ÖLÜM YILDIZI

By Svpethit

446K 22.9K 1.5K

Zaman ilerliyor. Her dakika, zihnimin kanlı rahminde bir intihar doğuyor. Şeytan gülümsüyor. Ben seyrediyorum... More

Ölüm Yıldızı
1.BÖLÜM: "YÜZLEŞME''
2.BÖLÜM: "SÖNMÜŞ RUH''
3.BÖLÜM: "ZİYARET"
4.BÖLÜM: "EV"
5.BÖLÜM: "AİLE"
6.BÖLÜM: "MİSAFİR"
7.BÖLÜM: "HAZIRLIK"
8.BÖLÜM: "OKUL"
9.BÖLÜM: "BEKLENMEYEN"
10.BÖLÜM: ''TANIŞMA''
11.BÖLÜM: ''NORMAL''
12.BÖLÜM: ''DUYGULAR''
13.BÖLÜM: ''YAĞMUR''
14.BÖLÜM: ''SEVGİLİ''
15.BÖLÜM: ''PARTİ''
16.BÖLÜM: ''ÇOBAN YILDIZI''
17.BÖLÜM: ''KAHVALTI''
18.BÖLÜM: "DÜŞÜNCE"
19.BÖLÜM: ''HASTA''
20.BÖLÜM: ''SARHOŞ''
21.BÖLÜM: ''YENİ OKUL''
22.BÖLÜM: ''YOLCULUK''
23.BÖLÜM: ''DENİZ FENERİ''
24.BÖLÜM: ''KAYIP''
25.BÖLÜM: ''EZİYET''
26.BÖLÜM: ''GEÇMİŞ''
27.BÖLÜM: "BOŞLUK"
29.BÖLÜM: ''ANLAŞILMAYAN''
30.BÖLÜM: ''KORKU''
31.BÖLÜM: ''KAPALI KUTULAR''
32.BÖLÜM: ''KARMAŞA''
33.BÖLÜM: ''CEHENNEM''
34.BÖLÜM: "UMUT"
35.BÖLÜM: "TÜKENİŞ"
36.BÖLÜM: ''SAVRULUŞ''
37.BÖLÜM: ''DİKENLİ TELLER''
38.BÖLÜM: ''SAKLI''
39.BÖLÜM: ''TEKERRÜR''
40.BÖLÜM "MAZİ"
PS
41.BÖLÜM ''ANILAR'' PART:1
42.BÖLÜM "ANILAR" PART 2
43.BÖLÜM: ''ZİHİN YANILSAMASI''

28.BÖLÜM: ''SIRLAR''

8.7K 465 16
By Svpethit




Göz kapaklarıma düşen ağırlık uyumam için yalvarıyordu ama uyumak istemiyordum. Güneş tüm parlaklığıyla gökyüzünde yerini almıştı ve ben geceden beri aynı bankta oturuyordum. Soğuktan ellerim kurumuş aynı zamanda üşümüştü ama şimdi ısınmaya başlıyordum.

Yerimden kalkmak için harekete geçtiğim de yanıma küçük bir kız çocuğu yaklaşıp buna engel olmuştu. Kazağımın kollarından tutup, gülümseyerek bana baktı. Ne olduğunu anlayamadığım için kaşlarım hafiften çatılmıştı. Kaşlarımı çatmamla beraber karşımda ki kızın yüzündeki gülümseme kaybolmuştu.

''Kaşlarını çatma.'' dedi, huysuzca.

Kaşlarım çatıklığını düzeltip bu defa ne yaptığını sorarcasına kaşlarımı kaldırdım.

''Sen sadece kaşlarınla mı konuşursun?''

''Ne yaptığını anlamaya çalışıyorum.'' dedim, soğuk bir tavırla. Açıkçası çocukları sevmezdim ve genelde onlarda beni sevmezdi.

Kız, elinde ki kitabı gösterip, ''Bana okur musun?'' dedi.

''Sana kitap okumamı mı istiyorsun?''

Gülümseyerek kafasını salladı ve kitabın kenarını kıvırdığı sayfasını açarak bana uzattı.

''Burada kalmıştık. Dün gece bana babam okuyordu ama sonra kalp krizi geçirdi. Annem şimdi onun yanında ve bana kitap okuyabilecek kimse yok.''

Dediğine karşılık dudaklarım şaşkınlıktan aralanırken bu yaşta ki birinin bunları bu kadar kolay nasıl anlatabildiğini düşünüyordum.

''Baban kalp krizi mi geçirdi?''

''Evet. Annem bana onun kısa süreliğine uykuya daldığını söylüyor ama beş yaşındayım. O kadar aptal değilim.''

''Üzülmüyor musun?''

''Olacakları engelleyemem. Ben daha beş yaşındayım. Artık şu kitabı okur musun?''

Boğazımı temizleyip, kitabı kucağıma yerleştirdim. Okumak için derin bir nefes aldığımda, yanımda ki kızın ağlamaya başlamasıyla kitabı kapatıp, tekrar ona döndüm.

''Beş yaşındasın ve ağlıyorsun öyle mi?'' dedim, hafifçe gülerek.

''Ölmesini istemiyorum.''

''Herkes bir gün ölecek.'' dememle, ağlaması şiddetlenirken söylediğim şeyin pekte mantıklı olmadığını anlamam uzun sürmedi. ''Yani, şimdi olmasa da, bir gün. Çok uzun bir zaman sonra.''

''Sen hiç iyi bir konuşmacı değilsin.''

''Biliyorum.''

Burnunu elinin tersiyle silip, gözlerini bana dikti.

''Sen neden buradasın?''

''Arkadaşım için.''

''Ona ne oldu?''

''Yediği bir şey yüzünden zehirlendi.'' dedim, yalan söylemeyi tercih ederek.

Başını öne eğip elleriyle oynamaya başladığında, ''Adın ne?'' dedi, sessizce.

''Eftelya. Senin?''

''Duygu.''

''Beğendim.''

''Bende seninkini.''

Kısa süren sessizliğin ardından kitabı ona vererek, ayağa kalktım.

''Benim arkadaşıma bakmam gerek. Seni de ailenin yanına götürmeliyim sanırım.''

''Gerek yok, kaybolmam.''

''Pekala.''

Ona gülümseyip, arkamı dönerek hastanenin girişine doğru gittim. Tam içeriye girmek üzereyken kendi kendime gözlerimi devirip, tekrar arkama dönerek Duygu'nun yanına gittim.

''Benimle gelmek ister misin?''

Kollarıyla sımsıkı sardığı kitabıyla oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi.

''Tabii ki.''

Tek elimle önüme gelen saçlarımı kulağımı arkasına sıkıştırıp tekrar hastanenin girişine doğru yürüdüm. Bu sırada Duygu'da peşimden geliyordu.

Asansörün önüne geldiğimiz de tekrar yüzüme bakıp, ''Neden bu kadar soğuksun?'' dedi.

''Üşüdüm.''

''Onu demiyorum. Gıcık gibisin.'' dedi, gülerek.

Kaşlarımı çatıp, gelen asansörün içine girdim. Ben mi gıcıktım?

''Sen de beş yaşında ki birine göre pek sevimli değilsin.''

''Biliyorum.'' dedi, tekrar gülerek. İnsanı delirtmesini iyi biliyordu.

Kıvancın odasının olduğu kata geldiğimiz de adımlarımı hızlandırıp, açık olan kapıdan içeriye girdim.

Hemşire çoktan gelmiş, ilaçlarını veriyordu. Kıvancı görmemle, yüzüme büyük bir gülümsemenin yerleşmesi bir oldu. Dünden beri ilk defa uyanmıştı. Gözleri yorgun bakıyordu ama onun da yüzünde bir tebessüm vardı.

''Sonunda uyanabildin.'' dedim, sızlanarak.

''Çok mu uyudum?''

''Fazlasıyla.''

Gözlerimi devirip, yanına gittim. Yatağının ayak ucuna oturup, ilaçlarını teker teker içmesini izledim. Bu sırada Duygu da sessizce koltuğa oturmuş bizi izliyordu.

Kıvanç ilaçlarını içtikten sonra, hemşire bir şey demeden odadan çıktı. Bu sırada yan tarafta duran Duygu'yu yeni fark etmişti. Kıvancın da kaşları benimki gibi çatılırken, Duygu'nun da kaşları çatılmıştı bu defa.

''Siz hepiniz neden kaşlarınızı öyle yapıyorsunuz?''

Kendi kendime kahkaha atıp, Kıvanca baktım. O da bana bakıp gülümserken, ''Bu kim?'' dedi.

Konuşmak için ağzımı açmışken, Duygu araya girerek, ''Adım, Duygu.'' dedi.

''Pekala.''

