SIR MUHAFIZI-MAVİ

By TamKalgar

39.5K 3.7K 1.7K

Atmacanın karanlıkta kayboluşunu izleyen yabancı "Artık beyaz şahin için endişelenmemize gerek yok" dedikten... More

Giriş ve Bilgilendirme
HARİTA
Bölüm 1/Muhafız
Bölüm 2/Geçit Korucuları
Bölüm 3/Ulu Kral
Bölüm 4/Altın Kraliçe
Bölüm 5/Sır Muhafızı
Bölüm 6/Avcı
Bölüm 7/Huran Yaylaları
Bölüm 8/ Arkona
Bölüm 9/ Altın Kraliçe
Bölüm 10/ Yetim
Bölüm 11/ Sır Muhafızı
Bölüm 12/ Kara Prens
Bölüm 13/Kristal Taşıyıcısı
Bölüm 14-Yaver
Bölüm 15/Kırmızı Kristal
Bölüm 16/ Demir Kral
Bölüm 17/ Akşehir
Bölüm 18/ Balay Beyin Oğlu
Bölüm 19/Çırak
Bölüm 20/Pays
Bölüm 21/ Fedaibaşı
Bölüm 22/ İmparator
Bölüm 23/ Arkona Kralı
Bölüm 24/ Huranlı
Bölüm 25/ Karaderili
Bölüm 27/ Yüzbaşı
Bölüm 28/Çırak
Bölüm 29/ Dur Şehri
Bölüm 30/ Ulu Kral
Bölüm 31/ Mahkum
Bölüm 32/ Elvin
Bölüm 33/ Karaderili
Bölüm 34/ Çırak
Bölüm 35/ Kunawa
Bölüm 36/ Mahkum
Bölüm 37/ Avcı
Bölüm 38/Aybar
Bölüm 39/ Kara Prens
Bölüm 40/ Kraliçe
Bölüm 41/ İmparator
Bölüm 42/ Sır Muhafızları
Bölüm 43/ Kale Lordu
Bölüm 44/ Çırak
Bölüm 45/Demir Kral
Bölüm 46/Kara Prens
Bölüm 47/Arkona Kralı
Bölüm 48/Kara Orman
Bölüm 49/Hisar Muhafızı
Bölüm 50/Altın Kraliçe
Bölüm 51/Huran Hanı
Bölüm 52/ Tam Kalgar
Bölüm 53/Aybar
Bölüm 54/Çırak
Bölüm 55/Dur Şehri
Bölüm 56/ Altın Kraliçe
YENİ KİTAP

Bölüm 26/ Altın Kraliçe

506 50 21
By TamKalgar

Bölüm 26

AKŞEHİR/ Altın Kraliçe

      Beyaz taşlardan örülmüş yüksek hisarlar Elvin'in oturduğu yaşlı çınar ağacının altından bile görünüyordu. Kraliçe, kulelerde dalgalanan altın ve beyaz renkli bayrakların süzülüşünü güçlükle seçebiliyordu. Oysa Akşehir'in bayrakları çok büyüktü. Henüz kar düşmemiş olsa da soğumuş olan kısa günler yüzünden olsa gerek, Huran kırması beyaz aygırı Ninne su içmek için gölete yanaşmamıştı. Artık sararmaya başlamış otlar göletin çevresine hüzünlü bir hava veriyordu. Bir çift kumrunun gölün kenarından sırayla su içmesi Elvin'i gülümsetti. Leylekler, kelaynaklar, yaban kazları, kırlangıçlar hatta turnalar bile Hattilin denizinin çevresindeki ılık kışlaklarına gitmişti.

      Kumrular ve serçeler hala bizimle, bütün kışı da bizimle geçirecekler.

      Yaklaşan kışı düşününce Elvin'in içine yine o bildik bezdirici ağırlık çökmüştü.

      "Hiçbir kış bu kadar kasvetli gelmemişti."

      Diyarın dört bir yanından gelen haberler kesinlikle iç açıcı değildi.

      Ancak eğer teselli olacaksa, Ak Diyarın geniş ovalarındaki ürün hasatları hiç bu yılki kadar bereketli olmamıştı. Bahar başındaki buğday hasadı tüm ambarları ağzına kadar doldurmuştu. Taşova ve Altınova'nın ikinci hasadında mısır, ayçiçek ve soya bereketi yaşlı çiftçileri bile şaşkına çevirmişti. Pamukova'nın keten ve pamuk mahsulleri şişkin balyalar halinde Akşehir'e taşınmıştı. Elvin bu mahsul bereketini Tanrının hem bir lütfu hem de uyarısı olarak görüyordu.

      Daha önceki yılların aksine, genelde satılmak üzere diyarın diğer büyük şehirlerine gönderilen hasadın fazlasını tümüyle Akşehir adına Elvin satın almıştı. Altın Kraliçenin kervanları ve gemileri bütün bir yaz boyunca artık ambarlara sığmayan mahsulleri, Tanrı Dağı'nın yamacındaki büyük Adora kalesine taşımıştı. Ayrıca her köyün şefi, bir kışı atlatacak mahsulü güvenli bir yere depolamıştı. Elvin bu hazırlıkların tamamını büyük bir gizlilik içinde yapmıştı. Hiç kimse mahsulleri kimin aldığını ve nereye taşındığını bilmiyordu.

      Ninne su içtikten sonra sararmış otlara yanaşsa da suyu çekilmiş otlardan hoşlanmadı. Hoşnutsuzluğunu aksi bir kişnemeyle gösteren Huran melezi, az ilerde suyun başında oynaşan kumruların ürküp kaçmasına neden oldu.

      "Korkuttun onları Ninne."

      Ninne'nin cevabı sertçe başını geriye atıp aksi homurtular çıkarmak oldu. Elvin gülümseyerek hayvana yaklaştı.

      "Sanki bu aksi halleri daha önceden hatırlıyorum."

      Kraliçe dört yaşındaki genç aygırının ipek yumuşaklığında boynuna dökülmüş beyaz yelelerini okşadı. Ninne'yi iki yıl önce Hisar'ın Huranlı komutanı Binbaşı Savga hediye etmişti.

      "On yedi yıldır aygırım Susu ile birlikteyim Kraliçem, bunca zaman hiçbir soylu atla çiftleşmedi. İşte üç kış önce, nasıl olduysa Hisar ahırında bizim için bulundurulan safkan bir Arkona kısrağıyla çiftleşmiş, şu gördüğünüz tay onun tayı."

      Kraliçe için getirdiği muhteşem hayvanı duyduğu büyük sevgi ve hayranlıkla anlatan Binbaşı Savga "Adını siz koyarsınız diye bu güne kadar adsız büyüdü soylu hanımım, ömrü oldukça sizi yarı yolda bırakmayacaktır, lütfen bu hediyemizi kabul edin" demişti.

      Elvin güzel aygırı büyük bir sevinçle kabul ederken, Kuzeyli subayın sert yüzünde böyle bir sevgi ifadesi görmekten dolayı şaşkındı. O günlerdeki şaşkınlığı şimdi yerini bir tür hayranlığa, hayranlık da değilse iç burkan bir imrenişe bırakmıştı. Elvin Büyükannenin gören gözler odasını hemen her gün ziyaret edip mavi gözlüğü çocuğu izlemeyi adet edinmişti. Bu sayede görebildiği Huran hayat tarzı, insanların birbirine olan bağlılığı, binlerce fersah uzaklıktan bile fark edilen bir huzur Diyarın Kraliçesini etkiliyordu.

      Şüphesiz Huranlılar sevmeyi biliyordu.

      Altın Kraliçe Muramba'nın mektuplarından büyük kehanetin kurtarıcısının adını öğrenmişti. Hemen her gün dörtnala at sürerken, yay gerip ok atarken, bazen saatlerce bir şey yapmadan otururken, adamlarıyla kılıç talimi yaparken izlediği Huranlı gencin adı Aybar'dı. Elvin hiç üşenmemiş, kadim kitaplarda Huranlının isminin ne anlama geldiğini araştırmıştı. Eski Huran dilinde siyah leopara Aybar denildiğini öğrendiğinde ise, aklına ilk olarak Huranlı savaşçının hafif dalgalı kara saçları gelmişti.

      Kızıl atmaca Tu'nun getirdiği son mektup yaşlı ustanın yaz sonunda Aybar'la birlikte Akşehir'e geleceğini söylüyordu. Bu haberi aldığından bu yana Kraliçenin içini tarifsiz bir heyecan kaplamıştı. Danışmandan öte en büyük sırdaşı olan Selbine'ye bile anlatamadığı, paylaşamadığı bu sır, diyarın ufuklarında kara bulutlar dolaşırken Elvin'in tek tesellisiydi.

