XXXI - YOL

19.1K 1.1K 75
                                    




Keyifli okumalar, bol yorumlar.






Sana yolculuk yapmak istiyorum. Kes yüreğine giden bir bilet; CAN kenarı olsun.

-Cemal Süreya




Zaman hancı, acı ağır bir sancıydı. İnsan da avare bir yolcu...

Yolculuk zorluydu. Anne karnında başlıyordu mücadele. Önce sağ salim doğup ardından bir heves geldiğimiz dünyada tutunmaya çalışıyorduk. Karşılaştığımız herkes iyi olmuyordu. Allah bizi kötülerle, acılarla karşılaştırıp nefsimizi sınıyor, dayanma gücümüzü ölçüyordu. Mükâfatı da belki bu dünyada ama en sonunda da öbür dünyada veriyordu.

Yolcu nefeslendiği her durakta bir şeyler yaşıyor, kendince hayatı deneyimliyordu. Zaman akıp gidiyordu ve o kendisine biçilen görevi yerine getiriyordu. Yürüyor, yürüyor ve yürüyordu. Bazen tökezliyor, düşüyor, çoğu zaman pes ediyordu. Pes etti diye bitmiyordu ama yol. Belki daha da zorlaşarak belki yine şartlarda aynı devam ediyordu.

Gidiyordu yolcu. Nereye, neden bilmeden devam ediyordu. Etmek zorunda olduğunu biliyordu. Zaman durmuyordu, dinlensin diye beklemiyordu onu. Ya da pes etti diye hapsetmiyordu onu o ana. O akıp gidiyordu.

Bazen bir kar fırtınası oluyor, göz gözü görmezken bile devam ediyordu yolcu. Çünkü işi buydu. Bazen bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun altında iliklerine kadar ıslanırken yürümek zorunda kalıyordu. Bazen güneş tepede ona cehennemdeymiş gibi anlar yaşatırken yürüyordu yolu. Devran dönüyor, yolcu yürüyordu. Bir ara hızlanıyor, nefes nefese kalınca düşürüyordu hızını. Geçen giden hanlar, saraylar, kervanlar oluyordu, durmuyordu. Baştan koyulduğu o yola devam ediyordu. Etmek zorundaydı. Zaman akıyordu, yolcu yaşlanıyordu. Sonra bir vakit oluyor, tükeniyordu yolcu. Son nefesini verirken de başka bir yola girdiğini bilmeden, daha başladığı yolu tamamlayamadığını zannederek geçiyordu bir köprüden. Köprüden sonrası daha bir karışıktı aslında. Köprüden sonrası yolculuğun nasıl geçtiğine bağlıydı. Cefa çektiyse yolcu, sefa vakti geliyordu. Sefa çektiyse de cefa vakti...

Yürüdükçe geçtiği yolları unutuyordu yolcu. Yol zorsa, eziyet ettiyse ona, anında siliyordu o yolu. Bir daha gitmemek için oradan, bir daha acı çekmemek için...

Nazım'ın bir sözü vardı; Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmak ise kocaman bir devrim, diye. Haklıydı Nazım. Unutan devrimci, unutamayan köleydi.

Ben de en güzel devrimcilerdendim. Unutmuştum. Unutmak öyle her şeyi silip atmak değildi ama bana göre. Çünkü silemezdiniz. Hafıza kaybı yaşamadığınız sürece kalırdı o anılar, insanlar. Unutmak onu hatırlayınca hiçbir şey hissetmemek demekti bana göre. Unutmak görmezden gelebilmek demekti.

Unutmuştum işte. O spikerin verdiği haberi duyduğumda hiçbir şey hissetmemiştim mesela. Sadece dinlemiş ardından kendi hayatıma devam etmiştim. Onun başına benim yüzümden bir şey geldiği gerçeğini bile umursamıyordum. Çünkü benim babamın, Taner Ateş'in benim için sokaktan geçen tanımadığım birinden bir farkı yoktu.

Birazdan anlatacaklarımla artık tamamen Burak'a kendimi açmış olacaktım. O artık gerçek Ceylan Ateş'i öğrenecekti. Bundan hoşlanmasam da başka bir çarem yoktu. Burak bunları bilmeliydi. Derin bir nefes aldım. Hikâyeyi ta en başından anlatmaya başladım.

LAHZA  s o n  d e m  (TAMAMLANDI) #wattys2020Where stories live. Discover now