Sosyetik Güzel

By eyuhikayeleri

435K 22.8K 1.9K

/ Tamamlandı - Düzenlenecek / Romantizm #2 - 14.07.2020 - Romantizm #5 - 14.06.2020 - "Ya beyaz atlı prensi... More

Sosyetik Güzel - 1. Bölüm
Sosyetik Güzel - 2. Bölüm
Sosyetik Güzel - 3. Bölüm
Sosyetik Güzel - 4. Bölüm
Sosyetik Güzel - 5. Bölüm
Sosyetik Güzel - 6. Bölüm
Sosyetik Güzel - 7. Bölüm
Sosyetik Güzel - 8. Bölüm
Sosyetik Güzel - 9. Bölüm
Sosyetik Güzel - 10. Bölüm
Sosyetik Güzel - 11. Bölüm
Sosyetik Güzel - 12. Bölüm
Sosyetik Güzel - 13. Bölüm
Sosyetik Güzel - 14. Bölüm
Sosyetik Güzel - 15. Bölüm
Sosyetik Güzel - 16. Bölüm
Sosyetik Güzel- 17. Bölüm
Sosyetik Güzel - 18. Bölüm
Sosyetik Güzel - 19. Bölüm
Sosyetik Güzel - 20. Bölüm
Sosyetik Güzel - 21. Bölüm
Sosyetik Güzel - 22. Bölüm
Sosyetik Güzel - 23. Bölüm
Sosyetik Güzel - 24. Bölüm
Sosyetik Güzel - 25. Bölüm
Sosyetik Güzel - 26. Bölüm
Sosyetik Güzel - 27. Bölüm
Sosyetik Güzel - 28. Bölüm
Sosyetik Güzel - 29. Bölüm
Sosyetik Güzel - 30. Bölüm
Sosyetik Güzel - 31. Bölüm
Sosyetik Güzel - 32. Bölüm
Sosyetik Güzel - 34. Bölüm
Sosyetik Güzel -35. Bölüm
Sosyetik Güzel - 36. Bölüm
Sosyetik Güzel - 37. Bölüm
Sosyetik Güzel - 38. Bölüm
Sosyetik Güzel - 39. Bölüm
Sosyetik Güzel - 40. Bölüm
Sosyetik Güzel - 41. Bölüm
Sosyetik Güzel - 42. Bölüm
Sosyetik Güzel - 43. Bölüm
Sosyetik Güzel - 44.Bölüm
Sosyetik Güzel - 45. Bölüm
Sosyetik Güzel - 46. Bölüm
Sosyetik Güzel - 47. Bölüm
Sosyetik Güzel - 48. Bölüm
Sosyetik Güzel - 49. Bölüm / FİNAL 1. Part
Sosyetik Güzel - 49. Bölüm / FİNAL 2. Part
Final
***Özel Bölüm - 1***
***Özel Bölüm - 2***

Sosyetik Güzel - 33. Bölüm

6.4K 406 19
By eyuhikayeleri

Keyifli Okumalar :)

***

Telefonum ısrarla çalıyordu. Gözümdeki uyku bandını kaldırdım ve gözlerimi araladım. Tülün ardından daha hava yeni aydınlanıyordu. Bu saatte arıyor olabilirdi ki? Hem de ısrarla ve inatla... Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı, o da telefonu cevaplamaktı. Yatağın ucundaki komodine uzanmaya çalıştım. Uzun parmaklarım telefonun ekranına ulaşmıştı. Büyük bir çabayla onu tutmaya çalıştım ama gürültüyle yere düştüğünü duydum. Bir hanımefendiye yakışmayan homurtular çıkartarak yatağın ucuna yaklaştım ve yerdeki telefonuma uzandım. Telefonu bulduğumda çalmayı bırakmıştı. Rahat bir nefes alacağımı düşünmüştüm ama yanıldım. Gwen Stefani'nin The Sweet Escapre şarkısından soğuyacağım aklımın ucundan geçmezdi. Yıllardır değiştirmediğim melodiyi değiştirmeyi aklıma kazıdım. Telefonu kulağıma götürmem sanki saatler sürmüştü. Mırıldanarak cevapladım. Karşımdakinin kim olduğu umurumda bile değil.