''Sen adını söylemeyecek misin?''

''Kıvanç.''

Duygu ayağa kalkıp yanımıza gelecekken, odanın kapısı açılıp, içeriye tanımadığım bir kadının girmesiyle yüzü asıldı. Kadın endişeyle yanımıza gelirken, aynı zamanda Kıvançla bana bakıyordu.

''Duygu, seni ne kadar merak ettiğimin farkında mısın? Haber vermeden neden çıkıyorsun?''

''Sadece bana kitap okuyabilecek birini arıyordum.''

Duygu'nun annesi sinirle soluyup, Duygu'yu kucağına alırken, bize hiçbir şey söylemeden odanın kapısına doğru ilerledi. Duygu bize el sallarken bende ona gülümseyip el salladım. Açık kalan kapıyı kapatıp, tekrar Kıvancın yanına döndüğümde, gözlerini kapatmış, kafasını geriye atmıştı.

''İyi misin?''

Gözlerini açmadan kafasını salladı.

''Kıvanç.''

''Ne diyeceğini biliyorum, Eftelya ama bu konuyu konuşmak istemiyorum. Oldu ve bitti, tamam mı? Konuşmayalım lütfen.''

''Kendini öldürmeye çalıştın. Bu kapatılacak bir konu gibi mi gözüküyor?''

Sesim sonlara doğru titremeye başlarken ayağa kalkıp, saçlarımı avuçlarımın içine aldım.

''Korktum, biliyor musun? Hiç korkmadığım kadar korktum. Bir daha seni görememekten, yanımda olamamandan korktum.''

''Son birkaç haftadır buna alıştığını düşünmüştüm.''

Çatlayan dudaklarımı ıslatan gözyaşlarımı elimin tersiyle silip, alaycı bir kahkaha attım.

''Aptalsın sen.''

Kıvanç da benim gibi kafasını yana yatırıp, acı bir şekilde güldü. Gözlerinden birkaç damla yaş düşerken hala ağlamamak için sıkıyordu kendini.

''Ağlama.''

''Sen de ağlıyorsun.''

Boğazımda ki yumrunun geçmesi umuduyla yutkunup, Kıvancın yanına gittim.

''Artık yanından ayrılmayacağım. Söz veriyorum. Seni yalnız bırakmamam gerekiyordu.''

''Çocukmuşum gibi davranma. Her zaman yanımda olmana gerek yok.''

''Evet, var. Çünkü bu bana da iyi geliyor.''

Bana iyi gelen buydu. Olması gereken buydu. Bazen gözlerimin önü perdeyle kapatılıyor ve hiçbir şey göremiyormuş gibi hissediyordum ve bu defa perdeler uzun süre orada kalmıştı. Kendi benliğimden uzaklaşıp, kendimi kandırmaya çalışmıştım. Her zaman yaptığım gibi ve her zaman hayal kırıklığına uğradığım gibi yine aynı yerdeydim. Hep söylüyordum değil mi? Karanlık bir kuyu ve hiç ışık yok. Kimse yok. Gözlerim karanlığa alışmışken ben tekrar ışığı görmeye çalışmıştım ve küçük bir ışık huzmesi görmemle buna kapılmıştım. Tekrar karanlığa düşeceğimi bile bile kapılmıştım ve şimdi ışığa alışan gözlerim tekrar karanlığa alışmak zorundaydı.

***

''Toprağın kendisi de cansız, ıssız, hareketsizdi. Öylesine yalnız ve soğuktu ki, hüzün bile yoktu ruhunda.'' (Alıntı)

Kendimi cansız, ıssız toprağa benzetmem çok mu garip olurdu? Yalnız ve soğuk olduğum, bu düşüncemi güçlendiriyor olsa bile kendimi toprağa benzetmenin ne kadar doğru olacağını hala sorguluyor durumdayım.

Bazı anlar olur, sessizlikten kulaklarınız uğulduyorken çığlık sesleri yankılanır kulaklarınızda. Karanlık bir oda ve yine çığlık sesleriyle bütünleşmiş bir ben, tek başıma oturuyorum.

Soğuktan kurumuş ellerimi, masamın üzerinde duran kremle, biraz olsun eski haline döndürmeye çalıştım. Tüm ellerim kremi emdiğinde, kalorifer peteğinin yanına gidip, ellerimi sıcak peteğin üzerine yerleştirdim. Bir saat kadar önce yağmur başlamıştı ve hala durmamıştı. Her an okulların tatil edileceği haberini bekliyor olduğumu inkar etmeyecektim. Okula gidecek halim yoktu. Bir haftadır yorgun ve bitkin haldeydim. Sınavlarımız başlamıştı, Kıvancın yanından ayrılmak istemediğim için bazı zamanlar hastanede kalmış ve tabii ki bunun sonucunda ara sıra babamla tartışmıştık. Yine de artık babamla tartışmak çok da olağandışı bir şeymiş gibi gelmiyordu bana. Tartışıyor, bağırıyor ve bitiriyorduk. Sonrasında aynı sessizlik ve benim odama çekilişim. Arel ile görüşmüyorduk. Daha doğrusu ben onu görmüyordum çünkü okula hiç gelmiyordu. Emirle hala görüşüyorduk.

Penceremi hafifçe aralayıp, toprak kokusunun odamı doldurmasını bekledim. Telefonumun sesiyle yatağıma doğru ilerledim. Giray arıyordu.

''Efendim?'' dedim, telefonu omzumla kulağım arasında sıkıştırırken. Bu sırada, ütülenmiş okul kıyafetlerimi askılara yerleştirip, dolabıma astım. İşim bittiğinde telefonu tekrar elime alıp, Giray'ı dinledim.

''Eftelya, sanırım beyin yanmasından öleceğim.'' dedi, sızlanarak.

''Anlaşıldı. Yine ders çalışmayı denemişsin. Ne kadar sürdü? On dakika?''

''Geç sen dalganı. Notlar okunurken bende seninle dalga geçeceğim.''

''Geçebilirsin çünkü çalışmadım.''

''Neden?''

''Başım ağrıyor biraz.''  dedikten sonra derin bir nefes alıp, ''Sonra konuşsak olur mu? Uyuyayım biraz.'' dedim.

''Tamamdır. Merak etme ben yarın sana anlatırım konuyu.''

''Sabırsızlıkla bekliyor olacağım.'' dedim, gülerek.

Tekrar cama ilerledim. Gökyüzünün aydınlık kalan son kısımları da kendini karanlığa teslim ederken, odamın içi de iyice karanlığa bürünmüştü. Yağmurla karanlık birleştiğinde, yağmuru her ne kadar sevsem de korkmama sebep oluyordu. Karanlıktan korkmak her ne kadar saçma olsa da karanlığa alışamıyordum. Karanlık benim için bilinmezlikti ve hayatımda yeterince bilinmezlik varken bir de karanlığa yer yoktu.

Perdelerimi kapatıp, ışıkları açıp yatağıma oturdum. Hala annemin gelmesini bekliyordum. İşten dönmemişti ve babam birkaç gündür Diyarbakır'daydı. Bu aralar dedemin yanına çok sık gidiyordu ve sebebini bir türlü öğrenemiyordum. Yine de sorgulamak gelmiyordu içimden. Umurumda olduğu söylenemezdi.

Yatağıma gidip, soğuk yorganın altında aldım yerimi. Tenime değen soğukluk irkilmeme sebep olmuştu. Gözlerim yavaşça giysi dolabıma kaydı. Gözlerimi sımsıkı kapatıp bu fikri aklımdan çıkarmaya çalıştım. O partiye gitmeyecektim. Arel'in düzenlediği. Menekşe'de yapılacak olan. Mine'nin davet ettiği.

Gitmeyecektim.

Arel son derece açık bir şekilde veda etmişti ve vedalardan sonra genelde insanlar birbirleriyle tekrar görüşmezdi. Onun düzenlediği bir partiye yüzsüzce gidemezdim. Mine ve onu gördüğümde kırılacağımı bile bile gidemezdim.

Gidebilir miydim?

Telefonumun sesiyle kendi kendime girdiğim düşünce savaşından çıkıp, aramayı cevapladım.

''Efendim Emir?''

''Ne yapıyorsun?''

''Evdeyim.''

Kısa süren sessizliğin ardından boğazını temizleyip, ''Partiye gelecek misin?''dedi.

''Hayır.''

''Neden? Beni yalnız bırakma, lütfen.''

''Sende gitme o zaman.''

''Gitmem lazım.''

''Emir, gelmeyeceğim. Sadece uyumak istiyorum, tamam mı? İyi geceler.''

''Pekala, iyi geceler.''

Telefonu kapatıp, yan tarafıma fırlattım. Ellerimle yüzümü kapatıp, bir süre nefesimi tutup bekledim. En küçük ses bile düşünmemi zorlaştırıyordu. Kendi nefes alışverişlerimi bile duymak istemiyordum.

Herkes orada olacaktı. Mine orada olacaktı. Eylül bile orada olacaktı. Belki de bizim okuldan birkaç kişi daha. Giray'ın haberi var mıydı, bilmiyordum. Aniden gelen bir kararla, Giray'ı aradım. Açmasını beklerken bu sırada dolabıma yönelip, kıyafet bakınmaya başladım. Evde tek başıma oturup, partide neler olduğunu düşünmeyecektim. Şu an aklımdan geçenler belki de benim düşüncelerim değildi çünkü şu an aptallık ediyordum.

Telefonun diğer ucundan Giray'ın sesini duymamla, yapacağım şeyi son kez düşündüm.

''Giray?''

''Efendim?''

''İşin var mı?'' dedim, tereddütle. En son ders çalıştığını söylemişti.

''Şu an, hayır. Kendimi yatağa attım.''

''Arel'in partisine gidecek misin?''

''Hayır. Sen?''

''Beraber gidebiliriz.''

''Emin misin?''

''Beni yalnız göndermezsin.'' dedim, gülerek.

''Aynen öyle. Hazırlan, seni almaya gelirim.''

Göremeyeceğini bilsem de kafamı hafifçe sallayıp, telefonu bir bakıma yüzüne kapattım.

Dolabımdan siyah bir pantolon çıkarıp, üstüne düz siyah kazağımı giydikten sonra, saçlarımı bağladığım lastiği çıkarıp, saçlarımın omuzlarıma dökülmesine izin verdim. Saçlarım hastaneden çıktıktan sonra kestirdiğimden beri iyice uzamıştı ama yine de kestirmeyi düşünmüyordum. Onları keseceğim gün ya ölmüş olacaktım ya da ölmeye yakın olduğum bir zaman olacaktı. Belki kansere falan yakalanabilirdim ve saçlarım dökülmeden önce onları kestirip, diğer lösemi hastalarına bağışlayabilirdim.

Saçlarımı bir kez tarayıp, çantama gerekli eşyaları koyduktan sonra koluma asıp, ayakkabılarımı giymek için kapıya doğru gittim.

Ayakkabılarımı giydikten sonra askıda ki montumu alıp, şapkasını kafama geçirdim. Hala yağmur yağıyordu.

Dışarıya çıkıp, sitenin içinde ki üzeri kapalı parklardan birine oturup, Giray'ı beklemeye başladım. Bu sırada telefonumu elime alıp, annemi arayıp haber vermiştim. Zaten bu aralar, evde kimsenin birbirini umursadığı yoktu. Tamam demişti.

Giray'ın motoru görüş alanıma girdiğinde yerimden kalkarak yanına gittim. Yağmur çok fazla yağmıyordu. Arada bir çiseliyordu. Bu yüzden motorla gitmemiz sorun olmayacaktı.

Gülümseyerek yanına gittim. O da bana gülümserken, çoktan elime bir kask tutuşturmuş, takmam için bekliyordu. Kaskı kafama yerleştirirken ''Geldiğin için teşekkür ederim.'' dedim.

''Görevim.'' dedi, ciddi bir sesle.

Ona kaşlarımı çatıp gülerken, motorun arkasında yerimi almıştım bile. Giray, motoru çalıştırırken bu sesi özlediğimi fark etmiştim. Menekşe'ye yaklaştıkça kalbimin sesini duyabiliyordum ama bu heyecandan değil, korkudandı. Oraya gittiğimde neler olacağını bilmiyordum ve yine bilinmezlik beni deli ediyordu. Sahile yaklaştıkça geri dönme isteğim artarken, gök gürültüsü beynimde yankılanıyor ve her şeyi daha da karışık hale getiriyordu. Gürültülerin üzerimde ki etkisi buydu. Kötü şeyler için senaryo yazıyorlardı beynimde.

Büyük kapının önünde durduğumuzda, motordan inip, Giray'ın da inmesini bekledim. Elimdeki kaskı alırken, ben gözlerimi büyük kapıdan ayıramıyordum.

Korku.

Endişe.

Yine korku.

Giray elini belime yerleştirip, güven verici bir şekilde hafifçe sıktığında, bunun işe yaramış olmasını o kadar çok isterdim ki.

Dışarıda yağmur yağdığından, çok fazla kişi yoktu. Etraf sessizdi. Kapıya doğru ilerlediğimizde, müzik sesleri hafiften gelmeye başlamıştı ve benim midem ağrımaya başlıyordu. Bir hafta bana çok uzun bir süreymiş gibi geliyordu.

Büyük kapı yavaşça açıldığında, duvarları kırmızıya boyanmış, büyük salona açılan koridordan geçerken adımlarım geri dönmek içi yalvarıyordu sanki. O kadar yavaş yürüyordum ki her an vazgeçecek gibi. Her an geri dönecek gibi ve her an kaçacak gibi.

Kırmızı koridorun sonunda ki kapı açıldığında, gözlerimi işgal eden ışık, kulaklarıma dolan müzik sesi ve kalabalığın gürültüsü.

Gürültü demek karmaşa demekti ve şu anda bulunduğum durum çığlık atma isteği uyandırıyordu. Sakin ol, Eftelya.

Başımı yerden kaldırıp, etrafıma bakınmaya başladım. Gözlerimin kimi aradığı belliydi ama ortalıklarda gözükmüyordu. Aniden kolumda hissettiğim elle irkilerek arkama döndüm.

''Eftelya? Gelmeyeceksin sanıyordum.''

Emir'i görmemle, derin nefes alıp, gülümsedim.

''Ani karar verdik.'' dedim, Giray'ı göstererek. ''Tanıştırayım. Giray, Emir. Emir, Giray.'' dedim, ellerimle ikisini birbirlerine göstererek.

Emir ve Giray el sıkıştıktan sonra Emir ve Eylüllerin oturduğu masaya doğru ilerledik. Eylül ve Seda beni görünce yerlerinde kıpırdanıp, birbirlerine baktılar. Yine de bunu umursamadan yerime oturup, tekrar etrafıma bakınmaya başladım. Masa da sessizlik hakimdi ama anlaşılan Seda bunu bozmak istiyordu. Önünde ki içecekten bir yudum alıp, gülümseyerek bana döndü.

''Hoş geldin Eftelya. Uzun süredir görmüyordum seni.''

Hafif tebessüm edip, Eylüle kaçamak bir bakış attım.

''Görüşebileceğimiz bir yakınlığımız yoktu zaten.''

Seda da benim gibi zorla gülümseyip, önüne dönerken Giray'ın gülüşünü duyabiliyordum.

Emir'in yanına otururken, Giray da benim yanıma oturmuş etrafına bakınmaya başlamıştı.

Emir tam ağzını açmış bir şey söylüyordu ki, kapıda gördüğüm kişiyle bir anda sesi kesilmişti sanki. Sadece ona odaklanmıştım ve başka hiçbir şey duyamıyordum.

Saçlarını kestirmiş.

Bütün hafta boyunca içimde susmak bilmeyen ses onu görünce daha da bağırıp, çığlık atmaya başlamıştı.

Canımın yanması normal miydi?

Oturduğum yerden öylece ona bakıyordum ve yapabileceğim başka hiçbir şeyin olmadığını da biliyordum. Yanına gidip konuşsa mıydım? Bu saçmalık olurdu. Bana veda etmişti.

''Eftelya?''

Bakışlarımı Emir'e çevirip, ne anlattığını yakalamaya çalıştım.

''Efendim?''

''İyi misin?''

''Başım döndü biraz. Sanırım hava alsam iyi olacak.''

Aniden ayağa kalkıp, buraya ilk geldiğimde çıktığım terasa çıktım yine. Giray'ı tanımadığı kişilerle yalnız bırakmam doğru değildi ama gerçekten hava almaya ihtiyacım vardı.

Merdivenleri hızla tırmanıp, terasa attım kendimi. Soğuk hava yüzümü yalayıp geçerken, ağlamamı bastırmaya çalışıyordum. Neden ağlamak istediğimi bilmiyordum ama doğru bir zaman olmadığı kesindi.

Terasın demirlerine tutunup, alnımı ellerime yasladım. Gözlerimi bir süre kapalı tutup, sessizliğin tadını çıkarmaya çalıştım.

Gürültüyü gerçekten sevmiyordum.

Başımı tekrar kaldırıp, soğuk mermere oturup, bağdaş kurdum.

Bugün hava kapalıydı ve gökyüzünde bulutlardan başka hiçbir şey gözükmüyordu. Gri bulutlar ve siyah gökyüzü.

''Üşüteceksin.''

Sesi, kulaklarımdan girip tüm hücrelerime ulaşırken arkama dönmeye gücümün olmadığını fark etmiştim. Başımı dahi çeviremiyordum. Belki de hazır değildim. Bu olayı neden bu kadar büyüttüğümü bilmiyordum. Beni yalnız bırakan ilk kişi değildi ve diğer yandan bir hafta uzun bir süre değildi ama yine de içimde bu kadar büyük boşluk bırakan ilk kişiydi. Nedeni ise hala bilinmiyor.

Arel yanıma gelip, elini uzatırken hala yüzüne bakmamıştım.

''Bu havada mermere oturman ne kadar mantıklı?''

Ben kendi içimde savaş verirken o hala mermere oturmamda kalmıştı.

Yerden destek alarak kalktığımda Arel de havada ki elini indirip, iki elini de ceplerine yerleştirdi.

''Gelmeyeceğini düşünmüştüm.''

''Ama geldim.''

''Görebiliyorum.'' dedi, hafifçe gülerek.

Tekrar demirlere yaslanıp, kollarımı göğsümde kavuşturdum. Arel de benim gibi demirlere yaslanıp, kafasını yere eğdi.

Tam konuşmak üzereyken, öksürüp burnunu çektiğinde kaşlarımı çatarak, yüzümü ona çevirdim.

''Hasta mısın?''

Az önce fark etmemiştim ama yüzü gerçekten solgun gözüküyordu.

''Hayır.''

''Belli oluyor. Neden evde kalmadın?''

''Partiyi ben düzenledim çünkü.''

''Doğru. Büyük kayıp olurdu.'' dedim, gözlerimi devirerek.

Arel öksürüklerinin arasından gülmeye çalışırken, tekrar kendini toparlayıp ciddi ifadesine büründü.

''Kıvanç iyi mi?''

''Sen nereden biliyorsun?''

Hastane meselesini bildiğini biliyordum ama Kıvancı tanıması, bu kadarı da fazlaydı.

''Senin hakkında hiçbir şey bilmediğimi mi düşünüyorsun gerçekten?''

''İyi de nereden biliyorsun? O gece yanına gelmemi söylemiştin. Ne söyleyecektin?''

''Bilmiyorum. Sadece yanımda olmanı istedim. Babamın ölüm yıl dönümüydü. Tek başıma olmak istemedim.''

Alayla gülüp, kafamı iki yana salladım.

''Bunun için olduğuna inanmamı bekleme. Sen bunu kaldırabilecek birisin. Ağladığından bile şüpheliyim.'' dedim, sinirle. Bunu neden söylediğimi bilmiyordum ama sürekli bir şeyleri gizlemesi sinirlerimi bozuyordu. Muhtemelen bunu da konuyu değiştirmek için söylemişti.

''Doğru ya. Duygusuz biri olmam gerekli, değil mi?''

''Ben öyle söylemedim.''

''İster inan, ister inanma. Sadece yanımda olmanı istedim. Neden buna inanmıyorsun?'' dedi, sinirle.

''Çünkü kimsenin bana ihtiyacı yok. Senin neden olsun?''

Bu defa bende bağırıyordum. Zaten sinirliydim, üstüme gelmemesi gerekiyordu.

''Sen sadece kendini buna inandırmışsın.''

''Benimle alakalı bir şey değil bu. Olan şeyi söylüyorum.''

''Psikopat.'' dedi, sessizce ama duymuştum.

''Ne dedin sen?''

''Psikopat dedim.''

''Sen kendine bak!'' dedikten sonra bir süre düşünüp, yaptığı saçma bir davranışı bulmaya çalıştım. ''Hasta halinle buraya geliyorsun. Psikopatsın işte.''

Ayağımı yere vurup, arkamı dönüp gitmek üzereyken Arel kolumdan tutup tekrar kendine çevirdi.

''Sadece yanımda olmanı istedim. Doğruyu söylüyorum.''

''Sürekli bir şeyleri gizliyorsun ve ben iyice sıkılmaya başladım. Anlat. Ne olursa. Bir şeyler anlat. Benim hakkımda çok fazla şey biliyorsun ve benim senin hakkında bildiğim şeyler? Yok.''

Arel avucunun içinde ki kolumu serbest bırakıp, az önce oturduğum mermere oturdu. Kafasını arkasında ki duvara yaslayıp, göz ucuyla bana baktı. Ayakta öylece dikildiğimi fark edince bende yanına gidip, oturdum. Yine susuyorduk.

Arel tekrar öksürüp, kollarını birbirine bağladı.

''Ben babamı severdim.'' dedikten sonra bir süre bekleyip, derin bir nefes aldı. ''Tam babamın oğluydum anlayacağın.''

''İntihar etti demiştin.''

''Evet, intihar etti.''

''Neden?''

''Onu buna zorladılar, Eftelya. Benim babam korkak biri değil.''

Arel kendi kendine gülüp, devam etti.

''Babam cinayetten suçlanıyordu ama sana yemin ederim, babam suçlu değil. Onun bakışlarından bile anlayabiliyordum.''

''O zaman neden onu tutukladılar?''

''Babam kendisi üstlendi suçu. Bir bakıma itiraf etti, cinayeti işlediğini. O yapmadı.'' dedi, kafasını iki yana sallayarak.

Arel'in sonlara doğru sesi titremişti.

''Babam kapalı alanda kalamaz.'' dedi, buruk bir gülümsemeyle. ''Daralır bir kere. Yapamazdı orada. Ama bu kimsenin umurunda değildi. Götürdüler babamı. Bir sene dayanabildi. Sadece bir sene. Onu ziyarete gitmiştik. Annemle beraber. Kendini asmış. Tuvalette bulmuşlar.''

''Hiç mi kimse yardım etmemiş?''

''Hiç kimse. Haberi aldığımız da annem çığlık atmaya başladı. Ne olduğunu bile anlayamamıştım. Donuk bir şekilde anneme bakıyordum ve kulaklarımda sadece annemin çığlığı.''

Kafasını iki yana salladı. ''Ve daha sonra hiç kesilmedi çığlıkları.'' Ellerini iki yana açtı. ''Artık bir şeyler biliyorsun.''

Sessiz kaldım.

Arel ayağa kalkıp, elini uzattı. Elinden tutup ayağa kalktığımda öylece Arel'in yüzüne bakıyordum. Yüzünü gökyüzüne çevirip, tekrar öksürdü. Yanına gidip, sesimin pürüzlü çıkmaması için boğazımı temizledim.

''Eve git. İyice hasta olacaksın.''

''Bir şey olmaz.'' dedi, terasın kapısını açarken.

''Arel, eve git.''

''Sen burada mı kalacaksın?''

''Bende eve döneceğim.'' dedim, merdivenlerden inerken.

''Seni bırakayım öyleyse.''

Kafamı sallayıp, oturduğumuz yere baktım ama Giray yoktu. Bu kalabalıkta bulamayacağımdan, telefonumu çıkarıp arasam da cevap yoktu. Eve döneceğimi mesaj attım. Arel'in peşinden kapıya çıkıp, arabanın gelmesini bekledim. Arabayı kapının önüne getirdiklerinde, bekletmeden içeriye girip, ellerimi birbirine sürttüm. İki dakikada üşümüştüm.

Arel de arabaya bindiğinde, taşlı yoldan geriye dönüp caddeye çıktık. Sokak lambaları arabanın içini aydınlatıyordu. Her bir sokak lambasını geçtiğimizde Arel'in yüzünün ışıktan sonra karanlığa bürünmesini izliyordum. Bir süre sonra kafasını çevirip, bana baktı.

''Sınavların nasıldı?''

Kaşlarımı çatıp, ciddi olup olmadığını anlamaya çalışırcasına yüzüne baktım.

''İyiydi. Senin?''

''İyi.''

''Sen bu sene sınava girmeyecek misin? Pek çabalıyor gibi gözükmüyorsun.''

''Girmeyeceğim.''

''Neden?''

''Belki sonra. Her şey düzeldiğinde.''

''Neyin düzelmesini bekliyorsun ki?''

Arel gülümseyip, yüzüme baktı. Çok geçmeden tekrar yola döndüğünde bu sessizliğinden cevap vermeyeceğini anlayıp bende başımı cama yaslayarak dışarıyı izlemeye başladım.

Garip bir geceydi ama bundan şikayetçi değildim. Arel için vedaların önemli olmadığını anlamıştım. Kafasına estiği gibi davranıyordu. Garip biriydi ve ben bundan da şikayetçi değildim. Diğer tüm geceler bir şeylere şikayet edip, huzursuz olmuş olabilirdim ama bu gece huzurlu hissediyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

25.3M 901K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
1M 13.9K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
551K 24.5K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...