      Unutmaya çalıştığı tasaları aklına gelince Elvin yine sıkıntıyla iç çekti. Son günlerde gelen haberler hiç ümit verici değildi. Güneyde Kara Prens Solhan Billas'a iyice yerleşmiş, kışı güven içinde geçirmeye hazırlanıyordu. Kalenin etrafındaki geniş araziye Tammu'dan getirilen köylüler yerleşmiş, Batı diyarın soğuğa dayanıklı kış tahıllarını ekmek için toprağı işlemeye başlamışlardı. Yeni Arkona Kralı Sama Billas'ı kuşatmayı göze alamamış, ordusuyla gerisin geriye dönmek zorunda kalmıştı. Sama, Elvin'in ölmüş kocası Ollant'ın çok sevdiği küçük kardeşiydi. Kraliçenin zihninde Sama'yı ilk gördüğü, henüz on bir yaşındaki haliyle, ağabeyine ve onun karısı olacak Elvin'e hayran sevimli çocukluğu canlandı. O yerinde duramayan afacan çocuk, ağabeyi Ollant Elvin'le evlenip tahttan feragat etmiş sayılınca Arkona Kralı Büyük Dalda'nın veliahdı olmuştu bir anda. Ve şimdi Sama hiç beklemediği bir anda, hayal bile edemeyeceği bir yıkımın ardından kendini Kral olarak bulmuştu. Yalnızlığını ve çaresizliğini çok yakından hissettiği genç Krala savaşmadan geri döndüğü için kızamıyordu bu yüzden. Zaten Billas'ı geri alması çok da kolay olmayacaktı. Hatta öfkesini yenip akıllıca davrandığı bile söylenebilirdi. Özelikle kış yaklaşırken Tammu ordularıyla savaşmak her zamankinden daha zordu. Batı Diyarın eski insanların kanını taşıyan savaşçıları için, Billas'ın kışı öz yurtlarının baharı gibi olmalıydı. Sama bütün kışı baharda yapacağı seferin hazırlıklarıyla geçirecekti şüphesiz, tıpkı Tammu orduları gibi. Baharla birlikte sadece Sama değil, Korlan'ın orduları da harekete geçecekti. Sama'nın bunu göremeyecek kadar toy olması imkânsızdı.

      Tanrı Dağının hiç erimeyen karları gibi soğuk bir kuzey esintisi, Ak Diyarın Kraliçesini ürpertili bir üşümüşlükte yokladı. Elvin samur beresini kulaklarının üzerine çekip tilki kürkünden yapılmış mantosunun önünü sıkıca kapadı.

      "Artık dönelim mi Ninne?"

      Aygırın cevabı hevesli bir kişneme oldu. Elvin bu kişnemeyi Huran melezi atın koşma isteğine verdi. Elvin üzengiye basıp soylu aygırın üzerine bindiğinde, güneşsiz günün içe işleyen ayazında bile Ninne'nin sıcaklığını hissedip, bacaklarını hayvanın karnına daha bir sıkı sardı. Elvin'in hafifçe mahmuzlamasıyla Ninne dörtnala koşmaya başladı. Ninne'nin nal seslerinden başka bir şey duyulmayan yol boyunca uzanan tarlalar, yılın son hasadına hazırlanıyordu. Kraliçenin görebildiği Altınova, adına yaraşır şekilde sarının tonlarına bürünmüş, bağrında yaşayan insanlara son bir zenginlik sunuyordu.

      Tam zamanında.

      Köylüler bir hafta içerisinde hasada başlardı artık. Elvin tüm hasadın tarla başında satın alınmasını sağlayacaktı. Adora Kalesindeki kadim saray Tanrı Dağının derinliklerine oyulmuş labirent misali koridorlarıyla onlarca devasa depoya sahipti ve Elvin daha nice yıllara yetecek kadar erzakı burada saklayabileceğini biliyordu.

      Akşehir'in ekonomi ve bayındırlık işlerine her biri kendi alanında çok bilgili ve yetenekli olan iki Altın Hanım bakıyordu. Hazineden sorumlu olan Danışman Lilfa uzun süre Uzak Doğu adalarının en büyüğü olan Nimene'de bulunmuştu. Çok zengin tüccarların yaşadığı onlarca ada ülkesinden oluşan bu küçük devletler zenginliği yönetmeyi çok iyi biliyordu. Bayındırlıktan sorumlu Maleya ise yirmi yıl boyunca Büyük Hattilin İmparatorluğunun en büyük şehri Lugar'da görev yapmıştı. Mimarlar Loncasının merkezi olan bu kadim şehrin, eski insanların zamanından bu yana büyüklüğünü koruduğunu söyleyenler vardı.

      Elvin bu iki önemli danışmanından Ak Diyarın tüm insanlarının olası bir işgalde gerekirse güvenli yerlere tahliyesi ve yeni yerlerinde güven içerisinde yaşamalarını sürdürebilmeleri için gerekli tedbirleri almalarını istemişti. İnsanı en öfkeli halinde bile sakinleştirecek bir dinginliğe sahip olan Maleya, en güvenli yer olarak Tanrı Dağı'nın eteklerindeki büyük Adora kalesini önermişti. Diyarın Büyük Savaşından sonra inşa edilen ihtişamlı kale böyle zamanlar için yapılmıştı ancak geçen zaman içerisinde eski günlerindeki haşmetini kaybetmişti. Eğer surlar onarılıp güçlendirilirse ve ambarlar erzakla dolarsa su sıkıntısı olmayan kale aylarca, belki de yıllarca içindekileri koruyabilirdi. Elvin derhal surların onarılması ve ambarların doldurulması için talimat vermişti.

      Bahar gelmeden surlar eski ihtişamına kavuşacak.

      Maleya'ya hazırlıkların ne zaman biteceğini sorduğunda, mütevazı bir şekilde gülümseyen kadın, bahar gelmeden surların onarılmış olacağı konusunda söz vermişti.

      Eğer bahar hasadını da alabilirsek, hele o hasat da böyle bereketli olursa...

      Elvin yüzündeki memnun gülümsemenin farkında bile değildi. Belki de bu kadar karamsar olamamak en iyisiydi. Hayalinde Maleya ile konuşan Elvin, kendi kenedine "Sen bahara kadar surları onarıp ambarları hazırlarsan ben de onları ağzına kadar doldururum" dedi.

      Ninne'nin dörtnala koşusunda az da olsa ümitlenen Elvin'in yüzüne çarpan sert ayaz bile sanki biraz yumuşamıştı. Yol kenarında tek tük denk geldiği sıradan köylüler, Kraliçelerini görünce sevgisini belli eden bir saygıyla Elvin'i selamlıyorlardı. Eğer Altınova'nın sonu yokmuş gibi görünen düzlüğü ağzına kadar ekilip hasat olgunluğuna erişmiş olmasaydı, Ninne'yi yoldan çıkarıp ovanın sonsuzluğuna koştururdu.

      Tıpkı Huranlı Süvari gibi.

      Aybar'ın hiç göremediği yüzünü merak eden Elvin nedense içinin burkulduğunu hissetti.

      Neredeyse daha çocuk

      Genç Kraliçe kendi düşündüklerini anlayamıyormuş gibi başını salladı.

      Çocuk veya değil, seni neden ilgilendiriyor ki?

      Şehrin büyük kapılarından içeri giren Elvin Akşehir'in yüksek taş duvarları arasında kendini biraz daha ısınmış hissetti. Binyıllara meydan okuyan hisarlar, şehri tehlikelerin yanı sıra sanki soğuktan da koruyordu. Haftanın üçüncü günü büyük pazarın kurulduğu geniş alanda, pazar günü olmamasına rağmen açık tezgâhlar vardı. Yakın köyden gelme birkaç köylü yumurta, çeşit çeşit peynir, köy salçası, tek tük salata malzemeleri ile yün çorap, eldiven, bere gibi el emeği ürünlerini satıyorlardı. Elvin geçen yaz pazar yerinin zeminini düzgün kesilmiş büyük granit taşlarla kaplatmıştı. Öğlen vakti olduğundan az sayıdaki tezgâh bile müşteri fakiriydi. Köylüler iyi bir satış için öğleden sonrayı ve akşamı beklemek zorundaydı.  Ninne'yi dizginlerini çekerek durduran Kraliçe, soylu aygırı tezgâhlara doğru çevirdi. Mallarını satmaya çalışanlar genelde yaşlı, sıradan köylülerdi ve görünüşe göre hiçbiri Akşehir'in Kraliçesini tanımıyordu. Kraliçeliğinden soyutlanmış olmak Elvin'e artık uğramayı alışkanlık edindiği Şef Ofla'nın köyüne ilk gittiği gündeki keyfi tattırdı. Tombul köylüler sağlıkla parlayan kırmızı yanaklarının renklendirdiği gülen yüzleriyle, ürünlerini Altın şehrin bu güzel sakinine beğendirmeye çalışıyorlardı. Elvin Ninne'yi yedeğine alıp tek tek tezgâhları dolaştı. Köylü kadınların el yapımı yiyeceklerinin her birini deneyen Kraliçe, lezzetlerinden dolayı tattığı şeyleri övdü. Kadınların sıcaklığı güneşten mahrum günün soğuk yüzünü de Elvin için ısıtmıştı.

      Kraliçe koyun yününden örülmüş eldivenleri ve çorapları incelerken nispeten diğerlerinden daha genç olan köylünün tezgâhı dikkatini çekti. Orta yaşlı kadının yüzünde utangaç bir gülümseme vardı ve tezgâhında birkaç yün çoraptan başa bir şey yoktu. Ancak çorapların yanında, iyi işlenmiş gümüş bir zincire takılmış olan erkek yüzüğü sıra dışıydı. Kalın yüzük de zinciri gibi gümüşten yapılmıştı. Yüzüğün kalınlığına uygun kaşı kare şeklindeydi ve çerçevesine gözün görmekte zorlandığı incelikteki işlenmiş hücum eden süvari motifleri vardı. Çerçevenin içine, yüzük kaşının şekline uygun, kare olarak kesilmiş siyah renkli bir taş yerleştirilmişti. Sanki yeni işlenmiş gibi parlak yüzüğün kemer kısmında ise Elvin'in tanımadığı bir alfabenin kullanıldığı zarafetle yazılmış yazılar vardı. İnce işçiliği hemen fark edilen gümüş mücevheri her kim yapmışsa tam bir sanatkâr olmalıydı. Elvin elinde olmadan köylü kadına sordu.

      "Nedir bu yüzük?"

      Köylü kadın Elvin'in sorusunu anlamamış olmalıydı ki utangaç gülümsemesi yüzünde eğreti bir hal alırken, soylu olduğu her halinden belli olan bu Altın Hanımı bekletmemek için telaşlandı.

      "Dedemin yüzüğüdür hanımım, büyük annemden kalmadır."

      Elvin kadının telaşlı halinden sıyrılıp rahatlaması için yüzüne cesaret verici bir gülümseme yerleştirdi.

      "Bu ortasındaki taş nedir, ne taşı olduğunu biliyor musun?"

      Köylü müşterisinin güzel gülümsemesinden cesaret aldığından mı, yoksa sorunun cevabını bildiğinden mi bilinmez, gözle görülür şekilde toparlanmıştı. Telaşını atmış ama yine de utangaç haliyle Elvin'e bakan kadın, "O taşa Huran taşı deniyormuş hanımım, büyük annemin ilk kocası Hisar nöbetine gelen bir Huranlıymış, bu da onun yüzüğü. Gümüşü çok kalitelidir, yıllardır karardığını hiç görmedim" dedi.

      Elvin "Huranlı" ifadesi geçtiği anda yüzükle daha çok ilgilenmişti. Ağırlığını hissettiren zinciri eline alıp ucundaki büyük yüzüğü daha bir hevesle inceleyen Kraliçe, "Gerçekten çok güzel dedi."

      Yüzük Elvin'in başparmağı için bile çok büyüktü. Aile yadigârı mücevheri elinde tarttıktan sonra zinciri çeken Elvin, yüzüğün boşlukta salınmasına izin verdi.

      "Peki, neden bu zincire takılı?"

      Köylü kadın müşterisinin ilgisinden memnun yüzüğün hikâyesini anlattı.

      " Dedem Huranlı bir Hisar muhafızı olmasının yanı sıra, çok iyi bir avcıymış. Zaten Büyükannem tüm Huranlıların iyi avcılar olduklarını söylerdi. Böyle bir av sırasında dedemin atının ayağı sürçüp devrilmiş, dedem de atın altında kalmış. Ağır yaralanan dedemi en iyi doktorlar tedavi etmeye çalışmışlar ancak birkaç gün sonra ölmesine engel olamamışlar. Huranlı muhafızların komutanı büyükannemin oğlu olmadığı için, silahlarını büyükanneme teslim etmeyip dedemle birlikte gömdürmüş. Büyükanneme kocasından hatıra olarak sadece bu yüzüğü alması için izin vermişler. Büyükannem sonradan iki defa daha evlendi ama elinizdeki zincire taktığı yüzüğü hiçbir zaman boynundan çıkarmadı. Yüzük bu yüzden zincirli hanımım."

      Elvin düşünceli gözlerle metalin gümüş parlaklığını incelerken, yıllar önce ölmüş Huranlıyı nedense Aybar ile özleştirdi. Bin yıldır Huran süvarileri Hisar nöbeti için gelip giderdi ama daha önce burada evlenmiş hiçbir kuzeyli duymamıştı. Bozkırın insanları kendi topraklarına bağlıydılar. Ama işte köylü kadının dedesi Altınovalı bir kadınla evlenmeyi göze almıştı.

      Burada sevecek bir şeyler bulabilmiş.

      Elvin belindeki kalın deri kemerin içine asılmış keseden bir beyaz altın çıkarıp kadına uzattı.

      "Bu yeterli mi?"

      Elvin'in elinde parlayan, Akşehir'in çift kanatlı disk şeklindeki sembolünü taşıyan sikkeyi gören köylü, kadın ne diyeceğini bilemedi.

      "Hanımım bu çok fazla, ben beş büyük gümüşe satıyordum yüzüğü, öyle olduğu halde kimse almaya yanaşmadı."

      Akşehir'in beyaz altını sadece Tanrı Dağının derinlerindeki madenlerde çıkardı ve normal altından on kat değerliydi.

      "O zaman ben bir beyaz altına alıyorum"

      Diğerlerinden daha genç olan kadın alışverişten memnun şekilde gülümserken Elvin hiç beklemeden Huran ustalarının yaptığı yüzükten kolyesini boynuna geçirdi. Elvin'in cildine ilk temasında buz gibi soğuk olan metal, genç kadının sıcaklığıyla yavaş yavaş ısındı. Ancak o zaman Ak Kraliçe tekrar Ninne'ye binerek, Akşehir'in taş kaplanmış yollarında sarayına doğru at sürdü.

