BEN HAYATIN MAĞLUBUYUM

11.7K 418 23
                                    

Gözlerim sanki iğne ve iplikle dikilmiş gibiydi. Kendimi bütün zorlamalarıma rağmen açamıyordum. Bütün vücudum, kemiklerim ve eklemlerim üzerinden kamyon geçmiş gibi ağrıyordu. Boğazım o kadar kurumuştu ki, ne kadar konuşmaya çalışsam da sesimi çıkartamıyor, inleme ile karışık sesler çıkartıyordum. Kulaklarımda ki uğultuların arasında Arda'nın sesini duyduğumda kalp atışlarım da depara kalkmıştı.

"Allah'ım şükürler olsun sonunda uyandı!"

Sahiden bana ne olmuştu? Tüm algılarım kapanmış gibiydi. Üstelik neden böyle hissettiğim hakkında hiçbir fikrim de yoktu.

"Ben kör mü oldum?" diye sormuştum korkarak. Başıma gelen hemşire elindeki ıslak, ne olduğunu bilmediğim şeyi gözlerime sürüyor bir taraftan da bunun gayet normal olduğunu açıklıyordu. "Şimdi yavaş yavaş gözlerinizi açmaya çalışın."

Tepemde bana yardımcı olmaya çalışan hemşirenin sesi ninni gibi geliyordu. Tüm gücümle göz kapaklarımı açmaya çalışırken, aradan süzülen ışıklar gözlerimi dağlıyordu. Nihayet göz kapaklarım birbirinden ayrılmış, beyazlıkların arasındaki yüzü ile karşı karşıya gelmişti. Saçları ve sakalları birbirine karışmış, elmacık kemikleri dışarı fırlamış, gözaltlarında mor halkalar oluşmuştu. Âşık olduğum okyanus gözleri rengini kaybetmişti. Gözlerinden dökülen yaşları silmek istesem de kollarımı hareket ettirmeye gücüm yoktu. Ağzımı açıp ben ne kadar süredir bu haldeyim diyecektim ki, işaret parmağını dudaklarıma bastırarak beni susturmuştu.

"Sen uyandın ya başka hiçbir şeyin önemi yok!" Söylediği kelimeler beynimde dans ediyordu. Ben ne kadardır uyuyordum ki? Yani ne kadar süredir böyle kendini bilmez bir haldeydim. Ellerimi karnıma götürdüğümde büyümediğini hissetmiştim. Sonuçta çok uzun süredir uyuyor olsam karnımın büyümesi lazımdı. Ben uyuyor olsam da bebeğim büyümeye devam edecekti. Gözlerimi ona doğru dikip "Bebeğimiz," dediğimde Arda, dakikalardır tuttuğu hıçkırıkların içinde boğulmaya başlamıştı. Duvarın dibine sinmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Az önce çıkartamadığım sesim boğazımı odayı ve hastaneyi inletiyordu. Sadece, "Hayır, yalan!" kelimeleri bozuk plak takılırcasına dilimde dönüp duruyordu. Bebeğim beni bırakıp gitmişti. Kalbimin atış hızına yetişmek mümkün değildi. Beni kollarımdan tutarak sakinleştirmeye çalışan hemşireler, onlara lanet okuyordum. Ben yataktan kalkıp bebeğimi koruyamadığım için kendimi yerden yere vurmak istiyordum ki, yine ve yine ruhum bedenimden çıkmış ben kıpırdamadan yatan bir pelteye dönüşmüştüm. Göz kapaklarım yine bana ağır geliyordu ve yine, yeniden her yer kararmıştı...

Azra'nın Rüyası

Üzerimde kana bulanmış gelinliğimle ormanın içinde bir sağa bir sola gidiyordum. Ağaçların arasından süzülen güneş ışınları önümü görmeme engel oluyordu. Olduğum yere oturmuş elimle yerdeki toprakları eşeliyordum. Ne olmuştu bana? Hiç bir şeyi hatırlamıyordum. Kafamın içinde beynimin olması gereken yerde sanki boş, bomboş bir saksı vardı. En son evet, en son Arda'mın kollarının arasında nikâh masasına yürüyordum. Sonra, tabi ya hayatımı karartan mahlûkatın "Arda!" diye haykırdığını duymuştum. Arkamı döndüğümde silahını ona doğrultmuştu. Tüm vücudumu ona siper ederken o tetiği çekebileceğini hiç düşünmemiştim. Tamam, beni kandırmıştı, beni dövmüş hatta bana tecavüz de etmişti. Fakat beni öldürmeye çalışacağını hiç düşünmemiştim. Peki, benim duygularıma ne olmuştu? Ben neden ağlayamıyordum? Gözyaşlarımdamı kaybolmuştu benliğim gibi? Kimim, neyim ya da nereye aitim? Duyduğum bu ses? Ama bu bir çocuğun ağlama sesiydi. Sesi duyduğum yöne önümü görmeden koşmaya başlamıştım. Önüme çıkan, sağımı solumu çizen dallar umurumda olmadan koşuyordum. Ağlayan çocuk sesine iyice yaklaştığımı hissettiğimde kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Yanına vardığımda üzerindeki beyaz smokini ile ağacın altına oturmuş öylece ağlıyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel erkek çocuğuydu. Sessizce yanına oturduğumda karnındaki kocaman kırmızı kanı görmüş, göz bebeklerim yuvalarından çıkmıştı. O ise bana babasının okyanus gözleriyle bakıyordu.

"Üzülme anne!" demiş ve yanağımı okşamıştı.

"Seni görmeden gidemedim. Gitmek istemedim anne. O kadar çok uyudun ki uyanmayacaksın sandım. Ama senin uyanman lazımdı! Çünkü, çünkü... Ah! Bunu sana söyleyemem anne ama uyanman lazımdı."

Saçlarını okşarken, "Ateş, benim minik oğlum Ateş'im!" diyordum. Kokusu tarifsizdi. Cennetten bir köşe gibi kokuyordu. Kollarımın arasına aldığımda tekrar içeri sokmak istercesine bastırıyordum. Onu kaybetmiştim değil mi? Onu koruyamamıştım.

"Önemi yok anne!" dediğinde yüreğimden bir parça kopmuştu.

"Babamı sevmekten hiç vazgeçme anne. Beni ona anlat, sizi burada bekleyeceğimi tamam mı? Hem korkmana gerek yok benim için..." Bu cümleleri söylerken de eliyle ileriyi gösteriyordu. Kafamı kaldırdığımda oradan bana sevgiyle bakan anne ve babamı görmüştüm.

"Azra, Ateş bizim yanımızda güvende sakın korkma," diyordu annem. Kalkıp yanlarına koşmak istediğimde bulunduğum yere çivilenmiş gibi kıpırdayamıyordum.

"Artık gitmem gerekiyor Anne. Lütfen babamı üzme ve onu çok sev!" dedikten sonra minicik kollarını bedenime dolamıştı. Beni öptü ve kokladı.

"Babama beni anlat Anne!" demiş ve yanımdan kalkmıştı. Onu bırakmak istemesem de o beni bırakıp gitmişti. Annem ve Babamın ellerini tuttuğunda hepsi bir ağızdan, "Seni çok seviyoruz!" diyerek arkalarını dönüp ışığın içinde kaybolmuşlardı. Ben yaşadığım hayatın mağlubu olmuştum.

Evet, ben yaşadıklarımla hayata karşı hükmen mağlup olmuştum...

Ben bu hayatın mağlubuydum...

AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin