SIR MUHAFIZI-MAVİ

By TamKalgar

39.6K 3.7K 1.7K

Atmacanın karanlıkta kayboluşunu izleyen yabancı "Artık beyaz şahin için endişelenmemize gerek yok" dedikten... More

Giriş ve Bilgilendirme
HARİTA
Bölüm 2/Geçit Korucuları
Bölüm 3/Ulu Kral
Bölüm 4/Altın Kraliçe
Bölüm 5/Sır Muhafızı
Bölüm 6/Avcı
Bölüm 7/Huran Yaylaları
Bölüm 8/ Arkona
Bölüm 9/ Altın Kraliçe
Bölüm 10/ Yetim
Bölüm 11/ Sır Muhafızı
Bölüm 12/ Kara Prens
Bölüm 13/Kristal Taşıyıcısı
Bölüm 14-Yaver
Bölüm 15/Kırmızı Kristal
Bölüm 16/ Demir Kral
Bölüm 17/ Akşehir
Bölüm 18/ Balay Beyin Oğlu
Bölüm 19/Çırak
Bölüm 20/Pays
Bölüm 21/ Fedaibaşı
Bölüm 22/ İmparator
Bölüm 23/ Arkona Kralı
Bölüm 24/ Huranlı
Bölüm 25/ Karaderili
Bölüm 26/ Altın Kraliçe
Bölüm 27/ Yüzbaşı
Bölüm 28/Çırak
Bölüm 29/ Dur Şehri
Bölüm 30/ Ulu Kral
Bölüm 31/ Mahkum
Bölüm 32/ Elvin
Bölüm 33/ Karaderili
Bölüm 34/ Çırak
Bölüm 35/ Kunawa
Bölüm 36/ Mahkum
Bölüm 37/ Avcı
Bölüm 38/Aybar
Bölüm 39/ Kara Prens
Bölüm 40/ Kraliçe
Bölüm 41/ İmparator
Bölüm 42/ Sır Muhafızları
Bölüm 43/ Kale Lordu
Bölüm 44/ Çırak
Bölüm 45/Demir Kral
Bölüm 46/Kara Prens
Bölüm 47/Arkona Kralı
Bölüm 48/Kara Orman
Bölüm 49/Hisar Muhafızı
Bölüm 50/Altın Kraliçe
Bölüm 51/Huran Hanı
Bölüm 52/ Tam Kalgar
Bölüm 53/Aybar
Bölüm 54/Çırak
Bölüm 55/Dur Şehri
Bölüm 56/ Altın Kraliçe
YENİ KİTAP

Bölüm 1/Muhafız

2.6K 155 82
By TamKalgar

Bölüm 1

TAR OVALARI/Muhafız

Büyük savaştan sonraki 1054. yıl

Baharın ilk ayı, 25. Gün

      Kadim Diyar Yolu, geniş Tar Ovasının ortasından sonsuza doğru uzanırken seçkin Tar Savaşçılarının koruduğu kafile ağır ağır ilerliyordu. Felya tülü aralayıp günlerdir sonu gelmeyen yeşil düzlükler üzerinde alçalmaya başlayan güneşi izledi. Büyük Çölün sınırına yerleşmiş Valin ülkesi kadar olmasa da, Diyarın kuzeyi sıcaktı. Felya tülü tekrar düzelterek, birlikte yedikleri öğle yemeğinden sonra içi geçip uyuklayan genç kıza baktı. Aslında uyuduğu için Nelis'e kızması gerekirdi ama genç Valin prensesi aldırmadı. Günlerdir değişmeyen manzara yüzünden yol gerçekten sıkıcıydı.

      Felya, dadısı Nimruta'nın emaneti olan küçük kızı koruması altına aldığından bu yana, Nelis onun hizmetini görüyordu. Dışarıdan bakanlara hizmetçisi gibi görünse de, Felya için Nelis kardeşe en yakın şeydi. Zaman zaman yalandan azarlamak zorunda kalmakla birlikte aslında ona hiç kızamıyordu. Henüz on dört yaşında olan kızın güzel beyaz teninin tersine, Valin halkına özgü siyah dalgalı saçları ve kahverengi gözleri vardı. Şimdi karşısında masumane bir şekilde uyuyan kızın bir kaç yıl sonra diyarın gördüğü en güzel kızlardan biri olacağı konusunda Felya'nın hiç şüphesi yoktu. Şükürler olsun ki Nelis henüz bunun farkında değildi. Günlerdir doğru düzgün uyuyamayan Valin Prensesi, kızın rahat uykusuna imrendi zira kendisi de bu şekilde uyuyabilmeyi çok isterdi.

