Sosyetik Güzel - 6. Bölüm

Start bij het begin
                                    

"Tarzan olduğum için dilini bilmiyorum." diyerek trip attı. Resmen hayatımda ilk defa bir erkekten trip yemiştim. İçimdeki isteği bastırmayarak onu takip ettim. "Torzon oldoğom oçon dolono bolmoyorom." dedikten sonra içeri girdim. Bana dönüp bakmadan dükkânın ışıklarını açtı. Gözüm loşluğa alıştığı için bir anda gözüme gelen ışıkla gözlerimi kısmak zorunda kaldım. Görebildiğim kadarıyla şirin bir yere gelmiştik. Şirin, sokak arasında kalan kafelerden biriydi. İçeriye doğru ilerlediğinde topallayarak peşinden gittim.

"Burası neresi artık söyleyecek misin?"

Bu seferde o beni takip etti. Hem de saçma bir ince sesle. "Bırısı nırısı ırtık sıylıyıcık mısın?"

"Ha ha ha çok komik."

Aslında saçma bir şekilde komikti ardından kıkırdadım. Çünkü bu tepkiyi ondan hiç beklemiyordum.

İçerisi dışarıdan göründüğünden daha büyük ve güzeldi. Mutfağa geçtiğimizde 3 tane mini soğutucu dolap, 2 adet büyük buzdolabı ve 4 adet fırın vardı. Onun dışında tezgah ve etraf tertemizdi. Ben etrafı incelerken "Şuralarda bir yerlerde olmalı." diye mırıldandıktan sonra dolapları karıştırmaya başladı. Aklıma türlü düşünceler geliyordu ama bunun imkânsız olduğuna emindim. Düşünmemeyi tercih ettim. Mesela burada çalışanın Erkan olması gibi, düşüncesi çok komik değil mi? Bence çok komik...

"Burası senin mi?"

"Buldum." dondurucudan üzerinde böğürtlen parçaları olan beyaz bir tatlı çıkarttı. "Ne dedin?" dedi elindekini ortadaki büyük tezgâha bırakırken. "Burası senin mi?" diye sorumu tekrarladım.

"Hem öyle hem değil. Bunu tatlımı yerken konuşalım mı?" etraftaki dolaplardan iki tane tabak çıkarttı. "Ben o şeyi yemem."

"O bir şey değil. O bu dünyada Alice'in yaptığı en iyi şey, çikolata soslu parfe." Tatlıya öyle bir iştahla bakmıştı ki sanki uzun zamandır yemek yememiş gibi. Benim takıldığım o ne demişti? Alice mi demişti?

"Alice?" dedim suratımı buruşturarak.

"Aslında tarifi basitmiş dediğine göre ama bu kimin umurunda." Sanki tatlı tarifini istemişim gibi davranıyordu bana. İlk defa bu kadar çok konuştuğunu görüyordum ve yüzünün aydınlandığını. Yoksa Alice sevgilisi miydi? Becerikli, hamarat, güzel, seksi... Ve geniş mezhepli... Sonuçta bizim haberimizi görmüştür. Görmese bile bu saate kadar sevgilisini arayıp sormayacak kadar rahattı. Belki de düşündüğümün tam tersi bizim Nevi gibi bir kadındı ve Erkan'a yardım ediyordu. Her neyse beni ilgilendirmeyen mevzular sadece onunla dışarda görüşmesin yeter. Sonuçta herkes bizi yakında nişanlanacak olarak biliyordu.

"Tadına bak!" diyerek önündeki tabağı bana uzattı. Üzerine çikolata sosu da dökmüştü. Güzel bir görüntüsü vardı ama inceledikten sonra onu geri ittim. "Tatlı yemeyeceğimi söylemiştim." Etrafıma bakındım ve oturacak bir yer aradım. Bulamadığımdan kollarımdan destek alarak tezgâhın üzerine çıktım ve oturdum. Ayağımı dinlendirmem gerekiyordu. İleri doğru uzattım. Sessizliğin keyfini çıkartıyordum ki ağzı dolu bir şekilde yanımda konuşan orman kaçkınına baktım. Ona yalvarır gibi baktım, dileğim sadece biraz görgü kuralıydı.

"Burada çalışmaya ne dersin?" dedi bir anda.

Doğru mu duymuştum yoksa ayağım yüzünden kan dolaşımım durmuş ve beynime oksijen mi gitmiyordu?

"Anlamadım?"

"Burada çalışmaya ne dersin?" diye tekrar etti. Bu sefer ağzındakini yutmuş daha tane tane konuşuyordu.

"Sebep?"

"Evet, konuşacağımız konu bir ay çalışmaya katlanırsan ben de sakallarımı keserim. Hiç zannetmiyorum ama." Sesi daha da kısılmıştı. Bir kere burasının neresi olduğunu bilmiyordum bile ikincisi Ben Lara Tüker'dim. Çalışacağım yer böylesine basit bir yer olamazdı.

"Bana burasının neresi olduğunu anlatır mısın? Burası kimin mesela?"

Artık sorularıma bir cevap bekliyordum. Mesela Alice denen kadın kimdi? Biraz da bunu merak ediyordum.

"Burası benim açtığım bir yer ama işletmecisi Alice. Sadece tatlı çeşitleri ve içecekler var. Şirin bir kafe." Tüm merak ettiklerimi tek bir cümleye sığdırmış ve bana sunmuştu. "Adı da Alice'in Harikalar Mutfağı." Sonra tatlısından bir parça daha aldı. "Peki, kim bu Alice?" ayaklarımı sallandırırken sordum.

"Alice benim Kosovalı bir arkadaşım. Umarım onu delirtmezsin." Bu durumdan keyif alır gibi bir hali vardı. "Nasıl biri ki?"

"İyi biri, sessiz, sakindir ama bazen delilikleri tutabiliyor. Arada, senden cadı olmasın, cadılığı da oluyor ama damarına basılmadığı sürece sesini çıkartmaz." Onu tarif etmek için seçtiği kelimeler gerçekten de bir arkadaşı anlatır gibiydi. Sadece onu çok iyi tanıdığını düşünüyordum. "Bir de elinin lezzeti kesinlikle muhteşem." Bunu coşkuyla söylemişti. İstemsiz bir şekilde içimi bir kıskançlık kaplamıştı. Belki de bu kadınlık içgüdüsünün verdiği rekabet dürtüsünden olabilirdi.

"Ben burada ne yapacağım ki?"

"Bilmem, onu da sen bulacaksın ama elinin lezzetini çok bu işe bulaştırmasan bir de müşteri kaçırmasan daha iyi sanki." Söylediklerine birkaç şey daha ekleyecekmiş gibi düşündü. Benim beceremeyeceğimi düşünüyor ve benimle alay ediyordu. Resmen aramızdaki ilişkiyi bir tür oyuna çevirmişti. Bu sıkıcı yemeklerden daha eğlenceli olabilirdi. Ben de onun istemediği şeyleri yapabilir ve bu çalışma düşüncesini aklına getirdiğine pişman edebilirdim. Kesinlikle öyle yapabilirdim sonuçta ona kendimi ispatlamam gerekmiyordu.

Elimi uzattım.

"Anlaştık."

Elindeki tabağı ve çatalı kenara koydu ve elimi sıktı. "Anlaştık."

İkimizin de bakışlarında savaş istediği vardı. Anlaşılan daha şekerli, unlu, çikolatalı bir savaş olacaktı bu. Elini elimden çektikten sonra sakalını sıvazladı. Benim bu işi beceremeyeceğimi ve sakalının da yerinde kalacağını ima ediyordu.

"Bir de burada çalıştığımı kimse bilmeyecek." dedim üzerine basa basa.

"Hay hay..."

Hâla belimle alay ediyordu.

Bir süre aramızda sessizlik oldu.

Aklıma takılan şey onun buranın sahibi olmasıydı, o da zahmetli bir işte çalışmıyordu ki?

"Pardon ama, beni baba parası yemekle suçluyorsun da sen ne iş yapıyorsun, buranın sahibi olmak dışında?"

Dudağının kenarı hafifçe yukarı kalktı. Bu küstah ve alaycı bir bakıştı.

"Bu sadece bir yatırım, onun dışında yaptığım bir çok iş var."

"Mesela?"

Sürekli iş iş deyip duruyordu ama ne olduğundan bahsetmiyordu.

"Koçluk."

"Koçluk mu?"

"Evet, basketbol koçuyum. Aynı zamanda bir kurumda İngilizce derslerine giriyorum."

O donanıma rağmen bu işleri yapması beni şaşırtmıştı. Ondan daha çok özel bir şirkette CEO'yum veya kendi işimin patronuyum, şeklinde bir cevap beklediğim için şaşırmıştım.

"Bu kadarı yeterli mi?" diye sordu.

Sesimi çıkartmadım ama yorulduğumu fark ettim. Bu adam sinirlerimi bozuyor ve beni psikolojik olarak yoruyordu.

"Artık o koca karnın doyduysa gidebilir miyiz?"

Elindeki boş tabağı kenara bıraktı. Tezgâhtan inmeye çalıştım ama ayağım sızladığı için üstüne basarsam çok daha kötü acıyacağından korkuyordum. Bir süre nasıl ineceğimi düşünürken yanıma geldi. Beni belimden tutup havaya kaldırdı ve sonrada herhangi bir eşyaymışım gibi iki ayağımın üstüne bıraktı. Önüme gelen birkaç tutam saçımı geriye doğru ittim ve "Teşekkür ederim bu centilmen hareketin için." dedim.

"Umarım rüzgârda uçmamak için beline taş falan bağlıyorsundur." dedi. Zaten kibarlığının çok uzun süreceğini düşünmemiştim. Omuz silktim. "Hayatımı bu bedene sahip olabilmek için harcadım." diyerek elimi incecik belime götürdüm.

"İnan zevksiz hayatını hiç merak etmiyorum."

Bana bakmadan kapıya yöneldi.

"Sensin zevksiz! Orman kaçkını!"

Sosyetik GüzelWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu