Umutsuzluk nedeniyle korkup kaçma, umut, umutsuzluğun ötesindedir, aş, yürü, geç onu, karanlık geçidin ötesinde, ışık bulacaksın. ( Alexander Pope)
Unut ediyorum. Sadece umut...
Çünkü yaninda yatıyor bana öyle güzel öyle derin bakıyor ki bir an kndimi dünyadaki tüm kadınlardan daha şanslı hissettiriyor bana.
Çıplak göğsündeki kurt dönmesine bakıyorum usta bir elden çıktığı belli. Dişlerini gösteren ve ağzından uc damla kan akitan aslında korkunç olması gerekirken beni korkutmuyor ama bir anıyi canlandırıyor gözümde.
O gun gırtlağımı sıkıp bni öldürmeye kalktığında yanima gelip
Ben bir kurt'um onun gibi vahşi ve acımasız sende pencelerimdeki avsin demişti. O gun bana saçma gelen bu cümlelerin zaman geçtikçe doğruluğu kanıtlanmışti. Onu bir kaç defa o kurt haliyle görmüştüm. Ve gerçekten de korkunçtu
ne kadar tanıyordum bu adamı. galiba hiç.
neleri severdi nelerden nefret ederdi en çok kızdığı şey neydi peki ya en mutlu olduğu an. korkuları var mıydı? ya özledikleri ben yokken yani 3 yıl neler yapmıştı kimler girmişti hayatına kimler çıkmıştı.
ahhh yine aklım türlü oyunlar oynuyordu bana. nerden gelmişti şimdi bunlar aklıma.
kalkıp sıcak bir duş aldım. eşofmanlarımı giyerken o hala deliksiz ve rahat bir şekilde uyuyordu. derin bir uykuda olmalıydı çünkü yanından kalktığımı bile fark etmemişti. onu yormuştum dün onu uyandırmadan ve kafamdakileri rahatlatmadan yürüyüş yapıp sonrada ona güzel bir kahvaltı hazırlamaya karar verdim. belki okula gitmez tüm gün onunla evde normal çiftler ne yapıyorsa onu yapardık. mısır patlatır film izler belki satranç oynardık yada şu aklımdaki sorularının cevabını almak için uzun uzun konuşurduk.
''günaydın ezra hanım'' diyen revanın gözlerinden uyku akıyordu resmen.
''günaydın reva'' dedim kapının eşiğinde. ama iki adım atmıştım ki reva tam önümde bitiverdi.
''ne '' dedim öylece karşımda dikilmesinin bir açıklaması olmalıydı var gibiydi ama söyleyip söylememek konusunda kıvranıyordu. bu adamın bu hallerine bayılıyordum zeynel gibi donuk suratlı değildi daha kibardı.
''şey ezra hanım özür dilerim ama çıkmanız yasak ''
''saçmalama reva yürüyüş yapacağım çekil önümden'' dedim bir adım attım ama o yine önüme geçti. hasbinallah.
''ezra hanım abimle çıkın daha iyi bence''
''sana mı soracağım be kiminle çıkıp çıkmayacağımı ''
''bende emir kuluyum abim dedi ki''
''abinin ne dediği umurumda değil duydun mu'' diye bağırdım
''eminim tüm muğla hatta türkiye belkide komşu ülkeler bile duymuştur'' dedi arkamda ki ses. ona döndüğümde ağzımın suyunu tutmaya çalıştım ama imkansızdı.
bu adamın bende yarattığı etkiden nefret ediyordum. altına giydiği pijama kalça kemiğinin hemen üzerindeydi. ve sırtında olduğu gibi göğsünde ki tırnak izlerimi görünce istemsizce dudaklarımı ısırdım.
''neler oluyor alex'' dedim kendimi toparlayıp
''içerde konuşalım'' dedi donuk bir sesle. arkasından içeriye girdiğimde ellerini kalça kemiğine koymuş benimle edeceği kavgaya hazırlanmış gibiydi. demek ki dünkü ve bugünkü sorunları kavga ederek konuşacağımız anlaşılmıştı.
''nereye gittiğini zannediyorsun'' bu sakinliği delirticiydi.
''yürüyüşe sonra okula'' dedim üzerimdeki montu çıkarıp kenara koydum ve artık kim yaptıysa kendime ve ona çay koydum. kavga etmek tartışmak azar işitmek yada yasaklar olsun istemiyordum hayatımda o yüzden derin bir nefes alıp tam karşısına oturdum.
''üzerini giyinir misin''
''neden'' ahhh bu kadar sakinlik neden yaa peki ben neden her an patlayacak bomba gibi duruyordum ki.