      Elvin akşam yemeğine kadar Diyar'ın ve kendi ülkesinin dört bir yanından gelen raporları inceledi. Sanki her yerde gizli bir telaş vardı ve insanlar bir şeyler için hazırlanıyordu. Kara Prensin Arkona saldırısından sonra Batı Sarin'de Mittan ve Tammu yağmaları artmıştı.

      Udda bir süre kendi başının çaresine bakmak zorunda.

      Yıllar önce bizzat Elvin'in sağladığı barış sayesinde Udda uzun ve yıpratıcı savaş yıllarını geride bırakıp toparlanma fırsatı bulmuştu. Artık altmışlarında olan Batı Sarin'in Büyük kralı eskisi kadar genç olmasa da, önündeki sorunların üstesinden gelebilirdi.

      Akşamın çökmesiyle kasvetli sonbaharın soluk günışığı yerini koyu bir karanlığa bırakmaya başladı. Elvin'in çalışma odasına sessizce giren Affa, yumuşak hareketlerle odanın lambalarını yaktı.

      "Akşam yemeği hazır mı Affa?"

      Son lambayı da yakmış olan Affa cevap vermeden önce Elvin'e yaklaştı.

      "Hazırlandı Majesteleri, isterseniz hemen geçebilirsiniz."

      Kraliçe bugün kendini acıkmış hissediyordu. Beyaz surların dışına çıkıp Ninne ile yolculuk yaptığı günler hep böyle olurdu. Altın Sarayın hanımı misafiri olmadığı akşamlarda yemeğini mutfağa bitişik küçük salonda yiyordu ve görünüşe göre nadir konuksuz akşamlardan birini yaşıyorlardı. Kraliçe neden sonra, sabahtan bu yana Selbine'yi görmediğini fark etti. Elvin'in ender olarak yakaladığı tek başına yemek yeme fırsatı bu sefer hiç de cazip görünmüyordu.

      "Selbine buralarda mı Affa, müsaitse onu yemeğe beklediğimi söyler misin?"

      Elvin'in genç yaveri neşeyle cevap verdi.

      "Selbine Hanım odasındaydı Majesteleri, hemen haber veririm."

      Son zamanlarda Affa'nın masum ve saf yüzünde başka türlü bir neşe vardı. Bunu ilk fark ettiğinde Selbine'ye sormuş ve genç kızın Büyük Aknehir üzerindeki şehriler arasında ticaret yapan bir kürek gemisinin kaptanıyla görüştüğünü öğrenmişti.

      Genç kaptanımız buralarda olmalı.

      Affa'nın yüzünü daha bir renklendirip güzelleştiren mutluluğu, Elvin'e Ollant'a âşık olduğu zamanları hatırlattı. Ancak o zamanlar henüz on beş yaşındaydı ve şimdi hatırladıkları sanki başka bir hayata aitti.

      İyi aydınlatılmış küçük salonda Tanrı Dağının yüksek zirvesi ve Altın şehrin nehir üstüne kurulmuş mütevazı limanı görülüyordu. Akşam çöktüğü için artık dağın olağanüstü zirvesini görmek mümkün değildi ama limanda bekleyen gemilerin ışıkları yaklaşan geceyi canlandırıyor gibiydi. Gerçi hava berrak olmadığı zamanlarda fersahlarca uzaklıktaki Tanrı Dağını gün içinde bile görmek mümkün değildi.

      Belki de gemilerden biri Affa'nın kaptanına aittir.

      Elvin gizemli kaptanı araştırmıştı. Adam nesillerdir Aknehir'de gemiler işleten bir aileden geliyordu ve kendisi gibi babası, iki erkek kardeşi, amcaları ve kuzenleri de gemileriyle nehirde ticaretle yapıyorlardı. Akşehir'in Kraliçesine bu kadar yakın olan birinin her şeyi gibi gönül ilişkileri de dikkatle denetlenmeliydi. Affa'nın gizemli sevgilisi şimdilik zararsız görünüyordu.

      Selbine geldiğinde Elvin masada oturuyordu ama henüz hiçbir şeye dokunmamıştı. Aşçılar bu akşam için balık çorbası, fırında kuzu, nohutlu pırasa ve mevsim salatası yapmışlardı. İçki olarak sıcak şarap ve bal katılmış siyah bira hazırlanmıştı. Selbine Kraliçesini ve öğrencisini gülümseyerek selamladı ve hemen Elvin'in yanına oturdu.

      "Yemeğe çağırmasaydın ben sana gelecektim Elvin, yemek vaktinin gelmesini bekliyordum."

