KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#63 - Beklenmedik Teklif

56.4K 3.3K 198
By bayanclara

Herkese merhaba. 🌺

Tatlış bir bölümle daha karşınızdayım. Lafı çok uzatmayacağım, bölüm sonu görüşürüz :')

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.✨

Keyifli okumalar! ❤️


"İki kişilik serpme kahvaltı alabilir miyiz, lütfen? Ekstra tereyağlı yumurta ve patates kızartması da olursa sevinirim."

"Tabii. Serpme kahvaltının yanında sınırsız çay veriyoruz ama başka bir şey ister miydiniz?"

Bakışlarımı bizim yaşlarımızdaki garsondan ayırarak karşımdaki güzelliğe çevirdim.

"Taze portakal suyu ister misin? Ya da başka bir şey?"

Beril, başını iki yana sallayıp "Ben de çay içmek istiyorum," dedi. İki yanından balıksırtı olarak ördüğü saçları güzel yüzünü ortaya çıkarmış, onu çok daha sevimli göstermişti.

Tekrar garsona dönüp "Çay kâfi," dediğimde kısa bir onayın ardından yanımızdan ayrıldı. Ben de yeniden sevdiceğime döndüm. Onu yarım saat kadar önce evlerinden aldığımdan beri bakışlarımı üzerinden ayırmakta zorluk çekiyordum. Sanırım bu akşam bizimkilerle buluşacağımız için kıyafetlerine her zamankine nazaran biraz daha özenmişti. Neredeyse saçlarıyla aynı tonda diyebileceğim bisiklet yaka, örme bir kazak giymişti. Yaka kısmından göründüğü kadarıyla içinde de beyaz bir gömlek vardı. Altına da siyah, pileli, mini denebilecek bir etek giymiş; siyah opak çorap ve hafif topuklu çizmelerle de ince bacaklarının çoğunu örtmüştü. Tabii tüm bunları bulunduğumuz küçük kahvaltı restoranına gelip montlarımızı çıkardığımız sıra görebilmiş ve küçük çaplı bir kalp çarpıntısı yaşamıştım. Onun yüzünden bu genç yaşımda kalp hastası olmazsam iyiydi.

Beril, masanın üzerindeki ellerini birleştirip elalarını yüzüme diktikten sonra "Mert?" diye mırıldandı.

Yanağımı avuç içime yaslayarak ona hayran bakışlar attım. "Söyle, bebeğim."

Normalde bu tavrımdan hoşlanıp o güzel suratını gülücüklerle doldururdu ancak şu anda bakışlarında tuhaf bir ifade vardı. Ne olduğunu tahmin edebildiğim için fark etmemiş gibi davranmaya devam ettim. Zira yol boyunca bana bir şeyler sormak isteyerek dudaklarının dişlediğinin farkındaydım.

Bakışlarını şöyle bir etrafta gezdirdikten sonra tekrar bana döndü ve öylesine soruyormuş gibi davranmaya çalışarak "Dün gece neredeydin?" diye sordu. Kaşlarımı sahte bir şaşkınlıkla havaya dikerken "Senin yanındaydım," deyip dudak büktüm.

Sahte tavırlarımın farkındaydı, neyi ima ettiğini bildiğimin de aynı şekilde. Ancak bozuntuya vermedi.

"Beni eve bıraktıktan sonraki zaman diliminden bahsediyorum," dedi sakince. "Eve mi gittin direkt?"

Yanağımı avucumdan ayırdıktan sonra dürüstçe cevap verdim. "Yo, hayır, biraz dolaştım."

Cevabım üzerine iç çekerek başını salladı. "Ona gittin, değil mi?"

"Kime?"

"Bilmiyormuş gibi davranmayı bırak lütfen, neyi sorduğumun gayet farkındasın. Dün gece, sen beni eve bıraktıktan bir saat kadar sonra İrem aradı beni ve özür diledi."

Kaşlarımı kaldırdım. "İrem de kim?"

"Mert!"

Sabrını taşırdığımı belli edercesine sesini hafifçe yükselttiğinde iç geçirerek omuzlarımı düşürdüm.

"İrem diye birini tanıdığımı gerçekten düşünmüyorum ancak muhtemelen dedikoducu kızdan bahsediyorsun. İsim hafızam biraz kötü, sevdiğim kişiler haricindeki insanları zihnimde tutamıyorum. Daha doğrusu tutmuyorum, ne gerek var ki?"

"Lafı çevirmek yerine ne yaptığını anlatmayı denesen mi acaba?" diyerek ofladı.

Başımı omzuma doğru eğerek gözlerimi kıstım. "Ne yaptığımın gayet de farkındasın, değil mi güzelim? Ağzımdan, zaten düşünüyor olduğun şeylerden başka bir şey çıkmayacak."

"Yani gidip dövdün onu, öyle mi? Sana o kadar yapmamanı söylediğim halde?"

Dilimi üst dişlerimin üzerinde gezdirdikten sonra "Dövmedim," diye cevap verdim. "Normalde döverdim, gerçekten döverdim çünkü bunu fazlasıyla hak etmişti ama sırf sana söz verdiğim için dövmedim."

Hafifçe iç çekti, rahatlamış gibiydi ancak bakışlarından kafasının hala karışık olduğu belli oluyordu.

"İrem, Eray'ın onu arayıp gerçekleri anlattığını söyledi. Dövmediysen nasıl anlattı gerçekleri? Onu hastanelik edenin sen olduğunu da söylemişsin üstelik, neden yaptın bunu? Eray şimdi gidip seni şikâyet etse ona şahitlik edebilir."

"Hiçbir halt yapamaz, boşa üzülme," diyerek omuz silktim. Fazlasıyla umursamazdım ve bu durum Beril'i sinir ediyor gibi görünüyordu. "Konuşması için de dövmedim ama tehdit ettim, o yüzden anlattı."

"Nasıl yapamaz, Mert ya? İlk seferinde etraftakilerin duymasından çekindiği için sessiz kalmış olabilir ama şimdi bütün çevresi neler yaptığını biliyor. Yani sessiz kalması için hiçbir sebep kalmadı. Sana öyle gelmiyor belki ama bu yaptığın bir suç."

Oturduğum yerde dikleşirken "Onun yaptıkları suç değil mi?" diyerek kaşlarımı çattım. "Sana yaptıkları, kendini yüceltmek için attığı iftiralar, yaşadığın psikolojik şiddet? Bunlar ne oluyor? Senin çektiğin acı ne oluyor, Beril?"

"Onu aklamaya çalışmıyorum elbette, zaten onu düşündüğüm falan da yok. Ben, yalnızca senin için endişeleniyorum. Senden şikâyetçi olursa başın derde girebilir."

"Asla övünmek için söylemiyorum ama şu şartlarda hiçbir şey olmayacağını sen de biliyorsun, Beril. Onu dövmüş olmam ne yazık ki ceza alabilmem için yeterli bir sebep değil."

"Mert..."

"Ne, yalan mı? Onur şerefsizi neden şu an hapiste? Beni silahla yaraladığı için, ölümden döndüğüm için. Yoksa Derin'i zorla alıkoyup şiddet gösterdiği veya Feza'yı yaraladığı için değil... Dosyasında bunlar da yazıyor, evet ama ben ölümden dönmemiş olsaydım o herif bu kadar ceza almayacaktı. Belki şu an içeride bile olmayacaktı, öyle değil mi?" Başımı sallayarak iç çektim. "Tekrar ediyorum, bunları övünmek için söylemiyorum ki böyle bir şeyle nasıl övünülür, onu da bilmiyorum ya... Ayrıca ceza alacağımdan emin olsaydım da Eray itini döverdim, benim için değişen bir şey olmazdı. O herifin bir şekilde cezalandırılması gerekiyordu ve bu görevi ben üstlendim. Dün akşam da yalnızca senin için kendimi tuttum." Beril'in derinleşen bakışlarının altında gülümsemeye çalıştım. "Velhasılıkelam, bana bir şey olmaz. Sen üzme o tatlı canını."

"Şu söylediklerinle üzdün ama," diyerek dudaklarını büzdü. "Haklı olduğunu bilmek beni çok üzüyor. Hele ki hukuk birinci sınıfta olduğum düşünülürse..."

Uzanıp masanın üzerindeki elini tuttum ve başparmağımla avuç içini okşadım.

"Böyle söyleme. Bu milletin senin gibi her konuda adil olabilecek hukukçulara ihtiyacı var, yoksa nasıl düzeliriz ama değil mi?"

Burukça gülümsedi. "Bu senin pek işine gelmez bence."

İmalı sözleri beni sesli bir şekilde güldürdü. "Sen o itin avukatı olmadığın sürece benim için sorun yok."

Cevabım onu kıkırdattığı sıra elindeki koca tepsiyle garson beliriverdi başımızda. Biz de mecburen sessizleştik ve ellerimizi kendimize çekip onun masayı donatmasını izledik. Masaya konan her bir tabakla birlikte ne kadar acıktığımı daha iyi anlıyordum. Zira Derya'yla Derin dedikodu yaparak sabahlayıp geç yattıkları için ben evden çıkarken hala uyuyorlardı, yani kahvaltı hazırlamamışlardı. Ben ki kahvaltıya bile kahvaltı yapıp gidebilen bir adamdım -dışarıya kahvaltıya gidileceği zaman saat genelde geç seçiliyordu ve ben evde kahvaltı yapsam bile o zamana kadar on kere daha acıkmış oluyordum zaten- ancak saat öğlene gelmesine rağmen hiçbir şey yememiştim. Karın gurultum on metre ileriden duyulabilecek güçteydi.

Garson son olarak büyükçe bir termosu masamıza bıraktıktan sonra "Afiyet olsun," diyerek yanımızdan ayrıldı. Ben hiç vakit kaybetmeden tabağımı doldurmaya başlarken Beril, bu halime gülerek başını salladı ve termosla masadaki boş bardaklara çay doldurdu. Uzattığı dolu çay bardağını ona öpücük atarak aldıktan sonra tabağımı tepeleme doldurmaya devam ettim.

"Akşamki buluşmayı Derya mı organize etti?"

Beril'in tabağına az bir şey koyup onları yavaşça yemeye başlamasını çatık kaşlarla izledikten sonra "Aynen," diye cevap verdim ve uzanıp tabağına bir şeyler daha ekledim. Ellerimi tutarak beni durdurmaya çalışsa da başaramamıştı.

"Ben tüm bunları nasıl yiyeyim Mert ya?"

"Her gün biraz daha inceliyorsun Beril, kuş kadar kaldın. Muhtemelen yemeye yemeye mideni küçülttün ama böyle olmaz, büzüşüp yok olacaksın diye korkuyorum."

Sözlerime gülerek "Yok artık," dedi. "O kadar da değil, abartma."

İşaret parmağımı yüzüne doğru sallarken "Hiç de abartmıyorum, bu tabak bitecek ona göre," diyerek kaşlarımı kaldırdım. "İtiraz kabul etmiyorum ve eğer bu tabağı bitirirsen sana harika bir ödül vereceğim," dedikten sonra kızartmayla tereyağlı yumurtayı işaret ettim. "Tabii bunlardan da yiyeceksin."

Gözlerini kırpıştırarak bir bana bir de masadakilere baktıktan sonra başka çaresi olmadığını kabullenerek iç çekti. "Ödülüm ne olacak peki?"

Kocaman sırıttım.

"Tabii ki ben."

Tek kaşını kaldırıp bana karizmatik bir bakış attı. "Sen zaten benim değil misin?"

Tavrından bir hayli etkilenerek dudağımı kıvırdım. "Öyle miyim?"

Çatalını tabağındaki peynire batırıp ağzına götürmeden hemen evvel umursamaz bir tavırla omuz silkti.

"Ben öyle biliyordum."

Şu an o kadar karşı konulamaz görünüyordu ki, arkasına bakmadan kaçacağını bilmesem yerimden fırladığım gibi dudaklarına yapışırdım.

"Senin ağzını yerim."

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra masadaki yiyecekleri işaret etti. "Bunlarla idare etsen iyi olur, zira ağzım yenilecek bir şey değil."

"Sen öyle san," diye mırıldanarak kafamı salladıktan sonra konuyu uzatmadan yemeğime geri döndüm. Ne de olsa ağzının yenip yenmediğini anlatmaya çalışmak yerine onu ilk fırsatta kıstıracak bir yer bulup bizzat göstermek daha çok işime gelirdi.

"Demek Soyer de gelmiş?"

Ağzımdaki lokmayı yutmadan hemen evvel başımı salladım. "Aynen, Simge'nin yanındaymış o da. Bize kendilerini alıştırmaya çalışıyorlar kendilerince ama bize ne yani, değil mi? Birbirlerini sevmişlerse bize laf söylemek düşmez. Belki Simge'nin alışması biraz zor olur, ne bileyim hayattaki tek ailesi abisiydi ve onu da Derya'yla paylaşmak zorunda kalacak ama eninde sonunda abisi birisiyle evlenecekti. Ne kadar çatlak olsa da bu kişi Derya olduğu için çok şanslı."

"Bence de," diyerek gülümsedi. "Zaten onun sayesinde abisiyle Gökay'ın arasını yapmadılar mı?"

"Aynen," diyerek başımı salladım. "Çok da hızlı çıktılar. Bu gidişle Gökay'dan evvel biz akraba olacağız Simgelerle."

Beril, elini ağzına kapatıp kıkırdadı. "Gerçekten baya hızlılar ama biliyor musun, ben onların birlikte olmasına hiç şaşırmadım."

Hafifçe kaşlarımı çatarak "Hiç mi?" diye sordum. "Niye ki?"

Alt dudağını hafifçe dişleyip "Ben görmüştüm onları," diye cevap verdi. "Yaralandığın zaman sen ameliyattayken bir ara tuvalete gitmiştim. Öylesine camdan baktığım sıra bahçede sarıldıklarını gördüm. Yani Soyer, Derya'ya destek oluyordu elbette ve çok normal bir durumdu ama bazen olur ya hani? İçine doğar, hissedersin... Onun gibi bir şeydi işte."

Ağzım açık kaldı. "Sahiden mi?"

"Hımhım," diyerek gülümsedi. "Ayrıca aralarındaki uyum o haldelerken bile fazlasıyla belli oluyordu."

Dudaklarımı büzerek başımı salladım. "Bizim aramızdaki uyum hakkında ne düşünüyorsun peki? Bence bize bakanın gözlerinden kalpler fışkırıyordur." Usulca sırıttım. "Belki de alevler."

Gözlerini kırpıştırdı. "Ne diyorsun Mert ya..."

Utandığını görmek beni gülümsetmişti, her zaman olduğu gibi.

Dirseğimi masaya yaslayarak masanın üzerinden ona doğru eğildim. "Hadi garsonu çağıralım ve ona soralım. Bizi görünce aklına ilk ne geliyormuş? Kalpler mi yoksa alevler mi?"

Beril, kocaman açtığı elalarıyla bana bakakalırken kendimi geri çektim ve bakışlarımı şöyle bir etrafta gezdirip bizim siparişleri alan garsonu birkaç masa ileride görünce elimi kaldırıp ona seslenmeye yeltendim. Ama sadece yeltendim çünkü Beril korkuyla bana doğru uzanıp elimi indirmeye çalıştı.

"Ya indirsene kolunu! Delirdin mi sen?!"

Yüzünün kırmızı tonlarına büründüğünü görünce şakama daha fazla devam edemeyip elimi indirdim ve bana doğru eğilmesini fırsat bilip yanağından makas aldım. "Demek sen de benimle aynı fikirdesin. Evet, alevler en doğru seçim."

Sımsıkı birbirine bastırdığı dudaklarıyla bana hınç dolu bir bakış attıktan sonra burnundan nefes vererek kendini yeniden sandalyesine bıraktı. "Bazen beni gerçekten delirtiyorsun."

"Deli olanın ben olduğumu sanıyordum?"

"Yemeğini ye, Mert. Tamam mı, sadece yemeğini ye."

Bana sahiden kızdığını fark ettiğimde suratım asıldı. Azıcık eğlenmek, onu da utandırmak istemiştim yalnızca.

"Özür dilerim, sadece şaka yapmak istemiştim."

"Ya garson elini görüp gelseydi?" diye sordu bakışlarını bana çevirmeden. "O zaman ne yapacaktın?"

Tırnak uçlarıyla masaya vuran eline uzanıp parmaklarımızı birbirine kenetledim. "Meyve suyu falan isterdim, ne bileyim..."

Bana cevap vermeyip tabağındaki salatalığı ağzına attığında "Küstün mü bana?" diye sordum. "Yavrum şaka yaptım sadece ama ya... Hem sana bakarken gözlerinden alev çıkarabilecek tek insan benim, bunu gidip de başkasına nasıl sorayım?"

"Senin sağın solun belli olmuyor ki," diye homurdandı, bana yandan bir bakış atarak. Nazlı suratına içim gidercesine baktıktan sonra "Kahvaltıdan sonra seni pasta yemeye götüreyim mi?" diye sordum. "Özür şeysine."

Yüzünü tamamen bana çevirdikten sonra "Nereye götüreceksin?" diye sordu. Ses tonunu memnuniyetsiz tutmaya çalışsa da gözlerindeki parlamayı görebiliyordum. Affetmeye meyilliydi.

"Bilmem," diyerek şöyle bir düşündüm. "Alışveriş merkezine gitmeye ne dersin? Hava bayağı soğuk, akşama kadar orada vakit geçirebiliriz."

Yüzüme bakmaya devam ederek omuz silkti ve "Olur," diye mırıldandı. İstemem, yan cebime koy triplerindeydi ve şu tavırlarını bile yiyesim geliyordu resmen.

Tuttuğum elini kendime çekip önce elinin üzerine, ardından da bileğinin içine birer öpücük kondurdum. "Hadi kahvaltımızı bitirelim o zaman."

"Sen otur ben pastaları alıp geliyorum, bebeğim."

"Tamam."

Beril'i boş masalardan birine bıraktıktan sonra bulunduğumuz kitap kafenin sipariş verme yerine doğru ilerledim. Kahvaltıyı yaptıktan sonra arabama atlayıp yakındaki alışveriş merkezine gelmiş ve vaktimiz bol olduğu için mağazaları geze geze en üst kata çıkmıştık. Tabii bu sırada girdiğimiz bir takıcıda ucunda yıldız motifleri olan bir kolye dikkatimi çekmiş ve Beril'e çok yakışacağını düşünerek satın almıştım. Öyle ahım şahım bir şey değildi belki ama hoşuma gitmişti işte.

Beril, muhtemelen basit bir takıcıdan aldığım için ona en son aldığım elbisede olduğu gibi itiraz etmemiş ve boynuna takmama izin vermişti. Yine de ne kadar basit olursa olsun onun üzerinde veyahut teninde olan bir şeyin kötü görünme ihtimali yoktu.

Takıcıdan çıktıktan sonra gezmeye devam ederek son kata, yani yemek katına vardığımızda bir kitap kafeye girmiş ve kitapçı tarafında bir süre dolandıktan -hatta Beril kendine birkaç kitap da almıştı- sonra kafe kısmına geçmiştik.

"Hoş geldiniz, ne arzu etmiştiniz?"

"Böğürtlenli pastanız var mı acaba?"

Üzerinde siyah bir önlük bulunan görevli kız başını geriye çekip kenardaki dolaba baktıktan sonra "Evet, var," dedi.

"İki dilim böğürtlenli pasta, iki tane de soğuk kahve alabilir miyim lütfen?"

"Tabii."

Kız, siparişlerimi hazırlamak için arka tarafa ilerlerken ben de dirseğimi tezgâha yasladım ve başımı omzumun üzerinden geriye çevirerek Beril'e baktım. Açıkçası son pizzacı olayından sonra kendimi tetikte durmak zorundaymış gibi hissediyordum. Neyse ki bu sefer yanında tanınmayan cisim (!) yoktu. Hatta bir önceki beklentim gerçekleşmişti. Zira avuç içine yasladığı çenesini havaya, bakışlarını da üzerime dikmişti.

Öylece beni izliyor oluşu dudaklarımın kıvrılmasına neden olurken ona karizmatik bir tavırla göz kırptım.

Evet, evet, kalp çaptırmasını çok iyi bilirim.

Hareketim, o tatlı dudaklarına utangaç bir tebessüm oturttuğu sırada "Siparişleriniz hazır," diyen görevliyi duyarak doğruldum ve başımı önüme çevirdim.

"Borcum ne kadar?"

Aldığım karşılığın üzerine cebimden çıkardığım cüzdanımın içinden bir yüzlük kapıp kıza uzattıktan sonra para üstünü cüzdanıma yerleştirip tezgâhın üzerindeki tepsiyi kavradığım gibi masaya döndüm.

Ben sandalyeme yerleşirken Beril de tepsideki pastalardan ve kahvelerden birini kendi önüne koyup tepsiyi bana doğru ittirdi.

"Kendine de mi böğürtlenli pasta aldın?"

"Hımhım, bu sefer de bundan yiyeyim dedim. Malum yemek konusunda pek seçici değilim."

Çatalını pastasının ucuna batırmadan hemen önce gülerek "Bilmez miyim?" diye mırıldandı. Ben de güldüm ve pastamdan bir dilim aldım. Pasta tazeydi ve tadı harikaydı.

Beril aklımı okumuş gibi mest olmuş bir ses tonuyla "Pasta harika," diyerek bir dilim daha attı ağzına. Başımı sallayarak onu onayladım.

"Kesinlikle."

Kendimi tamamıyla pastaya odakladığım sıra Beril'in şaşkın sesini duyduğumda başımı kaldırıp ona baktım. Elaları omzumun üzerinden bir yere odaklıydı ve gözleri şaşkınca irileşmişti.

"Mert, şuraya baksana!"

"Ne oldu?" diyerek kafamı arkaya çevirdiğimde kasadaki çifti görüp küçük bir şok geçirdim. Çünkü biraz önce benim sipariş verdiğim yerde şu an düğünlerinden çıkar çıkmaz kendilerini buraya atmış bir gelinle damat duruyordu.

"O gelinlikle buraya kadar nasıl gelmiş ki?" diye mırıldandı Beril hayretle. Gerçekten de gelinin üzerindeki gelinliğin eteği öylesine kabarıktı ki taşıması zor olsa gerekti.

"Heyecandan üzerindeki ağırlığın farkında değil herhalde," diyerek dudak büktüm.

"İnsan üzerini değiştirir de gelir," deyip güldü Beril. "Herkesin dikkatini üzerlerine çektiler."

"Bazı insanlar şov yapmayı sever yavrum." Kafamı çevirip yarım bir gülüşle Beril'e baktım. "Aslında benlik bir şey değil ama sırf seninle evlendim diye bu kılıkta bütün Samsun'u baştan sonra yürüyebilirim."

Beril sözlerime gülerek başını salladı. "Demek bu kadar çok istiyorsun benimle evlenmeyi?"

Kahvemden büyük bir yudum aldıktan sonra "Herhalde," diyerek başımı salladım. "Her gece seninle uyuyup her güne senin yanında gözlerimi açmak... Bunun düşüncesi bile mutluluktan delirtiyor beni."

Dudaklarını birbirine bastırıp hafifçe iç çekti.

"Evlilik demişken... Şu nişan işini ne zaman konuşacaksın benimle?"

Kaşlarım derhal çatılırken "Ne nişanı?" diye sordum.

"Saklamaya çalışma, Mert. Babamın sana neler söylediğinden haberim var."

"Ama Yağız abi sana bir şey söylemeyeceğini söylemişti bana?" diye sordum şaşkınca.

"Babam değil zaten, annem söyledi."

"Ne zaman?"

"Karadeniz turuna çıkmak için beni almaya gelmenden hemen önce."

"Ah," diyerek başımı salladım. Suzan ablanın rahat durmayacağını tahmin etmem gerekiyordu. "O zamandan beri bilmene rağmen niçin bir şey söylemedin peki?"

"Konuyu senin açmanı bekledim aslında ama pek niyetin yok gibiydi. Mevzu açılmışken de ben söyleyeyim dedim işte."

Pastanın son dilimini ağzıma attıktan sonra çiğneme hızımı yavaşlatarak kendime düşünmek için vakit biçtim. Bu konuşmayı elimden geldiğince ertelemeyi düşünüyordum, çünkü Beril'in hiçbir şeyden haberi olmadığını sandığım için nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordum. Açıkçası olumsuz bir cevap vermesinden bir hayli çekiniyordum.

"Ne kadarını biliyorsun peki?" diye sordum ağzımdaki lokmamı bitirdikten sonra.

"Babamın konu komşudan rahatsız olup aramızdaki ilişkinin adının konmasını istediğini biliyorum işte."

Gözlerini devirerek kurduğu cümle üzerine iç çektim. "Konu komşu olarak düşünme bence. Yani sonuçta onların zamanında her şey daha farklıydı ve büyüklerinden ne gördülerse aynı şekilde davranmaya çalışıyorlar. Neticede birlikte olduğumuz günden beri sürekli yan yanayız ve onlar da senin ailen."

"Onları da anlıyorum, gerçekten ama evlilik için çok erken. Evet, birlikte yaşama düşüncesi bana da çok heyecan veriyor ancak ben bir evi çekip çevirebileceğimi düşünmüyorum. En azından okulum varken bunu yapamam ki Mert."

"Baban zaten evlilik lafı etmedi," diyerek başımı salladım. Oysa Beril istese ben şu an bile evlenmeye razıydım. "Senin okulun bitmeden böyle bir şeye izin vermez. Yalnızca yüzük takmamızı istiyorlar. Sonuçta sözlenmek resmiyete bir adım atmak demek."

"Üniversite bire giderken sözleneceğimi düşünmemiştim hiç," diyerek işaret parmağını kahve bardağının ağız kısmında gezdirdiğinde kaşlarım çatıldı. Beklediğim gibi bu konu için isteksiz görünüyordu. Yaşını ve durumunu göz önünde bulundurursam haklı olabilirdi ancak biraz kırılmıştım sanki.

"Yağız abi zaman belirtmedi. Sadece sözlenseniz nasıl olur, gibi bir şey söyledi. Ama sen istemiyorsan ben babanla konuşurum, senin acele etmek istemediğini söylerim. Anlayışla karşılar bence. Olmazsa biraz kendimi geri çekerim. Ne bileyim, akşam buluşmalarını falan seyreltiriz. Bir şekilde hallederiz yani."

Kahve bardağını kafama dikip hepsini içtikten sonra bakışlarımı masanın üzerindeki ellerime diktim. Sağ elimin serçe parmağındaki küçük bene odaklandığım sıra birden elimin üzerine başka bir ten kapandı ve beyaz parmaklar elimi kavradı. Bakışlarımı narin tenden ayırıp elin sahibine, aynı zamanda gönlümün de sahibi olan kıza çevirdim. Tatlı bir tebessümle yüzüme bakıyordu.

"Küstün mü bana acaba?"

Dudaklarımı bükerek başımı salladım. "Yo, neden küseyim? Sen de haklısın. On sekiz sözlenmek için küçük bir yaş. Hem böyle sınıf arkadaşların parmağındaki yüzüğe hayret dolu bakışlarla baktıklarında çekinebilirsin. Anlıyorum ben seni."

Tebessümü genişledi. "Gözlerin öyle söylemiyor ama?"

Omuz silkip "Boş ver sen benim gözlerimi," dedim. "Ban Yağız abiye ne söyleyeceğimi düşünüyorum sadece. Ayrıca bunu sana sormamın yani kabullenmiş olmamın babanın dedikleriyle, yani başkalarıyla alakası yok. Kendim istediğim için sordum. El âlemi düşünerek karar verilmez zaten."

Parmaklarını biraz daha sıkarak elimi iyice kavradıktan sonra "Birincisi, başkaları benim umurumun ucunda bile değil," dedi. "İkincisi, bu haberi annem bana verdiğinden beri düşünüyorum ben zaten ve babama da hak veriyorum. Yani senin de söylediğin gibi onların da çocukluklarında gördüğü şeyler var ve bizi de o şekilde yetiştirmek istiyorlar. Bunu çok iyi anlıyorum. Üçüncüsü, parmağımda yüzük gören biri şaşırsa bile seni gördüğü an neden aceleci davrandığımı anlar. Bunun kafaya takılacak bir yeri yok. Sonuncusu ve en önemlisi, ben seninle nişanlanmak istemediğimi söylemedim ki."

Cümlelerini öyle sakin ve vurgulu bir şekilde söylüyordu ki hipnotize olmuş gibi öylece onu dinlemekten başka bir şey yapamamıştım.

"Nasıl yani?" diye sordum şaşkınca. Yanlış mı duymuştum? "Kabul ediyor musun?"

"Kabul etmem için ortada bir teklifin olması gerekmiyor mu?"

"Ne teklifi?"

Kıkırdadı. "Evlilik teklifi, süper kahramanım. Evlilik teklifi. Sonuçta bu işler böyle olur, değil mi? Önce evlilik teklifi edilir, sonrasında söz ve nişan yapılır."

"Sen şimdi ciddi ciddi benimle sözlenmek istiyorsun yani?" diye sordum, inanmakta zorluk çekerken.

Gözlerini kırpıştırıp "Elbette Mert," diyerek güldü. Şaşkınlığımla fazlasıyla eğleniyordu. "Ne sandın beni? İşler ciddiye binince arkasına bile bakmadan kaçanlardan mı? Cık cık cık."

"Ben... Bilemiyorum. Yani hep olumsuzmuş gibi konuşunca biraz daha beklemek istersin diye düşündüm."

"Ben beklerim beklemesine ama okuldan sonra işe başladığında seni boşta gören yokluğumu fırsat bilip sana yürüyebilir. Bunu göze alamam."

"Ah," diyerek kaşlarımı kaldırdım. Böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti ama haksız da sayılmazdı. Sonuçta okul sonrası İzmir'e dönemeyeceğim için -üstelik bunu daha babama söylememiştim bile- burada bir iş bulup çalışmam lazımdı. "Doğru diyorsun gerçekten. İş yerindeki hanımlar parmağımı boş görürlerse şanslarını denemeye çalışabilirler."

Keyfim giderek yerine gelirken bu sefer suratı asılan Beril oldu. "O hanımları çok fena yaparım, biliyorsun değil mi?" diye sordu bana ters ters bakarak. Kocaman sırıttım.

"Biliyorum, bebeğim. Bu yüzden böyle şeylere gerek kalmaması için parmağıma yüzüğünü geçirmelisin işte."

Elimin üzerindeki elini kendine çekerek oturduğu yerde doğruldu. "Evet, bence de."

Şu halini kullanarak evlenmeye bile razı edebilirdim aslında Beril'i. Ama abartmak istemediğim için sırıtmakla yetindim.

Ben ki yakışıklılıkta dünya markası bir zattım ve bu senenin başına kadar serserilik yapmakta üstüme yoktu ancak şu an tam karşımda oturan dünya güzeli hayatıma tekrar girdiğinden beri bambaşka bir adama dönmüştüm.

Ben, Mert Atalay'dım ve sözlenmek, hatta evlenmek için can atıyordum. Ben ya, ben...

Aşk çok büyük dertti vesselam. İnsanı parmağının ucunda oynatıyordu. Ve ben de Beril tarafından oynatılmak için can atıyordum.

Arabayı kilitledikten sonra kaputun önünden dolanarak sevdiceğimin yanına gittim ve sol elini önce avcumun içine sonra da montumun cebine hapsettim.

"Hadi gidelim, bebeğim."

Beril, başını sallayarak bana sokulduktan sonra adımlarını bana uydurdu ve birlikte ilerledik. Mekândan içeri girdiğimizde etrafın pek kalabalık olmadığını gördüm. Bunda saatin etkisi olsa gerekti ancak birkaç saate kalmadan içeride iki katı insan olacağından emindim.

Çocuklarla buraya geldiğimizde genelde sahneye yakın ama köşede kalan masalardan birine geçerdik. Bu yüzden gelip gelmediklerini öğrenmek için herhangi birini aramak yerine direkt o tarafa yöneldim ve düşüncemde haklı olduğumu fark ettim. Zira görebildiğim kadarıyla Simge ve Soyer harici herkes buradaydı.

"Selam gençlik!"

Gür sesim dikkatlerini bize çevirmelerine neden olurken montunu çıkaran Beril'i nazikçe Derin'in yanına oturtup ben de hemen yanına yerleştim.

"Hoş geldiniz yavrular," diyerek ev sahipliğini üstlendi Derya. Zaten bu buluşma da onunla Soyer'in başının altından çıkmıştı. Ha, iyi de olmuştu doğrusu. Biz bize takılmayı seviyordum.

Sırtını Feza'nın göğsüne yaslayarak bize doğru döndü Derin. "Nerede kaldınız bakalım?"

"Biraz takıldık," diyerek kendi montumu da oturduğum sandalyenin sırtına astım.

"Haber verseydiniz biz de gelirdik, böceğim," diyerek burnunu kırıştıran Gökay'a ters ters baktım ve kolumu Beril'in oturduğu sandalyenin arkasına attım.

"Sevgilimle baş başa olmak istemişim ki kimseye haber vermemişim, değil mi Gökay?"

Gökay hıhlayarak Beril'e baktı. "Kız, Kızılcık Şerbeti... Ne büyüsü yaptın sen bu dağ gibi delikanlıya? Sabah yatıyor sevgilim diyor, akşam kalkıyor yine sevgilim diyor. Doğru söyle, evlerine gittiğinde gizlice yastığının altına muska falan mı tıkıştırdın?"

"Sen önce doğru cümle kurmayı öğren," diye homurdandı Kamer. Tek kolunu Elif'in omuzlarına sarıp kızı kendine yaslamıştı. Aslına bakarsanız Derya ve Gökay harici herkes sarmaş dolaş oturuyordu.

"Benim doğrum bu belki," diyerek omuz silkti Gökay. Şu an her zamankinden de huysuz görünüyordu ve bunun muhtemel sebebi Simge'siz kalmasıydı. Soyer her gelişinde bir şekilde Gökay'ın rahatını bozmayı başarıyordu doğrusu.

Kamer, Gökay'a cevap vermeye yeltenmediğinde bakışlarımı masanın üzerinde gezdirdim ve herkesin önünde içecek bir şeyler olduğunu görüp Beril'e döndüm.

"İçecek bir şeyler söyleyeyim mi?"

Önüne gelen örgüsünü omzunun arkasına ittirirken başını iki yana salladı.

"Pastayla soğuk kahveyi hala sindiremedim, şimdilik bir şey istemiyorum."

"Peki," diyerek sandalyesini biraz daha kendime çektim ve dikkatimi diğerlerine çevirdim. Hemen karşımda Koray'la Asel oturuyordu ve sessizce diğerlerini dinliyorlardı. Biraz meraktan biraz da onları ortama katabilmek amacıyla "Gülsüm teyze nasıl?" diye sordum.

Asel'in, bana Melis'i hatırlatan mavi gözleri yüzüme çevrildi. "Daha iyi sayılır. Bugün taburcu oldu, büyük oğlunun evinde kalıyor."

"Kendi evine gitmek istemedi mi?"

"İstedi aslında da ben gün içinde evde olamadığım için orada kalmasının daha doğru olduğunu söyledim. Bakıma ihtiyacı var ve ben çalışırken ona yeterli ilgiyi gösteremezdim."

"Haklısın," diyerek başımı salladım. "Ağır bir ameliyat geçirdi, bir süre el üstünde tutulması lazım."

"Öyle.

"Ah işte sonunda geldiler!"

Derya'nın bir anda yüksek ve heyecanlı çıkan ses tonu herkesin ona ardından da bakışlarının odaklandığı yere dönmesine neden oldu. Simge'yle abisi gelmişti.

"Bu tepkiyi verenin ben olmam gerektiğini düşünüyordum," diyerek dudaklarını büzdü Gökay. Bakışları Derya'nın fazlasıyla canlanmış yüzündeydi. Sanırım Soyer'e olan ilgisinin ne kadar büyük olduğunu anca fark ediyordu.

"Ablam gerçekten âşık olmuş," diye mırıldandı Derin. Sesi yalnızca bizim duyabileceğimiz tonda çıkmıştı. Ona hak veriyordum, Soyer'le olmak enerjisini iki katına çıkarmıştı resmen. Üstelik bunu hemen hemen her davranışında görebiliyordunuz.

Onca yanlış ilişkinin ardından doğru adamı Gökay sayesinde bulabileceğini nerden bilebilirdi ki?

Simge, oldukça neşeli bir tavırla "Biz geldik!" dedikten sonra abisinin kolundan çıkıp oturmaya devam eden Gökay'ın tam arkasında durdu ve eğilip kollarını Gökay'ın boynuna doladıktan sonra yanağına bir buse kondurdu.

Gökay, bu ani atak karşısında gözlerini kırpıştırmak dışında bir şey yapamadığında Beril'in sessizce kıkırdadığını işitip dudaklarımı kıvırdım. Gökay'ın hakkından gelebilen birinin varlığına şahit olmak güzel bir şeydi doğrusu.

Soyer, tepkisiz bir ifadeyle kız kardeşini izlerken yerinden kalkan Derya da kollarını Soyer'in boynuna dolayıp iki yanağından şapur şupur öptü. Evet, şaşırma sırası bu sefer Soyer'deydi ve Derya'nın ani atağı karşısında yüzü öyle bir ifadeye bürünmüştü ki sırıtışımı gizlemek için yüzümü Beril'in omzuna yasladım.

"Nerede kaldınız yahu? Gözümüz yollarda kaldı."

Derya, kolundan tuttuğu Soyer'i hemen yanındaki sandalyeye oturttuğunda Derin'in güldüğünü işittim.

"Trafik kazası olmuş, yol tıkalıydı," diye açıklama yaptı Soyer. Biraz gergin gibiydi, daha doğrusu böyle ortamlara -belki de ilgiye- alışık değilmiş gibi görünüyordu. Muhtemelen ağır şartlar altında büyümesi onun kişiliğini büyük ölçüde etkilemişti. Zaten arada bir Gökay'dan Soyer'le Simge'nin çok farklı karakterlere sahip olduğu gerçeğini duyuyordum. Derya'ysa Simge'nin üst sürümü gibi bir şeydi ve buna rağmen Soyer'i etkilemeyi başarmıştı.

Zıt kutuplar birbirini çeker diye boşa demiyorlardı demek ki.

Simge de Gökay'ın yanına oturarak ilgisiyle Gökay'ın asık yüzünü düzeltirken mekânın içinde duyulan gitar sesiyle bakışlarımız çaprazımızda kalan sahneye çevrildi. Can, yerine kurulmuştu bile. Önündeki mikrofonun boyunu ayarladıktan sonra klasik 'hoş geldiniz' muhabbeti yaptıktan sonra ilk şarkısına giriş yaptı.

