Bölüm 13

66K 2.6K 258
                                    

İçimdeki o çokbilmiş farkındalık onun benim için doğru insan olmadığını sürekli hatırlatıp dursa da o en iyisiydi. Ne kadar bu durumdan nefret edersem edeyim, ondan vazgeçmek gibi bir hatayı yine de yapmayacaktım. O geceki tartışma mı ne olduğu belli olmayan konuşmamızdan sonra sırra kadem basmasaydı eğer, bunu onun yüzüne de söyleyecektim. Ama o, söz verdiği gibi aramızdaki aşılması zor olan ne varsa halletmek yerine yok olmayı tercih ediyordu.
Hal böyle olunca ben de eski sakin ve sıradan günlerime geri dönmüştüm. Artık benden vazgeçtiğini düşünmeye başlıyordum. Beni aramıyordu ve öncesinde olduğu gibi yine eve gelmemeye başlamıştı. Benimle vakit kaybettiğini düşünüyor olmalıydı. Onun bu ilgisiz tavrı kahrolmama sebep olsa da onun baskıları olmayınca kendimi daha rahat ama bir o kadar da eksik hissediyordum. Aklımı dağıtmak için bir şeylerle meşgul olmam gerekirken, boş zamanlarımın en büyük eğlencesi kafeye veda etmeye hazırlanıyordum. Bugün okuldan sonra kafeye gidip işten ayrılacağımı söylemeyi planlıyordum.
Aslında bunu ne Kenan ne de annem istediği için yapacaktım.
Hayatımın gidişatını kontrol edemiyordum artık ve dört bir yana dağılmaktan yorulmaya başlamıştım. Hayatımda huzur istiyordum. Beni rahatlatacak yeni bir meşgale bulmalıyım diye aklımdan geçirip duruyordum ama daha ne yapacağıma bile karar verememiştim. Belki de bir süre hiçbir şey yapmamak en iyisiydi.
Kafede artık çalışamayacak olmak beni üzüyordu, çünkü orada edindiğim arkadaşlıklar ve tecrübe kazandığım paradan daha değerliydi. En zor olan da onlara veda etmek olacaktı. Kuşkusuz bu işe en çok annem sevinecekti. Ne de olsa her şeyi paraya ve güce endekslemiş, herkesi de kendi gibi sanmaya başlamıştı. Para artık onun için sıkıntıdan çok bir oyuncak gibiydi. Ona göre benim paraya ihtiyacım yoktu ve çalışmak için de başka bir neden olamazdı.
Bunca şeyin arasında en çok Cenk'i özleyecektim. Kafeden ayrılırken, Cenk sıkı sıkı bana sarılarak, "Seni, arkadaşlığını özleyeceğim," demişti.
En son yanından ayrılmadan hemen önce, "Benden kurtulmak o kadar kolay değil, görüşeceğiz yine," derken saçlarımla oynamış, bendeki hüzünlü havayı dağıtmak için türlü şebeklikler yapmıştı.
Kafeden çıktıktan sonra aklımı biraz da olsa dağıtır umuduyla Merve'yi aradım. Beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmayan arkadaşım atlayıp hemen yanıma geldi.
Bu arada Rıza'ya eve gitmesini, arkadaşlarımla dönüş için taksiyi kullanacağımızı söylediğimde başta itiraz etse de ısrarıma dayanamayıp pes etti. Ama hemen arkamdan telefonuna sarılıp Kenan'ı arama ihtimali vardı. Açıkçası umurumda bile değildi. Belki de Kenan artık ne yaptığımı bile umursamıyordu. Bu düşünceyle canım daha fazla sıkılmaya başladı.
Merve gelirken yanında kuzenleri İrem ve Sedef'i de getirmişti. İkisine de bayılıyordum; yaşlarımız yakın olduğu için her ikisiyle de iyi anlaşıyordum. Keza Merve gibi onlar da neşeli ve akıllı kızlardı. Dört kız bir araya gelince, bir anda çılgın fikirler havada uçuşmaya başladı. Sonunda beni neşelendirmek için buldukları fikir; bir kulübe gidip dans etmek olmuştu. O anda kafamı dağıtacak en iyi şey belki de buydu. Hemen oturduğumuz kafeden ayrılıp, zaman zaman gittiğimiz, rahat edebildiğimiz tek kulübe gitmeye karar verdik. Oraya vardığımızda kulübün içi hıncahınç doluydu. Eğleneceğimiz kesinleşmiş, gece boyunca hiç durmadan dans etmiştik. Kafamı tam manasıyla dağıtmayı başarmıştım.