"Günaydın, uykucu!" onun sesini duyduğumda kafamı yastığa koydum. Sesi fazla enerjik geliyordu. Sesli harfleri yutarak ona benden bu saatte ne istediğini sordum.

"Unuttun mu? Bugün seninle bir yere gidecektik."

Hatırlamıştım ama tekrardan camdan dışarıya baktım. Telefonumu kulağımdan çektim ve saate baktım. Tek gözüm hala kapalıydı ama sesim daha gür çıkmaya başlamıştı. "Saat altı bile olmamış! Bu saatte mi?"

"Sen hazırlanana kadar sekiz olur zaten. Seni tam sekizde kapının önünden alırım. Kahvaltıyı beraber ederiz derdim ama malum sen bir şey yemediğin için ben ediyorum." dediğinde artık iki gözümde açıktı. Enerjisi yeterince sinirimi bozmuyormuş gibi bir de daha uyanamadan laf sokmuştu bana, uzandığım yerden doğruldum. "Abartma Erkan istersen!" diye söylendim. Telefonu kulağımla omuzum orasına sıkıştırarak yataktan çıktım. Birkaç soğuk şakasından sonra "Sabahları hiç çekilmiyorsun. Hele ki sabahın köründe!" diye söylenerek suratına telefonu kapattım. Hala uykum vardı. Gün doğmaya başladığına göre günün doğuşunu izlemeye gitmeyecektik veya kahvaltı ettiğine göre piknik de yoktu. Söylenerek ayaklarımı sürüye sürüye banyoya yürüyüp hazırlanmaya koyuldum.

Erkan'ın söylediklerine uyarak giyinmeye çalışmıştım. Üzerimde uzun şık bir tutum vardı. Tek omuz geliyordu ve o kısımda fırfırlıydı. Fırfır kısımlarının uçları beyazdı onun haricinde simsiyah giyinmiş saçlarımı tepeden topuz yapmıştım. Hafif bir makyaj yaptım. Siyah giyinmeyi sevmezdim. İçimi karartıyordu fakat bugün yasta sayılırdım. Yatağım ile arama girilmişti. Saçımı başımı düzelttim ve Maison Francis Kurkdjian marka parfümünden birkaç fıs boyuma ve bilek içlerime sıktım. Bu kokuyu her zaman kullanmazdım. Üst notalarında Mısır'ın muhteşem çiceksi gandiflorum yasemini ve safran bulunuyordu. Orta notalarda sedir ağacının hafif odunsu kokusu ile muhteşem uyum yakalayan Fas'ın acı bademi ve alt notalarda amber ile odusu misk buluşuyordu. Vogue kedigözü gözlüklerimi taktığımda hazırdım. Makyaj masamdan kalktım ve yatağımın üzerinden telefonumu almak için eğildiğimde kapı çaldı. Nevi olsa anahtarı olurdu ve bana kapı açtırmazdı. Hazırlanmam iki saat sürmüş olamazdı değil mi? Telefonumu elime aldım ve saatte bakarken kapıya doğru yürüdüm.

Telefonumda saati gördüğümde kesinlikle sorunun telefonumda olduğunu düşünüyordum. Kapıyı aralamadan önce derin bir nefes aldım. Kapıyı araladığımda oradaydı. Karşımda duruyordu. Sadece dün görüşmemiştik, sabahki sinir bozucu konuşmamıza rağmen gözüme fazla hoş gözüküyordu. Kirli sakalını kesmiştı, saçları da biraz uzamıştı. Üzerinde gözlerinin rengini ortaya çıkartan yeşil bir bluz, üzerinde kot ceket ve yırtık kot pantolon karşımda duruyordu. Elindeki spor çanta dikkatimi çekti. Diğer elinde de kağıt torba duruyordu. Bu bir ipucu olabilir miydi? Onu süzme işlemim bittiğinde gözümdeki gözlükleri çıkarttım ve saçlarımın arasına taktım.

"Gelsene içeri, ben de hazırlanalı saatler oldu. Seni bekliyordum." dedim bıkkın bir ifadeyle. "Eminim öyledir." dedi alaylı sesle. Tam yanımdan geçerken önümde durdurdum. Derin bir nefes aldı. "Üzerimdekiler olmuş mu? Eğer olmamışsa hemen değiştirebilirim."

Beni yavaşça süzdü ama aklı başka bir şeye takılmış gibiydi. Güçlükle "Olmuş." dedi ve yanımdan hızla uzaklaştı. Mimikleri bendeki kötü kokuyormuşum hissi yaratmıştı. Üzerimi kokladım. Parfümüm bozulmuş olabilir miydi? Kokusu gayet olması gerektiği gibi geliyordu. Yoğun ve baş döndürücü olduğu konusunda epey iddialı bir kokuydu. Peşinden giderken hala kafam o haline takılı kalmıştı.

Salona girmeden önce durdu. "Hazırsan daha fazla oyalanmadan çıkalım," dediğinde aslında onu davet etmemin sebebi çantamdı. Çantamda karar verememiştim. "Sen otur, ben de çantamı alıp geliyorum." dedim. Tam kendi odama yöneleceğim sırada bana elindeki karton torbayı uzattı. "Bu senin için." dediğinde afalladım. Çantaya tereddütle baktım. "Kahvaltın, umarım güzel olmuştur." dediğinde içinden çıkacak şey beni korkutuyordu. Şeffaf bir mataranın içine konmuş karışımı gördüğümde bunu hiç beklemiyordum. "Kahvaltı etmediğimi nereden biliyorsun ki?" diye sordum elimdeki plastik, şeffaf mataraya minnetle bakıyordum.

"Seni artık tanıyorum." dediğinde yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım. Beni tanıdığına sevinmiş gibi olsa da aslında yaptığı inceliğe şaşırmış ve gülümsemiştim. Bunu ikinci defa yapıyordu. Üçüncü de olabilirdi bir de çiçekler vardı. Unuttuğum daha birkaç tane olduğuna emindim. Bunca zaman hiç önemsemediğim ufak detaylar, "Teşekkür ederim." dedim ve ona sarıldım. İçimde kabaran duygulara engel olamıyordum. Uzun sürmeyen bu kısa temasta havadaki elektriği hissedebiliyordum. Aklım başımdan gider gibi oldu. Bedenimi ondan uzaklaştırdığımda "Ben çantamı alacağım." gibi şeyler geveledikten sonra hızlı adımlarla odama gittim.

Odaya girdiğim anda son anda fena saçmalamış gibi hissediyordum. Derin bir of çektim. Sanki onu ilk defa görüyordum. O Erkan'dı işte, böyle saçma hisler de nereden çıkmıştı. Hoşlanıyor olmanın bedeli bu kadar ağır olmamalıydı. Neden ona daha önce davrandığım gibi davranamıyordum. Heyecanlanmak da neyin nesi? Kesin anlamıştı. Rezil olmuştum. "Kendine gel, Lara. Sen liseli değilsin. Oldu olacak bir de karnım ağrıyor yalanıyla kaç." Aslında bu fikir aklıma yatsa da denememeye karar verdim.

Hızlı hareketlerle çantamı seçtim ve içine gerekli eşyalarımı yerleştirdim. Üzerime deri ceket aldım. Gün itibariyle yaz yerini sonbahara bırakmıştı. Bu birkaç günde havada hızlı değişime sebep olmuştu. Odadan çıkmadan önce Erkan'ın hazırladığı smoothie'den bir yudum aldım. Ferah karşımı sevmiştim. Çok fazla tadı bir anda alıyordum ama baskın bir tarçın ve şeftali tadı vardı. Birkaç yudum daha aldıktan sonra ağzını kapatıp odadan çıktım.

Evden çıkmadan önce ona olabildiğince normal davranmaya çalıştım ama bunun üzerine tek yaptığı şey bana laf yetiştirmek oldu. "İyi ki seni vaktinden önce kaldırmışım." diye söylenmesi gecikmedi.

Evden çıktığımızda arabayı alacağımızı düşünmüştüm ama aksine yürüyeceğimizi söyledi. Ayağıma uzun ve sivri topuk giymediğim için sorun yoktu. Yürüyebilirdik. Yakın olacağını düşünmüştüm ve yürüyüşümüz yarım saat kadar sürdü. Vardığımız nokta ise otobüs durağıydı. Bir sürü insan durakta otobüs bekliyordu. "Bir dakika, buraya neden geldik?" diye sordum.

"Otobüse binmek için," dedi suratında gayet sakin bir ifadeyle.

Ağzımdan çıkan alaycı sese engel olamadım. "Neden?"

"Senin götüreceğim yere gitmemiz için." dediğin bir otobüs durağa yanaştı ve insanlar bir anda o tarafa akın etti ve buna rağmen durakta bir azalma yoktu. "Neden otobüs? Arabayla gidilmiyor mu yani?" dedim hala anlayamamıştım. Neşesinden bir oyunlar çevirdiği belliydi. Bana doğru yaklaştı ve aynı eve girerken ki gibi derin bir nefes aldı. "Ne var yani Lara Tüker halkın arasına karışsa fena mı olur?" dediğinde tepemden alevler yükseldiğine emindim. Elimdeki çantayı koluna vurdum ve "Ben gidiyorum. O şeye binmem." dedim ters istikamete yürürken. Aklını kaçırmıştı bu herif? Durduk yere neden otobüse biniyorum ki? Yoksa arabamı da mı kaybetmiştim? Yine mi benden habersiz bir oyun dönüyordu. Annemlerin hala dönmemesinin sebebi bu muydu? Aklıma gelen bin bir düşünce yüreğime kurt düşürmüştü. Gözlerim doldu. Kolumu bir pençe gibi kavrayan parmakla durdum. "Lara, abartma lütfen." dedi.

"Ben mi abartıyorum? Ne oldu yine neyimi kaybettim arabamı mı? Sen mi beni alıştıracaksın yoksa toplu taşıma kullanmaya? Sıradaki zorlu görev ne?" diye bağırdığımda etraftaki herkesin bize dönüp baktığını fark ettim. Sesimi alçaltmak için çok geçti. Erkan beni kenara çekene kadar konuşmadı. Yüzü düşmüştü. Sinirli değil üzgün duruyordu.

"Öyle bir şey yok, Lara. Sakin ol. Bir kez olsun sana farklı bir dünya göstermek istedim. Seni getirmek istediğim yer elbette burası değil ama bu kullanacağımız taşıt. Tüm çabam bu... Sana saçma gelebilir veya görmek istemeyebilirsin. İstersen eve dönebiliriz. Seni zorlamıyorum." dediğinde kolumu bıraktı. Beni gitmem için özgür bırakmıştı. Sabahki neşesinin gitmesi beni üzmüştü. Kendimi toparlamaya ve pozitif düşünmeye çalıştım. Arabam gitmemişti. O yanımda olduğu sürece bir şey olmazdı. Hem insanlar hep kullanıyordu, ne kadar kötü olabilirdi ki? Bana bakmıyordu ama benden bir cevap beklediği belliydi. Koluna girdim. "Hangisine biniyoruz? Otobüsü kaçırmak istemem." dediğimde ona bakmadım. Gülümsediğine neredeyse emindim.

