12. Bölüm

1.1K 100 358
                                    

Yeni bir gün ve yeni bir maraton başlıyordu benim için. Hava sabah bile denilemeyecek kadar kararıktı, Güneş henüz tepede belirmemişti. Peki beni bu saatte ayakta tutan neydi?

Elbette erken saate alınmış Kore biletimdi. Tüm itirazlarıma ve engellemelerime rağmen menajeri Kore'ye dönmemeye ikna edememiştim.

Uçağa binene kadar kafamı rahatça koyamamıştım yastığa. Gerçi, Junmyeon'un Sehun'dan hoşlandığını öğrendiğimden beri hiçbir zaman rahat kelimesinin anlamını yaşayamamıştım. Dolayısıyla insanın canı yanarken mutlu şarkılar yapması da hayli zordu. Enstrumanlarımdan hep depresif melodiler yükseliyordu.

Prodüktörler klip çekiminin Kore'de yapılmasının bana iyi geleceğini ummuşlardı. Evet, birkaç gün öncesine kadar iyi olabilirdi ama şuan yalnızca başım ağrıyor ve onu yeniden göreceğim için heyecanlanamıyor aksine geriliyordum.

Incheon havaalanına yaklaştığımız her saniye kalbimde atlılar yerini alıyordu ve büyük bir harp sevgi ülkelerimi talan ediyordu. İlk defa buraya geldiğim için ağzım kulaklarıma varmıyordu.

Çin'deki odamdan Suho'nun günlüğü de dahil her şeyimi toplayıp valize yığmıştım. Kore'ye vardığımızda onu sahibine geri verecektim. Onun kalbini kazanma yarışını başlamadan kaybetmişken artık hakkımda ne düşündüğünü merak etmiyordum.

Uçak piste indiğinde ve pilotun sesi duyulduğunda herkes gibi ben de ayaklandım. Valizlerimin bazılarını yardımcımın almasına izin verip birkaçını da ben almıştım. Her adımımda daha çok geriliyordum. İnsanın hevesinin kırılması bu dünyada yaşayabileceği en pis illetlerden biriydi bana göre. Yeniden iyi hissetmek çok zordu.

Hemen ardından beni yurda götürecek lüks araca bindirildim. Her kilometre geçişimizde aramızdaki mesafeler azalıyor, ona yaklaştıkça hem deli gibi görmek istiyor hem de üzülüyordum.

***

Yarım saat gibi bir süre geçtikten sonra araba yurdun önünde durduğunda kolumdaki saate göz gezdirdim. Üyeler muhtemelen uyanmış ve kahvaltıya oturmak üzere hazırlanıyor olmalılardı.

Valizimi kapıp titreye titreye yurda doğru ilerledim. Üyelerimi yaklaşık 1 aydan sonra tekrar görecektim. Onu görmeyeli de sadece 3 hafta olmuştu. Özlemim zirve seviyelerde olsa da yine de gerilmekten alıkoyamıyordum kendimi. Gittiği günden beri kokusu burnumda tütüyordu ama hala kırgındım ona ve kolay kolay koyvermek yoktu.

Kapısında kocaman 'Exo' yazan yere birkaç adım daha ilerleyip titreyen elimle kapıyı tıklatarak nefes alışverişimi düzene sokmaya çalıştım. 

Kapı Jongin tarafından açıldığında benden daha küçük olan çocuk neşeyle çığlıklar atarak üzerime atlamıştı.

" HYUUUUUNNNGGG!!!! HOŞGELDİNN!!! "

Yüzümü anında gülümsetmiş ve gerginliğimin azalmasını sağlamıştı. Onların yanında rahattım ama hala Suho'yu düşünüp geriliyordum.

Beni boğmasına izin vermeden kapıdan içeri adımladım. 32 diş gülümseyerek içeri girdiğimde yavaş yavaş masa başında toplanan üyelerden hepsi kahkahalarla yanıma koşup sımsıkı sarılmışlardı bana. Son gördüğümden beri çok değişmişlerdi.

Sırayla herkese sarılıyor ardı arkası kesilmeyen sorularını yanıtlamaya çalışıyordum. Birçoğu yeni şarkılarımla ve orada onlar olmadan neler yaptığımla ilgiliydi.

Kahkahalar içinde konuşmaya devam ederken valizimi çoktan alıp yerleştirmişlerdi bile. Birtek o, Suho yoktu. Merakıma yenik düştüm ve soruverdim.

Roommate / LayHoWhere stories live. Discover now