ARMAĞAN (Tamamlandı)

由 aleynahirik

245K 17.9K 3.7K

*WATTYS 2023 KAZANANI* Eski hayatından kaçıp onu terk etmeye hazırlanan erkek arkadaşıyla beraber İstanbul'a... 更多

UYARI!
Her Şeyin Başlangıcı
BÖLÜM BİR | Bağ Bozumu
BÖLÜM İKİ | Soğuk Yalnızlık
BÖLÜM ÜÇ | Aynadakiler
BÖLÜM DÖRT | Aynadakilerden Biri Olmak
Felaketin Yansıması
BÖLÜM ALTI | Sükûnet
BÖLÜM YEDİ | Sosyal Medya Laneti
BÖLÜM SEKİZ | Bir Garip Randevu
BÖLÜM DOKUZ | Etraftaki Renkler
Karanlıkta Yalnız Olmak
BÖLÜM ON | Beklenen Telefon
BÖLÜM ON BİR | Zarif Bir Sihir
BÖLÜM ON İKİ | İyi Olmadığımı Biliyorsun
Karanlığa Fısıldanan Dilek
BÖLÜM ON ÜÇ | Yansımanın Diğer Tarafı
BÖLÜM ON DÖRT | Kısa Uzun Bir Yol
BÖLÜM ON BEŞ | Klasik Bir Lanetli Ev
Nergisler ve Yaseminler
BÖLÜM ON ALTI | Eve Ait Olanlar
BÖLÜM ON YEDİ | Sızlanan Kadın
Yavaşça Ölmek
BÖLÜM ON SEKİZ | Ölüler Konuşamaz
Tünelin Sonu
BÖLÜM ON DOKUZ | Ölüm Soğukluğu
BÖLÜM YİRMİ | Son Mektup
Sonun Başlangıcı
BÖLÜM YİRMİ BİR | Nasır Tutmak
BÖLÜM YİRMİ İKİ | Kıyıya Çıkmak
BÖLÜM YİRMİ ÜÇ | Bir Ölüyle Uyumak
BÖLÜM YİRMİ DÖRT | Arafta Kalanlar
BÖLÜM YİRMİ BEŞ | Çoban Yıldızı'na Kavuşmak
BÖLÜM YİRMİ ALTI | Döngü
BÖLÜM YİRMİ YEDİ | Ölülere Hükmeden Hel*
BÖLÜM YİRMİ SEKİZ | Visal
BÖLÜM YİRMİ DOKUZ | Ölüme Geç Kalmak
BÖLÜM OTUZ | Kara Bir Toz Bulutu
BÖLÜM OTUZ BİR | Herkes Son Bir Vedayı Hak Eder
BÖLÜM OTUZ İKİ | Yaşamın Yeni Günü
BÖLÜM OTUZ ÜÇ | Bir Mum Geceyi Aydınlatabilir {FİNAL}
YAZAR NOTU
WATTYS 2023 🥳

BÖLÜM BEŞ | Tekrarlanan Ziyaretler

6.4K 469 68
由 aleynahirik

*Medya: Antikacı çocuk. (: 

İyi okumalar.  

Gözlerimi aralamaya çalıştığımda salon bıraktığım karanlıktan kurtulmuştu. Boynumdan sırtıma kadar inen bir ağrıyla yüzümü buruşturarak yerde doğruldum. Aydınlığın verdiği manasız cesaret ile kapıyı usulca araladım. Önce tek gözümle koridoru izleyip sonra yavaşça dışarı çıktım. Odama giden adımlarım isteksiz ve korkaktı. Gördüklerimin bir kopyası hala zihnimde dönüp duruyordu. Sesler ise kulaklarıma kazınmıştı. Kapıyı sıkı sıkı tutarken midem hissettiğim o berbat gerginlikle burnumdan hızlı hızlı nefesler alıp vermeye başladım. Normalin üstünde bir yavaşlıkla kapıyı araladım, başımı o küçücük aralıktan uzatmaya ve içeriyi görmeye çalıştım. Dün gece öylece açık bıraktığım ışık, gün ışığıyla karışıp belirsizleşmişti. O ise, hala yatağımın üzerinde, hiç ait olmadığı yerde duruyordu.

Kapıyı hızlıca geri kapattım ve tuttuğum nefesimi bıraktım.

''Bir aynadan korkamazsın, kendine gel. Kendine gel.'' diye söylenmeye başladığımda bunların tamamen boş olduğunun farkındaydım. Elbette bir aynada korkabilirdim. Eğer o aynada olmaması gereken siluetler ve insan yüzü görmüşsem, o aynadan yükselen çığlıklar duymuşsam elbette korkabilirdim. Hatırladığım karelerle bir kez daha ürpererek titredim. Odanın kapısını yeniden açmam neredeyse iki dakikamı aldı. İçeriye girerken iki elimi de yumruk yaptım. Aynaya karşı attığım her adımda biraz daha iki büklüm oluyordum. Örtüsünü usulca tutup önce yüzünü kapattım. Hiçbir şey göremeyeceğimden emin olduğumda biraz daha güvenli hissediyordum. Yatağımın köşesine otururken aklımda binlerce senaryo ve çılgınca düşünceler cirit atıyordu.

Nasıl olmuştu da o yatağın altından kendi kendine çıkabilmişti? Kendi kendine? Cümle içinde bile öyle gerçek dışı, öyle anlamsız duruyordu ki. Onu oraya koyduğuma, yatağı kapattığıma böylesine eminken kendi zihnime karşı şüphe duymaya başlamak korkutucuydu. İnsan kendine bile güvenemezse nasıl yaşayabilirdi? Kendi aklıma bile inanamazsam kime inanacaktım?

Elimi sürmeye korkarak, ama yine de bunu yaparak, aynaya uzandım. Yavaşça elime alırken ellerim deli gibi titriyordu.

''Sen... Gerçekten nesin?''

Yutkunurken kafamı iki yana salladım. ''Bunun cevabı bende değil.''

Kimde olduğunu öyle iyi biliyordum ki bu, acımasız bir öfkenin yavaş yavaş yeşermesine neden oluyordu.

''Hediyenize çok iyi bakmalısınız, o artık size ait.'' demişti büyük bir rahatlıkla.

''O yalnızca kendisi isterse sizden vazgeçer.'' derken yüzündeki ifade, sesinin tonu... Ne demek istediğini anlamayacak kadar aptal mıydım yoksa zaten anlamamı istemeyerek mi böyle şifreli konuşuyordu?

Aynayı yatak örtümü kaldırıp yavaşça altına koydum ve üzerini örttüm. Cesaretimi ve yüzsüzlüğümü kaybetmenin korkusuyla hemen dolapta kendi kıyafetlerimi koyduğum bölüme koştum.

#

Antikacının çanı bir kez daha çaldı.

Huysuzca cam tezgâha doğru ilerlerken boğazımı temizledim. Onunla yüzleşmeye, bu sefer daha cesur olmaya ve ağzından cımbızla da olsa aradığım cevapları almaya hazırdım.

''Merhaba.''

Tezgâhın arkasından, kapalı alanda olmamıza rağmen kafasına taktığı bere ile tamamen elindeki telefona odaklanmış bir çocuk başını kaldırdı.

''Buyurun, hoş geldiniz.''

Kendimi yeni bir kişiye hazırlamamış olduğumu o an fark ettim.

''Pardon, buradaki beyefendi yok mu?''

Fark ettiğim ikinci şey ise antikacı çocuğun adını hiç sormamış olmamdı. Genç çocuk, tahminimce on yedi veya on sekiz yaşındaydı. Burnundaki hızması, kendisine birkaç beden büyük kapüşonlusu ve onunla aynı renk beresiyle buraya ait gibi durmuyordu. 

''Bir mezata katılması gerekti. Gelene kadar ben bakıyorum. Ne aradınız?''

Ezberlenmiş birkaç cümleyi sıkıştırdığı konuşmasındaki sıkkın ses bu alışverişi bir an önce bitirmek istiyordu. Şanslıydı ki buraya alışverişe gelmemiştim. Kollarımı göğsümde birleştirip ayağımı huysuzca yere vurmaya başladım.

''Kendisini arıyorum.''

Çocuk yüzünde imalı bir gülümseme ile beni baştan aşağı süzdü. ''Ne sebeple?''

''Bu seni ilgilendirir mi, çocuk?''

Gülüşü saliseler içinde silinip giderken kaşlarını çatıp çenesini dikleştirdi. ''Ben çocuk değilim.''

''Öyle mi? Kim demiş?''

Tam ağzını açıyordu ki ona izin vermedim. ''Kendisini ara ve onu beklediğimi, gelene kadar şuradan şuraya gitmeyeceğimi söyle.''

Tek kaşını havaya kaldırıp, ''Niye?'' dedi.

''Dediğimi yap. Hadi.''

''İyi de niye?''

Dün gece dibe vurmamış, yeniden ayağa kalkmam için güneşin doğması gerekmemiş gibi gülümsedim, hiçbir sorun yokmuş gibi gülümsedim.

''Çünkü ben öyle yapmanı istiyorum.''

Çocuk bariz bir şekilde gözlerini devirip dudak büktükten sonra elindeki telefona döndü. Rehbere girip göremediğim bir isme tıklayıp telefonu kulağına götürdü. Telefon neredeyse üçüncü çalışında açıldı.

''Abi?''

Ona belli etmeyecek şekilde şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Bunu söylene dek aslında ona ne kadar çok benzediğini gözden kaçırdığımı fark ettim. Berenin altından çıkan siyah gür saçlar, aynı dudak ve burun, aynı hoş ten rengi.  

''Burada bir kadın var da...''

Gözleri yeniden beni buldu. ''Evet. Bilmiyorum. Seni bekleyecekmiş. Gelene kadar da gitmeyecekmiş. Öyle diyor.''

Birkaç saniye bekledikten sonra devam etti. ''Adını bilmiyorum.''

Bir kez daha bana baktı ve telefondan bağımsız, ''Adınız ne?'' diye sordu.

Dudaklarım usulca kıvrıldı. ''Armağanınızın sahibi deyin, o anlar.''

Çocuğun hiçbir şey anlamamasını beklerken gözlerinden geçip giden ifade bir noktada bana bir şeyler bildiği hakkında ipucu vermeye yetmişti. Üç saniye kadar yüzüme bakakaldıktan sonra telefona döndü. ''Duydun mu? Tamam. Tamam, söylerim.''

Telefonu kapatırken benden tarafa bakmadan konuştu. ''Birkaç saate gelebilirmiş, istediğiniz konuda size yardım edemeyeceğini bu yüzden boşuna beklememenizi söyledi.''

Dün akşam ona karşı duyduğum korku yerini yavaş yavaş öfke ve nefrete bırakıyordu. Dişlerimi sıkarak, ''Bekleyeceğim.'' dedim. ''Nereye oturayım?''

''İnadım inat diyorsunuz?''

''Aynen öyle.''

Umursamaz bir tavırla omuz silkti. ''Siz bilirsiniz. Sandalye getireyim.''

''İyi olur.''

#

''Böyle bir yeri bırakıp gittiğine göre sana gerçekten güveniyor olmalı.''

Saatler geçip giderken ortamı uzun süreli sessizlikler yönetiyor, bu da bir süre sonra can sıkıcı bir hal almaya başlıyordu. Sıkıntıyla ayağımı sallayıp tırnaklarımla oynarken cevap verdi.

''Çocuk dediniz ama ben on yedi yaşındayım. Ayrıca salak da değilim gayet güzel göz kulak oluyorum.''

Gözümün üstünden ona bir bakış yolladım. ''On yedi yaş çocuk değil mi?''

''Değil, gencim ben.''

Oflayarak başımı çevirdim. ''Ay iyi, daha mutlu olacaksan öyle derim.''

Dirseklerini tezgâhın üzerine koyup bana doğru eğildi. ''Siz kaç yaşındasınız?''

''Yirmi beş.''

''Abimle yaşıtsınız.''

''Demek ki.''

''Adınız ne?''

''Yasemin.'' dedim yeniden ona bakarken. ''Senin?''

''Cihan.''

''Memnun oldum, genç Cihan.''

Geldiğimden beri ilk defa gülerek beni şaşırttı. ''İşte böyle.''

Ortamın yeniden bir sessizliğe gömüleceğini tahmin ederken konuşmasının bitmediğini, aksine asıl gelmek istediği yere geldiğini anladım. ''Abim size ne hediye etti?''

Ona eşlik eden gülüşüm silinirken oturduğum yerde kıpırdandım. Bir film sahnesi gibi her kare gözümün önünden hızlı hızlı geçip gitti.

''Ayna.''

Çocuğun yüzü düşüp gözlerini kaçırırken ona şüpheli bir dedektifin bakışlarını yolladım. ''Sen biliyor musun buradaki aynayı?''

Başımla artık boşluk olan eski yerini gösterdim. Çocuk önce oraya sonra bana baktı ve kafasını 'hayır' der gibi salladı. Tek kaşımı havaya kaldırıp bir süre suratına baktım.

''Ne? Ben buraya çok sık gelmem. Okulum var.''

''Geldiğinde hiç görmedin mi?''

Omuz silkip geriye doğru yaslandı. ''Bilmem. Dikkatimi çekmemiştir. Şuraya baksanıza bir sürü şey var. Hepsini bilseydim ohoo.''

O anda içimden benim dikkatimi çektiği için kendime kızmakla meşguldüm. Nasıl olmuştu da bir tablo alıp çıkabilecekken onu görmüştüm? Belki bir daha asla uğramayacağım bu dükkâna kendimi böyle muhtaç etmiştim? Sıkıntıyla iç çekip omuzlarımı düşürdüm.

''Ne oldu?''

Elimi sallarken, ''Boş ver.'' dedim. ''İnan ki bilmek istemezsin. Keşke ben de bilmeseydim.''

Derin bir iç çekip tabureye gömülecekken ona kaçamak bir bakış yolladım. Oturduğumdan beri sormak için fırsat kolladığım soruyu çekinerek dile getirdim. ''Mezat ne demek?'' 

Bıyık altından gülerken gözlerini telefonundan ayırmadan konuştu. ''Müzayede gibi bir şey işte. Antika eşyaları alıp satabiliyorsunuz ya da antika seven moruklarla muhabbet edebiliyorsunuz.'' 

Gülüşüm eğlenceli bir kahkahaya dönüştü. ''Abin de antika seviyor gibi geldi bana.''

Bu sefer bana baktı ve sırıttı. ''O da moruk.''

Çan sesiyle konuşmamız bölündü. İkimiz de kafamızı kapıya çevirdiğimizde görmeyi beklediğimiz kişiyi gördük. Dizlerine kadar uzun paltosu ve kafasındaki kasketiyle başka bir dönemden ziyarete gelmiş bir yabancıya benziyordu. Elini kaldırıp kasketini çıkardı ve dalgalı saçlarını serbest bıraktı. Birkaç adımla dükkânın içerisine yürürken konuşmaya başladı.

 ''Hanımefendi, sizi hayatımdaki insanlardan daha sık görmeye başladım. Ne ilginç.''

Oturduğum taburede dikeldim, boğazımı temizledim ve, ''Bana böyle roman cümleleriyle gelmeyin.'' dedim.

Kaşlarını havaya kaldırıp bana bir bakış yolladı. ''Neden? Okumaz mısınız?''

Dün akşam aramızda geçen konuşmaları yaşanmamış sayıyor olmalıydı, aksi halde bu kadar rahat ve karanlığa sırtını dönmüş gibi gözükmesi mümkün değildi.

''Ben çok severim, özellikle İngiliz edebiyatını.'' dedi.

Paltosunu çıkarıp sandalyenin üzerine atarken devam etti. ''Favorim Uğultulu Tepeler.''

''Tam size uygun bir kitap, çok doğru.''

Biraz etkilenmiş biraz hayret etmiş bir gülümsemeyle bana baktı. ''Neden?''

''En az sizin kadar kasvetli ve karmaşık da ondan.'' 

Kardeşi ise bir ona bir bana bakarken dudakları arasından bir gülüş kaçıp gitti. ''Aslında ben Heathcliff'i biraz seviyorum. Ama biraz. Yaşadıkları düşünülünce yaptıkları daha kabul edilebilir geliyor.''

İkimiz de aynı anda ona baktığımızda suçüstü yakalanmış gibi kalakaldı. Oturduğu yerden kalkarken telefonunu almayı ihmal etmedi. ''O zaman ben arkadayım.''

Cihan boncukların arasından geçip gözden kaybolana kadar ikimiz de sessiz kaldık. İlk konuşan ise ben oldum.

''Beni dinleyin şimdi. Dün nasıl bir gece geçirdim haberiniz var mı? Hiç sanmıyorum. Bana o aynayı ne sebeple, aklınızdan ne geçirerek hediye ettiniz bilmiyorum ama bana her şeyi anlatmak zorundasınız.''

Bir anda tüm ifadesi değişirken tezgâhın arkasındaki bir diğer tabureye oturdu. Kollarını göğsünde birleştirirken tamamen ilgisizdi.

''Anlatacak hiçbir şeyim yok.''

''Öyle mi? Hiçbir şey bilmiyorsanız, anlatacak hiçbir şeyiniz yoksa o uyarıları neye dayanarak yaptınız?''

Beni dinlerken yanağının içini dişlediğini ve hemen ardından sessizce iç çektiğini gördüm.

''Sandığınız kadar aptal değilmişim sanırım.''

Başını iki yana sallarken, ''Yanılıyorsunuz. Hiçbir zaman öyle düşünmemiştim.'' dedi.

''İyi, sevindim. O zaman bir bilgi daha vereyim bunun peşini, sizin peşinizi, asla bırakmam. Ve benden kurtulmak öyle kolay değildir.''

İmalı bir tebessümle karşılık verdi. ''Fark ettim.''

Ben de kollarımı göğsümde birleştirdim ve bacak bacak üstüne attım. ''Şimdi, sizi dinliyorum.''

Daha kuvvetli bir iç çekerken taburesinde doğruldu.

''Cihan!''

Çocuk çağrılmayı bekliyormuşçasına arka taraftan fırlayıp kafasını uzattı. ''Efendim?''

''Sen arkadaşlarınla gitmeyecek miydin?''

''Evet, gideceğim.''

''Tamam, şimdi git. Akşam da geç kalma.''

''Tamaamm.'' derken manidar ve meraklı bakışları abisi ve benim aramda gidip geliyordu. Yere üst üste bıraktığı ceketi ve sırt çantasını kucakladı. ''O zaman kaçtım ben. Tünel'de oluruz.''

''Aradığımda aç.''

''Tamam.''

Tezgâhın arkasından çıkıp benim tarafıma geçtikten sonra bana baktı, abisinin başarılı bir taklidiyle gülümsedi ve ''Görüşürüz, hanımefendi.'' dedi.

Samimiyetsiz bir gülümsemeyle, ''Hı-hı. Görüşürüz, genç Cihan.'' dedim.

Onun çıkmasını ve kapıyı ardından kapatmasını bekledik. Antikacının içerisinde tamamen yalnız kaldığımızda ise oturduğu yerden bana yaklaşacak şekilde öne doğru eğildi.

''Evet, ne bilmek istiyorsunuz?''

继续阅读

You'll Also Like

464K 54.1K 47
Kendi geliştirdiği bir uygulama sayesinde insanlara ulaşıp para karşılığında her türlü işi yapan, bu sayede şehir efsanesine dönüşen MK'nın yeni işi...
141K 18.9K 85
"En büyük dağı görüyor musun? Orada çok büyük bir kayalık var. O kayalığın içinde ise bir mağara. İşte o mağarada bir insan bedeni kalınlığında upuzu...
117K 7.4K 40
Bir Cin Prensi ve fani bir kadının kaderleri birbirine bağlandı. Arkadaşlar arası eğlencesine yapılan bir ayin ne kadar kötü sonuçlanabilir ki? Bir...
2.8K 83 5
"Nasıl kıydın diye sormuştu Eren. Ilgaz'a nasıl kıydığını soruyordu, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi. Ama işte buradaydı, parmaklıklar ardında, so...