İKİNCİ BAHAR

4.5K 176 23
                                    

Ceza günlerim sona ermiş ailem tarafından karga tulumba Antalya'daki otele tatile getirilmiştim. İçeride geçirdiğim altı aydan sonra bu bana ödül müydü yoksa ceza mıydı orası da belli değildi. Aslında derin ve huzurlu bir uyku çekmem gerekirken altı ay içerisinde uykusuzluk gibi bir alışkanlık edinmiştim. Hatta kuş tüyü yatak bana fazla geliyordu. Arda mışıl mışıl uyurken beni uyku tutmamış, yatağın içinde kırk tur atmış yine de uyumayı becerememiştim. Hatta ve hatta en sonunda yere çarşaf serip uyumayı denemiştim ama o da olmamıştı. Arda bebek gibi uyurken ben bildiğin cin cücüğü gibi ayaktaydım. Gün yavaştan aydınlanmaya başlayınca daha fazla dayanamadım ve bikinimi giyip havuza indim. O an için belki havuz başında uyuyabilirim diye düşünmüştüm. Başıma gelecekleri bilseydim eğer kesinlikle kıçımı kırar odanın kapısından dışarı adımımı atmazdım.

Sonuç olarak uzandığım şezlong bedenime iyi gelmiş, âşık olduğum nemle karışık yosun kokulu Antalya havası benliğime uyku ilacı etkisi yapmıştı.

Gözümü açtığımda Arda tepemde dikiliyor ve burnundan soluyordu. Üzerime doğru fırlattığı havlu ile şaşkınlığım biraz daha arttı. Ne olmuştu şimdi bu adama diyerek iç çektim. Dişlerinin arasından tıslayarak konuşmaya başladı paşam.

"Maşallah Azra Hanım. Oldu olacak çıplak inseydiniz havuz başına!"

Kesinlikle âşık olduğum adam çift kişilikliydi. Ona cevap verirsem söyleyeceklerimden korktuğum için susmayı tercih ettim, üzerime doğru fırlattığı havluyu bedenime sardım ve hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. Arkamdan gelip gelmediğine dahi bakmadan sadece odadan cüzdanımı ve telefonumu alıp, üzerime sarılı havlu ile çıktım otelden dışarı. Kapının önünde bekleyen taksilerden birinin arka koltuğuna kendimi attığımda şoföre fırsat vermeden, "En yakın Avm'ye," dedim ve yanağımı alışık olduğu arabanın penceresiyle buluşturdum. Nedense bu hareket para verip gittiğim psikologların yapamadığını yapıyor beni rahatlatıyordu.

Ya Arda'ya ne demeliydi. Altı aydır çok farklı bir ortama ayak uydurmaya çalışırken geçirmiş olduğum doğal evrimi kabullenemiyordu. Tüm sıkıntıyı çeken bendim ama sonunda salakça bir tribi yiyen yine bendim. Şiddet sadece fiziksel olan bir şey değildi ki. Bunun Psikolojik olanı da vardı işte. Bildiğin kurduğu tek cümleyle dövmüştü beni. Hatta keşke o lafı edeceğine dövseydi beni...

Taksici, "Geldik hanımefendi," dediğinde beklemesini söyleyerek taksiden inip, alış veriş merkezinin hemen girişinde bulduğum ilk mağazadan üzerime giyecek bir şeyler satın almıştım. Ben gelmeyeli Antalya bayağı değişmişti. Taksiye geri döndüğümde beni kahvaltı yapabileceğim bir yere götürmesini istedim. Konyaaltı caddesinde bulunan Atatürk parkının içerisinde çok sevimli bir mekâna getirmişti beni. Yol boyunca sohbet etmiştik, ismi Muhsin olan taksiciyle. Laf arasında bir gün içinde ne kadar kazandığını öğrenmiş ve tüm günlük kazancından biraz daha fazlasını teklif ederek aracı kiralamıştım.

Manzaraya karşı yaptığım kahvaltı tek kelime ile mükemmeldi. Kahvaltının üzerine içtiğim dibek kahvesi ise şiir gibiydi. Muhsin'in yanına geri döndüğümde beni gezilebilecek yerlere götürmesini söylemiştim. İki yıl, hatta biraz daha fazla bu şehirde yaşamıştım ama turistlerin binlerce kilometre yol kat ederek gelip gezdiği hiçbir yere gitmemiştim.

"Abla Düden Şelalesi'ne götüreyim mi seni?" diye sordu Muhsin. "Olur," dedim elim kapattığım telefonumun üzerinde, aklım Arda'nın yaptığı öküzlükte.

Şehrin içinde epeyce yol gittikten sonra nihayetinde varmıştık Şelaleye. Manzarayı görünce "Neden daha önce buralara gelmedim acaba?" diyerek kendime bir kez daha kızmıştım. Şelale'nin hemen önünde devenin üstünde gezinti yapmış, çaktırmamaya çalışsam da deve üzerinde benimle yerden kalkarken epeyce korkmuştum. Şelalenin altındaki mağaraları gezerken dışarıdaki sıcağa inat içeride yüzüme çarpan şelalenin suyu ile karışık soğuk hava tüm benliğimi serinletiyordu. Enteresan bir şekilde huzur bulmuştum. Muhsin bana rehberlik yapmaya çalışıyor, dili döndüğünce sağı solu anlatıyordu. Şelalenin akan suyunun üzerine kurulmuş olan bir restoranda alabalık yemiş, Balık ağlamasın diye de iki tek rakıyı yuvarlayıvermiştim balığın yanında. Aslında Arda'nın tavrını hazmedebilmek için içiyordum. Eski Azra olsa bunu onun yanına koymaz, ağzıma geleni sayar o an haklılığımı ispat etmek için ortalığı ayağa kaldırırdım. Ama işte ben artık eski Azra değildim. Hayatımın son altı ayını geçirdiğim cezaevi o eski Azra'dan birçok şeyi alıp götürmüştü. Mesela volta atmazsam rahat edemiyordum. Artık sigaranın birini söndürmeden diğerini yakıyor, hasret kaldığım Türk kahvesini en az beş fincan içiyordum. Cezaevinde Türk kahvesi yasaktı. Neymiş efendim Türk kahvesi ile kendisini öldüren olmuş. E be mübarek cezaevi yönetimi Türk kahvesini yasaklayıp ne demeye mahkûmların eline cam bardak veriyorsun? Ben sizin mantığınıza...