Beklediğimiz otobüs çok geçmeden geldi. Erkan bana kart bastıktan sonra elimi tuttu. İçerisi sıcak ve kokuyordu. Terle karışık bir toz kokusu vardı. Önümüzdeki insanlar otobüsün içinde ilerlemeyi kestiği halde arkamızdan gelenler akın akın binmeyi sürdürüyordu. Arada sıkışacağımızdan korkmuştum. Beni kollarının arasına aldı ve sırtımı direğe yasladı. Sakin olmaya çalıştım. Gözümdeki gözlükler gözlerimdeki kaygılı ifadeyi örtüyordu. İnsanlar araçta yer kalmadığına bir türlü ikna olamıyordu. Buna şoför de dahildi. "Erkan beni korkuyorum. Bu araç neden hala hareket etmiyor. Yeterince dolmadı mı, artık?" dediğimde gülümsediğini gördüm ama dudaklarını birbirine bastırdı. O sırada elinde bastonuyla bir teyze bacağıma doğru ilerlemeye çalışıyordu. Sakin ol, Lara. Sakin ol. Aynı hareketi yön değiştirmeden tekrarlayınca daha fazla dayanamadım. "Teyzeciğim yer yok artık. Bu kadar, ilerlemen için bacağımı kesip atmam lazım anla artık!" dediğimde Erkan ağzımı kapatmaya çalıştı. Eline hafifçe vurdum. Araç hareket ediyordu. "Yer var, az daha kaysanıza yavrum." dedi. Haline üzülsem de yer olmadığını hala inandıramıyordum. Erkan'a biraz daha sokuldum ve aramızdaki boşluk yok denecek kadar azdı. Teninin sıcaklığını hissediyordum. Birkaç durak bu şekilde sallanarak giderek ona çarpmak zorunda kalmıştım. Araç sürekli dur kalk dur kalk yapıyordu. Dur kalk yapmaktan midem bulanmaya başlamıştı. Camdan dışarıya baktım. Dışarıda feci bir trafik vardı.

Tam yol açılır gibi oldu ama tekrar ani bir fren yaptı şoför ve Erkan'la birbirimize yapıştık. Elimin altında hissettiğim kaslara en son o gece dokunabilmiştim. Parmaklarımı hızla çektim ve o da üzerine çeki düzen vererek olabildiğince uzaklaştı. "Özür dilerim." diye fısıldadı. "Hatırlat, buradan sağ çıkarsam seni öldüreceğim!" dedim. "Ha, ben sağ çıkamazsam sen de sağ çıkmayacaksın, zaten." dedim dişlerimin arasından ve dışarıya boynuna nefesimi verdim. Nefesimi vereceğim başka bir yer göremiyordum. Erkan içinden mırıldansa da sesini çıkartmadı. Bu belayı başımıza sokan oydu. Başımı çevirdiğimde yanımdaki teyzenin bizi izlediğini fark ettim. Başını çevirdi. "Tövbe estağfurullah, tövbe." diyerek başındaki örtüsünü düzeltti bunu bindiğimizden beri beşinci veya altıncı defa yapıyordu. "Düşük bütçeli yaz dizisi çekiyoruz, teyzeciğim. Nasıl sence keyifli mi, asıl kız bu şartlarda ne kadar süre sonra delirir acaba?" dedim birden çenemi tutamayarak. Arabadan bindiğinden beri bize bakıyordu. "Lara, terbiyesizlik yapma." diye uyardı Erkan.

"O da bize bakıyor sürekli, ben de bu şekilde gitmeye bayılmıyorum."

Otobüsten inene kadar atışmalarımız sürdü. Erkan Sarıyer tarafında bir yer indiğimizde benimle otobüse bindiğine pişman olmuşa benziyordu ama az bile, umarım en yakın zamanda aklı başına gelirdi. "Geç kaldık." dedi ve gideceğimiz yere kadar hızlı adımlarla ilerledik. Üzerimdeki deri ceketi çıkartmıştım yoksa sıcaktan bayılacaktım. Hızlı adımlarından terlediğimden bir anda üşüme geldi ve tekrar deri ceketi üzerime geçirdim.

Bir spor tesisine gelmiştik. Burası oldukça büyüktü. Ben etrafı inceleyemeden Erkan'ın peşinden sürükleniyordum. Şimdi neden beni erken çağırdığını ve ne göstereceğini anlamıştım. Adımlarımı ona uydurmak için büyük atıyordum. Otobüsten indiğimizden beri kızmışa benziyordu. Tek kelime etmemişti. Ben de sinirlenmiştim ama belli etmiyordum. O ise açıkça bariz bir düşmanlık besler hale gelmişti. Bir salona girdiğimizde içeriden sesler geliyordu. "Üzerimi değişeceğim, sen tribüne git." diye buyurdu. Etrafa bakınırken başımı salladım. "Koridoru devam et, bulursun." dedikten sonra elimi bıraktı. Bir süre arkasından baktıktan sonra dediğini yapmak üzere ilerledim. Burası fazla sıcaktı. Koca basket salonuna ufak bir göz attıktan sonra dediği gibi tribün merdivenlerini tırmandım. Üzerimdeki ceketi çıkarttım. Burası bana liseyi hatırlatıyordu. Etraftaki çocukları gördüğümde çokta yanılmadığımı fark ettim. Hepsi en fazla on beş - on altı yaşlarında duruyordu. Boylarına aldanarak bunu söylemiştim. Erkan'ı beklerken ben de kahvaltımın kalanını çantamdan çıkarttım ve keyfini çıkartarak içtim. Üzerinde Adidas siyah bir eşofman takımıyla geldi. Bakışlarım onu takip etse de istifimi bozamadım. Popomun altındaki plastik fazlasıyla rahatsızdı. Çantama doğru yaslandım ve Erkan'ın onları hizaya sokmasını izledim. Isınma hareketleriyle başladılar. Geniş bir çember oluşturmuşlardı. Tüm dikkatim onun üzerindeydi ve salaşken bile insanı kendine çeken görüntüsünü inceliyordum. O hep böyle rahattı. Değişenin ne olduğunu düşündüm? Ben değiştikçe o da değişiyordu. O değiştikçe ben değişiyordum ve ortaya çok farklı duygular çıkıyordu. Ucunun nereye gideceğini tahmin edemesem de kötü olması ihtimalini düşünmüyordum. İyi olmasını da beklemiyordum. Bıraktığım akışta gidiyordu. Ne istediğime daha karar verememiştim. Onunla nasıl başa çıkardım veya nasıl anlaşırdık bilmiyordum? Aynı evde yaşadığımızı düşündüm bir süre, bu durumda ikimizden biri üçüncü sayfa haberlerine konu olabilirdi. Çok zordu ve çok uzun bir yol vardı. Düşünmek beni karamsarlaştırıyordu. Elimdeki bittiğinde çantama attım. Düşünmek istemediğim için kafamı başka şeylerle oyalamaya çalıştım. Kısa bir araları olduğunda Erkan çocukları tek tek dinlediği için yanıma gelemedi. Onlarla sorunsuz anlaşıyordu. Bu birkaç metre öteden bile belli oluyordu. Kız veya erkek eminim hepsi ona hayrandı. Kim böyle bir koça hayran olmazdı ki? Elimi çeneme yasladım ve izlemeyi sürdürdüm.

Erkan sırılsıklam terli yanıma gelene kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Saç diplerine kadar terlemişti. Boynundan ter akıyordu ve üzerindeki gri tişörtünün yakası renk değiştirmiş, koyu bir hal almıştı. Ondan tiksinmem gerekirken bunu yapamadım. Gözlerimi boynundan alamadım. Saçlarını eliyle düzeltti. "Yanına kitap almanı veya telefonuna oyun yüklememeni söylemediğim için üzgünüm." dedi tekrardan eski neşesi yerine gelmişti.

"Sorun değil, bir daha olmasın." dedim oturduğum yerden rahatsızca kımıldanarak. "Bir dahakine minder getiririz." dedi oturduğum yerin rahatsız olduğunu anlamıştı. Bir daha gelir miydim? Erkan antrenmanları bittiğinde yanıma koştuğu için çocukların meraklı gözleri üzerimizdeydi. Meraklı gözleri üzerimizden çekmek için burnumu kapadım. "Git üstünü değiştir." Burnumu tuttuğumdan sesim tuhaf çıkmıştı. Yüzünden akan damlaları kaldırıp tişörtüne sildi. Bunun bu kadar seksi bir hareket olduğunu daha önce fark etmemiştim. Sıcak başıma vurmuş olmalıydı. Öyle olmasını umut ederek ona bakmamaya çalıştım. Kafedeki kaşık olayından sonra bir de bu eklenmişti. Resmen sıcak basmıştı. Biraz daha devam ederse iğrenç bir şekilde ter fetişimin olduğunu düşünmeye başlayacaktım. Neyse ki fazla uzatmadan soyunma odasına gitti. Ben de onu beklerken sosyal medya hesabımda oyalandım. Paylaşımlara baktıktan sonra eskisi kadar ilgimi çekmen bir şey bulamadığımdan telefonumu geri çantama attım.

Erkan geri geldiğinde mis gibi kokuyordu. Zeytinyağlı sabun ve o meşhur parfümü karışmıştı. O yanıma geldiğinde derin bir nefes almadan ve kokuyu ciğerlerime hapsetmeden duramadım. "Sıradaki istikamet?" diye sordum.

"Sıradaki istikamet, elbette kafe."

İşte bu hoşuma gitmişti. Alice'i görecektim ve tek sıkıntı toplu taşıma kullanacak olmamızdı. "Merak etme, sabahki yoğunluk iş saatinden kaynaklıydı." dese de gözümle gördüğüm kalabalığın sabahkinden bir farkı yoktu. İki kez toplu taşıma kullanarak kesin olarak vardığım bir kanı vardı. O da kesinlikle şoförlerin yolcu halinden anlamıyor oluşuydu.

Kafeye gidip akşama kadar orada kalmış, Alice yardım etmiş ve bugün otobüste olanları anlatmıştım. Olayı biraz dramatize hale getirmiş ve süslemiştim. Bu durumda kötü adamımız o olmuştu. Alice bizi keyifle dinledi. Yarın için hazırlıklardan konuştuk. Ona kalsa kafeyi bu akşamdan erken kapatacaktı. Hem biraz dinlenmiş olacağını düşünüyordu haklı olarak. Gün tahmin ettiğimden erken bittiğinde Alice çıkmış ikimiz kalmıştık. Erkan birkaç telefon konuşması yaptı. Aynı zamanda İngilizce öğretmenliği yaptığını hatırladım. Ders saatlerini ayarladığını söyledi. "Tatil biraz dengelerimi bozdu." diye açıklamadan bulundu. O böyle uğraşırken ben de kendimi otobüse binmeye hazırlıyordum. Bacaklarımı uzatıp dinlendim.

Telefon konuşmalarını sonlandırdığında kafeyi kapattık. Hava serinlemişti. Üzerimdeki cekete sarındım. Onu aldığım için şükrettim. Durağa doğru yürürken yağmur hafif hafif atıştırıyordu ama varla yok arası biraz ıslaklık bırakıyordu. Otobüs beklememiz uzun sürmedi. Onun söylediğine göre akşam iş çıkışı geçtiği için rahatça binebilmiştik ama benim için oturacak bir yer bulmak nimetti. Hangi saat olduğu umurumda değildi. O rahatsız koltuklara oturduktan sonra camdan dışarıyı seyrettim. Yağmur git gide sıklaşıyordu. Geçtiğimiz her durakta cama vuran yağmur damlalarının şiddeti artıyordu ve korkmaya başlamıştım. Durağa yaklaştığımda Erkan'a baktım. "Umarım hasta olmayız."