       Arabaya göre sarsıntısı daha az olsa da, pek geniş olmayan tahtırevan bazen insanı bunaltıyordu. Yolculuğa başlayana kadar Tar Ülkesinde insanların arabalarla taşınmadığını bilmiyordu. Soylular ya at sırtında ya da kendisi gibi tahtırevanla seyahat ederken, arabalar malzeme ve erzaklar içindi. Sıradan halkın ise yürümekten başka çaresi yoktu. Çok da büyük olmayan kafilelerini koruyan Tar'ın sessiz ve vakur savaşçıları, göz alıcı zırhları içinde refakat görevlerini yerine getiriyorlardı.

      Şöhreti kendi ülkelerinin bile sınırlarını aşmış olan seçkin birliğin tamamı bir örnek giyinmişti. Diyarın diğer savaşçılarına nispeten daha hafif zırhlar kuşanan savaşçıların göğüslerinde ve sırtlarında parlak çelik plakalar vardı. Deri kayışlarla bağlanan parlak metallerin altından, savaşçıların kıymetli kumaşlardan dikilmiş ince kaftanları görünüyordu. Henüz hiçbir savaş görmemiş gibi yeni görünen üniformaların canlı kırmızısı dikkat çekiciydi. Askerlerin kaftanlarının altına giydikleri bol siyah pantolonlarının paçaları, sığır derisinden yapılmış yazlık kısa çizmelerinin içindeydi. Savaşçıların omzunu koruyan, ustalıkla işlemiş kaynatılmış deriden yapılma omuzlukları boyunlarından dirseklerine kadar uzanırken, çift boynuzlu çelik miğferleri eyerlerinde asılıydı. Her bir savaşçının sırtındaki kınlarına yerleştirilmiş iki tarafı keskin kılıçlarının yanı sıra, bel kemerlerine asılmış bıçakları da vardı. Savaşçıların Uzun yayları ve sadakları ile çelik uçlu mızrakları kolayca alabilecekleri şekilde eyerdeki özel yerlerine yerleştirilmişti. Oldukça maharetli olduğu söylenen Tar Savaşçılarının bu kadar mağrur görünmeleri, kuzeyin en güçlü krallığının askerleri olmalarındandı belki de. Tar orduları hiç bitmeyen savaşlarında, Huran'ın vahşi insanlarını kendi diyarlarına hapsetmiş ve güçlü Larna krallığının yarısını işgal ettikten sonra, diğer yarısını kendilerine bağlamışlardı. Zengin Ay Adası insanları bile, sadakatlerini sundukları Tar Kralı'nın izni olmadan tek bir mücevher satamazlardı.

       "Hanımım bir şey ister misiniz?" 

      Felya Nelis'in uyandığını hiç fark etmemişti. Genç kız her zamanki biraz saf, ama mutlu haliyle hanımına bakıyordu. Felya O'nun en çok bu yanına hayrandı. Her şeyiyle kendisine bağlanmış olan Nelis'in güzel hanımı yanındayken düşünmesi gereken başka bir şey yok gibiydi. Felya kıza gülümseyerek "Uyanmış olman kâfi" dedi

      Öğle yemeği için verilen kısa moladan sonra kafile üç saati aşkın bir zamandır durmaksızın yürüyordu. Gayriihtiyari tahtırevanı taşıyan köleleri düşünen Felya, hafifçe eğilip tülün arkasından onlara baktı. Güçlü ve sağlıklı adamlar, ağır yüklerini zahmetsizce taşıyorlardı. Köleliğin yaygın olduğu Diyarda anne babası köle olanlar, savaşta esir edilenler, yüce yargıçlar tarafından hürriyetleri elinden alınanlar ve kimliğini kanıtlayamayanlar köle sayılırlardı. Bazı yerlerde fakir insanların karınlarını doyurmak için belirli süreler için kendi rızaları ile köleliği seçtiği de görülürdü. Her halükarda hür olmayan bu insanların durumu, ülkelere ve efendilerine göre değişirdi. Tahtırevanı bu kadar kolay taşımalarına ve kıyafetlerinin altından rahatlıkla seçilen belirgin kaslarına bakılırsa, kendisine hizmet eden adamların sağlığı gayet yerinde olmalıydı. Her birinin belindeki usta işi kısa kılıçlar, bu kölelere duyulan güvenin göstergesiydi. Bununla birlikte tahtırevan kölelerinde zırh yoktu. Açık renk gömlekler ve ince dokunmuş bol pantolonlar giyen köleler, düğmesiz gömleklerini, kıyafetlerinin bir parçası olan kuşakla önlerinden bağlıyorlardı. Taşıyıcı kölelerin yumuşak kumaştan dikilme sıradan elbiselerinin omuzuna, yaban sığırı derisinden yapılmış özel bir aparat takılıydı. Felya bir keresinde merakını yenemeyerek, Yüzbaşı Korn'a bu kıyafetlerin adını sormuş ve böylece kölelerin omuzlarını koruyan deri aparata omuzluk dendiğini öğrenmişti. Köleler omuzluklarının altını yumuşak ama sağlam bir malzemeyle destekliyorlar, böylece tahtırevanı daha rahat taşıyorlardı. Günlük molalarda gördüğü kadarıyla, tahtırevan kölelerinin iştahı korkunçtu. Neyse ki taşıyıcıların efendileri yemekten yana oldukça cömertti.

      Valin'den yola çıkan kafile, Felya ve maiyetini Tar Krallığının kadim başkenti Tarin şehrine götürüyordu. Eski Başkent, Huran ve Tar'ın unutulmuş zamanlardan beri süregelen savaşlarında, defalarca vahşi bozkır savaşçılarının işgaline uğramış, yağmalanıp talan edilmişti. İşgaller yüzünden eski Tar Kralları, başkentlerini güvenli bir liman kenti olan Pikka'ya taşımışlardı. Geçmiş zamanlardaki önemini kaybetmiş olsa da, nispeten serin havasıyla Tarin şehri, yaz aylarında Tar Krallarını misafir etmeye devam ediyordu. Zira baharda havanın ısınmaya başlamasıyla birlikte batı yaylalarına çekilen Huran halkı, kısa bir süre için de olsa Tarin için tehlike olmaktan çıkardı.

      Yaz mevsiminin ilerlediği şu günlerde Tar topraklarının bu kadar içlerinde Huranlılara rastlanmazdı ancak Tar hükümdarı işini şansa bırakmamıştı. Bu nedenle kıymetli Valin Prensesini taşıyan kafileye eşlik etmekte olan Özel Kraliyet Muhafızları, ülkenin en güzide askerlerinden seçilmişti. Çok önemli görevler dışında Kraldan ayrılmayan bu özel askerlerin Diyarda boy göstermesi, her zaman merak uyandırmıştı. Kral on ikinci Tayak, veliaht oğlu Bulkan'ın müstakbel karısı olacak genç Valin Prensesi için, kıymetli muhafızlarının saraydan ayrılmasına izin vermişti.

      Felya kendini hiçbir zaman prenses gibi hissetmemişti. Zaten prenses gibi de büyümemişti. Annesi Afea, sıradan bir şehirli kadınken, babası Dimri Valin Krallığına hükmetmiş en büyük krallardan biriydi. Dadısının anlattığına göre, Kral Dimri annesini tanımadan önce Valin'in en zalim, en acımasız hükümdarıydı. Diyara ucuz insan gücü bulan köle tüccarlarından oluşan Valin halkı için, acımasız ve zalim bir kral en büyük mutluluk demekti. Ancak Kral Dimri güzel Afea'yı görür görmez âşık olmuş ve annesi ile evlendikten sonra da bambaşka bir adama dönüşmüştü. Zalim Valin Kralı, karısına hep sadık kalmış ve alışılmışın dışında Afea'dan başka biriyle evlenmemişti. Krallarının bu şekilde değişmesi Valin soylularının hoşuna gitmese de Dimri'ye açıkça karşı gelecek cesaret hiçbirinde yoktu. Ama cesaretsiz olmaları, kralın üvey kardeşi Desius'un önderliğinde toplanan komplocu asillerin, Felya'nın doğduğu gece kanlı bir darbe yapıp babasını öldürmelerine engel olmamıştı.

      Aslında üvey amcası Desius, Kral Dimri ile birlikte karısının ve yeni doğacak bebeğin de öldürülmesini planlamıştı. Ancak sarayın basılmasından hemen önce doğan bebek, taht iddiasında bulunamayacak bir kız çocuğuydu ve Kraliçe Afea çok, ama çok güzeldi. Saray baskınının sabahında kral ilan edilen Desius, sevgili ağabeyi olan büyük Kral Dimri'nin hain düşmanlar tarafından alçakça öldürüldüğünü duyursa da, tüm ülke kanlı darbenin iç yüzünü bilmekteydi. Yasalar gereği eski krala ait olan her şey artık Desius'un olmuştu. Buna güzeller güzeli Afea da dâhildi.

      Altı aylık yasının bitmesiyle Desius'un üçüncü karısı olan Afea, hiçbir zaman Felya'nın amcasının yatağını paylaşmamıştı. Düğünden hemen sonra Afea ve küçük kızı Valin'in dışındaki bir çiftliğe gönderilirken, Desius herkesi şaşırtan bir şekilde Afea'dan özenle uzak durmuştu. Böylece Kraliçe Afea, çok sevdiği kocası Dimri'nin tek kızı olan Felya'yı, bu güne kadar genç kızın evi olarak bildiği o çiftlikte büyütmüştü.

       "Neden güldünüz hanımım?"

      Nelis konuşana kadar Felya gülümsediğinin farkında değildi. Annesi ne zaman aklına gelse genç prenses mutlu olurdu ve bu mutluluk engelleyemediği hüzünlü bir tebessüme dönerdi. Felya, kendisini en hassas noktasından yakalayan genç kızı kızdırmak için, yalandan Nelis'e takıldı.

      "Senin doğduğun günü hatırladım Nelis, daha doğar doğmaz ilk işin ebe kadının üstüne işemek olmuştu, gördüğüm en sidikli bebektin"

      Dadısı Nimruta'ya göre bir prenses böyle konuşmamalıydı ama Felya'nın umduğu gibi bu kadarcık bir takılma bile Nelis'in kızarıp susmasına yetmişti. Felya kızın utanmışlığının üzerine gitmeyip, onu kendi haline bıraktı.

       Prensesi taşıyan tahtırevan, kölelerin yorulmak bilmeyen uyumlu adımlarıyla ilerlerken, güneş alçalmaya devam ediyordu. Bir saate kadar akşam için mola vermeleri gerekecekti zira muhafızların komutanı olan Yüzbaşı Korn, gece vakti ilerlemeyi tekinsiz buluyordu.

      Nelis, kıymetli Akladin ağacından Hattilin ustalarınca yapılmış küçük sandığı açarak, Felya'nın makyaj malzemelerini çıkardı. Yine dadısının sık sık hatırlattığı gibi, bir prenses her zaman güzel görünmeliydi. Felya'nın bir şey söylemesini beklemeyen Nelis, elindeki kıymetli fildişi tarakla prensesin arkasına geçerken "Hanımım izin verin" dedi

      Valin'de Felya'nın uzun düz saçları hep hayranlık uyandırmıştı. Genç kızın büyüdüğü toprakların halkı çoğunlukla esmer, nadiren beyaz tenliydi ve saçları düz bir Valin soylusuna rastlamak imkânsız bir durumdu. Görenlerin hayran olduğu düz sarı saçlarına rağmen Felya, kendisine hayran olan soyluların aksine, saçının en ufak bir kıvrımdan yoksun olmasına hayıflanırdı. Ancak bunu o kadar da sorun etmiyordu çünkü her şeyi gibi, saçlarının da tıpkı annesine benzemesi onu yeterince teselli ediyordu.

      Aslında gören herkesin üzerinde ittifak ettiği şekilde, Felya annesinin yeniden doğmuş haliydi. Çok uzun boylu olmamasına rağmen, zarafeti Felya'yı olduğundan daha uzun gösterirdi. Bununla birlikte anne kızın benzerliği sadece görüntüde değildi. Bilenleri hayrete düşürecek şekilde yürümesi, konuşması, gülümsemesi hatta mutluluğu ve hüznü bile annesi gibiydi. Afea bu benzerliklerle yetinmemiş olacak ki, bilgi ve becerisiyle de kızının kendisine benzemesi için elinden geleni yapmıştı. Sekiz yaşına geldiğinde Felya'yı bizzat eğitmeye başlayan Afea, Diyar tarihinden dövüş sanatlarına, yemek yapmaktan şifalı ilaçlar hazırlamaya kadar akla gelebilecek her konuda, kızına bildiği her şeyi öğretmişti.

      Annesi ile olan derslerinin daima gözlerden uzak bir yalnızlıkta olduğunu düşünen Felya'nın eli, farkında olmadan yine boynundaki mücevhere takıldı. Parlak Sarra gümüşüyle işlenmiş muhafazası içindeki siyah mücevher, annesinin ona en kıymetli emanetiydi. Ancak mücevherin kıymeti sadece güzelliğinde değildi. Hatta dışarıdan bakıldığında sıradan bir kristal görünümünde olan taş, Felya'nın serçe parmağından küçük, muntazam bir dikdörtgen prizma şeklindeydi. Üzerine bilinmeyen bir dildeki minik sembollerle binlerce karakter kazınmıştı. Semboller o kadar ufaktı ki ilk bakışta fark edilmeleri mümkün değildi, taşın üzerine işlenmiş bir çeşit desen gibi duruyorlardı. Etrafındaki Sarra gümüşünden çok ince motiflerle bezenmiş muhafazasının yüzünden parlak siyah taşın üzerindeki sembolleri okumak imkânsızdı. Kırılgan görünümüne rağmen kristal çok dayanıklıydı. Ne zamanın ısrarlı zorlaması, ne de diyardaki herhangi bir güç taş üzerinde en ufak bir iz bırakmaya veya herhangi bir hasar yaratmaya muktedir değildi. Bu nedenle annesinin emaneti olan bu kıymetli taş için, yegâne tehlike kaybedilmesiydi. Binlerce yıllık geçmişe sahip siyah kristal başka bir diyarda bilinmeyen, bambaşka bir irfanla yapılmıştı. Annesi kristalin Diyarın ve diyardan öncesinin tüm bilgilerini taşıdığını söylerdi. Felya bu bilgilerin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştı ancak gizemli taş, sırlarının yanı sıra çok büyük güçlerin de anahtarıydı. Bu yüzden, şimdi Tammu'nun soğuk ikliminde yaşayan yoldan çıkmış Tammu insanlarının ölümüne istediği bu büyük emanetin güvende olması çok önemliydi. Diyarda genç kızın taşıdığı bu değerli yükün yerini bilen başka bir insan yoktu. Felya tüm kalbiyle insanların onun varlığını bile unutmuş olmalarını diledi ama ümitsiz dileğinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını da çok iyi biliyordu.

      Siyah Kristalin sırlarından biri de, onu taşıyan kişinin bazı yönlerini güçlendirmesiydi. Afea taşın etkisinin, sahibinin karakterine ve potansiyeline göre değiştiğini söylemişti. Kristalin bahşettiği güçle karşısındakini etkileyebilme gücüne kavuşan annesi, bu şekilde düğün gecelerinde Desius'un yüreğine baş edemeyeceği bir korku yerleştirmişti. Tarif edilmez bir korkuya kapılan amcası, Afea'ya elini bile sürememiş, onun istediği şekilde anne ve kızı şehir dışında bir çiftliğe yerleştirmişti. Felya, babası Dimri'nin, halkının hiç hoşuna gitmeyen ve canına mal olan değişiminin de bu gücün etkisiyle olduğunu biliyordu artık. Yeni taşıyıcısına annesinin güçlerini vermeyen değerli taşın Felya'ya hediyesi, genç kızın hislerinde ve kararlarında kesin bir doğruluğa ulaşması şeklinde olmuştu. Kendisine bahşedilen bu yetenek sonucu güçlenen hislerin etkisiyle Felya, bir ayı aşkın bir süredir, sonu belli olmayan bu yolculuğa çıkmıştı.