Günün geri kalanını Muhsin'in rehberliği eşliğinde Antalya'yı gezerek geçirmiştim. Saat artık gece yarısına yaklaşıyordu ve telefonum hâlâ kapalıydı. Attığım o iki tek rakının üzerine karıştırılmaması gereken ne kadar içki varsa hepsini karıştırmış, arabanın arka koltuğunda olduğum zamanlarda ise ara vermeden içmeye devam etmiştim. Otele dönmek istemiyordum. Muhsin'e iyi bir gece kulübüne gidip canlı müzik dinlemek istediğimi söylediğimde beni CECE isimli mekâna getirmişti. Gelene kadar da yol boyunca mekânın ve solistinin kalitesini anlata anlata anlata bitirememişti.

Nitekim kapıdan içeri girdiğimde mekânı oldukça keyifli bulmuştum. Her şeyden önce güler yüzlü personeli ile dikkatimi çekmeyi başarmıştı Clup CECE. Gece daha başlamadığı için içerisi boş sayılırdı. Kendime kapanışı yapabilmek adına bir şişe viski söylemiş, sahnenin en önündeki masaya kamp kurmuştum. Ben ilk kadehi bitirene kadar da kulüp yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Orkestra yerini almış, vokalist olduğunu tahmin ettiğim şeker bir kız şarkı söylemeye başlamıştı. Kafamdaki düşünceleri bir kenara bırakıp kızın söylediği şarkılara eşlik ediyor ve içmeye devam ediyordum. Vokalist sahnenin gerisindeki yerine doğru çekilirken, sahneye doğru uzanan kırmızı halıyı çiğneyerek gelen siyahlar içindeki dansçı kızlar ile yine siyah bir pelerine bürünmüş olan solist göz kamaştırıyordu. Çalmaya başlayan şarkı ise oldukça manidardı, "Dansöz Dünya!"

İsminin Arzu Turalı olduğunu öğrendiğim solistin gerek mekâna, gerekse şarkıya girişi rüya gibiydi. Bu rüyaya eşlik eden kadife sesi ise büyüleyici güzellikteydi. İşini hakkını vererek yapan insanlara saygım hep sonsuz olmuştu. Yanıma çağırdığım garsona peçeteye yazdığım isteğimi verirken, sahneye de bir şişe viski göndermiştim.

"Dönecekse bu dansöz dünya, yansın o zaman!" diye çektim içimi. Öğlen saatinden bu yana içtiklerimin ve içinde bulunduğum ortamın ambiyansından dolayı benliğimde hissettiğim özlem, beynimin içindeki mantığın ağzına sıçıyordu. Ruhum, tenim ve kalbim Arda'yı aramalısın diye bas bas bağırıyor, mantığım senin gururuna ne oldu? diye soruyordu. Arzu bu kadar güzel şarkıları peşi sıra söylüyorken, kanıma karışan alkol benliğimi ele geçirmişken, iç sesim mantığının canı cehenneme diyordu. Her zerrem her hücrem Arda diye inliyordu. Yanımda olsun, eli elimde dursun, kokusu burnumda dans etsin istiyordum. Sahneden bana doğru kalkan kadeh ile verdiğim iç savaşı kaybetmiştim.

"Azra Hanım için söylüyoruz. Aşk-ı Kıyamet. Aşklarını kıyamet gününe kadar taşıyabilenlere efendim..." diyordu Arzu Turalı. Sahneye doğru yüzümü çevirdim, başımı öne eğip kadehimi kaldırarak teşekkür etmiş, ardından da tüm gün kapalı olan telefonumu elime almıştım. Bulunduğum konumu işaretleyip altına da, "Seni çok seviyorum! Ve şu an çok sarhoşum. Eğer gelip benim yanımda olmazsan kurda kuşa yem olabilirim!" diye ekleyerek Arda'ya bir mesaj göndermiş, ardından telefonu tekrar kapatmıştım. Mantığımın ve gururumun tabi ki canı cehennemeydi. Ben Arda'yı yanımda istiyordum o kadar! Tüm ekibi toplayıp gelmesi ne kadar sürmüştü bilmiyorum ama hatırladığım son şey Arda, Nazra, Nisa ve Efe karşımda belirdiğinde ben sahneye bağdaş kurmuş Sezen Aksu'dan Masum Değiliz! şarkısını söylüyordum. Şarkı bittiğinde Arda elimi tutmuş ve beni kaldırmıştı, ben ise sabahtan beri susadığım dudaklarına dudaklarımı yaslanmıştım. Kendimizi Arzu'nun sesine bırakmış keyifli dakikalar geçiriyorduk ki müziğin durmasıyla bir anda ortalık karıştı. En son biz yine hastanedeydik. Acaba hastanede bitmeyen bir eğlencemiz olabilecek miydi?

AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu