenin dökme demir kapısı paslanmışlığına küfür eden gıcırtılarla bir kez daha açıldı. Tepeden tırnağa silahlı Tar Muhafızları bir anda taş hücreyi doldurup Aybar'ın üzerine çullandılar. Güçlü eller onu duvara sürükleyip ellerini duvardaki halkalara zincirlerken, Aybar hiç direnç göstermedi. Muhafızlar işlerini yaparken, kapıyı neredeyse tamamen kaplayan dev zindancı ifadesiz bir yüzle olanları seyretmekle yetindi. Aybar'ı zincirleyen Tar askerleri duvarın iki yanına geçip sıralanırken, zindancı kapıdan ayrılarak koridorda beklemeye başladı.

      Gardiyanın boşalttığı kapıdan içeri giren Prenses Hilio'dan başkası değildi. Prensesin tüm bedenini örten kırmızı pelerin bile kadının zarafetini gizleyemiyordu. Pelerini tamamlayan kukuletası genç Prensesin güzel yüzünü saklasa da, daha koridorun sessiz uzaklığındaki diğer kapı açıldığı an, boynundaki kristal onun ismini fısıldamıştı. "Hilio!"

      Koru Beyin ölümüyle sessizliğe gömülen siyah kristalin varlığını tekrar ruhunda hissetmek Aybar'ın içini umutla doldurdu. Belki de Kristal hiç susmamıştı ancak Aybar onu duymayı reddetmişti. Amcasının öldürüldüğü an günlerdir gözünün önünden gitmeyen Huranlı, ancak o zaman ikinci ihtimalin doğru olduğunun farkına vardı, kristal onu hiç terk etmemişti.

      Prenses kukuletasını açıp güzel yüzünü gösterdikten sonra kısa bir süre Aybar'ı süzdü. Gördüğü manzaradan memnun muydu yoksa başka bir şey mi istiyordu bunu Hilio'nun bakışlarından anlamak mümkün değildi. Prenses Aybar'ın bildiği Huran kızlarından çok farklıydı. Bozkırın güçlü yapılı kızlarına karşın Togu Han'ın karısı oldukça narindi. Han Hatununun teni sanki tek bir gün yüzü görmemişçesine beyazdı ve iri siyah gözleriyle Aybar'ın hiç görmediği allıktaki dudakları, bu beyaz tende mücevher gibi parlıyordu. Pelerinin geniş kol yeninden görünen narin elleri kusursuz bir güzellikteydi. Aybar'ın Prensesle kıyaslayabileceği tek kız Nola'ydı ancak, gözlerindeki hüzne rağmen her zaman gülümseyebilen kızıl saçlı sır muhafızı bile, karşısında duran Hilio'nun yanında sönük kalırdı.

      Prenses Aybar'ı iyice süzdükten sonra askerlerine dönerek, "Beni burada Aybar Beyle yalnız bırakın, şu pis zindancıyı da alıp koridorun dışına çıkın" dedi.

      Hilio tekrar Aybar'a dönerken "Ben sizi çağırırım" diye ekledi.

      Muhafızlar hızlı adımlarla uzaklaşırken Aybar hücresindeki meşalelerin sayısının artmış olduğunu fark etti. Duvardaki diğer meşale halkaları da doldurulmuştu. Prenses Hilio artık iyice aydınlanmış olan hücrenin kenarını, köşesini inceledikten sonra duvara zincirlenmiş mahkûma döndü.

      "Huran tahtının varislerinden biri için bu pis hücre hiç de uygun değil Aybar Bey."

      Hilio'nun narin görüntüsünden beklenmeyecek kadar güçlü sesi, sanki gerçekten Aybar'ın haline hayıflanıyor gibiydi. Huranlı Prensese cevap vermemeyi tercih ederek gözlerini bok çukuruna açılan küçük deliğe çevirdi.

      Hilio genç mahkûma iyice yaklaşıp çenesinden tutarak Aybar'ın yüzünü nazikçe kendisine çevirdi. İster istemez içinden "çok cesur" diye geçiren Balay Beyin oğlu, "Özgürlüğünü elinden aldığınız bir adama bu kadar yaklaşmak sizin için tehlikeli olabilir Prenses" dedi.

      Hilio bu tehditten hiç etkilenmemiş gibiydi. Güzel yüzünü daha bir aydınlatan hoş bir gülümsemeyle parmaklarının ucunda yükselen Prenses, Aybar'ı öptükten sonra bir adım geri çekildi.

      "Bu kadar güzel bir delikanlının ölmek zorunda olması gerçek bir ziyan olacak."

      Aybar kadının hoş kokusunun ciğerlerine dolmasına engel olamazken, prensesi öldürmek fikri çok daha cazip gelmeye başladı. Muhafızlar ellerini zincirlemiş olsalar da ayakları serbestti ve Togu Hanı çığırından çıkaran, amcası Koru'yu Han çadırında kılıçtan geçirten bu şeytan kadını oracıkta öldürmek Aybar için hiç zor değildi.

      "Cesaretime gelince Aybar Bey, beni öldüremeyeceğini biliyorum, töreleriniz buna engel. Sizi sandığından çok daha iyi tanıyorum. Senin ölüm fermanını imzalayacak bile olsa Togu Hanın karısını burada, bu pis hücrede onursuzca öldüremezsin."

      Aybar Prensesin söylediklerinin doğru olduğunu biliyordu. Öyle olmasa bile içinden bir ses onu şimdi öldürmesinin yarardan çok zarar getireceğini söylüyordu. Aybar Prensesin planladığı her ne ise, onun oyununa katılmaya karar verdi.

      "Töreleri kendi eliyle hiçe sayan Togu Han için ben neden törelere uyayım Prenses? Üstelik koca bir Kazal Boyunun yiğit beyini böylesine kalleşçe katletmişken?"

      Aybar kısa bir an sustuktan sonra dudaklarına aldırmaz bir gülümseme yerleştirip "Hem benim durumumda, belki de akşamdan sabaha idam edilecek biri için senin gibi bir şeytanı da yanımda götürmek çok cazip geliyor" diye ekledi.

      Aybar'ın sözleri Tar Prensesini sadece daha çok gülümsetti. Zincirlenmiş mahkûma iyice sokulan genç kadın "Bu oyunu benimle oynayamazsın Huranlı, sen bana ölüm vadedemezsin ama ben sana yaşam vadedebilirim" dedi.

      Pazarlık?

      Aybar gerçekten merak etti, prensesin kendisinde istediği ne olabilirdi ki? Yaşaması, sadece yaşıyor olması bile Tar Prensesi için en büyük tehlikeydi. Ancak Aybar tüm merakına rağmen sessiz kaldı, Hilio doğru söylüyordu, kinayeli sözler, laf cambazlıkları, bunlar hep Tar işiydi ve Hilio'nun eline kimse bu konularda su dökemezdi. Balay Beyin oğlu artık gülümsemiyordu.

      "Yaşam da ölüm de Gök Tanrının elindedir Prenses, ölüm veya yaşam senin elinle de gelse Ondandır. Ancak ben senin elinle gelecek yaşama hevesli değilim. Neden buradasın, ne istiyorsun sen onu söyle?"

      Prensesin azalmayan gülümsemesi yerini hesabını kitabını yapmış bir kararlılığın hissizliğine bıraktı. Hilio'nun beklediği, Aybar'dan almak istediği bir şey vardı ve umduğu, beklediği her ne ise çok önemli olmalıydı. Belki de az önceki ziyafet bir tür rüşvetti kim bilir? Aybar'dan uzaklaşan Hilio genç Huranlıya arkasını dönerek konuşmaya başladı.

      "Senin baban, Balay Bey öldürüldüğünde Aybar Bey, kayınpederim Cagan Han tüm hışmıyla Tar Diyarını alt üst etti. Siz Huranlılar göründüğünüz kadar aptal olmadınız hiçbir zaman. Huran Hanları ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, koca Tar Ülkesini ele geçirmek istemediler, istedikleri en fazla bizim zenginliklerimiz oldu. Her Tar Kralının düşünmek zorunda olduğu ilk şey, Huran akınlarından ülkesini korumak olmuştur. Her Tar hükümdarının en büyük amacı da, Huran korkusunu ebediyen bertaraf etmektir. Diyara hükmetmek isteyen hiçbir kuvvet yanı başında sizin kadar güçlü bir düşman istemez."

      Prenses konuşmasına devam etmeden önce derin bir nefes aldı. Aybar entrikalarını, insanın kanını zehirleyen güzelliğini ve Togu Hanı Togu hanlıktan çıkaran şeytanlığını duyarak büyüdüğü bu zeki ve güçlü kadının, belki de en yalın haliyle karşısında durduğunu hissetti. Prenses konuşmaya devam etmeden önce omuzunun üzerinden bir kez daha Aybar'a baktı.

      "Cagan Han tüm ordularımızı dağıtıp geçtiği her şehri yıktıktan sonra, kadim başkentimiz Pikka'yı da yerle bir ederek, aygırının üzerinde büyük sarayın içine kadar girdi. Babam İmparator Tayak, o gün Cagan Hanın çizmelerinin altını öperek af dilemek zorunda kaldı. Ancak o anda bile babam bir şekilde intikamını almanın planlarını yapıyordu, başardı da. Onun intikam planları ben ve ablamdı."

      Prenses tekrar Aybar'a dönüp devam etti.

      "Babamla birlikte ben de o gün sizden intikam almaya yemin ettim. Cagan Hanı da, diğer oğullarını da, hatta Dur şehrinde ve diğer boylarda bana engel olabilecek kim varsa hepsini öldürttüm. Oğlum tahta geçtiğinde artık Tar ülkesi için Huran diye bir tehdit de kalmayacak, ancak bütün bunlardan şimdi, senin bir sözünle vazgeçebilirim."

      Prenses Aybar'ın hemen önünde durup sustuğunda Huranlı gerçek bir şaşkınlık içerisindeydi. Nasıl bir söz bunca koyulaşmış bir kini ve neredeyse sonu gelmiş bir intikamı sona erdirecekti ki?

      "Beni şaşırtıyorsunuz Prenses, sizinle benim aramda nasıl bir alış veriş olabilir, bu da başka türlü bir oyun mu?"

      Hilio pelerininin kukuletasını çıkarırken bir kez daha gülümsedi. Serbest kalan siyah saçlar göz alıcı bir parlaklıkla kırmızı pelerinin üzerinden prensesin omuzlarına yayıldı.

      "Bu oyun değil Aybar Bey, eğer oyunsa da, oynanabilecek en büyük oyun. Seni almaya geliyorlar, en fazla üç gün sonra burada olacaklar ve seni götürecekler, onların elinden kimse seni alamaz ama teklifimi kabul edersen ben seni kurtarabilirim."

      Aybar bu gizemli kadını anlayamıyordu. Zaten istediği her şeyi elde etmişti ve Balay Beyin oğlundan kurtulmak zaferini kesinleştirecekti, böyleyken neden onu kurtarmak istesindi ki?

      "Beni kim almaya geliyor?"

      "Ulu Kral Korlan'ın fedaileri Tarin'den yola çıktılar, sizi Tammu'ya götürecek olan ok gemisi Dur Limanına geldi bile."

      Huranlı için fedailerin geliyor olması çok sürpriz sayılmazdı ancak Togu Han'ın, bir beyinin ölümden dolayı koca bir ülkeyi yakıp yıkan Cagan Hanın oğlunun, kendisini, bir Huranlıyı, Tammu Fedailerine teslim etmeyi kabul etmesi gerçek bir acıydı. Aybar kalbinde duyduğu kederle konuşmak bile istemedi. Ancak yine de Hilio'ya sorması gerekiyordu.

      "Baban Tammu'nun dostuyken sen neden beni kurtarmak istiyorsun Prenses? Benden kurtulmak daha çok işine yaramaz mı? Beni kurtarmak sana ne kazandıracak?"

      Tar Prensesi sanki planladığı her ne ise onun can alıcı noktasına gelmiş gibiydi. Buna rağmen Hilio hiç acele etmedi. Aybar kadının Tanrı vergisi güzelliğinin yanı sıra cesaretini ve zekâsını gözleriyle görmüştü. Şimdi ise sabrının da hakkını vermek zorundaydı. Bir kez daha derin bir nefes alan Prenses, Aybar'ın hiç beklemediği bir noktadan başlayarak kafasındakileri anlatmaya başladı.

      "Babam Tayak Cagan Hanın önünde diz çökmek zorunda kalsa da, ruhu asla boyun eğmemişti. Cagan Han veya başka bir Huranlı alt edilmesi mümkün bir düşmandan başka bir şey değildi bizim için. Ancak Aybar Bey, ben babamın gerçek boyun eğişini Cagan Han karşısında değil, Tammu'nun soluk yüzlü fedailerinin önünde gördüm. Üstelik bu sadece bir boyun eğiş değil, insanın tüm benliğini sarmış bir korkuydu. Diyar üzerinde hiçbir güç babamda bu korkuyu yaratamazdı. Onları ilk gördüğümde henüz on dört yaşındaydım, seni ve anneni öldürmek için gelmişlerdi. Bunun için Huran içlerine baskın yapılması gerekiyordu ve bu baskın bizim için intihara yakın bir şeydi ancak babam İmparator Tayak onlara tereddütsüz itaat etti. Üstelik öldürmek istedikleri sen ve annenin gerçekten aradıkları kişi olup olmadıklarından bile emin değillerdi, sadece bir ihtimali ortadan kaldıracaklardı."

      Hilio sustu, sanki o günleri yeniden yaşıyormuş gibiydi. Aybar Hilio'nun anlattığı her şeyin zihninde görüntüsüyle, sesiyle, kanıyla canıyla gerçeğe büründüğünü fark ettiğinde prenses anlatmaya devam ediyordu.

      "Barbar Huranlılardan bile çekinmeyen babamı böylesine titreten bu adamlardan ben de korktum açıkçası. Bu güne kadar da korktuğum çekindiğim tek güç Tammu'nun kara gücü oldu. Çünkü onları alt edebilecek hiç kimse, hiçbir şey yoktu. Ama işte bu büyük kudret de bir şeylerden, Diyar'ın büyük kehanetini gerçekleştirecek doğmamış bir bebekten korkuyor, çekiniyordu. Ancak seni uzaktan inceleyen üstatlarımız kehanetteki çocuğun sen olmadığına karar verdiler. Olması gereken bazı belirtiler kesinlikle sende yoktu. Bu hüküm belki de senin bu güne kadar hayatta kalmana sebep oldu."

      Aybar zihninde Hilio'nun hikâyesinin canlanmış görüntüsüyle prensesi dinlemeye devam ediyordu.

      "Ancak sen Kehanetteki çocuk olmasan bile sıradan bir Huranlı hiç değildin. Büyüdüğün her günle birlikte sana olan sevgi ve bağlılık da seninle birlikte büyüdü. Kimselerin boyun eğdiremeyeceği o muhteşem aygırı dize getirdiğinde senin benim için en büyük tehlike olduğunu anlamıştım."

      Hilio elinde olmadan güldü.

      "Belki bilmek istersin, atını hiç kimse durduramıyor. Daha seni tutukladığımız an bulunduğu ahırı darmadağın edip şehrin dışına çıkmış. Taş duvarların etrafında öfkeli bir bela olarak dolaşıyor ve kimse yanına yaklaşamıyor."

      Aybar Asar'ın iyi olduğunu biliyordu. Dahası bir şekilde mutlaka kendisine ulaşmaya çalışacaktı, eğer zamanında haber alırlarsa, Tam Kalgar ve Usta Muramba da boş durmayacaklardı. Ancak yeterli zamanı var mıydı? Bundan emin değildi. Düşündüklerini prensesten gizleyen Aybar halen kadının neden kendisini kurtarmak istediğini anlayamamıştı.

      "Bütün bunları neden anlatıyorsunuz Prenses, sanırım ben pek de dertleşmek isteyeceğiniz kişilerden sayılmam değil mi?"

      Prenses Aybar'ın alayına hiç takılmadı, beyaz yüzünü pembeleştiren hafif bir tebessümle Huranlının iğnelemesinin üzerine gitti.

      "Belki de bu konuda yanılıyorsundur Balay Beyin oğlu, belki de sadece seninle dertleşmek istiyorumdur. Ama haklısın, bunları sana dertleşmek için anlatmıyorum. Seni neden kurtarmak istediğimi soruyorsun bana. Çünkü sen Kehanette bahsedilen mavi gözlü çocuksun ve diyar üzerinde Tammu'nun korktuğu tek şeysin, kehanet gerçekleşirse Tammu'yu dize getirecek olan Altın kralsın. Ben Cagan Handan intikam almaya yemin ettim, ama eğer Tammu'yu dize getirecek bir güç varsa, seve seve intikamımdan vazgeçip düşmanımla dost olurum. İmparator babamın içindeki korkuyu oğullarımın gözlerinde görmek istemiyorum. O yüzden seni kurtarabilirim, eğer sen de bunun karşılığını verirsen elbette."

      Her şeyin bir bedeli vardır.

      Aybar hücresine girdiği ilk andan bu yana prensesin bir şeyin peşinde olduğunu anlamış ancak bunun ne olduğunu bir türlü çıkaramamıştı. Aslında şimdi bile Prensesin tam olarak ne istediğini bilmiyordu. Bildiği tek şey, Hilio'nun yapmasını istediği her ne ise, bunun Aybar'ın hiç hoşuna gitmeyeceğiydi.

      Aybar taş duvarlara yerleştirilmiş meşalelerin titrek gölgelerine baktı. Tarlı falcıların gölge falına baktıkları söylenirdi. İçinde bulundukları anın falına bakılsa kim bilir neler söylenirdi ama Aybar falcılara inanamazdı. Hemen bir adım önünde duran prensesin gözlerine bakan Huranlı, büyük siyah pırıltılardan başka bir şey göremedi. Sıkıntıyla iç çeken Aybar yarı bıkkın bir şekilde "Benden tam olarak ne istiyorsunuz Prenses?" diye sordu.

      Konuşmak için ısrarla Aybar'ın sorusunu bekleyen Togu Han'ın karısının yüzündeki tebessüm zenginleşti.

      "Bana bir söz vermeni istiyorum Aybar Bey, eğer seni kurtarırsam benimle evleneceksin ve ömür boyu benimle evli kalacaksın."

      Aybar güldü, ilkin küçük bir tebessümle başlayan gülüşü sonradan ağız dolusu bir kahkahaya dönüştü. Balay Beyin oğlu uzun zamandır kahkaha atmadığını fark etti.

      "Benimle eğleniyor musun Prenses? Bu nasıl bir istektir? Bu kadar anlattığın şeyde bunun yeri nedir?"

      Hilio Aybar'ın kahkahasına hiç bozulmamış gibiydi, sabırla genç mahkûmun susmasını bekledi. Aybar aslında Prensesin niyetini anlamıştı ancak samimiyetini ölçemiyordu. Togu Han Huran diyarının anahtarıydı ama Aybar prenses için çok daha büyük bir gücün yolunu açıyordu. Kahkahası dinen Aybar bu sefer yarı öfkeli yarı alaycı bir şekilde "Togu Hanı ben mi öldüreceğim yoksa onu da mı sen halledeceksin Prenses?" diye sordu.

      Hilio Huranlının kahkahası gibi alayına, öfkesine de aldırmadı. Belli ki Prenses çok önceden hesabını yapmıştı. Nitekim artık gülümsemeyen Hilio, en sakin haliyle konuşmaya başladı.

      "Beni çok hafife alıyorsun Aybar Bey. Ben sana sadece hayatını değil, Huran'ın geleceğini ve gerçek bir mutluluğu vadediyorum. Togu Hanı öldürecek değilim, bunu sana teklif bile edemeyeceğimi bilecek kadar yaşadım aranızda. Sen onu savaş meydanında yeneceksin, ya da kendiliğinden sana boyun eğecek. Ben ancak Tar ordusunun yardımını esirgeyebilirim o kadar. Bunca yıl gördüğüm, tanıdığım Huran halkı, eğer sağ kalırsan senin ardından gelecektir, Togu Hanı düşünmüyorum ben."

      Samimi bir şekilde iç çeken Hilio sıkıntıyla devam etti.

      "Sana anlattım Aybar Bey, Tammu karşısında ne Tar'ın, ne de Huran'ın hiçbir şansı yok. Onları durduracak tek güç sensin ve ben bu gücün ne yok olmasını ne de karşımda olmasını istiyorum. Bana güvenmediğinin farkındayım ama ben sana güveniyorum, sadece söz vermen yeterli, seni kurtaracağım. İnanıyorum ki sen de zamanla bana güveneceksin."

      Kendinden emin bir şekilde gülümseyen Prenses "Seni temin ederim" diye ekledi.

      Aybar gözlerini kapadı. Prensesin sözleri beyninde yankılanırken içindeki sese kulak verdi. Hilio'nun samimiyetinden şüphesi yoktu, ne söylerse yapacaktı ama doğru olan yol bu muydu? Siyah Kristal bu konuda sessiz kaldı. O zaman Usta Muramba'nın sözleri bir fısıltı gibi kulaklarını doldurdu. "Doğru görünen yanlış, yanlış görünen doğru olabilir Balay Beyin oğlu, eğer karar veremiyorsan içindeki hisse güven, onun peşinden git. Yine de yolunu bulamıyorsan evet de. Son noktada evet demek hayır demekten iyidir hep." Aybar buna rağmen bu teklifi hemen kabul edemezdi.

      "Eğer teklifini kabul edersem, beni hemen kurtaracak mısın?"

      Aybar Prensesin gözlerinde ufak bir umut parıltısı gördüğünde, teklifinin kabul edilmesi konusunda aslında onun da çok ümitli olmadığını anladı. Aybar'ı ikna etmek için tüm hünerini göstermek zorunda kalmış olmalıydı ve bu çok da kolay olmamış gibiydi.

      "Seni buradan kurtaramam Aybar Bey, bu zindanlardan kaçış imkânsızdır. Zindancıların hepsi Huranlı ve ben onların birçoğunu satın alamam. Ancak seni ne pahasına olursa olsun Tammu Fedailerinin elinden kurtarırım, buna gücüm var."

      Hilio susmuştu ve cevap bekliyordu. Huranlı en doğru olanın son ana kadar beklemek olduğuna karar verirken "Teklifini düşüneceğim Prenses, bana zaman ver" dedi.

      Bir parça hayal kırıklığına uğrayan Hilio hafifçe dudaklarını ısırdıktan sonra "Buraya bir kere daha gelmem mümkün değil Aybar Bey, şimdi bile büyük risk aldım. Bir kereliğine seni ziyaretimi açıklayabilirim ama ikincisi için bir mazeretim yok, bana hemen cevap vermek zorundasın" dedi.

      Balay Beyin oğlu Hilio'nun haklı olduğunu biliyordu ve aslında teklifini kabul edecekti, ancak yine de beklemek istiyordu, son ana kadar beklemek.

      "Kara fedailer beni teslim alırlarken sana kararımı bildiririm, bir şekilde kararımı öğreneceğinden eminim."         

      Hilio bir süre sessizce bekledikten sonra "Öyle olsun Aybar Bey" dedi. Kırmızı pelerinin kukuletasını tekrar başına geçiren Hilio, kapısına kadar yürüdüğü hücreden çıkmadan önce son bir kez Huranlıya bakıp gülümsedi. Tar Prensesisin mücevherler kadar parlak siyah gözleri umut doluydu.

Continue Reading

You'll Also Like

35.4K 1.9K 61
Çocuk olmak yerine anne olmuş bir kadın, annesiyle arasında sadece on üç yaş olan ve bu yüzden çocukluğu cehennem gibi geçen, kendini yabancılardan s...
202K 15.2K 20
Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düş...
9.7K 2.1K 64
Doğmaması gereken maskelerin ardında saklanan bir prenses, yalnız bir prens, olmaması gereken bir savaş, imkansız bir aşk, ihanet, intikam, büyük bi...
111K 455 22
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.+18 okuması geçerlidir.Tüm bölümler +18 değildir.