XXIII - SEM

19.4K 1.2K 118
                                    




Gönüle hasret yazıldı, sevgiye mezar kazıldı...

-Musa Eroğlu




      Gözlerinizi kapattığınızda karanlığın içinde beliren ilk imge hayatınızda en çok değer verdiğiniz şeydir.

     Belki de tek şeydir.

     Acı içinde kıvrandığınız zehir denizinde ayağınızdaki prangalardan kurtulmak istediğiniz her an kapanıverir göz kapaklarınız ve siz en değer verdiğiniz şeyin görüntüsüyle kendinize yalandan bir bayram bahşedersiniz. Onun size daha çok acı verdiğini göz ardı edip ilacınız olduğuna olan inancınızla sığınırsınız zehir denizinin ağı limanına.

      Liman kurtuluştur, liman selamettir. Bilirsiniz.

     Boyunuza kadar çamura batmışsınızdır denizin dibinde. Bileklerinizdeki ağır prangalar gölgeler özgürlük hayallerinizi. Ama yine de bir umut içiverirsiniz sem suyunu. Boğazınızdan aşağı akarken tuzlu su hala kapalıdır gözleriniz. Sanki gördüklerinizi, yaşadıklarınızı unutacakmışsınız gibi...

      Sahi unutuluyor mu öyle? Acısı geçiyor mu?

      Geçmiyordur elbet, geçmez. Acıyı kendine diyar bellemişlerin ıstırabı, kabirde bile onunla birlikteyken aksini düşünmek bile saçma. Çünkü onlar acıyı sevendir. Acı bir gölge gibi onları takip eder. Onsuz tek bir an bile geçmez, geçemez. Aldığı her nefestedir acı, içtiği bir yudum suyun, yediği bir lokma ekmeğin içine işlemiştir. Acıyı seven insan, kederini baştan sırtlanmıştır. Ve onların kederi ayaklarına bağ olan kader prangalarının sem suyuna batırılmış engelleridir. Kendi prangalarını sırtlandıkları hayat yükleridir.

      Elimdeki telefonu koltuğa bırakıp oturduğum yerde bacaklarımı kendime daha fazla çektim. Gecenin karanlığında ışık dahi açmadan öylece salonda oturuyordum. Burak gittiğinden beri aylardır böyle geçiyordu benim gecelerim. Belki bir şekilde arar, sesini duyarım diye elimden düşürmediğim telefonumla pencere önünde sabahlıyordum. Dilimden düşürmediğim dualarımla Rabbime yalvarıyordum onu bana bağışlasın, sağ salim geri dönsün diye.

      Onsuz geçirdiğim günlerle birlikte, onun varlığını hayal ettiğim gecelerle yaklaşık üç ayı devirmiştik. Bahar yavaş yavaş geliyor olsa da burada hava hala buz gibiydi. Alışmıştım aslında. Bedenim adapte olmuştu olmasına ama Burak'ın yokluğuna alıştığımı söyleyemezdim. Nisan ayının getirdiği o sıcacık umut hisleri bende yoktu. Zaten hiç olmamıştı fakat Burak'la yaşadığım birlikteliğin bir şeyleri değiştireceğine inanmıştım. Değiştirmişti de ama onun yokluğunu hesaba katmayan kalbim soyunduğu sert kabuğu yeniden giymeye çalışıyordu.

       O gittiğinden beri birkaç kez karargâhta bana haber versin diye görevlendirdiği asker aracılığıyla konuşmuştum onunla. Sesini işittiğimde akmaya başlayan ve boğazıma koca bir yumru olarak oturan özlem yüzünden doğru düzgün konuşamasamda. O da kilometrelerce öteden, sınır ötesinden, canı havada süzülen binlerce merminin, yüzlerce bombanın altında tehlikede olmasına rağmen teskin etmeye çabalamıştı beni. Başarmış mıydı?

      Hayır.

      Ama yine de ettiğim duaların bir yerlere ulaştığına, Rabbimin onu benim için koruduğuna olan inancım tamdı. O sebeple her konuşmamızda daha çok dirayetli durmaya çalışıyor, onu beni düşünmemesi ve bir an önce sağ salim gelmesi için ikna etmeye çalışıyordum. Çabalarım boşunaydı. Burak son askeri de yurda giriş yapmadan dönecek bir komutan değildi. Komutası altındaki askerlerin birçoğunun şehit düştüğünü ve buna rağmen, hala en önde savaşan birliklerin komutasını aldığını biliyordum. Ve bu da beni çok fazla endişelendiriyordu.

LAHZA  s o n  d e m  (TAMAMLANDI) #wattys2020Where stories live. Discover now