ÖLÜM YILDIZI

By Svpethit

446K 22.9K 1.5K

Zaman ilerliyor. Her dakika, zihnimin kanlı rahminde bir intihar doğuyor. Şeytan gülümsüyor. Ben seyrediyorum... More

Ölüm Yıldızı
1.BÖLÜM: "YÜZLEŞME''
2.BÖLÜM: "SÖNMÜŞ RUH''
3.BÖLÜM: "ZİYARET"
4.BÖLÜM: "EV"
5.BÖLÜM: "AİLE"
6.BÖLÜM: "MİSAFİR"
7.BÖLÜM: "HAZIRLIK"
8.BÖLÜM: "OKUL"
9.BÖLÜM: "BEKLENMEYEN"
10.BÖLÜM: ''TANIŞMA''
11.BÖLÜM: ''NORMAL''
12.BÖLÜM: ''DUYGULAR''
13.BÖLÜM: ''YAĞMUR''
14.BÖLÜM: ''SEVGİLİ''
15.BÖLÜM: ''PARTİ''
16.BÖLÜM: ''ÇOBAN YILDIZI''
17.BÖLÜM: ''KAHVALTI''
18.BÖLÜM: "DÜŞÜNCE"
19.BÖLÜM: ''HASTA''
20.BÖLÜM: ''SARHOŞ''
21.BÖLÜM: ''YENİ OKUL''
23.BÖLÜM: ''DENİZ FENERİ''
24.BÖLÜM: ''KAYIP''
25.BÖLÜM: ''EZİYET''
26.BÖLÜM: ''GEÇMİŞ''
27.BÖLÜM: "BOŞLUK"
28.BÖLÜM: ''SIRLAR''
29.BÖLÜM: ''ANLAŞILMAYAN''
30.BÖLÜM: ''KORKU''
31.BÖLÜM: ''KAPALI KUTULAR''
32.BÖLÜM: ''KARMAŞA''
33.BÖLÜM: ''CEHENNEM''
34.BÖLÜM: "UMUT"
35.BÖLÜM: "TÜKENİŞ"
36.BÖLÜM: ''SAVRULUŞ''
37.BÖLÜM: ''DİKENLİ TELLER''
38.BÖLÜM: ''SAKLI''
39.BÖLÜM: ''TEKERRÜR''
40.BÖLÜM "MAZİ"
PS
41.BÖLÜM ''ANILAR'' PART:1
42.BÖLÜM "ANILAR" PART 2
43.BÖLÜM: ''ZİHİN YANILSAMASI''

22.BÖLÜM: ''YOLCULUK''

11.3K 568 46
By Svpethit

Yanımda oluşan hareketlilikle kafamı yavaşça kaldırıp gelen kişiye baktım.

Kafamı kaldırmamla gözlerimi devirip, tekrar uykuma devam etmek için başımı sıraya koymam eş zamanlıydı. Kafama basketbol topu atan çocuktu bu.

Gelen kişi kolumu dürtünce tekrar kafamı kaldırdım.

''Ne?''

''Okula yeni gelen ve öfke saçan bir kızdan bahsediyorlardı, demek senmişsin.'' dedi gülerek.

Dediğine karşılık boş gözlerle karşımdaki çocuğa baktım.

''İyi günümde değilim.''

''Fark ettim.'' dedi gülerek.

Ben konuşmayınca tekrar sarışın çocuk konuştu.

''Adım Giray.''

''Eftelya.''

''Güzel isim.'' dediğinde hafifçe kafamı salladım.

Dersin geri kalanında hiç konuşmamıştık ama yine de yanımda oturmuştu. Konuşkan biri değildim zaten. Bunu anlamış olmalıydı. Eğer o da fazla konuşmayan biriyse, aramızda ki tek sohbet az önce ki sohbet olacak ve öyle kalacaktı. Teneffüs zili çaldığın da, eve gitmek için montumu giyip, çantamı aldım. Daha çıkış saati değildi ama sadece okula bakmak için gelmiştim. Giray kaşlarını kaldırmış, yüzüme bakıyordu.

''Çıkış zili değildi bu.'' dedi gülerek.

''Biliyorum. Sadece okula bakmak için gelmiştim. Şimdi de gidiyorum.''

Geçmem için sıra da yana kaymıştı.

''Görüşürüz.'' dedikten sonra sınıftan çıkıp, okulun çıkışına doğru yöneldim. Bahçeye göz attığım da herkes bir köşeye oturmuş etrafını seyrediyordu. Kaşlarımı çatıp, çantamın sapını sıkıca sardım. Okuldan çıkmak üzereyken arkamdan adımın seslenilmesi ile durmuştum. Arkama baktığım da Giray'ın koşarak bu tarafa geldiğini gördüm. Nefes nefese kalmıştı.

''Efendim?''

''Eve mi gidiyorsun?''

Tek kaşımı kaldırıp, ya da kaldırmaya çalışıp ''Evet?'' dedim.

Okul kapısının tam yanında duruyorduk. Tek ayağını okul kapısının dışına atarak ''Şu an itibariyle, okuldan kaçmış bulunmaktayım. Yalnız bırakma beni, sen de gel.'' dedi.

Ben de okulun dışına çıkıp, yine bir durak aramaya başladım. Giray da arkamdan geliyordu.

''Cevap vermedin?''

''Seni tanımıyorum.''

''Adım Giray, on sekiz yaşındayım. Mersin de doğdum. Liseye bu okulda başladım, hala da buradayım gördüğün üzere. Kesinlikle berbat bir okul olduğunu söylemek istiyorum. Annem ve babam Mersin de yaşıyor. Burada yurtta kalıyorum. Son olarak, çok uslu bir çocuk olduğumu not olarak geçmek istiyorum.'' dedi.

Sırıtarak kolunda ki çantayı arka tarafına atarak bana baktı.

''Artık beni tanıyorsun.''

Gülümseyip hafifçe kafamı salladım.

''Nereye gidiyoruz?''

''Bizim çocuklarla takıldığımız bir park var. Oraya gitsek, sorun olur mu? Kapalı mekanları pek sevmiyoruz, bir de paramız yetmiyor.'' dedi gülerek.

Kafamı sallayıp, önüme döndüm tekrar. Sanırım gideceğimiz yer yakındı ki yürümeyi tercih etmişti. Aramızda yine bir sessizlik oluştuğun da, bunu Giray bozmuştu.

''Hadi, sen de kendini anlat.'' dediğinde bir süre kendim hakkında ne söyleyebileceğimi düşündüm. Kendimle ilgili ne biliyorum ki, başkasına anlatabileyim.

''Adım Eftelya.''

''Bu kadar mı?''

Hafifçe kafamı salladım.

''Bilinecek çok fazla bir şey yok.'' dedim, omuz silkerek.

Büyük bir parkın önünde durduğumuz da, Giray bir süre etrafına bakındı.

''Bizimkiler orada.''

Eliyle işaret ettiği yere baktım. Beş kişilik bir grup, kendi aralarında sohbet edip, gülüyorlardı. Sıkıntıyla, Girayı takip ettim. Bir anda bu kadar kalabalık bir ortama girmeyi sevmiyordum.

Giray yanlarına gidip karşılıklı dizilmiş banklardan boş olanına oturup, yanına beni çağırdı. Diğerlerine bakmadan gidip oturdum.

''Hiçbiriniz mi okula gitmediniz oğlum?'' dedi, Giray.

Kafamı kaldırıp karşımda oturanlara baktığımda, üçünün erkek, ikisinin kız olduğunu gördüm.

''Ben iki derse girip geldim, bir baktım hepsi burada. Okuyacakları yok bunların.'' dedi sarışın olan. Burada ki herkes ya kumral ya da sarışındı. Aralarında esmer olan bir tek ben vardım.

Az önce konuşan sarışın çocuk, çenesiyle beni göstererek Giray'a baktı.

Giray gülerek ''Bu arada, bu Eftelya.'' dedi. Zoraki bir şekilde gülümseyip, yerimde dikleştim.

''Eftelya, bunlar da Cem, Gökalp, Kaan, Nazlı ve Ayşegül.'' dedi, aynı zamanda eliyle göstererek.

''Memnun oldum.'' dedim. Onlarda kafasını salladıktan sonra tekrar eski sohbetlerine geri dönmüşlerdi. Yarım saat falan sessizce oturup, sohbetlerini dinlemiştim. Bir süre sonra Giray arka cebinden sigara paketi çıkardığın da sırasıyla herkese dağıttı. Nazlı ve Ayşegül hariç, herkese. En son sigara paketini bana doğru uzattığın da elim benden habersiz içinden bir tane sigarayı almıştı.

Giray çakmağı bana doğru uzattığın da elime alıp, sigarayı dudaklarıma götürdüm. İki dudağımın arasına sıkıca yerleştirip çakmağı yaktım. Çakmağın ateşini, sigaranın ucuna doğru yaklaştırdım. Sigarayı iki parmağımın arasına yerleştirip, ilk nefesimi içime çektim. Sigaranın dumanının ciğerlerime doğru ilerlediğini hissedebiliyordum. Uzun süredir sigara içmemiştim.

Bir saat kadar yanlarında kalmıştım ve biraz da olsa sohbetlerine katılmayı başarabilmiştim. Çoğu iyi birine benziyordu. Genel de birbirleriyle dalga geçip, gülüyorlardı. En sonunda çantamı tekrar koluma takıp, Giray'a döndüm.

''Ben gideyim artık. Teşekkür ederim.''

Giray da ayağa kalkıp ''Ne demek. Pazartesi görüşürüz o zaman.'' dedi.

Kafamı hafifçe sallayıp, diğerleriyle de vedalaştıktan sonra geldiğimiz yoldan geri dönüp, otobüs durağına gittim. Artık eve gitmeliydim. Zaten annemin gelmesine bir saat kalmıştı. Neyse ki otobüs boş olduğundan rahatça eve gelebilmiştim. Tekrar durakta indiğim de, eve doğru yöneldim. Sitenin kapısından girmek üzereyken, park alanında Arel'in arabasını görmemle, o tarafa yönelmem bir oldu. Kaşlarımı çatarak sürücü koltuğunun olduğu cama tıklattım. Ses gelmeyince tekrar tıklattım.

''Sonunda gelebildin.''

Arkamdan gelen sesle, habersiz yakalandığımdan yerimde zıplamıştım.

Arel'i görmemle, gözlerimi devirmem bir oldu.

''Şöyle ani girişler yapma.''

''Nereden geliyorsun?''

''Okuldan.'' dedim, kaşlarımı kaldırarak. Bana hesap mı soruyordu?

''Okulda değildin, baktım.''

''Okulumu nereden biliyorsun?'' dedim, bu defa kaşlarımı çatarak.

''Emir'e sordum.''

Emirle aralarının bozuk olduğunu sanıyordum ama bunu şimdi sormayacaktım.

''Okuldaydım, yeni geldim işte.''

Neden ona yalan söylediğimi bilmiyordum. Okuldan çıkıp, Girayla gittim diyebilirdim ama söylemek gelmiyordu içimden.

''Yalan söylediğini biliyorum.'' dedikten sonra ellerini ceplerine koyarak, küçük adımlarla yanıma geldi. Tam önümde durduğunda boyu benden uzun olduğundan, yüzüne bakabilmek için kafamı yukarı kaldırmam gerekmişti. Tekrar kafamı indirdiğim de yüzüm tam göğsüne denk geliyordu. Başını hafifçe öne uzatıp, burnunu saçlarımın arasında gezdirdi. Bir süre orada oyalandığın da, hızla geriye çekildim.

''Ne yapıyorsun?''

''Sigara içmişsin.'' dedi, yüzüme donmuş surat ifadesiyle bakarken.

Bir şey demeden öylece yüzüne baktım.

''Neden sigara içtin?''

Dişlerini sıktığı, çenesinin kasılmasından belliydi. Neden bu kadar sinirleniyordu ki?

''Sadece bir tane.'' dedim, omuz silkerek.

Arel yalandan bir kahkaha atarak arkasını döndü. ''Sadece bir tane.'' dedi kendi kendine.

Tekrar bana doğru döndü.

''Eve gir.''

Bana emir verilmesinden hoşlanmıyordum ama nedense herkes bana emir veriyordu. İnadına mı yapılıyordu bu?

''Bana emir verme.''

''Emir vermiyorum, Eftelya. Hadi eve git.'' dedi. Bu defa sesi sakin çıkmıştı.

Gözlerimi devirip, Arel'i arkamda bırakarak, hızla eve gidip, içeriye girdim. Hava soğuk olduğundan girer girmez kaloriferleri yakıp, odama çıktım. Hızla üzerimde ki kıyafetlerden kurtulup banyoya girdim. Sıcak suyu açıp, saçımı çözdükten sonra suyun altına girdim. Gözlerimi kapatıp, sırtımı duvara yasladım. Her bir su damlası tenime çarparken, rahatladığımı hissediyordum. Derin bir nefes alarak, yaslandığım duvardan aşağıya doğru kaydım. Başımı dizlerimin arasına saklayıp, bir süre öylece bekledim. Gözümden bir damla yaş akarken hala ağlamamak için sıkıyordum kendimi ama, ardı ardına akan yaşlar benden izinsiz ilerliyorlardı. Birden neden ağladığımı bilmiyordum. Neyim olduğunu bilmiyordum. Şu an da küçük bir banyoda, hıçkırıklarla ağlamamın sebebini bilmiyordum. Her şey birbirine karışıyordu. Düşünmekte zorlanıyordum. Ne yapacağımı bile bilemiyordum bazen. Öylece etrafıma bakıyordum. Ne halde olduğumu bilmiyordum. Artık kendimi tanıyamıyordum. Kendi iç dünyamda kaybolup, bir köşeye saklanmış, sadece olanları izliyordum. Yaşadığımı bile hissedemiyordum. Hayatıma bir çok insan giriyordu. Bir çok kişiyle konuşuyordum ama bütün bu kalabalığın içinde bile yalnızlığımı hissedebiliyordum. Gözlerim doluyor, hatta bazen ağlayacağım sanıyorum. Tutuyorum kendimi. Nasıl olsa bir gün, tüm içime attıklarımı aynı anda yok edip tekrar devam edeceğim hayatıma. Önemsemiyorum o yüzden. Şu anda olduğu gibi hepsini aynı anda yok ediyorum. Tüm acılarımı tek bir saate sığdırıp, hepsinden bir saatte kurtuluyordum.

Yavaşça sağ kolumu kaldırıp, bileğime baktım. Parmak uçlarımla, bileğimde ki çizgiye dokundum, hafifçe. Bir tek bunu atamıyordum içimden. Her defasında olanları unutmak için çabalasam da, bileğimde ki yara aklıma geliyordu. Her defasında olanları tekrar ve tekrar hatırlatıyordu bana. Acizliğimi gün yüzüne çıkarıp, güçsüzlüğümü gözler önüne seriyordu. Bir saat ya da iki saat. Ne kadar zaman geçerse geçsin bundan kurtulamıyordum.

Başımı yavaşça havaya kaldırıp, suyun yüzüme gelmesini sağladım. Göz kapaklarımdan inen su taneleri, dudaklarıma ulaşırken aynı zamanda göz yaşlarımı da götürüyordu.

Suyu sıcak olarak ayarladığımdan banyonun içi buharla kaplanmıştı. Sırtıma değen sıcak su tanelerinin acısını yeni hissetmeye başlamıştım. Suyu tekrar normal haline ayarlayıp, ayağa kalktım. Saçlarımı yıkayıp, vücudumu sabunladıktan sonra bornozumu giyerek tekrar odama gittim. Ev neyse ki, ben banyodan çıkana kadar ısınmıştı. Burnumu çekip, masanın üzerinde ki peçeteden aldım. Biraz ağladığım dan olsa gerek burnum akıyordu. Aynadan sırtıma baktığımda sıcak su yüzünden biraz kızardığını gördüm. Parmağımla üzerine dokunduğum da yüzümü buruşturdum. Gerçekten acıyordu. Üzerimi giyindikten sonra sırtıma krem sürmeyi ihmal etmemiştim. Normal de önemsiz olduğunu düşünüp, boş verirdim ama bu defa fazla acıyordu. Saçlarımı kurutmamıştım. Nasılsa kendi kururdu.

Yatağıma oturup etrafı izledim, bir süre. Gözlerimi kapatıp, o anı hatırladım. Neden durduk yere geçmişi düşünüyordum ki? Neyim vardı benim? Geçmiş benim için ölmüş olmalıydı. Şimdiki zamandaydım ve geleceği bekliyor olmalıydım. Geçmiş neden her defasında beynime ulaşıp, düşüncelerimi işgal ediyordu? Kara bir leke gibiydi ve ne kadar silmeye çalışsam da izi kalıyordu. Odamın dışında, penceremin hemen bir adım ötesinde insanların sesleri geliyordu. Birbirleriyle sohbet ediyorlardı ve ben kapalı bir odanın içerisinde kendime acı çektiriyordum. Benim yaptığım mı yanlıştı, onların yaptığı mı gereksizdi, kavrayamıyordum. Bende mi çıkıp insanların arasına karışmalıyım? Bunu bir süreliğine düşünsem de vazgeçmiştim. Benim bu odada tek başıma oturup, mahvoluşlarımı sindirmem gerekiyordu. Dolabımın önünde ki aynada kendi çökmüş yansımamı izlemem, odamın içinde ki soğuk havayı hatırlamam ne içindi? Soğuğun tenime çarpışını neden tekrar hissediyordum? Benim benliğim bundan mı ibaretti?

Yataktan kalkıp, aynanın önüne geçtim. Dizlerimin üstüne oturup, yüzümü incelemeye başladım. Bu aralar bunu çok fazla yapıyordum. Ne halde olduğumu neden bu kadar merak ediyordum ki? Dışım da içim kadar berbat durumdaydı. Yine de her defasında farklı bir şey görebilirim umuduyla aynaya bakıyordum.

Ama her şey aynıydı, değişmeyecekti.

***

Kulaklarıma dolan melodi her ne kadar rahatsız edici olsa da kafamı yastıktan kaldıramıyordum. Kulağımın dibinde susmak bilmeyen sesi, gözüm kapalı elimle aradım. Ben bulamadan, ses yok olmuştu. Tekrar arkamı dönerek yarım kalan uykumu devam ettirmeye bakmalıydım. Yine aynı melodi kulaklarımı tırmalarcasına çalmaya başlayınca yataktan bir hışımla kalkıp, yorganı üzerimden attım. Yan tarafımda duran komodinin üzerinden telefonumu alıp, arayan kişiye baktım. Bu gün cumartesi ve benim uyumam gerekiyordu.

''Ne?''

Sesim yorgun, aynı zaman da sinirli çıkıyordu ama uykudan yeni kalktığım için boğuk çıkan sesim, tüm bu duygularımın dışa vurulmasını engelliyordu.

''Günaydın.''

''Uyuyordum, Arel.''

''Evin önündeyim, inebilir misin?'' dedi. Sesi o kadar masum geliyordu ki, karşı tarafta bir çocuğun konuştuğunu bile düşünebilirdim. Ses tonunun garipliğinden, uykum da kaçmıştı. Ne olduğunu merak etmiştim doğrusu. Yüzümü yıkayıp, üzerime bir hırka giydikten sonra aşağıya indim. Annem çoktan uyanmış, mutfakta kahvaltı hazırlıyordu.

''Günaydın, anne.''

''Günaydın.'' dedikten sonra üzerime bakıp ''Nereye böyle?'' dedi.

''Arkadaşım gelmiş, kapının önünde bekliyormuş.''

''İçeriye davet etsene kızım. Kahvaltı ederiz.'' dedi.

Kafamı sallayıp kapıyı açtım. Arel ellerini montunun ceplerine sokmuş bekliyordu.

Kapıyı açar açmaz, yüzünde ki zoraki gülümsemeyle ''Uyandırdığım için özür dilerim.'' dedi. Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Bir gariplik olduğu her halinden belliydi.

''Sorun değil. İçeri gelsene, kahvaltı etmek üzereydik.'' dedim.

''Kim var evde?''

''Annem.''

Arel kafasını sallayıp içeri girdi. Montunu çıkardıktan sonra alıp, askıya astım. Mutfağa doğru geçerken, Arel hala kapıda dikilmiş bekliyordu.

''Gelsene.''

Yine kafasını sallayıp beni takip etti. Bu gün normale göre fazla sessizdi. Onun bu halini görünce, huzursuz hissetmiştim.

''Anne, bu Arel.''

Annem doğrama tahtasından başını kaldırıp, Arel'e baktı. Bir süre Arel'in yüzünü inceledi.

''Arel, bu da annem.'' dedim.

Annem elinde ki bıçağı tezgaha koyduktan sonra ellerini yıkayıp yanımıza geldi. Elini uzatıp ''Hoş geldin.'' dedi. İkisi el sıkıştıktan sonra anneme kahvaltı hazırlamasında yardım etmiştim. Kahvaltı boyunca kimse konuşmamıştı. Arel'e neyi olduğunu sormak istiyordum ama, annemin yanında anlatmak istemeyebilirdi. Kahvaltı ettikten sonra Arel ve ben salona geçmiştik. Koltuğa oturur oturmaz, Arele dönüp ''Ne oldu?'' dedim.

''Dışarıya çıkıp, biraz dolaşsak olur mu?'' dedi, yine o çocuk gibi sesiyle.

Derin bir nefes alıp, kafamı salladım.

''Üzerimi değiştirip geliyorum.'' dedim.

Odama çıkıp, altıma siyah pantolonumu giyip, üzerine yine örgü kazaklarımdan birini giyip saçımı arkadan bağladım. Üzerime montumu giydikten sonra, kafama kalın siyah beremi geçirdim. Soğukta en çok kulaklarım üşüyordu. Bu yüzden onları sıcak tutmaya özen gösteriyordum. Hazır olduğum da salona gittim ama Arel yoktu. Kaşlarımı çatıp tuvalete gidip, kapıyı tıklattım ama orada da yoktu. En son mutfaktan gelen seslerle o tarafa yöneldim.

''Baban için gerçekten üzgünüm, Arel.''

Bu annemin sesiydi. Kaşlarımı çatıp dinlemeye devam ettim.

''Bu işte parmağınızın olduğunu biliyorum ve emin ol bulacağım.''

''Sedat'ı uyardım ama beni dinlemedi, üzgünüm.''

Saklandığım yerden çıkıp, mutfağa girdim. İkisi de ben gelir gelmez, tekrar önlerine dönmüştü.

''Anne.'' dedim, kaşlarımın çatıklığını düzeltmeden.

''Efendim?''

''Biz dışarıya çıkıyoruz.''

Annem kafasını sallayınca Arel önden kapıya doğru ilerledi. Siyah botlarımı giydikten sonra bende peşinden sitenin çıkışına doğru ilerledim. Arel hiç konuşmuyordu. Arabaya bindiğimiz de sesimi çıkarmadan kemerimi bağlayıp, bakışlarımı ellerime odakladım. Arel arabayı çalıştırırken, aynı zamanda ısıtıcıyı da açmıştı.

''Nereye gidiyoruz?''

''Eve.''

''Menekşe mi çağırdı?'' dediğimde kafasını iki yana salladı.

''Benim evime gidiyoruz.''

Ne demek istediğini anlamamıştım. Menekşeyle aynı evde kalmıyorlar mıydı?

''Menekşe evde değil mi?''

''Menekşeyle kaldığımız benim evim değil.'' dedi sıkıntıyla. Daha fazla soru sormadım. Gittiğimiz de neler olduğunu anlardım nasılsa.

Arel camını açarak sol elini dışarıya çıkartıp, kafasını arkaya yasladı. Bugün çok garip davranıyordu. Hatta belli etmemeye çalışsa da, arada gözleri doluyordu. Arel'in bu hallerine alışık olmadığımdan, içimde ki huzursuzluk daha da artmıştı.

''Neyin var?'' dedim, kısık bir sesle.

Arel elinin tersiyle, ağzının üzerini kapattı. Elini yumruk yapıp, direksiyona sert olmayan yumruklar atmaya başladı. Sanırım ağlamamak için olsa gerek yanağını ısırıp duruyordu. Sonunda akıtmamak için sıktığı gözlerinden iki damla yaş aktı. Ağlaması daha da şiddetlenirken, birden arabanın içi bağırışlarıyla dolmuştu. Öyle içten ağlıyordu ki, boğazı parçalanırcasına bağırarak ağlıyordu.

Bu halde bir de araba kullanıyordu.

''Arabayı durdur.''

Sağ eliyle direksiyonu tutarken, aniden sol eliyle yanında ki cama vurdu. Cam saliseler içinde un ufak olurken ne olduğunu anlayamamış, öylece Arele bakıyordum. Ağlarken, sesi boğuk çıkıyordu ve ne dediğini anlayamıyordum. Gözleri öfkeyle dolmuştu. Ne ağlamasının şiddeti azalmıştı, ne de durmak bilmeyen gözyaşları. Gözlerim dolarken, hala arabayı durdurması için yalvarıp duruyordum. Eli kanıyordu, cam kırıklarının hepsi üzerine düşmüştü ama hala araba kullanmakta ısrarcıydı.

''Yalvarırım, durdur arabayı.''

Kızarmış gözleriyle bana baktı. Derin bir nefes alıp, arabayı yakınımızda ki bir benzinliğe sürdü. Sonunda arabayı durdurduğun da, başını öne eğip, alnını direksiyona yasladı. Eline küçük cam parçaları batmıştı, buradan bile görebiliyordum.

''Elin kanıyor.'' dedim, titreyen sesimle. Üstelik bende ağlıyordum. Bunu daha yeni fark etmiştim.

Arel arkasına yaslanarak küçük bir kahkaha attı.

''Sen neden ağlıyorsun?''

Gözleri ağlamaktan kızarmıştı, eli kanıyordu ve hala benimle dalga geçmekle uğraşıyordu. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip, arabadan indim. Dışarıya çıkar çıkmaz rüzgar yüzüme vurmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp, Arel'e baktım. Burnumu çekip, küçük adımlarla yanına gittim. Hala arabanın içinde olduğundan, eğilip elini, avucumun içine aldım.

''Pansuman yapmasını bilmiyorum.'' dedim.

Arel hafifçe tebessüm edip ''Gerek yok.'' dedi.

Petrol de olduğumuz aklıma gelince ''Bekle.'' dedim ve petrolün marketine koştum. İçeriye girdiğim de kasa da duran adamın yanına aceleyle gittim.

''Merhaba.''

''Buyurun?''

''Arkadaşımın yaralandı, eli kanıyor. İlk yardım çantanız var mı?'' dedim, hızla.

''Var tabii. Hastaneye götürseydiniz, ciddi bir şey olabilir.''

Elime ilk yardım çantasını verdiğinde, şaşkınca içindekilere baktım.

''Pansuman yapmasını bilmiyorum.'' dedim, kendi kendime.

Karşımda ki adam gülerek, elimde ki çantayı aldı.

''Arkadaşın nerede?'' dedi.

Büyük adımlarla tekrar Arel'in yanına gittim. Market sahibi adam da arkamdan geliyordu. Elimle Arel'i gösterip ''Burada.'' dedim. Arel kaşlarını çatıp, yüzüme bakıyordu.

Gelen adam ilk yardım çantasından malzemeleri çıkardı.

''Neyse ki çok derin değil, dikişe gerek yok.'' dedi. Kafamı salladım. Az önce ağladığımdan, bir de yüzüme rüzgar vurunca yüzüm iyice kurumuş ve gerilmişti. Tekrar burnumu çekip Arel'e baktım. Az önce ne olmuştu öyle? Resmen gözümün önünde bağıra çağıra ağlamıştı. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Gözlerinde ki çıplak ve saf acıyı görebilmiştim. Ne olduğunu merak ediyordum.

Adam en son elini sardıktan sonra, ayağa kalktı. Gülümseyip ''Çok teşekkür ederiz.'' dedim.

''Ne demek, hiç önemli değil.'' dedi. Arel arabadan indiğin de eline baktım.

''Çok acıyor mu?''

Bir süre arkası bana dönük bekleyip, aniden bana döndü.

''Acıyor. Çok fazla acıyor hem de. Hepsi de senin suçun.'' dedi, bağırarak. Şaşkınlıktan gözlerimi kırpıştırarak Arel'e baktım.

Petrolün ortasında bağırıp çağırıyordu. Herkes göz ucuyla da olsa dönüp bize bakıyordu.

''Ben ne yaptım ki?''

''Hepsi senin ailen yüzünden.'' dedi, fısıltıyla. Burnunu çektikten sonra devam etti.

Ne demek istediğini bir türlü anlamıyordum. Konu aileme hangi ara gelmişti?

''Arel, ne diyorsun?''

Kollarını iki yanında serbest bırakarak, yorgun adımlarla yanıma geldi.

''Arabaya bin, hadi.'' dedi, sessizce.

Kafamı karıştırıp, aniden konuyu kapatıyordu. Bugün yaptıkları, gariplik sınırını aşmıştı. Bir an önce açıklama yapsa iyi olurdu.

Yine de sesimi çıkarmadan arabaya bindim.

Arel de binmeden önce koltukta ki cam kırıklarını eliyle aşağıya itti. Kalan cam parçalarını umursamadan koltuğa oturup, arabayı çalıştırdı.

Yol boyunca hiç bir şey konuşmamıştık. Aramızda ölümcül bir sessizlik vardı. Ortamda ki tek ses, kırılmış camdan içeri giren rüzgarın uğultusuydu. Hava zaten soğuktu, bir de yüzüme çarpan soğuk havayla iyice üşümüştüm. Normalde soğuğu severdim ama bu defa soğuktan tüylerim diken diken olmuştu.

Dar ara yollardan geçiyorduk. Sonunda krem rengi bir apartmanın önünde durduk. Kafamı eğip, dışarıya baktım. Apartmanlar birbirine sık inşa edilmişti ama hoş bir görüntü oluşturmuştu. Önünde durduğumuz apartmanın eski bir görüntüsü vardı. Arel arabadan inince, bekletmeden ben de indim.

''Neresi burası?''

''Evim.'' dedikten sonra, apartmanın kapısını açıp içeriye girdi. Geçmem için kapıyı tutmuştu. Hızla içeriye girip, merdivenlerde Arel'in arkasından ilerledim.

Dördüncü kata geldiğimiz de sağda kalan dairenin kapısını açıp, yine içeriye geçmem için bekledi. Ayakkabılarımı çıkarıp, ayakkabılığa koyduktan sonra Arel de aynısını yaptı. Arel anahtarları bir köşeye fırlatıp, koridorda ilerleyince etrafıma bakmaktan vazgeçip, ben de onu takip ettim.

Salona geçtiğimiz de koltuğa oturup, ayaklarını sehpaya uzattı. Başını geriye atıp, gözlerini kapattı. İki eliyle başını tutup ''Çok ağrıyor.'' dedi.

''Ağrı kesici varsa içsene.'' dedim, yanında ki tekli koltuğa otururken.

''Yok.''

''Ben de var.'' dedim, hala kolumda asılı duran çantamdan bir tanesini çıkarırken. Elimde ki hapı aldı. Ağzına atmak üzereyken ''Bekle, su getireyim. Mutfak nerede?'' dedim.

İşareti parmağıyla yan tarafımda ki odayı gösterdiğin de kafamı sallayıp, o tarafa yöneldim. Çekmecelerde bardakları aradım, ama yoktu. Üst tarafta ki dolaplardan birini açtığım da bulmuştum. Tezgahın üzerinde ki sürahiden su doldurup içeriye gittim.

Bardağı uzattığım da Arel omuz silkerek ''Yuttum bile.'' dedi.

''Olsun iç sen. Boğazında falan kalır.''

''Yuttum diyorum. Nasıl boğazımda kalmış olabilir?''

Oflayarak bardağı ayaklarını uzattığı sehpaya koyarak, eski yerime oturdum. Arel öne doğru uzanarak, sehpaya koyduğum su bardağını aldı. Bütün suyu içip tekrar sehpanın üzerine koydu. Gülümseyerek yerimde, arkama yaslandım.

Arabada yaşanılanlardan ikimiz de bahsetmiyorduk. Konusu bile açılmamıştı. Gözlerimizi öylece televizyona dikmiş, hiç bir şey konuşmadan bakıyorduk. Neler olduğunu sormak istiyordum ama kendisi anlatmak isterse, anlatırdı zaten.

''Benimle Samsun'a gelir misin?''

Bakışlarımı televizyondan ayırıp Arel'e çevirdim.

''Ne?''

''Samsun'a benimle beraber gelir misin?''

''Nasıl, yani neden?''

''Tek başıma yapamam.'' dedi, sessizce.

''Neyi?''

''Annemi görmem lazım.''

Annesinden daha önce sadece bir defa bahsetmişti. Sarhoştum ama hatırlıyordum. Annesi akıl hastanesindeydi ama Samsunda olduğunu bilmiyordum.

''Neden benimle gitmek istiyorsun ki?''

''Onu o halde görmeye dayanamam.''

''Bir şey mi oldu?'' dediğim de yerinden kalkıp, ellerini saçlarının arasına geçirdi. Yolma derecesinde çekerken aynı zamanda derin nefesler alıp veriyordu.

''Orospu çocukları.'' dedi, fısıltıyla. Dişlerini sıktığı, kasılan çenesinden belliydi.

''Arel, ne oldu?''

''Saldırmışlar.'' dedi, titreyen sesiyle.

Kelimeler ağzından zorla çıkıyordu. Çıkan her bir kelime de nefret kokuyordu.

''Menekşe bulmak için hastaneden dışarıya çıkmış.'' dedi. Yine gözleri dolmaya başlamıştı.

''Yalnız görünce,'' dedikten sonra bir süre bekledi. Yanına gidip, karşısına geçtim. Daha fazla anlatırsa yine kötüleşecekti.

''Tamam.'' dedim, sessizce. ''Tamam, gelirim.''

Yine bir damla yaş aktı gözünden. Hafifçe kafasını salladı.

Bir anda geleceğimi söylemiştim ama annemi nasıl ikna edeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Babamdan bahsetmiyordum bile. Ama Arel'e geleceğim dedikten sonra gitmemek gibi bir şey yapmak istemiyordum.

''Bugün yola çıkmamız lazım. Pazar akşamı geri döneriz.'' dediğinde hafifçe kafamı salladım.

