11. Bölüm

1.1K 115 332
                                    

O an neler yaptığımı, neler hissettiğimi, ne söylediğimi ya da nasıl bir üslupta bulunduğumu bilmiyordum. Bildiğim tek şey kurduğu birkaç cümlenin kalbime hançer gibi saplanışı, ve benim duyduğum bu yoğun acıdan çırpınamayıp kaskatı kesilişimdi.

Ağzım şaşkınlıkla aralanmış ve öylece karşımdaki duvara sabitlemiştim bakışlarımı. Gözlerimi yakan kaynar gözyaşlarım süzülmek için direndiğinde bile hareketsizdim. Tüm sinirlerim mayışmış gibi bedenimin ölü kadar cansız kesilmesine neden oluyordu, hissettiğim tek şey kalbimin atışından başka paramparça oluşuydu...

Ona duyduğum sevginin hep farklı olduğunı sanırdım, farklıydı da. Hayatıma giren herhangi biri bana ne onun hissettirdiklerini hissettirmiş ne de kimseyi onun kadar sevebilmiştim. İşin beni en çok yıpratan tarafı da şuydu ki, ona duyduğum sevginşn farklılığı ve yoğunluğu kadar yerle bir ediliyor oluşumdu.

Bizim sonumuz klasikti. Birisi diğerini çok sever, onca zaman platonik kalırdı. Sonrasında sevdiği kişi de kalbini başkasına kaptırırdı. Bu olay çoğu hikayede aynıydı, ama kendi yaşadıklarımdan anlıyordum ki her hikayenin acısı farklıydı. Çünkü şu an gerçekten Tanrı huzurunda olmayı diliyordum.

Ona ellerimi uzatmış bana doğru gelmesinş bekliyordum ama gözlerimin önünden kayıp gidiyordu, yok oluyordu. Hatta son sözlerinden sonra artık tamamen yoktu.

Ona gitme diyememek ne büyük kayıptı. Başkasına doğru yürüyordu ve ben, arkasından sadece izliyordum sanki.

Tutamadığım gözyaşlarım süzülmeye son hız devam ederken bu sefer aldığı solukta dahi titreyen ben olmuştum. Ağzım açılmıyor tek kelime edemiyordum. Ne diyebilirdim ki? Bu saatten sonra ona onu sevdiğimi anlatsam kaç yazardı?

Boğuluyor gibiydim ve bana bunu yapanı engelleyemiyordum.

Uzun süre karşı hatta ağlamasına devam ettikten sonra tekrar konuştu.

" Bugün sevgilisi diye bahsettiği kişiyi getirdi yurda. O kişi kim biliyor musun? Luhan... Bizim Luhan hem de. Uzun süredir birbirlerini seviyorlarmış. Luhan benim kardeşim gibi. Ona ihanet etmek istemiyorum ama... "

Sesini yeniden işittiğimde derin bir sızı bu sefer tüm vücudumu etkiledi. Yapamadım. Haz aldığım Romantik tonlu sesini daha fazla işitmeye devam edemedim. Bu yüzden telefonu bir şey söylemeden yüzüne kapatmıştım.

O şu an, ömrüm boyunca yaşamadığım çileyi tek bir sözle intihar halatım haline getirmişti.

Telefonu fırlatıp yatağıma kıvrıldım. Dur durak bilmeyen hıçkırıklarım beni boğarcasına şiddetlenmeye devam ederken tek ihtiyacım birinin beni arayıp her şeyin birer şaka olduğunu söylemesiydi. Bunca zaman ona olan sevgimi içimde tutabilmiştim, ama kalbimin acısı dolup taşırıyordu beni.

Sonuç hiçti, telefonumu çaldırıp tüm bu olanların şaka olduğunu söyleyen kimse yoktu. O an bir kez daha tüm bu olanların gerçekliğiyle yüzleştim.

Tıpkı Suho'ymuş gibi özenle baktığım o günlük de tam kafamı koyduğum yastığın yanındaydı. Şifonyerin üstü onunla çekilmiş resimlerimizle doluydu. Benimle uyurken giydiği kıyafetler de yanımdaydı. Her şeyim olmuştu. Sahip olduğum her şeyim hem de. Giderken de geriye benden hiçbir şey bırakmamıştı.

Her şeyim her şeyimi almıştı elimden.

Onca zamandır ona karşı böyle kırgın, böyle acı dolu hissetmemiştim kendimi. Beraber geçirdiğimiz tüm zamanlar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçerken bile ben aynı aşkla yanıp tutuşuyordum. En çok da buna yanıyordum. Beni yalnızca dostu olarak gören yanlış kişiye karşı çok doğru şeyler hissediyordum.

Şu an beni kendime o bile getiremezdi çünkü duyduklarım beni çoktan mahvetmişti. Yıkılmış bir enkaz gibiydim. Dışarıdan izleyen birine karşı normaldi tüm bunlar ama sorun da buydu ya, sadece dışarıdan izlenince normaldi.

Bu zamana kadar aşkın hep güzel ve tarifsiz bir şey olduğunu savunmuşken şimdi fikrimi değiştiriyordum. Aşk sadece onun yüzü gülümsediğinde güzeldi, ya da o gülümsemeye siz sebep olduğunuzda. Aksi halde bir cehennemden farksızdı.

O an öyle çok ağlamıştım ki vücudum uzun saatler koşmuş gibi yorgun düşmüştü. Birkaç dakika öncesine kadar onun sesini duymanın verdiği heyecanla kuş gibi olurken saniyeler içinde her şey mahvolabiliyordu.

Yere düşmüş telefonumun Junmyeon'lu zil sesi defalarca kez odayı doldurduğunda söylediği yavaş tempolu aşk şarkısı beni eskisi gibi yenileyemiyor aksine yıpratıyordu.

Muhtemelen neden yüzüne kapattığımı merak ediyor ve bu yüzden defalarca arıyordu. Telefonu açıp bir izah sunsaydım ona, bana yeniden Sehun'u anlatacaktı. Çünkü ben onu anlayan bir arkadaşıydım, tıpkı diğerleri gibi.

Gözüm duvardaki Exo posterlerinden istemsizce onu arıyordu. Yüzünü görmekten, sesini duymaktan deliye dönüyordum ama yine de ona ihtiyacım vardı işte.

Bu yatakta birlikte uyuduğumuz gün aklıma doldukça daha fazla ağlamamak için zorlayamıyordum kendimi. Bana güvenle sarılışı aklıma her geldiğinde diğer tarafım Sehun'dan hoşlanan birinin bana sarıldığını hatırlatıyordu. Tüm o güvenin yapaylığı beni mahvediyordu.

Kardeşi gibi sevdiğini söylediği insandan hoşlandığını belirtip beni mahvetmesi adil değildi. Kızgındım ona. Çok fazla hem de. Karşımda dursa bakmazdım yüzüne ama bakmasam da terk edemezdim odayı. Çünkü varlığı güzeldi. Her şeyi güzeldi ama ben çok kırgındım.

Ne kadar süredir orada öylece uzanıp ağladığımı bilmiyordum ama iki kat olmuştum. Telefonuma art arda gelen mesaj seslerinin çoğunun o olduğu belliydi.

Hantallaşan bedenimi zorla kaldırıp şifonyerdeki antidepresanı aldım. Zorlu ve stresli yoğun iş temposunda kafamı rahatlatmak ve normal insanlar gibi uyuyabilmek için kullanıyordum onu. İyi geleceğini umarak avcuma 2-3 tane alıp bardağa su doldurarak içiverdim tek yutuşta. İyi gelecekti, iyi gelmeliydi. Hiç olmazsa başımı ağrıtmıyordu.

Kuruyan gözyaşlarım cildimde sertleşirken tüm bedenimin ağırlaştığını ve acıdığını hissediyordum açık açık. İçimde beni ayaklandıran Junmyeon hevesinin yok olduğu saatten beri bulutlarla uçma hafifliğine erişememiştim.

Yerdeki telefona zorla uzanıp yine yatağa attım kendimi. Gözlerim yeniden buğulanırken beni 15 kere aramış olduğunu ve merak ettiğini belirten onlarca mesaj atmış olduğunu fark etmiştim. Junmyeon'u iyi tanıyor olmak bile anlık bir şekilde acı verici gelmişti. Tanımasaydım kötü olduğunu düşünüp vazgeçerdim ondan, ama melek gibiydi işte.

Junmyeon'dan sonra gecenin bu saatinde menajer mesajlarıyla donatılmıştım.

Kimden: LiangWei Hyung (Menajer)

Yixing vaktin varsa yanıma uğrar mısın? Give me a Chance için son dokunuşlar kaldı. İşin önemli bir kısmını bitirdik ama Prodüktörler klibin Kore'de çekilmesini istiyor. Bir iki güne biletini keseriz o iş biz de. Exo'yu özleyip duruyordun mutlu musun şimdi bakalım? 😃

...

Give me a Chance, yurtta Suho ile kalırken tüm sevgimi katarak yazdığım bir şarkıydı. En büyük hayalim bu şarkıyı yapmak ve ona dinletme fırsatı bulmaktı. Kendi için yazılmış olduğunu anlayıp anlamaması da önemli değildi. Sadece o sözlere kattığım sevgiyi hissetse yeterdi benim için. Hep bu şarkıyı çıkarma peşinde koşmuşken şimdi her şey çok yersiz bir zaman da tam istediğim konumu alıyordu.

Kore'ye gidecek olmak beni çok germişti. Halbuki dün olsa çoktan ışınlanıvermiştim ama şu an, şu an yanlış bir zamandı. Kötü hissediyordum ve onun sözlerinin üzerimde bıraktığı ağır depresyonu bedenimde misafir ediyordum. Ama yine de bu onu deli gibi görmek istediğim gerçeğini değiştirmiyordu. Mutluluk acıya dönüşürdü ama aşk hep aynıydı.

Onu yeniden göreceği için heyecanlı ve her zamanki aşık Zhang Yixing'dim ben. Başkasına aşık Junmyeon'u seven Zhang Yixing.

Kafka'nın da dediği gibi,

" Bu gece de sana mutlu uykular dilerken her
şeyimi sana veriyorum bir solukta! "

Yanıtının anlamı açıktı, zaten hiç gelmeyecektin, bana bahşettiğin tek şey seni bekleme izniydi.

Roommate / LayHoWhere stories live. Discover now