"Bunların ikisi de tam bir sürtük. Sen yenisin galiba yol yakınken kaç kurtar kendini," dediğinde bam telime basmış, içimdeki ayıya doping iğnesi yapmıştı.

"Bir daha kadınıma, Nisa'ma dil uzatırsan bundan sonraki hayatında dilsiz olarak yaşarsın!" cümlesi istemsiz bir şekilde ağzımdan çıktı ve zavallı geri zekâlıyı kibar bir hareketle restoranın camından dışarı fırlattım. Yaşayıp yaşamadığı umurumda değildi. Nisa, yoktu. Önce odasına koştum ama orada da yoktu. Otelden dışarı çıktığımda avazım çıktığı kadar bağırıyor, onu arıyordum.

Ama Nisa yoktu...

***

Hava iyice kararmış, acıdan elim ayağım uyuşmuştu. Lanet olasıca telefonumu odada bırakmak yerine yanıma almış olsaydım çoktan bu cehennemden kurtulmuş olurdum. Ya da en azından bir iki lokma bir şeyler yemiş olsam açlıktan inleyen karnımın gurultusu olmazdı. Ben gecenin karanlığında ne kadar sessiz olmaya çalışsam da inleyen midem kurda köpeğe yem etmeye kararlıydı beni. O anda Efe ile yapmak zorunda olduğum o konuşmaya bile razıydım. Keşke beni bulsa ve o kara delikten çıkarsa diye dua ediyordum. Gerçi kaç saattir ortada olmadığım için şehri ayağa kaldırmış olmalarını ümit ediyordum ama...

Valla oradan kurtulmayı başarabilirsem tuvalete bile gittiğimde kontrol edebilsinler diye kendime GPS taktıracaktım. Allah'ım o güne kadar psikoloğuma bile itiraf edemediğimi o anda itiraf ediyordum işte. Ben karanlıktan çok korkuyordum ya...

***

Otelden çıkıp hepimiz bir tarafa dağılmıştık. Ardalar arabayla bense yürüyerek çıkmıştım. Belki ormanın içerisinde dolaşıyordur düşüncesi o an için daha yakın gelmişti. Hemen az ilerideki at kiralama yerine ulaştığımda Nisa'yı tarif ettim, bir saat önce at kiraladığını öğrendiğimde biraz da olsun rahatlamıştım. İyi de, acaba bu kız at binmeyi iyi biliyor mu? sorusu beynimi tırmalamaya başladığında bir anda kafamdan kaynar sular boşalmıştı. Çocukluğumdan beri at binerdim, hatta çiftlikte hâlâ iki tane safkan Arap atım vardı. Abant'ı bu kadar sevmemin sebeplerinden biri de burada at kiralayıp saatlerce gölün etrafında koşmanın bana verdiği huzurdu. Adamla konuşup Nisa'nın kiraladığı atın aslında çok da evcil olmadığını, ama Nisa'nın özellikle onu isteyip fazladan para verdiğini öğrenince içimdeki huzursuzluk kat be kat arttı. Hemen bir at kiralayıp dörtnala gölün etrafını üç kez turlamıştım. İkindi havası ile beraber serinlik de çökmeye başlamıştı. Bütün eşyaları arabası telefonu her şey otelde olduğuna göre muhakkak başına bir şey gelmişti. Arda ile bir kaç kez telefonla konuşmuştuk. Zavallım meraktan deliye dönmüştü. Daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu. Havadan ve karadan arama yapmak için zamanımız gittikçe azalıyordu. Arda jandarmadan yardım istemeye giderken, ben son bir kez daha gölün etrafını taramaya karar verip yola çıkmıştım. Yaklaşık beş dakika sonra yolun kenarında kendi halinde otlayan kır atı görünce resmen şok geçirmiş, benliğimi ele geçiren korku fırtınasının esiri olmuştum. Allah'ım lütfen iyi olsun! diye dua ediyordum. Aklıma ilk gelen şeyi yapıp atla beraber ormanın içine dalmıştım. Sağ salim şu kızı bir bulsaydım, önce dizlerime yatırıp dövecek sonrada onu asla bırakmayacaktım. Allah'ım ne diyordum ben? O'nu bırakmamaktan bahsediyordum. Bir taraftan ağaçların arasına atı sürüyor diğer taraftan da avazım çıktığı kadar Nisa diye haykırıyordum. Ama o hiçbir yerde yoktu...

***

Havanın kararmasıyla bastıran soğuk acıdan kıvranan bedenimi eline geçirmiş, tamamen uyuşturmuştu. Biraz sürünerek bir ağacın gövdesine kendimi yaslamayı başarabilmiştim Allah'tan. İyi ki kıçımdaki jean dar kesim diye dua etmiştim çünkü kırılan bacağımı hareket ettirmememi, bu da daha az acımasını sağlıyordu. O kadar çok hayal kurmuştum ki saatlerdir, hayallerimin meyvesi olan Efe'nin Nisa diye bağıran sesini duyduğuma yemin edebilirdim. En sonunda bulunamayıp vahşi hayvanlara yem olacağımdan emin olduğum için rüyama cevap vermiş, "Buradayım Yardım edin!" diyerek bağırıyordum. Salak ben, dallardaki kıpırtı sesi arttığında işte bir kurt kan kokusundan beni bulmuş, ben de sesimle ona yardım etmiştim. Ses iyice yaklaştığında söylediğim tek şey, "Ölmek için çok erkendi," olmuştu...

***

Ağaçların arasından, "Buradayım, yardım edin!" diye bir ses duyduğuma yemin edebilirdim. Duyduğum şey beynimin bana bir oyunu mu yoksa gerçek mi diye düşünürken bir taraftan da sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye devam ediyordum. Onu ağacın altında öylece otururken görünce gözlerime inanamamıştım. Sürekli olarak, "Ölmek için çok erkendi," diye tekrar ediyordu.

"Nisa korkma! Bak benim, buldum seni sonunda..." dediğimde kendisini gözlerinden akan yaşlara teslim etmiş, "Şükürler olsun," diye inliyordu. Hemen yanına geçip, güzel yüzünü ellerimin arasına almış, gözlerinden süzülen yaşları silip ,kafasını göğsüme bastırmıştım. Tir tir titriyordu.

"Şükürler olsun seni buldum, başımın tatlı belası!" dediğimde kafasını kaldırıp bana öyle bir baktı ki, bütün bedenim sekiz şiddetindeki depremle sallanmıştı. Güzel yüzünü kendime çekip dudaklarına sahip olduktan sonra onu iyice sarmalamıştım. "Bundan sonra seni hayatta bırakmam!" deyivermiş, hayatımda ilk defa hissettiğim garip duyguların akışına kendimi teslim etmiştim. Üzerimdeki ceketi çıkarıp onun bedenini sardıktan sonra Arda'yı aramıştım.

"Buldum Arda! O'nu buldum!"

"Tanrım, ciddi misin? Neredesiniz, O iyi mi?"

"Ormanın içerisindeyiz. At çiftliği tarafında. Kaldığımız otelin aşağı yukarı 400 metre ilerisindeyiz. Ormanında yaklaşık 300 metre kuzey tarafındayız. Sen bir ambulansı ormana giriş tarafına yönlendir, Ben Nisa'yı getireceğim..."

İnanılmaz derecede rahatlamış bir ses tonu ile konuşuyordu Arda artık. "Tamam! Sen bana dünyaları verdin Efe! Sen bana dünyaları verdin!" Telefonu kapattıktan sonra yine elimdeki telefonun ışığını kullanarak Nisa'nın yaralarını kontrol etmiş, kırık olan bacağını bir dal ve kemerim sayesinde sabitlemeyi başarmıştım. Onu bu halde atla götürmek zarar vereceğinden kucağımda taşımaya karar vermiştim. Kollarını boynuma dolamış öylece kendini bana teslim etmişti. Kalbinin atışını kulaklarımda hissedebiliyordum. Orman yoluna çıktığımızda ambulans bizi bekliyordu. Ancak onu emin ellere teslim ettiğimde o gözleriyle beni bırakma diye yalvarıyordu. Hızlı bir hamle ile yanına ulaşıp dudaklarına tekrar sahip olduktan sonra, "Sakın korkma, orada olacağım ve bundan sonra da seni yanımdan ayırmaya hiç niyetim yok," diyerek ambulanstan inmiştim. Ambulans acı sirenleriyle hastaneye doğru ilerlerken yanağımdan aşağıya süzülen ıslaklık beni kendime getirmişti. Ağlıyordum, yirmi sekiz yıllık hayatımda ilk defa ağlıyordum. Arkadaşları tarafından aşksız prens, duygusuz herif diye adlandırılan ben bildiğin ağlıyordum. Hayat bana başka bir yüzünü göstermiş kader ağlarını örmüştü.

Ben âşık olmuştum...

AŞK-I KIYAMET ( Pandemi boyunca yeniden yayında )Where stories live. Discover now