ÖLÜM

11.3K 416 21
                                    

Her şey tam Arda'nın ve de meleğinin istediği gibi olmuştu. Törenin yapılacağı terastaki havuzun içi beyaz gül yapraklarıyla doluydu. Beraber yürüyecekleri kırmızı halının üzerini beyaz güller ve beyaz tüllerden yapılmış kemerler kaplıyordu. Bütün masalar beyaz, bembeyazdı. Saflığı temsil ettiği için her şeyi bembeyaz yapmışlardı. Beyaz balonlar, beyaz kurdelalar, hatta orkestrayı bile beyaz giydirmişlerdi. Arda, smokinini giyip son rötuşlarını da yaptıktan sonra, Azra'nın odasına doğru ilerlemişti. Orkestra, davetliler, Belediye başkanı, şahitler her şey hazırdı. Az sonra hayatının aşkı onun soyadını alacaktı. Azra'ya olan aşkı belki de Aşk-ı Kıyamet'ti. Derin bir nefes alarak çaldı kapısını. Aslında kalbi yerinden çıkacaktı neredeyse. Birazdan yıllardır hayalini kurduğu şey gerçek olacaktı. Aysel kapıyı açtığında gördüğü güzellik karşısında ona neden âşık olduğunu bir kez daha anlamıştı.

O Arda'nın saflığı, çocukluğu, hayalleri, bedeni, benliği her şeyiydi. O Arda'yı güçlü kılandı. Tüm güzelliği, saflığı ve benliği ile karşısında yaprak gibi titriyor, çaresiz gözlerle Arda'ya bakıyordu. Arda, Azra'nın ellerini ellerinin arasına alıp alnına bir öpücük kondurdu. Kırmızı halının üzerinde el ele yürürlerken, her şey bir rüya gibiydi. Aşk-ı Kıyamet şarkısı çalıyor gözleri birbirine kilitlenmiş dans ediyorlardı. Mutluluktan ölmek üzereydi Arda; az sonra çaresizlikten öleceğinden habersizdi. Dansları bitip de nikâh masasına doğru hareketlendiklerinde tüm davetliler onları ayakta alkışlıyorlardı. Birden, "Arda!"diye haykıran bir sesle arkasına dönmüştü. Ne olduğunu anlamadan kurtarıcı meleği bütün vücudunu Arda'ya siper etmişti. Duyduğu o patlama sesi, işte o an bir kamera şakası gibiydi. Algılayamadı önce ne olup bittiğini. Azra'yı kollarının arasına aldığında Azra'nın nutku tutulmuş, krem rengi olan gelinliği kıpkırmızı olmuştu. Ne çok kan vardı. Arda çaresizce sağa sola bağırıp yardım dileniyor ve Azra'ya hayatta kalması için yalvarıyordu. Bunu ona yapanı görebilmek için kafasını tekrar kaldırdığında elinde silahla şoka girmiş bir şekilde Bertan karşısında dikiliyordu. Meleği kendinden geçmişti.Onu bir kenara bıraktıktan sonra karşısında dikilen insan müsveddesine doğru adımlarını hızlandırdı. Elindeki silahı alıp kendi kalbine doğru bastırdı.

"Bunu mu yapacaktın ha! Bu muydu derdin. Sık! Sık hadi... Azra'mı öldürdün sen! Bundan sonra ben yaşamışım, yaşamamışım ne anlamı var!"

Bertan'ın elindeki silahı alıp yere fırlattı. Tek eliyle boğazını sıkıyordu. Aşkına verdiği sözün bir anlamı yoktu artık. Meleği orada son nefeslerini veriyordu. Arda ise nefes almadan, gözünü kırpmadan tek eliyle boğuyordu o şerefsizi. Bertan hiçbir karşılık vermeden öylece öldürülmeyi bekliyordu. Artık suratı morarmaya, gözlerinin feri gitmeye başlamıştı. Arda, Azra'ya bunca şeyi yapan o hayvanı öldürürken hiçbir şey hissetmiyordu. Bir karıncayı bile incitmekten çekinen Arda, saniyenin durduğu o anda bir Azrail'e dönüşmüştü adeta. Tam Bertan'ın işi bitmek üzereyken üzerine atılan kollar son anda onu bir katil olmaktan kurtarmıştı. Oysa yine saniyenin durduğu o anda Arda için her şey anlamsızlaşmıştı. Ölmüş olmasının ya da öldürmüş olmasının bir ehemmiyeti yoktu. Hissettiği tek şey Azra ile birlikte onun da kalbinin atmaktan vazgeçtiğiydi. Ortalığı yankısıyla paramparça eden Aysel'in çığlıkları, Arda'yı ölmeden mezara koymuştu.

"Nefes almıyor!"

Yaşadığı şoktan sıyrılıp tekrar kucakladı meleğini.

"Lanet olasıca ambulans nerede?" diye haykırırken gözleri yuvalarından fırlamak üzereydi. Azra'yı sırt üstü yatırdığı gibi suni solunum yapmaya başlamıştı. Nabzı durmak üzereydi Azra'nın. Elinden geldiğince onu canlı tutmaya çalışıyordu. Tüm üstü, yüzü, elleri onun kanıyla boğulmuştu. "Beni bırakamazsın!" diye çığlıklar atıyor, bir taraftan da suni solunuma ve duran kalbine masaja devam ediyordu. Gelen sağlık görevlileri Azra'yı ondan aldıklarında, nabzını geri getirmeyi başarmıştı ancak Azra çok zor dayanıyordu. Meleğinin hayatı pamuk ipliğine bağlıydı. Ambulanstan önce yola koyulmuş, hatta ambulansa yolları aracıyla o açmıştı. Azra'yı ambulanstan indirip koşarak ameliyathaneye götürürlerken Arda da peşlerinden koşuyordu. Ameliyathanenin soğuk kapısı yüzüne kapandığında korkularıyla baş başa kalmıştı Arda. Eğer ölürse, onu bırakıp giderse Arda ne yapacaktı? Onu aramakla geçirmişti ömrünü, tam bulmuşken kaybedemezdi ki. Yıllardır onun yaşadığı ve bir gün kendisini seveceği umuduyla yaşarken, tam hayalleri gerçek olup Azra onu sevmişken onsuz nasıl kalacak, nasıl yaşayacaktı?

Arda ameliyathanenin önündeydi ve tam dört saat olmuştu. Dört saattir tek bir haber yoktu. En azından haber olmaması umutlanmasını sağlıyordu. Hâlâ çıkmadıklarına göre yaşıyordu meleği."

Benim için, bizim için, bebeğimiz için dayanıyor diyerek şükrediyordu Tanrıya. Artık beyni allak bullak olmuştu. Bir haber, en azından "durumu şöyle..." diye en ufak bir fısıltı yüreğine su serpecekti ama yoktu. Arda saatlerdir ameliyathanenin kapısının önünde onu kaybetme korkusuyla ölüp ölüp diriliyordu.

***

Beş saat olmuştu ve hâlâ hiçbir haber yoktu. Arda hastanenin koridorlarıyla kavga etmeye başlamıştı artık. Her geçen dakika bir asır gibi geliyordu ona. Tam o esnada ameliyathanenin kapısı açılmıştı. Gördüğü manzara karşısında kalbine bıçaklar saplanmış, nefes alamıyordu. Üzeri örtülmüş bir cenaze çıkarıyorlardı ameliyathaneden. Sedyeden düşen kanlı el, bir kadın eliydi. O örtüyü açıp bakmalı ve kadınıyla son kez vedalaşmalıydı ama olduğu yere çivilenmiş gibiydi. Eli kolu kalkmıyor, milim kıpırdayamıyordu. Sedye yanına doğru ilerlerken çaresizce, "DURUN!" diyebilmişti. Tüm cesaretini toplayıp örtüyü açtığında gördüklerine inanamamış, kendisini tokatlamak istemişti. Çok güzel bir kızdı, dupduru, gencecik, çok güzel bir kız, melek gibi uyuyordu. Ama şükürler olsun ki Azra 'sı değildi. O anda ne kadar rahatlamış hissetse de gencecik bir bedenin ölümün karanlığıyla karşılaşmış olması üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı.

Altıncı saat dolmuştu. Artık gözünü bir an bile olsun ameliyathanenin kapısından ayırmıyordu Arda.

"Direniyor, çok şükür direniyor." diyordu.

"Yaşayacak meleğim, beni bırakmayacak," diye tekrar ediyor, ellerini havaya kaldırmış tanrıyla pazarlık edercesine bir şeyler mırıldanıyordu. Derken ameliyathanenin kapısı tekrar açılmış ve dışarı doktor çıkmıştı . Ağzındaki maskeyi çıkartırken Arda pür dikkat doktoru izliyordu.

"Evet, Azra Hanım'ın eşi, hah, Arda Bey! Şey, aslında geldiğinde tekrar kalbi durmuştu. Beş dakikanın sonunda çalıştırmayı başardık. Dalağındaki hasar çok büyük olduğu için dalağın tamamını aldık. Ayrıca şiddetli bir iç kanaması vardı. Kısmen kanamayı durdurduk ama önümüzdeki yirmi dört saat çok önemli. Bu arada bebeği de almak zorunda kaldık. Şu anda kendisi yoğun bakımda ve herhangi bir komplikasyon olmasın diye onu uyutacağız. Yirmi dört saatin sonunda onu uyandıracağız ama açık konuşmam gerekirse uzun süre beyni oksijensiz kaldı. Uyanmaması da ihtimaller arasında. Kendinizi her şeye hazırlamalısınız. Tabi ki Allah'tan ümit kesilmez. Bu arada kaybınız için çok üzgünüm. Başınız sağ olsun! "

Doktorun söyledikleri beyninin içinde gidip geliyordu. "Uyanmama ihtimali var. Bebeğimiz artık yok!"

Meleği de giderse Arda ne yapacak, nasıl dayanacaktı? Türkiye'nin en zengin iş adamlarından biriydi ama parası bebeğini kurtaramamıştı. Azra'sına derman olamamıştı. Yaslandığı duvarın dibinde yere çökmüş, dizlerini suratına kapamış hüngür hüngür ağlıyordu, burnunda Azra'nın kanının kokusuyla...

Aslında o anki görüntüsü korku filmlerinden fırlamış bir karakter gibiydi. Umurunda değildi o sadece ağlıyordu...

AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )Where stories live. Discover now