Bölüm 42/ Sır Muhafızları

Comenzar desde el principio
                                    

      Hoşnut homurtular çıkaran cins aygır burnuyla Muramba'nın göğsüne sürtünüp yaşlı kâhine sevgisini gösterdikten sonra, ağaçların arasında kayboldu. Tam Kalgar can yoldaşına kavuştuğunda, Titemki'nin ruh halini okuyacak, böylece Aybar'ın ve diğerlerinin güvende olduğunu anlayacaktı.

      Grubun küçük molası fazla uzun sürmedi. Ateşte kızartılmış taze av etinden ibaret kahvaltılarını ağaçların arasına göllenmiş tatlı suyla tamamladılar. "Artık gitmek gerek" diyen Mimava'nın uyarısı duyulduğunda, itiraz etmeden orman prensesine uydular.

      Shapap dahil, diğer savaşçılar sessizce ilerlemeyi tercih ederken, sadece prenses sohbete hevesli görünüyordu. Mivava sürekli Aybar'la sohbet halinde olmakla birlikte, arada sırada Medan dilini kullanarak Kejdan'la da konuşuyordu. Kızın Medanlı avcıya "hoş geldin" deyişini anımsayan Huranlı, "Kejdan'a neden kardeşim diye hitap etin" diye sordu.

      Orman Prensesi ilk defa şaşırmış gibiydi. Kızın yüzündeki şaşkınlık, "Aybar Bey Eskil dilini nasıl biliyor?" diyen soruşuna da yansımıştı.

      Huranlı Mivava'nın sorusuna nasıl cevap vereceğini bilemedi, kristallerin sırrı eski insanlardan da korunmalı mıydı? Nedense Aybar'ın suskunluğu üzerinde durmayan Mivava, burnunun ucuyla Kejdan'ı gösterdi.

      "O bizim kandan taşıyor, bir kardeş gibi."

      Kejdan'dan sonra Medanlının yanında yürüyen Nola'yı işaret eden prenses "Aynı kandan onda da var, ama başka bir kan daha baskın" diye ekledi.

      Usta Muramba Medanlıların İskil soyundan geldiğini söylemişti. Orman insanları kendi atalarına Eskil diyordu. Bir süre konuşmayan Mivava içinde bir tereddüt varmış gibi duraksadıktan, sonra konuşmaya devam etti.

      "Biz seni çok izledik Aybar Bey, o yüzden sana hiç dokunmadık. Senin de içinde başka bir kan var, kızdakiyle aynı kan. Onunla kardeş gibisiniz. Biz uzun zamandır seninle tanışmayı umut ettik, bir gün senin kendiliğinden bize geleceğin insanlarıma vaat edilmişti. Bize vaat edilen günün işaretleri görülünce, babam seni bulmam için bizi en uzak nöbet kulesine gönderdi. Ben üç gecedir orman sınırında senin gelmeni bekliyorum."

      Aybar belki kızın anlattığı kadar kesin olmasa da, karşılaşmalarının tesadüf olmadığını, bir şekilde beklenildiğini anlamıştı zaten. Bu insanların kendisinden istediği bir şey olmalıydı. Haftalar önce, daha ilk karşılaştıklarında bile, bunu içten içe hissetmişti. Peki ondan istedikleri neydi?

      "Beni neden bekliyordunuz Prenses?"

      Mivava Aybar'a baktı, konuşmadan önce güzel yüzü geniş gülümsemesiyle aydınlanmıştı.

      "Babam bunları seninle konuşacak Aybar Bey, seni büyük bir heyecanla bekliyor, tüm sorularına cevap bulacaksın, şimdi aklında olmayanlara bile."

      Aybar kızın daha fazlasını söylemeyeceğinden emindi. Bu yüzden hiç zorlamamaya karar verdi. Garip bir şekilde ormanın eski insanlarını tanıdığını hissediyordu. Onlar söylemeleri gerekeni içinde tutmadıkları gibi, susmaları gerektiğinde de, bir kelime dahi söylemeyeceklerdi. Grubun arkadan gelen kısmına kaçamak bir bakış atan Mivava, belli belirsiz bir şekilde Erduga'yı işaret etti.

      "O senin kardeş mi? İkiniz hep birliktesiniz. Babam aynı rahimde büyümediyseniz bile, kardeşler kadar yakın olduğunuzu söylüyor."

      Aybar gülümsedi. Gerçekten onu izlemişlerdi.

      "Bir kardeşim olsaydı ancak Erduga kadar yakın olabilirdi bana, ama benim hiç kardeşim yok. Erduga Obamızın Ordu beyinin yeğenidir."

SIR MUHAFIZI-MAVİDonde viven las historias. Descúbrelo ahora