Gecemiz bitip de eve geldiğimde saat gece yarısını çoktan geçmişti. Anahtarımla kapıyı açtıktan sonra sessizce eve girdim. Ev çoktan karanlığa teslimdi. Annem ve Ali Kemal Bey ortalarda yoktu. Bu aralar evde pek yemek yemiyorlardı zaten. Bu gece de dışarıdaydılar anlaşılan.
Sadece salondan hafif bir ışık vuruyordu hole. Amacım hemen yatağıma girip yatmaktı ama salona göz ucuyla bakınca koltukta tek başına oturan Kenan'ı gördüm ve ufak çapta bir şok yaşadım. Bir anda onu karşımda görünce olduğum yerde donup kaldım. İfadesiz gözlerle bana bakıyordu. Kabul etmek zorundaydım, kendimi yaramazlık yapmış çocuklar gibi hissediyordum. Bir an ne yapmam gerektiğini bilemedim.
Beni görünce hiç istifini bozmadan elindeki bardağı sehpanın üzerine bıraktı. Sanırım bu saate kadar eve gelmemi beklemiş ama bir kere bile beni arama gereği duymamıştı. Bakışlarından hiçbir şey anlayamıyordum. Bana kızgın olsa beni umursadığını düşünebilirdim ama öylece oturmuş bana boş gözlerle bakıyordu. Kendimi kötü hissetmeye başladım. Onunla tartışacak halim yoktu. İçtiğim içkiden sersem gibiydim ve başım hafifçe dönüyordu.
Salonda ilerlemeye başladım. Kenan'ın yanındaki yumuşak koltuğa geçip oturdum. Onun sivri sözlerini duyacağımı bile bile yanına gitmek büyük cesaret gerektirse de kaçacak bir yerim yoktu. Zaten ne kadar kaçmaya çalışsam da vicdanım gibi onu hep içimde taşıyordum. Dayanamayıp konuşmaya başladım; o her zaman yaptığı gibi gözlerini dikmiş sadece beni inceliyordu.
"Ne Kenan?" Ben hesap sorar gibi sorunca bakışlarında biraz önceki ifade yerini kızgınlığa bıraktı
"Neredeydin bu saate kadar?" Sesi, görüntüsüne göre fazlasıyla normal geliyordu kulağa. Cevabımı beklerken gözleri dudaklarıma kilitliydi.
"Arkadaşlarımla dışarıdaydım."
Sesine hâkim olan sert ton yavaş yavaş şiddetini arttırmaya başladı. "Aklına estiği gibi davranan bir kız olmadığını biliyorum ama bu saate kadar dışarıda olmanı kabul etmemi bekleme benden. Bir de Rıza'yı göndermek, yaptığın çok sorumsuzca."
"Beni kaç gündür bir kez bile aramadın, eve gelmedin. Tam benden vazgeçtiğini düşünmeye başladığım sırada karşıma geçip beni sorumsuzlukla suçluyorsun. Ne yapmamı bekliyorsun benden?" dedim kanımdaki içkinin verdiği cesaretle.
"Gece kulüplerine gitmemeni olabilir mi mesela?" Bunu o kadar yüksek sesle söylemişti ki bağırmasıyla oturduğum koltukta korkuyla sıçradım. Sinirini bunca saat içinde biriktirmiş, şimdi de patlıyordu.
"Ne yani? Eğlenemeyecek miyim ben? Duyan da her gece böyle yerlerde vakit geçiriyorum sanır. Benim de nefes almaya, arkadaşlarımla vakit geçirmeye ihtiyacım var."
Artık konuşurken sesim çatallaşmaya başlamıştı.
"Ben yanındaysam, nereye istersen oraya gidebilirsin ama bu saatte dışarıda olmana izin vermiyorum," derken derinden gelen kuvvetli sesi istediğimi yapacaksın diye bağırıyordu.
Gözlerimi devirmeden edemedim. "Şaka yapıyor olmalısın," dedim söylediğini komik bulup.