"Taksiye bineriz." dedi dışarıya bakarken ama bu durum onun da canını sıkmıştı. Başımı salladım ve ineceğimiz durağa geldiğimizde ayaklandık. Umarım bir an önce taksi bulabilirdik yoksa bu yağmurda on dakika yürüsem iç çamaşırıma kadar ıslanırdım. Hava durumuna neden bakmamıştım ki? Oysaki sabah hava ne de güzeldi. İndiğimizde durağın içine girdik.

Yol kenarından geçen tüm taksiler dolu geçiyordu. Yağmurun dinlemesini beklemeliydik. Belki bir umut dinlerdi. Taksi beklerken zaman geçiyordu ama değişen hiçbir şey yoktu. "Of yok! Yok! Hepsi dolu. Eve gitsek mi artık?" dedim.

"Bu şekilde çok ıslanırız ama eğer istersen." dediğinde aklıma başka çare gelmiyordu. Ona baktım. Kızmayı çok isterdim ama onunda bir suçu yoktu. Birbirimize bakarken beni kendine çekti ve sarıldı. Benden daha cesur bir sarılma gerçekleştirdi. "Özür dilerim. Sana bok gibi bir gün yaşattığım için." dedi ağzını bozmaktan çekinmeyerek. Farkında olması güzeldi ama buna sevinememiştim. Öylesine içtendi ki kollarını gevşettiğinde başımı göğsünden kaldırdım ve ona baktım. "Sorun değil, o gittiğimiz berbat düğünün intikamı sayarım." dedim onu rahatlatmak için gülümseyerek aklıma başka bir şey gelmiyordu. Kaşları çatıldı. "O kadar kötüydü yani günün."

Düşünür gibi yaptım. "Aslında fena değildi. Kafeyle toparladın diyebilirim." Beni kolunun altına aldı ve üzerindeki ceketi çıkartıp başımın üstünde tuttu. "Üşüyeceksin." dediğimde itirazımı kabul etmedi. Beraber yürümeye başladık. Yağmur durmadan yağıyordu. Tüm evren başımıza felaket yağdırmak için çalışıyor gibiydi ve ona rağmen yanımda bir çakma süper kahraman vardı.

"Eğer kafede bir şeyler yememiş olsaydık seni yemeğe götürecektim. Midende biraz yer varsa yemeğe gidebiliriz veya..." birden duraksadı. "Fena bocaladım." dedi. Bu haliyle acemi ama sevimli duruyordu.

"Sorun değil, gün daha bitmedi." dedim yürümeye devam ederken.

Continue Reading

You'll Also Like

20.1K 904 42
Ya kadın giderde adam biterse... Geçmişin kirli elleri, boyunlarına dolanacaktı. Geçmişin kırgın sayfaları, yüzlerine yapışacaktı. Geçmiş, onların ge...
1M 56.3K 39
(TAMAMLANDI) Gece yarısı ünlü bir oyuncuya şarkı sözü yazarsanız ne olabilir ki? Ünlü oyuncu ve avukatın hikayesi... @bendenizeliff: Orda her kiminl...
16.6K 826 100
Bayım diyorum, çünkü sana ancak o kelime yakışıyor. Erkeğim desem, erkek olmak basit adam. Adamım desem, adamlık sana çok be. O yüzden bayım, Biz...
258K 10.4K 29
''Sahte Karısı olmanı istiyor. Numaracıktan. Yani... Bir evcilik oyunu gibi düşün bunu.'' Çalıştığınız ajansın yetkilisinden böyle bir teklif duysayd...