bad guys | taekook

By R8AV5N

36.8K 3.5K 763

"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni... More

J-1
T-1
J-2
T-2
J-3
T-3
J-4
T-4
J-5
T-5
J-6
T-6
J-7
T-7
J-8
T-8
J-9
T-9
J-10
T-10
J-11
T-11
J-12
T-12
J-13
T-13
J-14
T-14
J-15
T-15
J-16
T-16
J-17
T-17
J-18
T-18
J-19
T-19
J-20
T-20
J-21
T-21
J-22
T-22
J-23
T-23
J-24
T-24
J-25
T-25
J-26
T-26
J-27
T-27
J-28
T-28
J-29
T-29
J-30
T-30
JM.1
YG.1
JM.2
YG.2
JM.3
YG.3
JM.4
YG.4
J-31
T-31
J-32
T-32
J-33
T-33
J-34
T-34
J-35
T-35
J-36
T-36
J-37
T-37
J-38
T-38
T-39
q&a w/th
q&a w/jk
J-40
T-40
J-41
T-41
J-42
T-42
J-43
T-43
J-44
T-44
Final
Jeon Jungkook & Kim Taehyung

J-39

96 15 2
By R8AV5N


"bana mı asılıyorsun?"

beni alt etmeden önce sorduğun sorunun bir gün gerçekten de bizi tam da böyle bir konuma taşıyacağını kim bilebilirdi ki? tanışmamızın üstünden bir gün bile geçmeden boynuma bir cam parçası dayamıştın. beni korkutmak istemiştin. sadece o günle de kalmıyordu bu. sonrasında da beni korkutabileceğini, yıldırabileceğini sanmıştın defalarca kez. fakat korkmamıştım. senden bir an olsun korkmamış ve vazgeçmemiştim.

birbirimizi tanımıştık. aylar geçirerek birbirimizi, kişiliklerimizi tanımış ve anlamıştık. bence bunu başarmıştık. bu yüzden bu kadar dürüsttük, bu yüzden risk almak beni biraz bile korkutmamıştı o gün.

şimdi de korkmuyordum. sevmeyi öğreniyordum, bana sevmenin nasıl olacağını öğretiyordun ve bu zamana kadar öğrendiklerimle şunu söyleyebilirdim ki sevgimizin içerisinde korkuya hiçbir zaman yer yoktu. işin içine korku girseydi eğer, boynuma cam parçası dayadığın gün en ufak bir korku zerresi kalbime uğrasaydı belki de o günden sonra yüzünü bir daha görmeyecektim.

ama korku yoktu. şüphe yoktu. ve inanmak. bizi kurtaran şey, inanmaktı. bunu seninle aylar geçirdiysem de fark edememiştim ama bugün, bugün gerçekten de bunu idrak ettiğim gündü. başından beri sana inanmalıydım. sevgime nasıl inandıysam sıra sendeydi. geç bile kalmıştık bunun için ama bazı şeylerin bir zamanı olduğunu da senden öğrenmiştim nasılsa.

elimde değersiz bir kağıt parçası tutuyordum şimdi. kimilerinin umurunda olmayacağı, kimilerinin ise uğruna masum canlar aldığı. bir zamanlar bu kağıt parçası da yaşıyordu sonuçta, onun canını da bir başkası almıştı.

ah... nasıl bu kadar kırgın hissedebilirdim ki? aklım almıyordu. sanki içimden bir parçanın telafisiz kaybını hissediyordum. bir daha asla dolmayacaktı o boşluk. çünkü bir daha asla geri gelmeyecekti onca yıl.*

'bir tane ev düşündüm. tek odalı ve küçük. seninle benim evimizmiş.'

*zihninin içinin bir denize benzediğini düşünüyordum. o gün, bana deniz kıyısında bir ev hayal ettiğini hevesle anlatıyorken dudaklarım kıvrılmış bir hâlde gözlerinin içindeki parıltıları izliyordum ve tek düşündüğüm ne kadar da sevimli olduğundu. sonra. sonra...*

'dört tane de çocuğumuz.'