''çünkü..'' ne diyecektim ona. giyin çünkü dikkatimi dağıtıyorsun giyin çünkü kadınlık hormanlarımın yükselişi ve içimdeki o cadalozun kıpırdanıp durması canımı sıkıyor. ve şimdi hiç sırası değil.
ahhh tam da sırası dün geceden sonra yataktan çıkmamalıydık hemde hiç dedi cadaloz
''hasta olursun''dedim
''bir kaç konuyu açıklığa kavuşturalım ezra'' oooo bana nerdeyse çok uzun zamandır adımla hitap etmemişti ve şimdi ettiğine göre kesinlikle sorun var demektir...
''sen benimsin benim oldun sana sahibim ve ben ne dersem o olur'' dedi beynim bu cümleleri süzgeçten geçirip farklı on anlam çıkarabilirdi ağzım açık ona bakakaldım.
''anlamıyorsun lanet olsun anlamayacaksın da. benimsen benden habersiz adım atamazsın başına buyruk hareket edemezsin. geçen geceden sonra artık edemezsin. bensiz benim izin verdiğim yerlere gidersin ben uyurken kalkıp yürüyüşe çıkamazsın hadi ben okula gidiyorum deyip okula gidemezsin lanet olsun ezra lanet olsun'' dedi dün geceki kavgayı atlattığımı sanarken yanılmıştım kavganın büyüğü burdaydı. ve ben hal suskunca onu dinliyordum.
''normal bir hayat isteyip dört tane mafya babasının masasına gelip oturamazsın hadi oturdun diyelim artık normal bir hayat isteyemezsin hadi istedin diyelim anında yem olursun'' susmak galiba en mantıklısıydı.
sakın ağzını açayım deme dedi içimdeki kız
''saçma sapan düşüncelere kapılıp kendini tehlikeye attın artık adını biliyorlar hemde sen söyledin ve gerçekleri öğrenmeleri an meselesi haa hala öğrenmedilerse tabi. senin usonun kızı olduğunu öğrenecekler ölmüş bir adamdan ve onun oğlundan intikam almak için seni kullanmaya çalışacaklar ve başın yine tehlikeye girecek'' derin bir nefes aldı ve
''şu anda kendimi zor tutuyorum ezra gırtlağına yapışmamak için zor tutuyorum kendimi. kurallar belli okulu unut dışarıya çıkmayı unut'' dedi ve gelip yanıma diz çöktü ilkkez bu kadar tehtitkardı
'' evden saçının telini çıkarırsan seni öldürürüm'' dedi ve hızla yanımdan ayrılıp yukarıya çıktı. üç yıl önceki adam geri gelmişti hemde daha sert olarak. aptallık ettiğimin farkındaydım hata etmiştim ve saçma sapan hareketlerimin başıma ne bela açacağını bilemedim. ona sen haksızsın deyip bağırıp hakkımı savunman gerekiyordu ama durum öyle değildi işte ve tamamen o haklıydı.
bela mıknatısı gibiydim yok böyle bir şey. acaba yaratılışımda mı bir sorun vardı yoksa sorunları ben mi yaratıyordum yada kafamın dikine gittiğim için mi böyle sonuçlar ortaya çıkıyordu. kalk ayağa ve sevdiğim adamın yanına git kendini bir şekilde affettir dedim kendime.
odaya girdiğimde harika bir müzik yankılanıyordu içeride. insana bahar günlerinin tatlı meltemini hatırlatan bir müzikti. acık olan pencerenin önüne oturmuş sigara içiyordu. geldiğimi fark etse de ne baktı bana nede tek bir söz söyledi. galiba bu kez çam devirmiştim düzeltmekte bana kalıyordu. karşısındaki sandalyeye oturduğumda bile tek bir kıpırdanma olmadı. trip atan ergenler gibi görünüyordu. hayır ezra gülmenin hiç sırası değildi ama komik görünüyordu.
''müzik çok güzel nedir''
''ravel'in bolero koncertosu'' dedi bugün bu adamda birşeyler vardı fazla donuktu. bir kaç uzun dakika boyunca müziğe odaklandık her ikimizde ama o susuyordu sustukça ben korkuyordum ve zaman uzayıp giden bir işkence aletine dönüşmüştü buna bir son vermeliydim.
'' senden kaçtığımda her gün rus haber ajanslarını taradım seninle ilgili her haberi otamatik çeviriyle okudum. yanında sayısız kadın gördüm kıskandım delirdim ama gitmiştim bir kere geri de dönemedim hayatın bensiz gayet güzel görünüyordu sonra o gece arabamdaki yansımanı görünce nereye kaçarsam kaçayım beni bulacağından emin oldum. çok aptallıklar yaptım huzur diye kafayı yedim karanlık dedim seninle olamamak için saçma bahaneler ürettim ama asıl saçmalık neydi biliyor musun ? benim korkaklığımdı. '' dedim ve dizinin üzerindeki elini tuttum. buz gibiydi.
