XII - BEKLEYİŞ

26.5K 1.6K 48
                                    







Keyifli okumalar. Bol yıldız ve yorumlarınız olsun...





Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca, akar can özümden sel gizli gizli...

-Neşet Ertaş



Ceylan'dan


Sessizlik... Bir zamanlar ihtiyacım olan şeyken şu an beni boğuyordu. Geçen her bir saniyede de beni boğmaya devam ediyordu. Bir de bekleyiş vardı... En can sıkanı. Sonu gelmeyecekmiş gibi bir döngünün içinde çaresizce bekleyiş...

Ben hep bekledim... Bütün bir hayatım boyunca hep bekleyen oldum. Mutlu, huzurlu bir hayatım olmasını bekledim... Hayatıma girecek ve onu tamamiyle değiştirecek birini, birilerini bekledim... Sırtımı yaslayıp biraz soluklanabileceğim bir ara istedim. Zaman dursun ve ben o lahzada yok olup gideyim diye diledim. Bazen de sadece o günün bitmesini bekledim. O gün bitsin ve geçmişte kalsın, daha iyi olmadığına emin olduğum yeni bir gün gelsin diye bekledim.

Küçükken, annemin işten gelmesini beklerdim. Ne sonsuz bir bekleyiş gibi gelirdi o anlar bana. Havanın soğukluğuna ve kızaran burnuma inat, anneleri çağırdığı için evlerine giden çocukların ardında kalıp tek başıma, sokağın başında görünmesini beklerdim onun. Üşüyen ellerimi üzerimdeki hırkanın ceplerine sokuştururdum. Kış olmasına rağmen hiçbir gün evden montumu giyip çıkmazdım. Montum beni sokakta oynadığım tek kişilik oyunlarımda yavaşlatırdı ve ben ondan ve onun kabalığından nefret ederdim. İçinde kaybolup giderdim. Her zaman arkadaş olmak istediğim ama hiçbir zaman beni aralarına almayan çocukların maskarası olurdum o halimle. O yüzden nefret ederdim o monttan. Beni sıcak tutuyor oluşu bile umurumda olmazdı. Onlar gülüp eğlenirken ben bir köşede benimle dalga geçişlerini izlerdim. Oynadıkları oyunlara içim giderek bakar ve bir an önce annem gelsin de eve girelim diye beklerdim. Tek başıma giremezdim, girmek istemezdim.

Annemi sokağın başında gördüğümde çöktüğüm kaldırım kenarından kalkıp koşuştururdum yanına. O her gün yaşadığı ve hoşuna gitmeyen bu manzaraya kızgın bakışlarla bakarken ben atlayıverirdim boynuna. O da çok fazla devam edemez kızgınlığına basıverirdi beni bağrına. O soğuk havada üzerimdeki ince hırkanın uçlarını çekiştirip beni biraz daha sarmalardı. Yine her zamanki bir dolu nutuğuna giriştiğinde de biz çoktan apartmanın içine girmiş olurduk. Ellerinde market poşetleri, kucağında ben, bütün yorgunluğuna inat tek başına taşımaya çalıştığı sırtındaki görünmez hayat yükü...

Hayatta hep güçlü durmaya zorlanmış bir kadındı annem. Küçücük yaşında sırtlanmıştı yaşam telaşını. Ve yıllar içinde de o telaşın içinde kaybolup gitmişti. Ben tutmuştum elinden o telaş arasında bir ara. Öyle derdi bana. Sen geldin ve elimden tuttun, yalnız olmadığımı gösterdin bana, yoldaş oldun. Yoldaşıydım ben annemin. Bu hayatta, hayatta kalan tek yoldaşı... Hayatın ikimizde de adil davranmadığını düşündüğünüzde aslında en harika yol arkadaşıydım. Hala da öyleyim. Bize yaşamın tadının nasıl çıkarıldığının gösterileceği an gelene kadar da öyle kalacağım. Yine bekleyeceğiz, biz hep bekleriz.

Beklerdim ben. Hep beklerdim. Tıpkı şu an, bu hastane koridorunda olduğu gibi.

Daha birkaç saat önce o dağ başında öleceğimi düşünürken şimdi bir başkasının canı için endişeleniyor oluşum da kaderin bir başka göz kırpışıydı bana. Günlerdir yaşadığım şeyler sanki hiç olmamış gibi bu soğuk hastane koridorunda içeriden gelecek haberi bekliyordum ben. Yine arkada kalan olarak bekliyordum. Burak'ın kollarım arasında kalmış bedeniyle girdiğim şoktan yeni yeni kurtulmaya başlamıştım. En azından gerçekliğin farkındaydım. O yaşadığımız korkunç çatışmanın ortasında kalıp çaresizce beklediğim dakikalarda aklım Burak'ın bilinciyle birlikte uçup gitmişti. Kollarımda onun her dakika canını yitiren bedeni ve ellerimdeki taze kan kokusu sığındığımız o açıklığın bir köşesinde yardım bekledim, yine.

LAHZA  s o n  d e m  (TAMAMLANDI) #wattys2020Where stories live. Discover now