*nereden çıktığını bile anlamadığım dört tane çocuk işlemiştin benim zihnime kendi ellerinle. hakkını yememek lazım, parmaklarını yanlış saymadıysam bu dört çocuğa tamı tamına yedi çocuktan inmiştik. daha çocuk düşüncesini bile atlatamamışken üzerlerine kurduğun hayalleri dizmiştin peşinden. boyama yapacaktın. ben de onlarla oyun oynayacaktım, ha? kavgacı da yapmıştın beni, kendi çocuklarımla kavga etmeyeceksem kiminle edecektim bir kere? ve sikeyim ki o an sahiden bunu düşündürtmüştün bana. hayatımın en büyük şaşkınlığı da beraberinde gelmişti böylece

asla... asla bir sevgili hayali kurmamıştım. asla aşık olacağımı düşünmemiştim. evlilik denilen şeyi bir kez bile merak etmemiştim ve çocuk... çocuklar. kendimi biraz olsun bile tanıyorsam çocuk sahibi olacak en son kişi bile değildim. kendimi... tanrım, kendimi bir baba olarak hayal etmek öyle zordu ki... fakat o gün tam da bunu hayal ederek uyumuştum. şaka gibiydi çünkü uykuya dalmadan önce içimde büyük bir heves yeşermişti. hatta dört bile azdı, bence gerçekten yedi çocuğumuz olmalıydı.

zihninin içindeki o denize kapılmıştım sayende. beni dalgalarının arasında sıkıca sarmıştın ve o gün, gözlerindeki ışıltılara bakıyorken oradan çıkmak istemeyeceğimi hatırlatmıştım kendime.

ama bu kadar derin düşüncelere dalmamıştım o gece tabii. bunları şu an düşünüyordum. o gece... o gece tam olarak muazzam bir geceydi.*

taehyung, neler dediğinin farkında mısın sen?

*şaşkınca bunu sana soruyorken sen de en az benim kadar şaşırmışa benziyordun. çünkü daha farklı bir tepki beklediğin belliydi. sonra hafifçe biçimsizleşen kaşlarından beni memnun etmediğini düşündüğünü anlamıştım. tam o an dudaklarına kapanmıştım ki bunu da beklemediğin için afallamıştın.

zihninin içi bir denizi andırıyordu. sonsuzdu. güzeldi. derindi. içinde neler barındırabileceğinin haddi hesabı yoktu. ama baktığında suydu, saf sudan oluşuyordu tümü. kirlenmemişti senin zihnin. hiç kirletmemiştin onu. ama senin yerine başkaları kirletmişti, başkaları doldurmuştu o berrak suyun içine korkunç gerçekleri.

o gece o uzun öpücükten sonra kahkahalara boğulmuştum. sahiden çocuklarımız olacağını hayal ettikçe yükselmişti gülüşlerim evin içinde ve yataktan kıçımın üzerine yere çakılmıştım. dikkatli olmayışıma çok kızmıştın ama elimde değildi. gözlerim yaşarana dek gülmüştüm. çünkü muazzam hissettiriyordu. bütün ilklerimi seninle yaşayabilecek olmak, bütün çizgilerimi seninle beraber aşacak olmak... her biri o gün beni dünyanın en mutlu insanı gibi hissettirmişti ve o kadar mutluyken gülmek hakkımdı. yan evden, değerli yoongi hyung bile jimin'in küfürlerini bana ulaştırmak için aramış, neye bu kadar güldüğümü öğrenmek istemişti. bense çocuklarımız olacak demiştim bir heyecanla, baba olacağım hyung!

o gün öyle mutlu hissetmemin bir karşılığı olacağını düşünmemiştim. en son o gün o kadar güleceğimi de bilmiyordum sahiden. ama o gün yeterince keyfini sürdüğüm için kendimi tebrik ediyordum. güzel bir geceydi. gönlünü almıştım. seni öpücüklere boğmuştum. ne kadar heyecanlı olduğumu hissetmen için elimden geleni yapmıştım.

sonraki sabah her ne kadar senden ayrılmak istemesem de tıpış tıpış yoongi hyungun beni sürüklemesine boyun eğmiştim. işte tam da o gün öğrenmiştim, seni korkunç bir katilmişsin gibi yaftalayan, sana ürkütücü bir nefret besleyen onca insanın ardında sakladığı o karanlık sırrı. masumdun. artık benim için masum sayılırdın. her ne kadar elimde bütün kanıtlar olmasa da, şimdi çıkıp herkese avazım çıktığı kadar öğrendiklerimi bağırsam da bana inanmayacaklardı ama şimdilik bu yeterliydi. bu kadar ilerlediysem bundan sonrasını da hallederdim.

o günün üzerinden ise iki hafta geçmişti. sana karşı tavrımı değiştirmemeye çalışmıştım, bir şey fark etmemen için çabalamıştım ama elimde değildi. eve geldiğim an göğsümde koca bir ağırlık oluşuyordu ve seni, saatlerce, saatlerce sarmalamak istiyordum.

artık bir anlık bile moralinin bozulmasına tahammülüm yoktu, bu sebeple senin üzerine titrediğimi de söyleyebilirdik. bunu yapıyordum çünkü açılacaktım. her şeyi anlatacaktım ve bunu nasıl karşılayacağını, içinde ne kadar büyüklükte bir hasara sebep olacağını kestiremiyordum.

televizyonun karşısındaki koltuğa oturmuş, ayaklarımı da orta sehpanın üzerine uzatarak seni izliyordum şimdi. aslında televizyonda ismini bilmediğim bir film oynuyordu ve sen de beni, bilgisayarımda çalışıyor olarak biliyordun. masadaydın, masayı salona taşımıştık çünkü üzerinde çizim yapıyorken seni izlemeyi seviyordum. tamam, ben seviyorum diye taşımamıştık tabii ama sonuçta işime gelmişti.

birkaç haftadır bir demir gibi işliyordun? durduğunu hiç görmemiştim. ben işe gittiğim zamanlarda senin de mesain başlıyor gibiydi ve bu, beni epey mutlu ediyordu. tutunuyordun. yaşıyordun. ben de hemen yanında ortaya çıkardığın cevherlere hayran olmakla meşguldüm.

mesela yemek yapmayı öğrenmiştin. sana kalırsa hâlâ öğrenme aşamasındaydın ama her gün farklı bir yemekle beni karşılıyordun ve hepsi de bu dünyadaki bütün şeflerin çıkardığı menülere bin basardı? sonra... senin için nihayet resim çizebilmen adına gerekli olan bütün malzemeleri almıştım. boyalarla çalışmayı seviyor gibiydin ama bir tablet de almıştık. azar yemiştim tabii her zamanki gibi. yine de her şeye değerdi. mutlu olduğunu gördüğüm sürece senin için her şeyi yapmaya hazırdım. felix de böyle demişti. ne pahasına olursa olsun, onu mutlu edeceksin.

geçenlerde felix ve jackson için hazırladığın paketi götürmeye gittiğimde onlara her şeyi anlatmıştım çünkü. karşılığı yeterince üzücü olmuştu. aklımdaki her şeyi anlattıktan sonra felix'in gözlerinin yaşardığını gördüğümde sana karşı gerçekten düşkün olduğundan bir kez daha emin olmuştum. sonraysa beni güzelce tembihlemişti.

'başından beri bunları hak etmediğini biliyordum, eğer aklandığı haberini sikik televizyonumdan dinleyemezsem yemin ederim bu dünyayı başına yıkarım jungoo. değil mi jackson, bir şey desene. ağlayacağım, neden suç işledim ki? özledim onu. sarılabilsem keşke.'

derin bir nefes aldım ve kucağımdaki laptobu koltuğa bırakarak yavaşça ayaklandım. yine çizim yapmaya odaklanmıştın ve büzdüğün dudakların sana doğru ilerliyorken gülümsememe sebep olmuştu. yanına gelip arkandan boynuna doğru eğildim ve dudaklarımı sıcak tenine bastırırken hafifçe sürttüm. bu dikkatini dağıtmamda yeterli olmuştu ama şimdi amacım dikkatini dağıtmak değildi pek. seni sevmek istemiştim.

boynundan kulağının altına dek dudaklarımı sürterek ulaştım. orada bir süre duraksamamak mümkün değildi. çünkü huylanıyordun ve ben de seni en çok buradan öpmeyi seviyordum. burnumu sürtüp iki küçük öpücük daha bıraktıktan sonra eğilip bir de yanağını öpmüş, sonra da masadaki ellerimi çekip doğrulmuştum.*

biraz konuşalım mı bebeğim?

*yanağını okşayıp gözlerine bir anlığına baktıktan sonra koltuğa ilerliyorken kurmuştum bu cümleyi. soru sormuş olsam da bir cevap vermeden yanıma geleceğini biliyordum.

koltuktaki bilgisayarı sehpanın üzerine bırakıp onun yerine oturduktan sonra sen de yanıma gelmiş ve karşıma oturarak bana doğru dönmüştün. gülümsedim ve sana biraz daha yanaşarak ayaklarımı koltuğun üzerinde topladım.

bir elim yanağına ulaştığında sessizce yüzünü izlemeye başlamıştım. meraklı bakışlarınla beni beklediğini biliyordum. konuşmak isteyen de bendim fakat bu konu nasıl açılırdı bilemiyordum.*

bugün fazla güzel görünüyorsun.

*gözlerine bakarak mırıldanırken imâlı şekilde gülümsediğimde neredeyse gözlerini kaçıracağına şahit oluyorken kendimi tutamayıp kısa bir an kıkırdadım ve uzanıp elmacık kemiklerinin üzerini öptüm. geri çekilmek istemiyordum. burada kalmak istiyordum. dudaklarımın hep senin teninin üzerinde olmasını ve dışarıda ne kadar kötü şey olursa olsun, hepsinden seni sürekli öperek korumayı istiyordum.*

taehyung... söylemem gereken bir şey var.

