Bölüm 16- ''Ölümsüz Çiçek''

Start from the beginning
                                    

Yiğit afalladı, dışa çıkmaya hazır kahkahasını olabildiğince bastırmaya çalıştı.

''Sen o kadar yayla, ahır gez. Keçicanlarla arkadaşlık et. Minik bi dikenden kork, küçük hanım öyle mi? '' dedikten sonra kardeşini yere indirip, yağmurluğunun asılı olduğu dolabına yürüdü. Kestanelerden birini dikkatlice avcuna alıp, tekrar döndü Elizyanın yanına.

''Bak bunlar aslında canlılar biliyor musun? Kirpi gibi düşün. Dikenleriyle koruyorlar kendilerini tehlikeden. Kimse onlara dokunup, canlarını yakmasın diye. Biraz acıtıyor olabilir tabi ama haklılar sonuçta. Ben onu denizden çıkardım şimdi, evinden ayırdım. Kızgın biraz. '' dedi Yiğit, kendine kızar gibi, düşürdü yüzünü.

Elizya abisinin elinde duran kestaneye ağlamaklı bir halde bakıp, parmaklarını ürkekçe dikenlerin üstüne götürdü. Dokunmuyordu ama çekmiyordu da elini.

''Ama dokunmazsak, böyle tutarsak, onu korumak istediğimizi anlar di mi? '' diye sordu abisine.

''Sen öyle diyorsan, öyledir güzelim. '' dedi Yiğit, gülerek.

Elizya itiraz edermiş gibi kaldırdı başını;

''Hayır abi ben demiyorum. Babam böyle diyor. İnsanları korumak için onlara dokunmak ya da onları görmek gerekmezmiş. Yanında olduğunu hissettirmemiz yetermiş. '' dedi. Sonrada ona hayranlıkla bakan abisine, gülümsedi.

''Dalgalar, beyaz ayaklarına çarptıkça, yüzüne keyifli bir tebessüm düşüyordu Nefes'in. Bir elini, giderek kendini belli eden karnının üstünde, kızının başını okşarmış gibi gezdiriyordu. Beyaz elbisesinin etekleri suya bulanıyor, rüzgar savurdukça bacaklarına buz gibi dokunuyordu.

Çok geçmeden kumlarda sürtünerek gelen topu gördü Nefes, sonrada ardından koşan Tahirle oğlunu.

''Ula yıktun beni yıktuun. ''

Tahir kendini numaradan yere atıp, topa ilk önce oğlunun kavuşmasına fırsat verdi. Yiğit zafer sevinciyle topu kucaklayıp, annesinin yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.

''Heyyooo ben kazandım ki ya. Anne bak babam yetişemedi bana, yoruldu. ''

''Ben demiştim ki ama ya. Kurtlar, Kaplanlardan hızlıdır. '' derken oğlunun saçlarını, elleriyle tarar gibi düzeltti Nefes.

Tahir yerden kalkmış, üzerindeki kumları silkeliyordu. Pantolonunun ıslak paçalarını kıvırmış, nemlenen saçlarını, kafasını savurarak yüzünden çekmeye gayret ediyordu.

''Tahir aşk olsun, suya da mı girdiniz? '' dedi Nefes, kocasının ıslak halini görünce.

''Top girdi Nefes, ben napayım. '' derken çoktan oğluyla karısının yanına gelmiş ve vakit kaybetmeden Nefes'in dizine koymuştu başını Tahir.

Bu sırada Yiğit, getirdikleri hasır sepetin içinden bulduğu çikolatayı iştahla açtıktan sonra aklına aniden gelen bir şeyle durdu;

''Kardeşimin canı çikolata istiyor mu anne? '' diye sordu.

Nefes, şaşırmış gibi hafifçe çevirdi kafasını oğluna;

''Hayır annecim. Noldu ki? ''

''Ben bunu yiyim o zaman şimdi. Canı isterse onunla paylaşabilirim. '' dedi, Yiğit.

Nefes dolan gözleriyle, oğlunun çikolatasından kocaman bir ısırık alışını izledi. Sonrada hiç çabasız, dizlerine kıvrılan başını okşadı. Bir tarafında küçük adamı, bir tarafında büyük adamı, ortalarında güzel bir dilek gibi büyüyen kızı...Dünyayı bir an'la sonlandırmak istese, bu an o an olurdu.

Ay ŞahitWhere stories live. Discover now