''ama artık korkmuyorum sende korkma. ben senden güç alıyorum seni ne olduğunu bilerek sevdim karanlığından korkup kaçtım ama yıllarca gözüm hiç bir erkeğe değmedi çünkü bu gözlerde hep sen vardın ve hep var olacaksın karanlığı ikimiz yenicez inanıyorum''
''ilk karşılaştığımız anı hatırlıyor musun?'' dedi birden. nasıl unutabilirim ki. ve konudan konuşmaya başladığına göre bu konuşma uzun olacaktı.
''evet hatırlıyorum soyunma odasından çıkıyordum sende bana dembaba formasıyla basket oynamak ne kadar saçma demiştin üzerinde siyah bir kot mavi bir gömlek ve siyah bir hırka vardı kollarını göğsünde birleştirmiştin saçların daha açık kumraldı yer yer sarılar vardı ve gözlerin daha açık maviydi daha zayıf daha az kaslıydın'' dediğimde öylece durup tamda gözlerimin içine bakıyordu aşkla.
''seni almam söylenip türkiyeye geldiğimde ilkkez seni evinden çıkarken gördüm. üzerinde okul forman siyah nike'lerin vardı geç kaldım diye bağırıp taramadan gelişi güzel topladığın saçlarınla koşturarak çıktın evden annen arkandan bağırdı ezra akşam geç kalırsan kapıda yatarsın dedi sana ve sen onun görmeyeceği bir yerden ona dil çıkardın. bu tam bir baş belası dedim kendimce sonra günlerce seni izledim. yanında sadece cem vardı onunla sarmaş dolaş yürüdüğünüz sabahlarda hep bir adım gerindeydim. basket oynuyordun kavgacıydın meydan okumayı seviyordun diğer okulların sizin gibi kız basket takımı yoktu sende erkek basket takımına meydan okuyacak kadar cesur bir yürek vardı yenilsen de umurunda olmuyordu. karanlığımdan bahsediyorsun ya sen o karanlıktan korkmayacak kadar cesursun ama ben sana bir şey olacak korkusuyla yaşayamam dengesiz paranoyak bir adama dönüşürüm''
''gidelim burdan hadi kalk '' dedim ve kalıp elini tutup onu kaldırmaya yeltendim ama başaramadım. oysa ben tamam gidelim demesini bekleyecek kadar bir UMUT taşıyordum içimde.
''gidelim neresi olursa umurumda değil seninle olduktan sonra ne önemi var ki'' dedim ama bir milim dahi kıpırdamadı. UMUTTAN sonra ki HAYAL KIRIKLIĞI berbat bir histi.
''git hazırlan seni okula seynel bırakırı herşeyi ayarla bundan sonra sadece sınavlara gideceksin kapıda zeynel'in beklemesi şartıyla. onun dışında evden burnunun ucunu bile çıkarman yasak ve ben yasak dediğimde kesinlikle uyulacak '' dedi ve boş bir çuval gibi beni orda bırakıp banyoya girdi.
düşünme dur bekle kafan karışık sakinleş ve bırak akşam olsun. onun da siniri geçsin senin hayal kırıklığının yanan ateşi soğusun dedim kendime ve giyinip dışarı çıktım. zeynel'e alexsin mesajını ilettim.
yol boyu zeynel biraz saçmaladı ama kulaklarımı dış dünyanın tüm seslerine kapatmıştım. ahh keşke aklımı da susturmanın fişini çekmemin bir yolu olsaydı.
''Ezra '' diye bağırdı zeynel.
''ne bağırıyorsun duyuyorum'' diye çıkıştım. aptal.
'' duyuyorsan neden dört defadır ezra diyorum ben. geldik'' dediğinde okulun önündeydik.
''burdayım başını beladan uzak tut abimi daha fazla delirtmemeye çalış'' ahhh bu adamın akıl vermelerinden nefret ediyordum.
''denerim'' dedim ve kampüse girdim. etrafımdaki kalabalığa tahammülüm yoktu. telefonumun titreyen sesiyle kendime gelip ekrana baktım ama aramasını umut ettiğim adam değildi arayan.
''efendim burcu ''
''koç seni basket sahasında bekliyor önemliymiş''
''tamam'' dedim ve telefonu kapatıp kapalı spor solununa gittim ama görünürlerde kimsecikler yoktu.
''tekrar karşılaşmak ne hoş'' dediğinde ses arkamı döndüm ve o geceki masadaki adamla göz göze geldik. tıpkı alex'in gözlerine benzeyen mavi gözleri vardı ama o mavilikler bana acımasızca bakıyordu.
''ben.. burcu.. sen''
''burcu mu ahhh çok hoş kız doğrusu ama sen'' dedi ve bana yaklaşmaya başladı.
kaçsana seni aptal kaç dedi içimdeki kız.
ama artık çok geçti kaçmak için bela yine geliyorum demişti.
''yaklaşma bana alex seni...''
''alex. alex.alex o yok artık sadece ben varım sadece ben'' dedi.
... ve ben karanlığın içine doğru yolculuğa çıktım enseme yediğim sert darbeyle.....