''Annemle konuşmalıyım. Eve bırakır mısın beni?'' dedim.

''Tamam. Biraz bekle, üzerimi değiştireceğim.''

Kafamı sallayıp koltuğun üzerinde ki çantamı alıp, salonda beklemeye başladım. Arel gelene kadar etrafa bakmaya karar verdim. Televizyon ünitesinde ki fotoğraflar dikkatimi çekince o tarafa yöneldim. Bir çok fotoğraf vardı. Hepsi de özenle çerçevelenmişti. Bir tanesini elime alıp, hafifçe gülümsedim. Arel'in küçüklüğüydü bu. Ön dişleri yoktu. Kocaman sırıtmış, yanında ki adama sarılıyordu. Biraz daha dikkatli bakınca, birbirlerine ne kadar benzediklerini fark ettim. Kaşlarımı çatıp diğer fotoğraflara baktım. Hepsinde aynı adam vardı. Bir kaç tane fotoğrafta yanlarında bir kadın daha vardı. Anne ve babası olduğunu düşünsem de, emin olamıyordum. Fotoğrafı tekrar yerine koyup, koridora çıktım. Arel koridorun sonunda ki odadan çıkınca yanıma gelip, montunu giydi.

''Çıkabiliriz.''

Kafamı sallayıp ayakkabılarımı giydim. Apartmandan çıkıp arabaya bindiğimiz de başından beri merak ettiğim soruyu sormamak için zor tutuyordum kendimi. Sorsam cevaplardı sanırım.

''O ev kimin? Menekşeyle kaldığınız ev.''

''Dedemin.''

''Bu ev?''

''Burası gerçek evimiz. Bize ait olan.''

''Neden oraya taşındınız?''

''Annem ve babam olmadan menekşeye tek başıma bakamazdım. Dedem o eve taşınmamız şartıyla yardım edeceğini söyledi. Menekşe için gittiğim zamanlar oluyor ama genelde bu evdeyim. Orada Melike ablayla Menekşe kalıyor.''

''O evi neden daha önce vermedi ki deden?''

''Babamla pek iyi anlaşamazlardı.''

Kafamı sallayıp tekrar önüme döndüm. Sitenin önüne geldiğimiz de kemerimi çözüp Arel'e, ardından kırık cama döndümi

Arel de baktığım yere baktıktan sonra gülerek ''Yola çıkmadan önce hallederim.'' dedi.

''Görüşürüz.'' dedikten sonra arabadan inip eve doğru yöneldim.

Arkama baktığım da Arel çoktan gitmişti. Bugünün normal bir gün olacağını düşünürken, yaşadıklarıma bakıyordum da, gerçekten ilginçti. Areli o halde görmek garip hissettirmişti. Ağlamaktan kızaran gözleri bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Evin kapısının önüne geldiğimde, olanları unutmak amacıyla kafamı iki yana salladım. Kapıyı sessizce açıp eve girdiğimde annem salonda oturmuş, televizyon izliyordu. Çantamı kapını yanına atarak salona gittim. Annemin yanına oturduktan sonra annem bana dönerek gülümsedi.

''Hoş geldin.''

''Ne yapıyorsun?''

''Güzel bir film buldum, onu izliyorum.''

Kafamı sallayıp, bakışlarımı ellerime odakladım.

''Anne Samsun'a gidebilir miyim? Yani Arel ile beraber. Pazar akşamı döneceğiz.''

Annem kafasını iki yana sallayıp ''Nereden çıktı bu? Buna tek başıma izin veremem.'' dedi.

''Anne, babama kalsa zaten gidemem. Lütfen.'' dedikten sonra yine olumsuz anlamda kafasını salladı. En sonunda belki izin verir umuduyla Arel'in annesine olanları anlattım. Annem tüm konuşma boyunca pür dikkat dinlemişti beni.

''Arabayla mı gidip geleceksiniz?'' dedi, sıkıntıyla.

''Evet.''

''Babanın haberi olmasın.''

Kafamı salladım.

Küçük bir çantaya bir iki parça kıyafet koyduktan sonra lazım olabilecek eşyaları koydum. Zaten çok kalmayacağımız için, hazırlaması zor olmamıştı.

Areli arayıp annemin izin verdiğini söyleyince çok geçmeden evin önüne gelmişti. Anlaşılan vakit kaybetmek istemiyordu. Annemin yanına gidip sıkıca sarıldım. Evde tek başına bırakmak hiç içime sinmiyordu.

''Dikkat et kendine.'' dedim.

Annem kafasını sallayıp Arel'e baktı.

''Dikkatli kullan.''

Arel kafasını sallayıp sitenin çıkışına yöneldi. Arabayı park ettiği alana gittiğimiz de hazırladığım çantayı arka koltuğa koyduktan sonra arabaya bindi. Bende hızla arabaya bindiğim de yine hızlı hareket ederek arabayı çalıştırdı. Buradan Samsun'a kaç saat sürerdi hiç bilmiyordum. Umurumda da değildi zaten. Uzun yolculukları severdim.

''Yol biraz uzun. Uyumak istersen uyuyabilirsin.'' dedi, Arel.

''Uykum gelirse uyurum.''

Kafasını sallayıp yola odaklandı. Kafamı sağa yatırıp, camdan dışarıyı izlemeye başladım. Arel'in annesini gerçekten merak ediyordum. Fotoğraflarda gördüğüm kadarıyla çok güzel bir kadındı. Gülümseyerek gözlerimi kapatıp, arabanın hafif sallanmaları eşliğin de yolun keyfini çıkarmaya baktım.

***

''Eftelya.''

Biri adımı söyleyip duruyordu ama başımı kaldıracak halim yoktu. Çok uykum vardı. Karşımda ki adımı söyledikçe mırıltılarla karşılık veriyordum.

Hafiften gözlerimi açıp etrafıma baktım. Arel yorgun gözlerle bana bakıyordu. Tuttuğu kolumu elinden kurtarıp, yerimde dikleştim. Ellerimle gözlerimi ovup, esnedikten sonra ''Ne oldu?'' dedim.

''Tuvalete falan girecek misin?''

''Bunun için mi uyandırdın beni?'' dedim gülerek.

Kafasını salladı. Bende kafamı sallayıp arabadan indim. Hareketsiz kalmaktan bacaklarım ağrımıştı. Tekrar gözlerimi ovduktan sonra tuvalete gidip yüzümü yıkadım. Tuvaletten çıktıktan sonra petrolün marketinde Areli görmüştüm. Bende içeriye girip, onu beklemeye başladım. Beni görünce ''İstediğin bir şey var mı?'' dedi.

Etrafıma bakınıp sütlerin olduğu dolaba yöneldim. İçinden iki tane muzlu süt alıp Arel'in yanına gidip, sütleri kasaya koydum.

''Ben içmem ki.''

Gözlerimi devirip ''Sana almadım zaten. İkisi de bana.'' dedim, aynı zamanda sırıtarak. Arel aldıklarının parasını öderken sütlerin ikisini de elime alıp, arabaya doğru yöneldim. Sütün birinin pipetini açıp, içmeye başlamıştım bile. Genelde çoğu insan çikolatalı süt severdi ama muzlu süt benim için apayrıydı. Seviyordum işte. Arabaya bindiğimiz de sütün birini bitirmiştim. Çöpünü aldıklarımızı koyduğumuz poşetin içine attım. Arel tek kaşını kaldırıp bana bakınca ''Ne? Dışarı mı atsaydım?'' deyince, dudağının kenarının hafiften kıvrıldığını görmüştüm.

Camdan dışarıya bakıp ''Neredeyiz?'' dedim.

''Ankara.''

''Ben Ankara'da doğdum, biliyor musun?''

Annem, babam ve ablam hepsi İzmir'de doğmuştu. Bir tek ben Ankara da doğmuştum. O da tesadüfen olmuştu zaten. Doğumuma yakın bir zaman da Ankara da işleri olduğu için kısa süreliğine buraya gelmişlerdi ve zamansız bir anda ben doğmuştum.

''Bir de neredeyiz diye soruyorsun. İnsan kendi şehrini tanımaz mı?''

''Ankara da doğdum ama sonra hemen İzmir'e gittik zaten. Doğumum tesadüfen olmuş. Daha önce Ankara'ya hiç gelmedim.''

''Güzel şehir. Sana gezdirmeli bir gün. Ama bugün değil.'' dedi, gülümseyerek.

Kafamı sallayıp elimde tuttuğum diğer sütün de pipetini açtıktan sonra içmeye başladım. Bir süre sonra bittiğine dair garip sesler çıkarınca, onu da poşetin içine attım.

''Aç mısın?''

Sormasaydı acıktığımı fark etmeyecektim bile. Gerçekten acıkmıştım. Kafamı sallayıp, dışarıyı izlemeye başladım.

''Ne yiyelim?''

''Fark etmez.''

''Söyle hadi.'' dediğinde, bir süre düşünüp ardından gülerek Arel'e baktım.

''İskender. Çok canım çekti.''

Kafasını salladığında, gülümsedim.

Küçük bir dükkanın önünde durduğumuz da kaşlarımı çatıp, geldiğimiz yere baktım. Buraya kim sığacaktı ki? Çok küçüktü.

Arel arabadan inince bende arkasından indim. Küçük kapıyı açıp içeri girdiğin de içten içe kendime bir kahkaha attım. Kapısı küçüktü ama küçük kapı büyük bir salona açılıyordu. Kendimi Willy Wonka'nın çikolata fabrikasındaymışım gibi hissetmiştim. Fabrikaya girerken küçük bir kapıdan, apayrı bir dünyaya geçiyorlardı. Burnuma yemek kokuları gelmeye başlamıştı bile. Boş masalardan birine oturduğumuz da ellerimi yıkamak için lavaboya gittim. O sıra da telefonuma baktığım da annemden iki cevapsız çağrı olduğunu gördüm.

Tekrar arayıp açmasını bekledim.

''Kızım?''

''Anne, iyi misin?''

''Ben iyiyim, sen nasılsın? Yolculuk nasıldı?''

''İyiyim, anne. Merak etme.''

Bir on beş dakika boyunca anneme iyi olduğumu söyleyip durmuştum. Sonunda ikna olunca tuvaletten çıkıp Arel'in yanına gittim.

''Tuvalete düştün sandım.''

Arkasına yaslanmış, yarım ağız gülüşüyle suratıma bakıyordu.

''Annemle konuştum.''

Kafasını sallayıp ''Siparişleri verdim ben.'' dedi.

''İyi yapmışsın.''

Çok geçmeden yemeklerimiz gelince nefes bile almadan yemeği yemiştim. Hatta ben bitirdiğim de Arel'in tabağı hala doluydu. Üstüne bir de su içip, arkama yaslandım.

''Fark ettim de, gerçekten çok yiyorsun. Kahvaltıya gittiğimizde de nefes almadan yemiştin.''

O da eline su bardağını alıp, arkasına yaslandı.

''Ne yapayım? Boşa mı gitsin yemekler, yazık.''

Bu halime güldükten sonra suyunu içip ayağa kalktı.

''Ben tuvalete gidip geliyorum.''

Kafamı salladım. Arel gittikten sonra masada hissettiğim titremeyle telefonuma baktım. Benimki çalmıyordu. Arel telefonunu burada bırakmıştı. Uzaktan kimin aradığına baktığımda Emir'in aradığını görmemle, kaşlarımı çatmam bir oldu. İlk başta umursamamayı tercih ettim ama ısrarla çaldırmaya devam ediyordu. Kararsızlıkla elimi telefona doğru uzatıp, açtım. Telefonu kulağıma götürdüğüm de Emir çoktan konuşmaya başlamıştı.

''Ne yapmaya çalışıyorsun lan sen?''

''Emir?''

Konuşmamla karşı tarafın sessiz kalması bir olmuştu. Cevap vermeden öylece bekliyordu. Nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Arel karşıdan gelince, şaşkınlıktan telefonu bile kapatamamış, öylece kulağımda bekliyordum. Arel hızla elimden telefonu alıp, kulağına götürdü.

''Alo?''

Telefonu indirip ekrana bakıp, tekrar kulağına götürdü.

''Emir!''

Telefonu kapatıp cebine koyduktan sonra hesabı ödeyip dışarıya çıktı. Arkasından bende takip ettim. Arabaya binmek üzereyken, arabanın üzerinden bana baktı.

''Sana ne söyledi?''

''Hiçbir şey.''

''Ne demek hiçbir şey?''

''Söylemesine fırsat kalmadı. Sesimi duyar duymaz, sustu.''

Arel kaşlarını çatıp kafasını sallayınca bekletmeden arabaya bindim. Daha yeni uyanmıştım ama yemek yedikten sonra otomatikman tekrar uykum geliyordu.

''Ben uyuyorum.'' dedim, ellerimi başımın altına koyarak.

''Ayılar bile senden az uyuyor. Cidden bak.''

Kaşlarımı çatıp Arel'e döndüm. Kızmamıştım aslında. Haklıydı. Çok uyuyordum. Yüzüme bakıp kahkaha atınca, bende gülümsedim.

''Dengesiz.''

Kaşlarını alayla kaldırıp ''Anlamadım?'' dedi, gülerek.

''Dengesizsin işte. Bir öylesin bir böyle. İki dakika önce sinirliydin, şimdi kahkaha atıyorsun.''

''Sen benden daha dengesizsin.'' dedi, kaşlarını alayla havaya kaldırarak.

''Nereden çıktı bu?''

''Konuştuğumuz ilk günü hatırlıyor musun? Bana sinirlenip tuvaletten çıkıp gitmiştin, beş saniye geçmeden geri gelip özür dilemiştin.''

O anı hatırlayıp hafifçe gülümsedim.

''Bir defa olan şeye dengesizlik diyemezsin.''

Düşünürmüş gibi yapıp ''Pekala.'' dedi ve devam etti.

''Partinin yapıldığı gece yine bana sinirlenip, gitmiştin. Ertesi gün beraber kahvaltı etmiştik.''