*yutkunarak geri çekiliyorken bir süre başımı kaldıramamıştım. boştaki elimi saran ellerin kucağımda duruyordu ve benim sana destek olmam gerekirken, sanki sen bana destek oluyormuşsun gibiydi. iç çekip başımı kaldırdım ve dudağının altındaki küçük bene odaklanarak konuşmaya başlayacaktım ki o sırada zil çaldı ve ben de duraksamak zorunda kaldım.*

bekle, ben bakarım. yoongi hyungları çağırmıştım.

*yanından kalkıp odadan çıktıktan biraz sonra kapıyı açtım ve karşımdaki ikiliyle göz göze gelince kapının önünden çekilerek onlar yer verdim.*

"hayır yani, illaki ayağına getireceksin değil mi? ne olurdu sanki, sen gelsen ölür müydün?"

gözün ev görsün istedim biraz, jimin. pespaye evinde içi sıkılıyor insanın.

"sikerim oğlum seni."

"jimin, boş ver sen bu veledi. taehyung'u özlemiştim, ev ziyareti hoşuna gidecek onun diyordun."

"evet, hep onun hatırına geldim."

*içeri girdiklerinde ve ben de arkalarından kapıyı kapatıyorken dudaklarımın tatlı bir şekilde kıvrılmasına engel olamamıştım. her ne kadar jimin ile aramın iyi olmayacağını düşünsem de... ikinizin iyi anlaşıyor olması hoştu ve bu içimi rahatlatıyordu. sanırım, bu yüzden sana her şeyi anlatacakken onun da olmasını istemiştim.

daha fazla kapıda oyalanmadan yanına döndüğümde çoktan jimin ile konuşmaya başladığını gördüm, bu yüzden ben de yoongi hyunga yanaştım.*

"buraya öylesine gelmediğimizi hissediyorum."

anlatacağım birazdan, hyung. bebeğim, gelsene yanıma. önce biraz konuşalım.

"sevgilini elinden alacağım diye kıskanıyorsun değil mi? kudur köpek."

jimin değerli çeneni kapa da dinle.

*yanına gelip elinden tutarak seni yeniden koltuklara sürüklüyorken jimin daha fazla bir şey demeden susmuştu çünkü ciddi olduğumu sanırım herkes anlamıştı. koltuktaki eski pozisyonumuzu aldığımızda derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım.*

bakın ben... bir dosya buldum... sayfalarca yazılmış, sayfalarca kurgulanmış bir dosya. bir hayat yazmışlar sanki, taehyung'un yerine. bütün haklarını elinden alıp onların istediği şekilde yaşasın diye. onların kurbanı olsun diye.

"yüce tanrım... ben demiştim. demiştim yoongi. bu çocuk... sikeyim. bu çocuk pamuk gibi bir çocuk. nasıl olur demiştim."

*dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yeniden eğdim. felix soğukkanlı olmak zorundasın demişti. haklıydı çünkü bunu benden başka yapabilecek başka kimse yoktu. soğukkanlı olup seni bu işin içinden kurtarmak zorundaydım.*

"jungkook, nasıl yapabilirler ki bunu?"

bunu nasıl ve neden yaptıklarını bilmiyorum. bulduğum dosyanın içinde bir sağlık raporu var. özel bir psikiyatristi varmış. kalıbımı basarım, o da bu oyunun bir parçasıdır. çünkü ilaçlarının hiçbirinin bir karşılığı yok. araştırdım. ama piyasada yok, bilmiyor kimse.

"ne demek bu..."

*iç çektim. söylediğim için pişman hissetmiştim işte. bir anda her şeyi kötüye çevirmişim gibi hissettiriyordu. alnımı omzuna yaslıyorken bir elimi koluna sardım ve baş parmağımla tişörtünün üzerinden hafifçe okşadım kolunu.*

taehyung. bunları sana söylüyorum. çünkü bu işin içinden kurtaracağım seni. tamam mı? artık kabullenmeyeceksin, senin yerine yazdıkları o hayatı yaşatmayacağım sana. sadece... sadece biraz daha kanıta ihtiyacım var. inan bana, bebeğim. hesabını soracağım.

Continue Reading

You'll Also Like

15K 1.1K 20
Jungkook.97 senin pipini keserim Kim aptal Alfa thv seni öldüreceğim Jeon aptal Omega Omega Jungkook Alfa Taehyung Yaralarla dolu iki gencin birbi...
118K 13.1K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
55.6K 4.7K 21
parkmin; şimdi sen benim yerime o çocukla çıkarak doğru yaptığını mı sanıyorsun aptal.
3.6K 183 10
Vante: Jungkook bir kere benim için seni seviyorum diyebilir misin ? Vante: Çünkü şuan buna çok ihtiyacım var...