Sözlerime karşılık sadece öfkeyle soludu. Sabrını zorladığımı biliyordum ama eve geç geldiğim ve eğlendiğim için beni bu denli azarlamasını anlayamıyordum.
Ben hâlâ kafa karışıklığı içinde ona bakarken, elini uzatıp uzun parmaklarını parmaklarıma hapsederek beni oturduğum koltuktan kaldırdı. Sürüklercesine odasına doğru çekiştirmeye başladı. Odasına girince beni içeri savurdu ve kapıyı büyük bir gürültüyle arkasından çarptı.
Evde belli ki yine kimse yoktu.
Beni yerimde sabitlemek için omuzlarımdan tuttu; zaten bir yere gidecek değildim. Olduğum yerde onun insafına kalmış bir çocuk gibi bekliyordum. Bir an ona bakarken içindeki vahşi adamı gördüm.
Bu sefer beni kendi elleriyle odasına getirmişti; ona ait izler bulabileceğim odasına bakma fırsatım varken, onunla saçma bir nedenden kavga edecektik. Yine de göz ucuyla inceleyebildiğim yerde açıklı koyulu renkler, ilginç sanat çalışmaları görmeyi beklemiyordum; dekor onun sert yanlarını yansıtırken bir yandan da yumuşak çizgilerle onun bilinmeyenlerini ilginç bir şekilde gözler önüne seriyordu.
"Senden bana karşı dürüst olmanı istedim sadece. Hayatında benden önce kimse olmadığını söylerken yalan mı söylüyordun?" dedi sertçe.
"Bu da nereden çıktı?" diye sordum.
Ama beni dinlemiyordu.
"Bugün kafeden ayrılırken gördüm; o çocukla fazla samimiydiniz."
"Neden bahsediyorsun, beni mi izliyordun sen?" Bir anda aklıma gelen şeyle donup kaldım; Cenk yanından ayrılırken, bana sarılmıştı ama böyle yorumlanması fazla art niyetliydi.
Soruma cevap vermedi.
"O kafede çalışmanı istemiyorum derken, beni ciddiye almanı beklemiştim. Ama sen hâlâ benim lafımın üzerine orada çalışmaya devam ediyorsun." Siniri giderek gözle görülür bir şekilde artıyordu.
"Ama..."
Lafımı yarıda kesti.
"Ben dalga geçmem, Ela ve bir laf ediyorsam boşuna etmem. Her defasında sana bunu hatırlatmak zorunda bırakma beni."
Beni dinlememesi bir yana, kendi kafasında bir senaryo yazmış onu yaşıyordu. Kafede hâlâ çalıştığımı düşünmesi bir yana, bir an olsun durup beni dinlemiyordu. Çileden çıkmış görüntüsü korkutucuydu. Neden sonra eli çenemi kavradı. Canımı acıtmıyordu ama eli hareket etmemi engelleyecek kadar sıkıydı.
"Ben buyum, Ela... Değişemem. Sana böyle bir adam olduğumu daha önce de söyledim. Kıskancım."
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Alt dudağımı dişlemeye başladım ama kafamı bu sefer eğmedim. Gözlerinin içine dik dik bakıyordum.
"Bana öyle bakmayı kes artık. Çıldıracağım," dedi sinirle ve ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Seni hep gülerken görmek istiyorum, o taptığım yeşil gözlerini böyle görmek istemiyorum."
"Bana bağırırken bu çok zor işte. Birbirine güvenemeyen iki insan nasıl bir ilişki yaşayabilir, anlamıyorum? Beni dinlemiyorsun bile," dedim.
Ağlamayacaktım.
"Tamam mı? Bundan sonra dediklerimi ikiletme lütfen!" Bu bir rica değil, emirdi.
Şefkatli, ilgiliyken bir anda kızgın ve çekilmez bir adama dönüşüyordu. Bu kadardı işte, ne dersem o olacak, o yapılacak.
Sırf o istiyor diye, ben ben olmaktan vazgeçecektim. Onun dediklerini yapmak, kendimden vazgeçmem demekti.
Neden bu kadar sert ve buyurgandı?
Onsuz geçecek günleri düşünmek bile istemiyordum ama böyle çok zordu. Ben ikimizi imkânsız kılanın annem olacağını düşünürken, o kendi başına bizi zora sokuyordu.
O içindekileri söylemiş, bağırmış, çağırmış, emirlerini savurmuştu. Tam bir kontrol delisiydi; ne kadar itiraf etmek istemesem de bu olanlar yanlıştı.
Bu adam hem tatlı hem de acı olandı. Yine de isyankâr yanım bu kez ortaya çıkıp, onunla yüzleşecekti.
"Kafam allak bullak..." dedim ve bekledim, derin bir nefes çektim içime. Kenan, alındığımı gösteren sözlerime karşılık sadece gözlerime bakmakla yetindi. Bana böyle davranmaktan hoşlanmadığını biliyordum.
"Ben yapamam..." Çok zor geliyordu, kelimeler ağzımdan çıkarken kalbim parçalara ayrılmaya başladı. Hâlâ geri dönüş vardı ama bu günden sonra un ufak olacağımı bile bile devam ettim.
"Senin istediğin beni başkalaştırmak. Beni istemiyorsun sen, beni istediğin kadına çevirmeye çalışıyorsun." Sözlerim gözbebeklerinin büyümesine neden oldu.
"Bu doğru değil," dedi. Yüzü asılmıştı. Benden bu sözleri beklemiyordu şüphesiz, şaşırdığı çok belliydi.
Birden çenemi tutamayıp, onu kızdıracağımı bile bile aklımdaki soruyu sordum.
"Peki önceki kadınlarla... Yani... Hep böyle miydi?" diye sordum.
"Nasıl böyle?" deyiverdi. Ne sorduğumu bal gibi biliyordu ama cevap verecek gibi görünmüyordu.
"Ben sadece seni istiyorum, Ela. Başkaları beni ilgilendirmiyor. Ben senin tecrübesizliğini seviyorum. Kokunun beni esir almasını, senin bana dokunmanı, beni yakıp kavurmanı seviyorum," dedi. Şu an gözlerimin içine işleyen bakışlarıyla beni yerle bir edeceğini düşünürken, o sözler ikimizi birden yakıyordu.
"Bana artık diklenme. O dudaklarından dökülecek her güzel kelimeye ihtiyacım var benim."
"O kadınlar benim gibi değildi, değil mi?" Israrla hâlâ bana cevap vermesini bekliyordum.
"Neden bana onları sorup duruyorsun? Senden başkasıyla ilgilendiğim yok. Onlar geçmişimde kaldı, deşip durma artık." Sinirlenmeye başlıyordu.
Ellerimle oynamaya başlamıştım, her gergin olduğumda yaptığım gibi. Asıl sormak istediğim soru aklımda dönüp duruyordu. Alacağım cevap beni tatmin etmeyecekti çünkü biliyordum.
"Seni onlar gibi mutlu edebileceğimden emin değilim," dedim. İşte söylemiştim. Onun için daha fazlası olmak istiyordum.
"Buraya gel," diye emretti birden. Emrine itaat edip robot misali ona doğru ilerlemeye başladım. Sonra beni belimden tutup hızla kendine çekti ve yatağına oturdu. Bir anda kendimi onun kucağında buldum. Şimdi yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Nefeslerimiz birbirine karışırken heyecanımı gizleyemiyordum ve gözlerinin içine bakıyordum
Eliyle yüzüme düşen saçımı usulca kulağımın arkasına iliştirdi. Ona iyice sokuldum. Kollarının arasına almıştı beni; hep olmak istediğim yer burasıydı. Başımı göğsüne yasladım. Gözlerimi kapatıp parfümünün kokusunu çektim içime.
"Sen... Çok fazla konuşuyorsun," dedi. Çocuk gibi sinirlenip surat astım.
Bu adam tam bir oyunbazdı.
İçimdeki yüzsüz birden miskin uykusundan uyanıp kontrolü ele geçirdi.
Ağzımdan çıkanlar içimdeki utanmazın laflarıydı. "Sustur o zaman."