''O zorunluluktu. Üstelik beni kandırmıştın.''

''Rakı içmiştik.'' dedi, sıkılmış bir tavırla.

Gözlerimi devirip ''Sus ya. Uykum var.'' dedim. Bu halime yine kahkaha atarken bende arkamı dönüp, gülümsedim. Yine uyuyacaktım.

***

''Eftelya.''

Gözlerimi hafifçe açıp etrafıma bakındım. Arel yine gözlerini dikmiş, uyanmamı bekliyordu.

''Ne oldu?''

''Geldik.''

Yerimde doğrulup camdan dışarıya baktım. Tek katlı, eski bir evin önündeydik. Hava kararmış, biraz daha soğumuştu. Arel arka koltuktan montumu uzatınca, elinden alıp giydim. Kendi montunu giydikten sonra yine arka koltuğa uzanıp, bir demet menekşeyi alıp kolunun altına sıkıştırdı. Annesinin menekşeleri sevdiğini hatırlayınca yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Arabadan inip, evin demir kapısının önüne geldik. Zili çalıp beklemeye başlarken, Arel yine sessizliğine bürünmüştü. Yanında öylece bekliyordum. Yeni uykudan uyandığımdan gözlerim yarı açık yarı kapalıydı. Ellerimle gözlerimi ovduktan sonra Arel'in ne zaman açtığını fark etmediğim kapıdan içeriye girdim. Girişte ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra içeriye girdik. Girmemle dudaklarımın şaşkınlıktan aralanması bir olmuştu. Kapının önünde bir çok kişi bizi bekliyordu. Bu kadar kişiyi görmeyi beklemiyordum. Gözlerimi kocaman açarak önümde ki insanlara baktım. Neden hepsi toplanmıştı ki? Kadınlardan en yaşlı olanı baş örtüsünün ucuyla ağzını kapatarak, koşar adımlarla Arel'in yanına gelip, sıkıca sarıldı.

''Oğlum! Hoş geldin.''

Arel de kadına sıkıca sarılıp ''Hoş bulduk.'' dedi. Annesinin akıl hastanesinde olduğunu sanıyordum. Demek ki tekrar buraya getirmişlerdi. Arel bizi karşılayan kadınlara toplu bir selam verdikten sonra bana baktı.

''Bu Eftelya.''

Gülümseyip bana çevrilen bakışları önemsememeye çalışarak ''Merhaba.'' dedim. Hepsi kafasını sallayıp, gülümserken arkalarında duran, çoğu bizim yaşlarımızda olan kızlar, gözlerini üzerime dikmişti. Arel büyük salona geçerken bende kadınların arasından sıyrılıp, onu takip ettim. Salonları gerçekten büyüktü. Girer girmez göze çarpan, kocaman bir avize vardı ve eşyaların çoğu ahşaptan yapılmaydı. Eski bir görüntüsü vardı evin. Salonun köşesinde, tekli koltukta oturan bir kadın vardı. Sırtı dönük olduğu için sadece saçlarını görebiliyordum. Uzun ve simsiyah saçları vardı. Dizlerini kendine çekmiş öylece oturup, dışarıyı izliyordu. Kapının önünde ki kadınlar teker teker içeriye girerken Arel'e sarılan kadın, Arel'in yanına giderek ''Geldiğinden beri konuşmuyor.'' dedi.

Arel kadının yanına küçük adımlarla giderken, ben ne yapacağımı bilmez halde salonun ortasında dikiliyordum. Arel kolunu altına sıkıştırdığı menekşeleri eline alıp, kadının yanına gitti. Sanırım annesi o kadındı. Sandalyenin önünde durup, dizlerinin üzerine oturdu.

''Anne?''

Arel'in sesi fısıltı haline çıkıyordu. Konuşmaya korkar bir hali vardı.

Elindeki menekşeleri uzatıp ''Bak, sana ne getirdim.'' dedi. Annesi ayağa kalkarak, ellerini açtı. Bizi karşılayan kadına dönerek ''Anne! Bana ne almış!'' dedi sevinçle. Demek ki kadın, Arel'in anneannesiydi.

Arel kafasını yere eğip gülümserken, annesi menekşeleri almış, kucağında sıkıca tutuyordu. Arel annesinin saçlarını okşayıp, her zaman yaptığı gibi kokusunu içine çekti. Bunu neden yaptığını merak ediyordum. Şu ana kadar sadece Menekşeye ve annesine yapmıştı.

Annesi Arel'e sarılınca, Arel'in gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Elinin tersiyle hızla yaşları sildi. Kimsenin görmesini istemiyor gibiydi. İki elini annesinin yanaklarına yerleştirip ''Beğendin mi?'' dedi.

Annesi kafasını sallarken omzuma değen bir elle irkilip, yerimde zıpladım. Arkamı döndüğüm de anneannesi gülümseyerek bana bakıyordu.

''Otursana kızım. Ayakta kaldın.''

Kafamı sallayıp, arkamda duran koltuğa oturup, montumu çıkardım. Genç olan kızlardan biri elimde ki montu alırken teşekkür edip gülümsedim. Artık yavaş yavaş herkes kendi işine dönüp, sohbetlerine devam ederken, Arel hala annesinin yanındaydı. Beraber bir şeyler konuşuyorlardı. Buraya yabancı kaldığımdan sessizce yerimden olanları izliyordum. Arel'in adımı söylemesiyle kafamı o tarafa çevirdim. Gelmemi işaret edince tereddütle yanlarına gittim. Kadının karşısında ki tekli koltuğa oturdum. Arel de oturduğum koltuğun kenarına oturduktan sonra, annesine dönüp ''Anne, bak bu Eftelya.'' dedi. Annesi elinde ki menekşeleri koklarken durup bana baktı. Yüzüne bir gülümseme yerleşirken, Menekşeyle gülümsemelerinin ne kadar benzediğini fark ettim.

''Ben Yasemin Alpuğan.'' dedi yavaşça.

''Sen kimsin?''

Kafasını öne uzatarak, gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu.

''Adım Eftelya.'' dedim ama hala gözleri kocaman açılmış bana bakıyordu. Kendisi adını söylerken soy adını da söylemişti. Benimde mi söylememi bekliyordu diye düşündüm bir an. Arel'e göz ucuyla bakıp ''Eftelya Safkan.'' dedim.

Annesinin gözleri aniden kocaman açıldı. Kendi kendine bir şeyler söylemeye başladı. Korkuyla arkama yaslanırken, birden ayağa kalkıp sağa sola yürümeye başladı.

Kendi kendine ''Safkan!'' diye bağırıp duruyordu. Ben ne olduğunu anlayamazken elinde ki menekşeleri üzerime fırlatıp ''Safkan!'' diye bağırdı tekrar. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemiyordum. Arel annesinin kolundan tutmuş sakinleştirmeye çalışırken, salonda ki herkes bana bakıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 27.9K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.7M 100K 61
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
733K 49.5K 32
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
2.3M 74.1K 58
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...