      Annesi üç yıl önce öldüğünde, Felya henüz on altı yaşındaydı. Afea aniden hastalanmış, yatağa düştükten sonra da sadece bir kaç hafta daha yaşayabilmişti. Genç kadının söylediğine göre kafasının içinde bir yara vardı ve hastalığının çaresi sadece Akşehir'deydi. Ne yazık ki annesi aylar sürecek bir yolculuğa dayanacak durumda değildi. Zaten kristalin Akşehir'e gitmesi gibi bir ihtimal de yoktu.

      Annesini gördüğü son gün "Ben görevimi tamamladım" diyen Afea'nın güzel yüzü, solgun ve hastaydı. Kadının her zaman büyük bir neşeyle bakan canlı parlak gözleri, takatsiz bedeninin solmuş bir görüntüsü gibiydi. Tükenmişliğini zorlayan genç kadın "Bundan sonra Sırrın muhafızı sensin yavrum. Onu canın pahasına koru. Bildiğim her şeyi sana öğrettim. Sen de kızına öğret" diyebilmişti güçlükle

      Annesinin sözlerini dinlerken gözyaşlarına hâkim olamayan kızının yanaklarından süzülen damlaları büyük bir şefkatle silen Afea, halsiz ve solgun haline rağmen genç kıza gülümseyebilmişti

      "Benim için üzülme kızım. Sen saf altın soydansın, ama ne yazık ki bunu senden başka bilen olmayacak. İçinde ilk insanların gücü var, bunu zamanla hissedeceksin. Kanın ve boynunda taşıyacağın şey, seni Diyar'ın en güçlü kişilerinden biri yapacak. Senin gibi siyah kristalin ilk muhafızının adı da Felya idi. O tüm Altın kadınlar içerisinde en yetenekli olandı ve bu yüzden kristallerin en önemlisini korumak için sır muhafızı seçildi. Hepimiz gibi sen de Felya'nın gücünü içinde duyacaksın, sana söz veriyorum kızım, hiçbir zaman kendini yalnız hissetmeyeceksin "

      Kısa bir süre nefeslenmek için duraksayan Afea "Tanrının bir hediyesi olarak seni kollarıma aldığımda, düşünmeden adını Felya koydum, umut çiçeği. Sen benim umudumdun, Diyar üzerinde yaşan her iyi insanın da umudu olacaksın" demişti.

      Bu annesiyle son konuşması olmuştu. Bu kadarcık konuşmayla bile bitkin düşen Afea, kızından su istemişti. Felya su dolu kristal sürahiyle geri döndüğünde, genç kadın boynundan hiç çıkarmadığı kristal elinde olduğu halde rahat yatağında son uykusuna dalmıştı. Annesinin henüz sıcaklığını kaybetmemiş ellerindeki küçük siyah taşın takılı olduğu zinciri boynuna geçiren Felya, o gün sırrın yeni muhafızı olmuştu.

      Üvey amcası ve aynı zamanda üvey babası Kral Desius, annesi kadar korktuğu Felya'dan bir an önce kurtulmaya kararlıydı. Valin kadınlarının çoğu şeyde olduğu gibi, kocalarını seçme şansları da yoktu. Babası ve erkek kardeşi olmayan Felya'nın kocasını seçecek kişi de, yasalara göre Desius'tu. Bir kralın kızı olması ve dillere destan güzelliğinin Valin sınırlarını aşması sebebiyle genç kızın talibi çoktu. Annesinin yasının bitmesinin ardından Felya'nın talipleri, yasal vasisi Desius'un kapısını aşındırmaya başlamışlardı. O güne kadar büyük itibar gördükleri yakın köyler dışında Diyarı bilmeyen Felya, on yedi yaşına bastığında Valin sarayına çağrıldı.

      Çiftliği ve komşu köyleri çok sevmesine rağmen krallığın başkenti inkâr edemeyeceği kadar canlı ve güzeldi. Uçsuz bucaksız buğday tarlalarının sonunda, Hattilin denizinin kıyısına kurulan şehrin etrafı kadim zamanlarda büyük kanallarla çevrilmişti. Yarı kurak kocaman bir düzlükten ibaret olan Valin ülkesinde, Hattilin denizinin kıyıları dışındaki topraklarda arpa ve buğdaydan başka bir şey yetişmezdi. Büyük şehirler dışında köylüler kilden yapılmış evlerde yaşarlarken, başkentin tamamı parlak Angma taşlarından yapılmıştı. Yüksek taş surlarının içindeki binalarda, özgün köşeli sütunlarıyla klasik Valin mimarisi hâkimdi. Yükseltilmiş zemin üzerine kurulmuş Kral Sarayı surlara girdikten sonra şehrin her yerinden rahatça görülebilirdi.

      Davet üzerine saraya gelen Felya'yı, amcası Desius kraliyet protokolüyle karşılamış ve çok sıcak davranmıştı. Felya bu içtenliğin ardındaki sahteliği rahatlıkla görebiliyor, ayrıca Desius'un içindeki derin korkuyu da hissediyordu. Amcasının kendisini öldürtebileceğini düşünse de aynı anda karşısında duran kralın tüm kudretine rağmen buna asla cesaret edemeyeceğini anlamıştı. İçinde halen Afea'nın korkusunu taşıyan amcası, sadece onun bir an önce evlenip uzaklaşmasını istiyordu.

      Maiyetiyle saraya yerleşen Felya'nın ilk talibi, Hattilin İmparatorluğundan güçlü bir savaş lordu olmuştu. Büyük Hattilin İmparatorluğunda savaşçılık, asalet için olmazsa olmaz bir şarttı. Felya şöhretli savaş lordunu ve arkasından gelen birçok talibini, boynundaki hazinesinden gelen hislere uyarak tereddütsüz reddetmişti. Amcası, Felya'nın adayları geri çevirmesi konusunda çıldırmak üzereydi. Odasında kendini ziyarete gelen ve üvey kızını evlenmeye ikna etmenin yollarını düşünen krala "Bu sahte samimiyete gerek yok amca" demişti Felya.

      Amcası Desius'un abisi Kral Dimri'ye benzediği söylenirdi. Dadısı, babasını uzun siyah kıvırcık saçlarıyla gür sakalları olan, uzun ve iri bir adam olarak tarif etmişti. Karşısındaki adamın bu tarife tıpatıp uyduğu göz önüne alınırsa kardeşler arasındaki benzerlik konusunda söylenenler doğru olmalıydı. Felya aynı kanı taşıdıklarına inanmakta güçlük çektiği amcasına, bu benzerliğe rağmen en ufak bir yakınlık duymuyordu. Bu yüzden "Benden kurtulmak istediğini biliyorum" diye devam etmişti açıkça. "İçindeki korkuyu da biliyorum" diye eklemişti. Desius'un samimi sevecen yüzü değişirken, içini korku kaplamıştı. Kudretli kralın bu çaresiz halinden garip bir zevk duyan Felya "Sana sorun olmayacağım amca, burada kalmayı ben de istemiyorum. Ancak kiminle evleneceğime ben karar veririm. Beni zorlamaya kalkarsan itibarının yerlerde sürüneceği konusunda söz verebilirim. Sana tavsiyem benim kararlarımı kendi kararın gibi yansıtmandır. Bu şekilde üvey kızına bile söz geçiremeyen bir Kral durumuna düşmekten kurtulursun" diyerek sözlerini tamamlamıştı

      Karşısındaki narin görünümlü genç kızı sessizce dinleyen Desius, hiç itiraz etmemişti. Geri çevirdiği her adayın Kral Desius'u hem çıldırttığını, hem de zor duruma düşürdüğünü bilen Felya, bundan büyük memnuniyet duyuyordu. Üstelik reddedilen adaylar için gerekçe bulma işini de amcasının üzerine yıkmıştı. Buna rağmen Desius takdir edilecek şekilde sözüne sadık kaldı, Felya'yı hiçbir şekilde zorlamadı.

      Annesi Felya'yı birçok konuda eğitmiş olsa da Valin sarayında da öğrenilecek şeyler vardı. Eğitmenleri onu prenses gibi davranmak konusunda eğitirken, köle kadınlardan kadınlık sanatının sırlarını öğreniyordu. Özgürlüğü ve yeni öğrendikleriyle oldukça eğlenceli bir yer olan Valin sarayında, istediği zaman atıyla gezmesine de izin veriyorlardı. Günler günleri kovalayıp geçerken, yine bir gezinti sırasında saraydan çağrılan Felya, artık bir şeylerin değişmekte olduğunu hissetmişti.

      Yeni talibi Tar Krallığının veliaht prensiydi ve normalde bu teklifi reddetmesi gerekirdi. Krallar kendilerine soylarını devam ettirecek oğullar veremeyen Altın kadınlarla evlenmez, aynı sebeple Altın kadınlar da kralların karısı olmazlardı. Felya muhafızı olduğu sırdan dolayı gizlese de, aynı zamanda bir altın kadındı. Krallarla veya veliahtlarıyla evlenmek sır için çok tehlikeli olmasına rağmen, genç kız kuzeye gitmesi gerektiğini biliyordu.  Felya'nın yanılmaz hislerinde bu konuda bir tereddüt yoktu. Her zamankinin aksine teklifi kabul etiğini amcasına söylediğinde, asi prensesin böyle bir teklifi kabul edeceğinden hiç umudu olmayan Desius'un hali görülmeye değerdi. Felya bugün bile, duyduklarını hemen idrak edemeyen kralın şaşkın yüzünü unutamıyordu. Güçlü Tar krallığıyla yakınlaşırken ölümüne korktuğu Felya'dan kurtulma şansı yakalayan Desius, eline geçen bu inanılmaz fırsat için Valin Tanrılarına günlerce dualar edip adaklar sunmuştu. Nihayet aylar süren hazırlıklardan sonra, Tar'ın ünlü Kraliyet muhafızlarının Valine gelmesiyle Felya için Tarin yolculuğu başlamıştı.

      Nelis hanımının altın sarısı saçlarını taramış, adet olduğu üzere yüzünün her iki tarafından omuzlarına dökülen kısımları ince birer tutam halinde örüyordu. Dalgadan yoksun düz saçlarındaki bu iki ince örgü, taktığı ince taç dışında parlak güzel saçlarının tek süsüydü. Küçük kızın işi bittiğinde bu sefer Felya yol arkadaşını önüne oturttu ve saçlarını tarayıp örmeye başladı. Nelis her defasında buna itiraz eder gibi olur, ancak büyük bir mutlulukla kendini teslim ederdi. İşinin bitmesine yakın etrafında alışılagelmişin dışında bir telaş hisseden Felya, hizmetçisinin siyah saçlarını kendi haline bırakıp dikkatini dışarı verdi. Kafile artık durmuş yerleşme hazırlığındayken, özel muhafızlar her zamanki sakinliklerinden uzak bir süratle hareket ediyorlardı. Genç kız dikkat ettiğinde kafilenin de normal bir yerleşme içerisinde olmadığını fark edebilmişti. Kraliyet Muhafızlarının komutanı Yüzbaşı Korn'un tok sesiyle verdiği sert kısa emirler, buradan bile duyulabiliyordu. Kırk yaşlarındaki ünlü savaşçı, kılıçlı kölelerle Prensese eşlik eden on Valin savaşçısını tahtırevanın çevresine yerleştirip elli kişilik kendi seçme birliğini düzenledikten sonra, Felya'ya doğru yanaştı. Kafile komutanı kaba cüssesinden beklenmeyen bir nezaketle konuşmaya başlamadan önce prenses bunun her zamanki akşam molaları olmadığını biliyordu.

      "Majesteleri, lütfen tahtırevanınızdan çıkmayın, sizi koruyacağız.

 

Continue Reading

You'll Also Like

7.9K 1.3K 13
Onun karanlığında yok olacağınızı bile bile ona aşık olur muydunuz? Ben oldum. Onun ateşinin sizi kül edeceğini bile bile kapılır mıydınız ona? Ben...
3.6K 457 53
~Öteki Diyar serisi 1. kitap~ 💜🌿 Lavina, annesinin anlattığı Öteki Diyar hikâyeleri ile büyümüş ancak hiçbir zaman onların gerçek olabileceğine iht...
221 58 11
Bir hikayenin nasıl başlaması gerektiğini kimse söylemez ama aşk ve olağan fantaziler kendi kokusunu salgıladıkça insanı ürkütür...
13.5K 1.3K 25
#1-Sihirligüçler/İhanet intikamı doğurur derler. Hele ki ihanet bir krallıkta zehirli köklerini salmışsa. On sekiz yıl önce Floga Krallığı'nda kral...