RÜYA

15K 519 15
                                    

Arda, günlük olağan işlerini hallettikten sonra Dubai sokaklarında dolaşmaya başlamıştı. Bedeninin orada olması, yüreğinin ve beyninin de orada olmasını gerektirmiyordu. Azra'yı hâlâ bulamamış olmak genç adamı perişan ediyordu. Teninin kokusunu bir kere içine çekmiş ve onun müptelası olmuştu. O geceden önce sadece hayalleri vardı ve nasıl olacağını bilmiyordu. Ama o gece, o geceden sonra, artık o tenin de ruhunda bağımlısı olmuştu. Ömrünün sonuna kadar her an her dakika onun kokusunu içine çekerek yaşayabilirdi. Ta ki telefonu çalana kadar...

Telefonun sesi hayallerinin ortasına çernobil gibi düşmüştü. Arayana bakmadan cevap verdi Arda.

"Efendim?"

Telefonun öbür ucundaki ses oldukça tanıdıktı.

"Alo! Arda Bey merhabalar ben Nesrin, Hasan Beyin asistanı."

Ta derinlerden çektiği oflamayı kendisine saklamak zorunda kaldı Arda.

"Merhaba Nesrin seni dinliyorum."

"Hasan Bey, akşam saat sekizde otelin büyük salonunda olmanız gerektiğini, adınıza masanızın ayırtıldığını, muhakkak takım elbise giymeniz gerektiğini, konuklarınızın masanıza geleceğini ve orada kesinlikle ve kesinlikle bulunmanız gerektiğini, hastalanmamanızı ve kaza yapmamanızı iletmemi söyledi."

Tüm bu kelimeleri ardı ardına söylerken nefes dahi almamıştı Nesrin. İyi de akşam hasta olacağını söyleyecekti Arda.

'Hasan amcam düşüncelerimi mi okuyor acaba?' diye dalmışken telefondaki ses, "Arda Bey, söylediklerimi duyabildiniz mi efendim, yoksa tekrar edeyim mi?" diyerek daldığı o soru havuzundan çekip çıkarmıştı Arda'yı. Nesrin enteresan bir tipti. Bir İstanbul Masalı'ndaki Adviye Hanım'la büyük benzerlik gösteriyordu. Hayatını işine adamış, ellili yaşlarda, hiç evlenmemiş minicik bir kadındı. Oturduğu koltukta bacakları kısa kaldığı için masanın altına ayaklarını koyması için bir basamak yaptırmışlardı. Atom karınca gibiydi aslında. Kendisi küçük ama sırtladığı yük kocaman...

Telefondan kulağına doğru gelen Nesrin'in sabırsız uflaması Arda'dan cevap beklediğinin işaretiydi.

"Tamam Nesrin, tamam anladım. Hasan Bey'e aynen dediklerini yapacağımı ilet lütfen. Kolay gelsin."

Ayakları geri geri giderek otele geldi Arda. Jakuziyi doldurup içine girdiğinde kendisine bir kadeh viski alıp rahatlamaya çalıştı. Sonuçta bir kaç saatlik bir ricayı yerine getirmek zorundaydı. Biraz içip gevşemeliydi ki, gelen garibanlar onu kadın düşmanı sanmasınlardı. Ardından, 'Allah'tan erkeğim!' diye geçirdi içinden. Saat henüz yediydi ve sekize on kala sudan çıksa sekizde aşağıdaki salonda olurum diye hesap etti kendisini suyun rahatlığına bırakan genç adam. O elli dakikalık süre zarfında kaç kadeh içmişti ardı ardına aklında meleğinin gözleriyle...

Aynen düşündüğü gibi saat sekize on kala banyodan çıkmış ve sekizde büyük salondaki yerini almıştı. Üzerinde dar kesim beyaz bir gömlek, siyah bir takım elbise vardı. İçki kokusunu bastırmak için Armani code şişesini üzerine boca etmişti. Bekletilmekten nefret etmesine rağmen yirmi dakikadır ne gelen vardı ne giden. İşte tanımadan uyuz olmasına bir sebep daha çıkmıştı. Bütün kadınlar aynı olmak zorunda mıydı? Herhalde bu hayatta beklemekten asla bıkmayacağı ve şikâyet etmeyeceği tek kişi Azra'ydı.

Son nefesini verene kadar bekleyebilirdi onu. Belki saplantılı bir şizofrenim ben diye düşündü önce. Ardından obsesif bir yönü olduğunda karar kıldı. Belki de kendisini inandırdığı bu büyük yalanı yaşayan, kronik bir şizofreni hastasıydı. O gece yatağında uyurken çekmiş olduğu Azra'nın fotoğrafı olmasa, neredeyse yaşadığı o mucizevi gecenin bile hayal ürünü olduğuna inandıracaktı kendisini.

Arkasından gelen koku burnunda dans etmeye başladığında, bir anda Antalya'daki evinde, yatağında Azra ile yaşadığı o sahne belirivermişti gözlerinin önünde. Omuzundaki el ve 'Arda Deman' diyen sesi, ya farkında olmadan sarhoş olmuştu ya da ölüp cennete gitmişti. O an her şeyin bir halüsinasyon olduğunu düşündü genç adam.

Arkasına döndüğünde birbirlerine çarpan gözleri ve Azra'nın kucağına yığılan bedeni ile döndü gerçek dünyaya.

Azra'sı, biricik aşkı kollarındaydı.

Kucağına yığılan aşkını sarmaladığı gibi lobiye koşmaya devam ederken bir taraftan da sağa sola doktor çağırın diye bağırıyordu. Azra'nın hareketsizce kucağında yatması kâbusların en büyüğüydü. Nasıl gelmişti oraya, yani beklediği konuk o muydu? Adını söylemişti. 'Ama O benden nefret ederdi,' diyerek çekti içini.

Lobideki ikili koltuklardan birine oturduğunda şoktan bayılan aşkını kucağından indirmemişti. Nabzını ve nefesini kontrol etti önce. Kalbi atıyordu ve nefes de alıyordu. Şükürler olsunki ona bir şey olmamıştı. 'Sanırım yaşadığı şoktan dolayı baygınlık geçiriyor,' diyerek teselli etti kendisini. Doktoru odasına göndermelerini söyleyerek onu daha da sıkı sarmalayıp asansöre doğru yöneldi. Görevlinin yardımıyla kapıyı açıp Azra'yı yatağına yatırdı. Zaten hemen arkalarından da otelin doktoru gelmişti. Azra'nın o müthiş kokusu odasını doldurup cennete çevirirken, ona dokunan doktoru öldürmek istiyordu. Kıskançlık damarları kabarmış ve bu duygu onu ayaklı bir suç aletine çevirmişti. Meleğini biricik aşkını, muayene eden doktordan bile kıskanmıştı. Doktora yaşadığı şokun sebebini anlatmaya çalıştı.Tabi bu durum nasıl özet geçilerek anlatılabilirse? Adamcağız zaten kıt olan İngilizcesiyle Arda'yı anlayabilmek için sanki tıp fakültesini tekrar baştan okuyor gibiydi. Arapça bilen Türk bir görevli imdatlarına yetiştiğinde nihayet doktorda ne yapacağını anlayabilmişti.

Doktor Azra'ya bir iğne yapmış bütün değerlerinin normal olduğunu, yaptığı iğne ile sabaha kadar uyuyacağını söylemişti. Dudaklarının arasından mırıltı gibi çıkan sesiyle, "Şükürler olsun," dedi Arda. Her gün, her saniye onunla nasıl karşılaşacağını, nasıl karşısına çıkacağının planlarını yaparken Azra, ansızın en çaresiz anında çıkmıştı karşısına. Şimdi ise yatağında bir bebek gibi masum ve mışıl mışıl uyuyordu.

Öncelikle odanın içindeki insan fazlalığından kurtuldu Arda. Azra'nın yüzündeki ışık, gecenin karanlığında odasını aydınlatıyordu. Eli ayağı birbirine dolaşmış, yol gösterecek bir şeyler arıyordu. Analitik problemleri çözmekte usta olan Arda, Azra'nın yanında annesini alışveriş merkezinde kaybetmiş üç yaşındaki bir çocuk gibi çaresizleşiyordu nedense...

Arda kendi üzerindeki ceketten ve ayağındaki ayakkabılarından kurtulmuş, Azra'nın da elbisesinin altından kendi şortlarından birisini giydirmişti.

Ardından elbisesini tamamen çıkartıp kendi giysilerinden birini de üzerine geçirmişti. Azra'nın üzerindeki elbise oldukça işli ve rahatsız gözüküyordu. Bütün bir gece onun o şekilde uyumasına razı olamazdı. Kapının dışına, 'Rahatsız Etmeyiniz' yazısını astıktan sonra kapıyı kilitleyip anahtarı sakladı. Bir daha onu aynı şekilde bırakıp gitmesine izin vermeye hiç niyeti yoktu. Yanına oturur vaziyette uzandığında ellerinin onun saçlarına dokunmasına yüzünü okşamasına engel olamıyordu. Yaşarken cennete kavuşmuştu. Onun o dolgun ve güzel dudaklarına masum bir öpücük bıraktığında Azra mışıl mışıl uyumaya devam ediyordu.Teni tenine değdiğinde tüm bedeni bir yay gibi gerilmişti âşık adamın. Sadece kokusu bile aklını başından alıyorken onunla yaşlanmanın nasıl olacağını düşünmeden edemiyordu. Onun hakkında her şeyi biliyor olmasına rağmen yanındayken her şeyi unutuyor, geçici hafıza kaybı yaşıyordu. Bir taraftan da tüm benliğini ele geçiren merakın oyuncağı oluyordu. Ne olmuştu da onun biricik aşkı o gece kendisini öldürecek kadar vazgeçmişti bu hayattan. Ya orada olmasaydı? Ya yine o gece orada içiyor olmasaydı ve onu yakalayamasaydı? Öylece sessiz sedasız çekip gidecek miydi bu fani dünyadan? Onun bu noktaya gelmiş olmasını bilmek fazlasıyla yakıyordu canını.

Elinden tutup sorgusuz ve sualsizce onu evine götürüp baş köşeye yerleştirmek istiyordu Azra'yı. Belki de kendi kendine gelin güvey oluyordu yine...

İstemeyecekti, yine terk edecekti belki onu. Arda yine yalnızlığıyla baş başa kalacaktı. Azra, Arda'nın yatağında uyurken, soruların içinde kaybolan adam aklını kaybetmek üzereydi. Aslında o hiç uyanmasın, o gece bitmesin , kokusu yanından ayrılmasın istiyordu.

AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )Where stories live. Discover now