2. Bölüm

1.6K 128 351
                                    

Güzel bir kahvaltının ardından üyeler geniş salona gruplar halinde dağılmıştı. Chanyeol ve Baekhyun her zamanki gibi birbirleriyle çocuk misali uğraşıyordu. Abur cubur, video oyunu, klasik kıskançlık atışmaları gibi her türlü tartışma şekilleri mevcuttu onlarda, ama yine de çok yakın arkadaşlardı. Birbirlerine olan bakışları arkadaştan öte olsa da, bunu fark edemeyecek kadar şapşallardı aynı zamanda.

Sehun kafasını telefonundan bir saniye olsun kaldırmayıp aptal aptal sırıtıyordu. Luhan gruptan ayrıldığında oturup saatlerce ağlayan o çocuk yok olmuştu. Hayli büyümüş ve olgun bir adama dönüşmüştü gün geçtikçe. Elindeki telefon 6. duyu organı gibiydi. Sürekli gülerek mesajlaşması beni şüphelendiriyordu. Sevgilisi filan olduğundan adım gibi emindim.

Xiumin Chen'in yere döktüğü cipsleri temizliyordu. Chen'in anlamsız bağırışlarına alışmış elinden kayıp devrilen cips kasesinin yerde bıraktıklarını temizliyordu. Temizlik onun için sorun değildi. Chen ise berrak sesiyle yüksek notalı güzel bir şarkı mırıldanmış, onu izliyordu.

Kai bilgisayar başında anlamsızca ekrana bakıyor, D.o ise Xiumin'e temizlikte yardım ediyordu. Aynı zamanda da gözleri bilgisayar başındaki esmer çocuktaydı. Hislerini yansıtmayı sevmeyen Kyungsoo'nun esmer çocuğa zaafı vardı.

Peki benim Myeon'um? O ortalıkta gözükmüyordu. Muhtemelen mutfaktaydı ama aklım yine de ona takılıyordu. Sanki aniden yok olacakmış gibi, sanki onu sevdiğimi söyleyemeden yok olup gidecekmiş gibi korkuyordum. Yersiz ama hastalıklı bir korkuydu bu.

Ayağa kalkıp mutfağa ilerledim. Bulaşıkları makineye yerleştirmekle meşguldü. Aynı zamanda kulağına kulaklıklarını takarak son ses Red Velvet dinliyordu. İtiraf ediyorum. Suho'nun Red Velvet hayranlığını deli gibi kıskanıyordum.

Eğer bir gün ona onu sevdiğimi söyleyebilir ve sevgili olmamızı sağlarsam bu hayranlığından rahatsızlık duyduğumu belirtecektim. Kıskanç bir erkek olarak prensiplerim vardı ve bu his Suho'dan başka kimseye karşı oluşmuyordu. Onu gördüğümde etrafındaki her şeyden kıskanıyordum. Gece yatarken sarıldığı koca peluş tavşandan bile.

Geldiğimi fark etmemişti. Tezgahtaki kirli bardaklardan birkaçını alıp onunla aynı anda makineye yerleştirdiğimde bana bakıp gülümsedi ve kulaklıklarını çıkardı.

" Ben yapardım, sen bulaşmasaydın hiç. "

Elindeki tabakları alarak onları da yerleştirdim.

" Tek başına yorulursun Junmyeon. "

" Sevdiğim insanlar için bir şey yaparken yorulmam. "

Ne kadar da haklıydı. Şuan ki durumum da bu sözünü yeterince ispatlıyordu... Senin için değil bulaşık makinesi dizmek, buradan Çin'e koşarak gidebilirdim.

Kendimi Kafka'nın Milena'ya yazdığı aşk satırlarında kaybolmuş gibi hissediyordum. Ben kitap okumayı sevmeyen bir insandım ama onu tanıdığımdan beri onlarca aşk satırının müptelası olmuştum. Kim Junmyeon nasıl bir etki bu? Keşke karşına çıkıp bu etkinin bu kadar güçlü olmasının nedenini sorabilseydim, çünkü hakkında bilmediğim yalnızca bu kaldı.

Uzun süre cevap vermediğimden o da konuşmamıştı.

Salona geçtiğinde sürüsüyle ilerleyen koyun gibi peşinden gittim. Koltuğa, Sehun'un yanına oturup kolunun altına girdiğinde beraber telefonla uğraşarak gülüşmeye başlamışlardı. Herkese karşı böyle samimiyken bana karşı neden böyle resmiydi?

Bana saygı duyuşunu anlayabiliyordum, ama her görüşünde gülümsemesi bile sanki bunu yapmaya mecburmuş gibi hissettiriyordu. Kendisinden büyük olan Xiumin ile yakın olup aralarında espriler dönerken benimle neden, ne sebeple, niye böyleydi? Aramızda her şey iyi olsa da görünmez olan tuhaf bir duvar vardı. Benim yumruklarım ise bu duvarı yıkmak için fazla yetersizdi. İlk kez böyle güçsüz hissediyordum. Onu sevgimin gücüyle yıkmaya çalışsam dahi Junmyeon'un sevgisizliği bana karşı bir engel oluşturuyordu.

Roommate / LayHoWhere stories live. Discover now