Sesim istediğimden daha farklı çıkmıştı. Ne dediğimi bilemeyecek kadar çok duygu birikmişti içimde. Onunla beraber ben de tam bir dengesiz olmuştum. Dediğimle gözlerinin parladığını gördüm. Beni ikiletmedi zaten. Güçlü elleriyle yüzümü kavradı ve beni dudaklarına yönlendirdi. Önce ufak bir öpücük kondurdu dudaklarıma. Kendini geri çekti, beni daha fazlasına muhtaç bıraktı. Dudaklarıma takılı kaldı gözleri bir süre. Sonra beni yeniden kendine çekerek ruhumu önce dudaklarımdan keşfetmeye başladı. Bu sefer daha sertti. Alt dudağımı dişledi ve bu yaptığı inlememe sebep olurken, duyduğu sesle dudakları dudaklarıma hiç de nazik davranmamaya başladı. Sonra elleri omuzlarından aşağı nazikçe inmeye, geçtiği yerleri okşamaya başladı. Kendimi ona bırakmıştım, o beni, bizi yönlendiriyordu. İnsafsız öpüşüyle alıyor, daha fazlasını veriyordu.
Kesik kesik soluyarak, kendini benden fazla uzaklaştırmadan, "Senin bana hissettirdiklerinin yanında onlar sadece avuntuydu," dedi.
"Bir daha bu konuda saçmaladığını duyarsam..." diyerek devam edecekken söyleyeceklerinden vazgeçti ve devam etmedi.
Beni çocuk gibi olur olmaz azarlamasına sinir oluyordum. Yutkundum ve istemeyerek de olsa kucağından kalkmaya yeltendim. Beni sıkıca kucağına oturttu tekrar. Aslında bu kadar yakınlık beni sıkacakken, onu bırakmak istemiyordum.
"Ben kalk diyene kadar kalkmak yok," dedi ve sırıttı.
Dengesiz adam.
Sonra bana tatlı işkencesini yapmaya devam etti. Dudaklarının beni kuşatması kim bilir ne kadar zaman sürdü. Sonra kendini çekti yavaşça. Gözleri yarı kapalı, öpüşmemizden dolayı nefes nefeseyken, gözlerindeki çaresizliği gördüm ve bana olan ihtiyacını hissettim.
Benim ona koşulsuz şartsız inanmama, yanında olduğumu hissettirmeme ihtiyacı vardı. Ona deli oluyordum zaten. Ona güveniyordum. Ama kendime her şeye göğüs gerecek kadar güveniyor muydum, ondan emin değildim.
"Sen benim istediğim kadınsın. Sadece ..." Konuşmasını yarım bırakınca kaldığı yerden ben devam etme arzusu duydum.
"Sadece bana âşık olduğunu mu söyleyemiyorsun?" dedim bilmişçe.
Aceleyle nefesini dışarı bıraktı. Sorduğum soru karşısında afallamıştı. Ağzını konuşmak için açtığında evet demesini bekliyordum ama o, "Sadece seni kimseyle paylaşmak istemiyorum, her kim olursa... Delirtiyor beni... Başkalarının seni istemesi, dokunması... Çıldırtıyor," demekle yetindi.
İçim eriye eriye güzel sözlerine karşılık olarak yanımda olmasını ne kadar istediğimi, onu özlediğimi söylemek istedim. Ama evet sana aşığım dememesi o an bana kalbimi sızlatacak kadar ağır geldi.
"Olmaz," diyerek oturduğum kucağından kalmaya yeltendim ama kolumdan yakaladı bu sefer de beni.
"Beni bırak, ne olur gideyim. Benim gitmeye gücüm yok zaten," diyebildim.
Kurtuldum ellerinden, çünkü kokusunu almaya başladığımda vazgeçecektim gitmekten. Hızla hareket edip odadan çıktım.
Düşünmek istiyordum. Beni anlasın istiyordum.
Sonra bahçeye çıkmak için merdivenlere yöneldiğim anda Ali'nin odasının kapısı açıldı ve birden annem belirdi karşımda. Gülerek bana yaklaştı ama gülümsemesi beni görünce soldu. Nereden çıktığımı görmemesi tamamen bir mucizeydi.
Elini alnıma dayayarak, "Ne oldu Ela? Hasta mısın?" diye sordu.
"Ateşin yok, şükür. Kızım cevap versene, neyin var?"
"Bilmiyorum ki başım döndü bir an. Hava alsam, geçer belki. Bahçeye çıkacaktım ben de," diye bir yalan uydurdum hemen. Koluma girip beni aşağıya doğru yönlendirdi. Arkamdan bir kapının açıldığını işittim. Arkamı dönüp bakmadım ama annem, "Kenan sen evde miydin?" deyince Kenan karşılık vermedi. Sadece yanımıza kadar gelip, "Ne oldu?" diye sordu anneme, beni ima edercesine. Annemin kolunda halsiz halimi görmüştü.
"Ela'nın başı dönmüş, biraz hava aldıracaktım. Bahçeye çıkıyorduk. Rica etsem Zeynep'i bulur musun? Tansiyonunu ölçelim," diye rica etti.
Kenan bana doğru yönelip, "Ela, iyi misin?" diye sordu. Endişeyle yüzümü inceliyor ve gözlerimin tam da içine bakıyordu. Yüzü o kadar kötüydü ki benim yaşadıklarımı o da yaşıyordu besbelli.
"İyiyim," diyebildim. Gözlerini yumdu bir an, açtığında acı çektiğini görebiliyordum; kendine kızıyordu. Sadece gözlerimizle sessiz bir oyun oynuyorduk şimdi.
Annemden çekinmeden elimi tuttu.
"Gerçekten iyi misin?" diye sordu ve elimi yavaşça elinden çektim. Annem bir ona bir bana bakıyordu. Zeki bir kadındı; aramızdakileri anlaması artık an meselesiydi.
Kenan bu yaptığım harekete sinirlenmişti. Gözleri kısıldı ama halimden neler düşündüğümü de anlıyordu.
"Kendini kötü hissedersen hastaneye gidin, ihmal etme," dedi.
Annem, "O benim kızım, merak etme. Senden önce onu ben düşünürüm," diyerek karşılık verdi. Annemle ağız dalaşı yapmaması için dua ediyordum. Şimdi bunu kaldıracak halim yoktu.
Kenan, "Ben gidiyorum," diye sıkılı dişlerinin arasından söylenirken, anneme her zamanki o delici bakışlarını atıyordu. Birbirlerine hırlasalar daha iyi anlatırlardı dertlerini. O benim annemdi ve Kenan'dan bu kadar nefret etmesini bir türlü kabullenemiyordum.
Neyse ki Kenan fazla üstelemeden yanımızdan ayrıldı. Dönüp ona bakmak istiyordum ama bakamadım.
Beni bırakıp arkasına dahi bakmadan gitmişti aynı benim onu yüzüstü bıraktığım gibi.
Ona kızamıyordum, çünkü burada güçsüz, korkak olan biri varsa o bendim. Ama ortada kalmış gibi hisseden yine ben oluyordum.
Kendimi aptal gibi hissediyordum. Hem de ne aptal.
Şimdi annemle bahçedeki çardakta otururken Kenan'ın da benim gibi üzgün olup olmadığını, gecenin bir yarısı nereye gidebileceğini düşünüyordum.
Bahçeye çıktığımızda annem yanımda oturmuş sabırla benden bir şeyler anlatmamı bekliyordu ama onunla konuşmak için hiçbir istek duymuyordum. Biraz önce Kenan'la olanlar yüzünden aklında soru işareti kalmasını istemiyordum. Yoksa beni bekleyen kâbus gibi günler var demekti. Eğer öğrenirse, beni evden bir an bile tereddüt etmeden uzaklaştırırdı. Kenan'dan hiç haz etmiyordu ama bunun asıl sebebini bir türlü anlatmıyordu. Anlattıkları da kesinlikle yeterli değildi, beni çocukmuşum gibi oyaladığını biliyordum.
Kenan'la birlikte olamayacak olsam da onu görmeden durabileceğimi sanmıyordum. Bu düşüncelerin ve kavgamızın getirdikleri ağır gelmeye başlayınca birden kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Annem, "Ne olduğunu anlayamıyorum, Ela. Ne olur kendine gel. Bilmediğim bir şeyler mi var?" diyerek telaşlandığını belli edercesine yüzüme bakmaya başladı.
"Anlat, niye ağlıyorsun kızım?" diye ısrarla sorup neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Anne," diyebildim sadece. Sonra yine hıçkırıklara boğuldum. Sanırım aşk böyle bir şeydi bir anda bulutların üzerindeyken bir an o buluttan aşağıya, yere çakılıveriyordu insan.
"Ne oldu Ela? Korkutma beni," diyerek beni sarsmaya başladı.
"Tamam. Yok, bir şey sakin ol," diyebildim, gözlerimde yaşlarla. O sakin olsaydı belki ben de olabilirdim.
"Son zamanlarda bu yoğunluk, bu ev bazen bana fazla geliyor," dedim hıçkırıklarımın arasından konuşmayı başarıp. Dediğim kısmen de olsa doğruydu. Boğuluyordum. Bu kadar yoğun duygular yaşamak beni yoruyordu. Farklı bir hayata alışmaya çalışıyordum. Annem çoktan benimsemeyi başardığı hayatında bizi de yanında sürüklerken dönüp bize bakmıyordu bile. Kendiyle o kadar ilgiliydi ki.
"Ah, Ela," dedi ve kollarını sımsıkı sardı bana. Annemin o bildiğim kokusu beni sarıp sarmalayınca daha çok ağlamaya başladım, ağladıkça omuzlarım sarsılıyordu. Elini saçlarıma götürdü, bir yandan da sırtımı okşamaya başladı.
"Tamam geçecek hepsi yavaş yavaş... Senin nasıl duygusal olduğunu unutuyorum bazen ama keşke daha önce gelseydin bana. Tek başına yaşıyorsun, her şeyi. Bana kendini kapatıyorsun. Ben hep buradayım, tatlım." Bu sefer sesi fısıltıya dönüştü.
Belki beş, belki on dakika daha tuttu beni kollarında. Bilmiyordu ki elimi uzattığım aşkın imkânsızlığıydı beni asıl bu hale getiren. "Rahatla," diyordu kastığım omuzlarımdan kollarını geri çekerken.
Sonra cebimde telefonum titreşti. Ne olduğuna bakmak istemiyordum ama Kenan'dan gelebilecek herhangi bir mesaj olduğunu düşünüp merak ettim. Anneme dönüp, "Sağ ol anne, yanımda olduğun için," dedim.
"Seni seviyorum bebeğim."
"Ben de seni," deyip ona sıkıca sarıldım.
"Hadi içeri geçelim. Bir de üşütmeyelim burada," diye önerdi.
Bir süre sonra annem, ısrarla çalan telefonuna bakmak için yanımdan ayrılıp içerideki çalışma odasına gitti. Geri döndüğünde mahcup bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Bir tanem, çok üzgünüm ama hemen çıkmam gerekiyor. Seni öyle görünce tamamen aklımdan çıktı, benim havaalanına gitmem gerekiyordu," dedi.
"Ne oldu anne? Bu saatte ne işin var orada?" diye sorabildim sadece.
"Birkaç günlüğüne Bodrum'a gidecektik. Hafta sonuna kadar dönmüş oluruz. Aklım sende kalacak ama uçak bu saatteymiş, ne yapalım?" dedi. Kafamı sallamakla yetindim.
"Biraz dinlen, canını sıkacak hiçbir şey düşünme artık. Beni istediğin zaman arayabilirsin, biliyorsun," diyerek kapının yanında duran daha önce fark etmediğim bavulunu ve çantasını alarak kapıdan çıkıp gitti.
Odama doğru ilerlemeye başladım. Cebimden telefonu çıkardım ve Kenan'dan gelen mesajı merakla açtım.

Ben olsam adam yerine bile koymam kendimi ama senden aşkını isteyecek kadar yüzsüz bir adamım.
Beni affet...

Mesajını okur okumaz yeniden ağlamaya başladım. Kimse duymasın diye hemen odama koştum. Kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Yavaş yavaş yaşlar süzülüyordu gözlerimden. Artık ne için ağladığımı bile bilmiyordum. Neden bu kadar aşırı tepkiler veriyordum, ondan bile emin değildim.
Sadece aşkımı istiyordu, beni istiyordu. Ben de onu istiyordum, hem de delice. Herkesten daha fazlasıydı o; eğer kızgınsa aşırı kızgın, seviyorsa delicesine seviyordu. Ateşliydi, tutkuluydu.
Cevap yazmalı mı yoksa beklemeli miydim, karar veremiyordum. Kafam karmakarışıktı. Vazgeçmek en kolayıydı ama kendimi ateşe atacağımı, gönüllü acı çekeceğimi bilerek, onunla yanmaya çoktan hazırdım.
Âşık olunca beni anlarsın demişti zamanında annem. Anlamak bir yana, kavruluyordum şimdi o aşkla.

Ken'an Diyarı Where stories live. Discover now