      Selbine'nin kendisini görmek istemesi verecek haberleri olduğu anlamına geliyordu. Elvin meraklansa da hiç üstelemedi, nasıl olsa Selbine vereceği haber her ne ise birazdan anlatacaktı.

      "Pırasa sevmediğini biliyorum Selbine ama seni çağırırken menüden haberim yoktu."

      Dumanı üstünde tutan balık çorbasını kaşıklamaya başlamış olan Baş Danışman hiç şikâyet ediyor gibi görünmüyordu.

      "Kuzu oldukça lezzetli görünüyor Elvin, benim için üzülme"

      Sarımsakla tatlandırılmış çorbadan bir yudum daha alan Selbine "Üstelik balık çorbası da nefis olmuş" dedi.

      Az sonra Affa elinde ısıtılmış köy ekmeğiyle salona girip dilimlenmiş somunları sofradaki tepsiye yerleştirdi. Salonun uzak duvarındaki şömine yeni yakılmış olmalıydı. Mutfak hizmetindeki kızlardan biri ateşin yanına istiflenmiş odunlardan birkaç tanesini daha korlaşmaya başlamış meşelerin üzerine attı. Bir anda ateş alan kuru odunların çıtırtısı yemek masasına kadar geldi.

      Elvin acıkmış olarak oturduğu sofrada istediği gibi yiyemedi. İlkin çorbasını Selbine gibi hevesle bitiren Kraliçe sebze yemeğini şöyle bir tadıp bıraktı. Fırınlanmış kuzudan tabağına aldığı büyükçe bir parçanın ancak yarısını yiyebildi. Affa Kraliçesi için balla tatlandırılmış siyah bira doldurdu.

      "Benim için yeni haberlerin var mı Selbine?"

      Bıçağıyla kestiği bir dilim kuzuyu yemekte olan Selbine çiğnediği lokmayı yuttuktan sonra "Ah hem de ne haberler Elvin" dedi.

      Elvin nedense yemeğe başladıkları sırada duymayı umduğu iyi haberlerden artık şüpheliydi. İyiden iyiye iştahı kaçan Kraliçe, Affa'nın doldurduğu biradan büyük bir yudum içti.

      "Tir'den, Kâhinler Loncasından ulakla kehanet geldi Elvin, sabah seninle görüştürecektim ancak sen yemeğe çağırınca Büyük üstadın mektubunu da alıp geldim."

      Selbine Loncadan gelen rulo yapılıp mühürlenmiş deri parşömeni Kraliçeye uzattı. Elvin Kehanet Loncasının muhtemelen yeni kehanetler içeren mektubunu alırken Selbine kuş kanadında geldiği belli olan, çok daha küçük bir parşömeni  genç kadının eline tutuşturdu.

      "Bu mektup da akşamüzeri Ketteza'nın şehrindeki Altın Hanım Valya'dan geldi."

      Elvin Valya'yı hiç görmemişti. Yetmişlerinde olduğunu bildiği kadın henüz kendisi doğmadan önce Yeni Hattilin'e gitmişti ve önemli bir gelişme olsun olmasın her ay mutlaka şehrinde olanlarla ilgili raporlarını Akşehir'e gönderirdi. Ancak bu sefer eline tutuşturulan küçük deri parçası kadının her zamanki detaylı raporlarına benzemiyordu. Elvin ilk önce Hattin'den gelen kısa pusulayı okudu.

      "Büyük Hattilin İmparatoru Ketteza ile Mittan Kralı Nemril'in kız kardeşi Prenses Nesesa önümüzdeki ay evlenecekler."

      Mittan ve Büyük Hattilin hanedanlarının birleşmesi hiç de iyi bir gelişme değildi. Aslına bakılırsa bu iki büyük Kraliyet ailesi birbirine zaten akrabaydı, yüzlerce yıl önce Mittan Kralının sürgün kardeşi bir şekilde Hattilin tahtına oturmuştu. Ancak aradan geçen uzun yıllar boyunca iki aile arasında hiç evlilik olmamıştı. Evlilik bir yana herhangi bir konuda bu iki büyük devletin birlikte hareket ettiği bir zaman da olmamıştı. İyiden iyiye keyfi kaçan Elvin Loncanın raporunu okumaya başladı.

      Elvin'in sarayının dışında rüzgâr hızlanmış ve geceyi daha sevimsiz bir hale getirmeye başlamıştı. Gerçi çift camlı pencerelerden rüzgârın uğultusu duyulmuyordu ama yine de genç kadının içini kasvet kapladı. Elvin çelik kadehini tekrar balla tatlandırılmış birayla doldurdu.

      Loncanın raporu dışardaki rüzgârdan daha sevimli değildi. Bahar başlarken Ak Diyar üç koldan işgale uğrayacaktı. Arkona, Sarin ve bizzat Altın Kraliçenin topraklarına Tammu ve Mittan orduları saldıracaktı. Büyük Üstatlar Hattilin konusunda ittifaka varamamışlardı ancak iki devletin birbirine kan bağıyla yakınlaşacaklarını haber veriyorlardı.

      Yakınlaştılar bile.

      Baş danışmanın yemek masasına gelirken gülümseyen hali aklına gelen Elvin "Bu haberleri alıp da nasıl neşeli kalabiliyorsun Selbine?" diye sordu.

      Yemeklerden elini çekmiş olan danışman, kadehine doldurduğu sıcak şarabı tadını çıkararak içmeye devam etti. Görünüşe göre haberler onun için hiç de kötü değildi.

      " Hadi ama Elvin, bunda senin için sürpriz olan ne var? Kara Prens zaten Arkona topraklarında, Mittan ve Tammu yağmacıları da Sarin kıyılarını yıllardır talan ediyor."

      Selbine boşalan kadehini masanın üzerine koydu.

      "Kış sonunda Korlan'ın saldırmak için sefer hazırlığında olduğunu bilmek için kâhin olmaya gerek var mı?"

      Doğrusu bunların hiçbiri bilmediği şeyler değildi, Ketteza'nın evliliği dışında.

      "Peki ya Ketteza'nın Mittan sarayından bir prensesle evlenmesine ne diyorsun?"

      Selbine'nin kaşları bu sefer endişeyle çatıldı.

      "Bak işte bu ciddi bir durum."

      Elbette öyle.

      Hattilin ordusu Diyar üzerindeki en büyük disiplinli askeri güçtü. Üstelik Hattinliler doğuştan savaşçıydı. Eğer büyük bir savaş olacaksa Elvin Ketteza'yı karşı saflarda görmek istemezdi.

      Selbine ahşap sandalyesinde doğrulup sanki bir şeyler düşünüyormuş gibi boş kadehini elinde evirip çevirdi. Mutfakta görevli kızların arada bir odunla besledikleri şömine ateşi küçük salonu iyiden iyiye ısıtmıştı. Salonun tavan kirişinden tabanına kadar uzanan geniş camlara vurmaya başlayan iri yağmur damlaları Elvin'i bunaltan rüzgârı bıçak gibi kesmişti. Selbine kadehini masanın üstüne bırakıp yine umutla Elvin'e gülümsedi.

      "Yine de Elvin, bu evlilik Ketteza'nın saf değiştirdiğini göstermez. Belki de genç İmparatorun başka planları var."

      Elvin derin bir iç çekti. Hattilin'i kaybetmek demek, doğudan gelecek tüm yardımla aralarına kocaman bir engelin girmesi demekti.

      "Bunu şansa bırakamayız Selbine, hemen Valya'ya haber yolla, daha ayrıntılı bilgi istiyorum."

      Selbine başını öne eğip dudağını ısırdı.

      "Aslında senin bunu isteyeceğini bildiğimden yazıcılara Valya için bir mektup hazırlattım, okuyup mühürlemeni bekliyor."

      Elvin memnun bir şekilde danışmanını onayladı.

      "Güzel, sabah erkenden gönderilsin."

      Bu çok zayıf bir önlemdi, Elvin de bunun farkındaydı ama elinden başka bir şey gelmiyordu. Son hasat toplanana kadar beklemek zorundaydı. Kış gelmeden elde edecekleri son üründen sonra taşra ordusu için köylülerden asker toplanacaktı. Bunun hazırlıkları geçen kıştan bu yana devam ediyordu. Demirci ocaklarında binlerce örme zırh, kılıç ve silah dövülmüş, silah ustaları gece gündüz ok ve yay yapmakla uğraşmışlardı. Bahar gelmeden Ak Diyarın ovalarından büyük bir ordu toplamış olacaklardı.

      Büyük ama tecrübesiz.

      Öyle bile olsa bu acemi orduya ihtiyaçları vardı.

      "Keşke Hattin içinde kullanabileceğimiz bir adamımız olsaydı."

      Elvin içinden geçeni dile getirdiğini ancak Selbine'nin tuhaf bakışlarını üzerinde hissedince fark etti. Kraliçe "Ne var?" der gibi danışmanına bakınca Selbine cevap verdi.

      "Öyle biri var sanırım."

Continue Reading

You'll Also Like

24.2K 306 21
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
3.4K 443 53
~Öteki Diyar serisi 1. kitap~ 💜🌿 Lavina, annesinin anlattığı Öteki Diyar hikâyeleri ile büyümüş ancak hiçbir zaman onların gerçek olabileceğine iht...
3.7K 2K 12
Gecenin karanlığında sadece birbirimizin dokunuşları vardı. Dizlerinde yatarken parmak ucumu yanaklarında gezdirdim ve dudaklarında durdum. "Neden g...
99.1K 4K 32
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...