Ortamı enerjik bir melodi kapladığında Derin de ayağa fırlayarak Feza'nın elini tuttu.

"Hadi, dans edelim!"

Feza, bakışlarını şöyle bir etrafta gezdirip ayakta kimsenin olmadığını görünce "Acele etmesek mi?" diye sordu. "Hem daha sakin bir şeyler çaldığında dans etsek daha iyi olur."

"Daha sakin şeyler çalarken de dans ederiz, hadi Feza!"

Feza'nın hala tereddüt ettiğini gören Derin oflayarak sevgilisinin elini bıraktıktan sonra dönüp benim sevgilimi tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. "O zaman biz de kız kıza dans ederiz!"

Beril, büyük bir şaşkınlıkla kuzenimin arkasından sürüklenirken Derin hemen yanımdan geçtikten sonra boştaki eliyle Asel'i de kolundan yakaladı ve Koray'ın mani olmasına vakit tanımadan onu da peşine taktı. Gerçi Asel'in bu duruma adapte olması Beril'in aksine çok daha kısa sürmüştü. Zira o da vakit kaybetmeden diğer eliyle Simge'yi yakalamıştı. Simge'yse dünden razı bir şekilde ayağa fırlarken Elif'in masanın üzerindeki elini yakalayıp onu da hızla yerinden kaldırdı ve peş peşe sahnenin ön tarafına doğru ilerlediler.

Derya, durumun şokundan ilk sıyrılan kişi olurken el ele ilerleyen kızlara bakıp kahkaha attı.

"Benim kardeşim diye demiyorum ama çok fena biridir, beyler."

Gerçekten de öyleydi. Zira sahnenin önündeki boş alana doğru ilerleyen kızlara açık kalan ağızlarımızla bakmaktan başka bir şey yapamamıştık.

Kızlar boş yere geçtiklerinde gruplara ayrıldılar. Aralarında en çekingen olanları Beril ve Elif'ti. Bundan dolayı olsa gerek Derin, Beril'in ellerini kavramış ve kendi hareketliliğini ona bulaştırmaya çalışarak dans etmeye başlamıştı. Elif'le de Simge ilgilenirken Asel kendi başına ortalığı yıkmakla yetiniyordu.

Can, kızlara geniş bir gülümsemeyle baktıktan sonra şarkıyı daha istekli bir şekilde söylemeye başladı ve bu, masalarında oturan müşterilerden birkaçına daha cesaret vererek onları kızların yanına sürükledi.

Bakışlarımı kızılıma odakladım ve Derin sayesinde gittikçe daha rahat bir şekilde dans ettiğini fark ettim. Yüzündeki geniş gülümsemeyle Derin'in onu etrafında döndürmesine izin verirken oldukça güzel görünüyordu.

"Ups, sanırım kızlar birilerinin radarına takıldı."

Derya'nın imalı sesini duyduğumuzda sanki başından beri bunu bekliyormuşuz gibi beşimiz de aniden ona döndük.

"Ne radarı?"

"Kimin radarı?"

"Ne diyorsun Derya ya?"

Derya gülerek ellerini havaya kaldırdı. "Hop, sakin olun, beyler. Aslında pek önemli değil, ne de olsa böyle yerlerde olağan şeyler bunlar. Bazı insanlar bu şekilde tanışıyor sonuçta."

"Biraz daha açık olursan rahat edeceğiz," diyerek kaşlarını çattı Feza.

Derya, gülümsemesini biraz daha genişlettikten sonra Soyer'e hafifçe omuz atıp tekrar bize döndü. Soyer de muhtemelen kıvrılan dudaklarını bize göstermemek için bakışlarını kızların olduğu tarafa çevirdi.

"Üç masa arkada küçük bir beyler grubu var ve büyük bir ilgiyle kızları izliyorlar. Muhtemelen kızların bu masadan kalktıklarını bilmiyorlar, çünkü hareketlerine bakılırsa tanışmak için harekete geçecek gibi duruyorlar."

Kaşlarım hızla çatılırken başımı çevirip Derya'nın bahsettiği yere baktım. Kuzenim haklıydı, birkaç masa ileride üç kişilik bir grup vardı ve bakışları bizim kızların üzerindeydi. Bir yandan da saç baş düzeltiyorlardı.

"Ha, tabii siz medeni çocuklar olduğunuz için bunun pek de matah bir durum olmadığını bilirsiniz. Önce bir şanslarını denerler, reddedilince de geçip yerlerine geri otururlar sonuçta."

Koray bir anda ayağa kalkıp "Medeniyet kim ya?" diyerek arkasını döndüğü gibi kızlara doğru ilerlemeye başladı.

Onun peşinden ayaklanan Kamer, "Benim lügatimde yok öyle bir kelime," deyip Koray'ın peşine takıldı.

Feza da Kamer'in peşinden ayağa kalkarken "Benim bildiğim tek medeniyet, medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar' daki medeniyet; onun da konumuzla bir alakası yok," dedi ve gitti.

Gökay da hiç vakit kaybetmeden ayaklanırken "Medeniyet ne ya? Yeniyor mu?" diye sordu ve Feza'nın ardına takıldı. Son olarak da ben ayaklandım ve masanın etrafından dolandıktan sonra aklıma bir şey gelmiş gibi duraksayarak omzumun üzerinden Derya'ya döndüm.

"Yeniyorsa beni geri çağırırsın."

Derya, arkamdan koca bir kahkaha patlatırken ilerleyip Derin'i hızla kendine çeken Feza'ya şaşkın bakışlar atan sevdiceğimi kollarımın arasına aldım. Beril, kolları göğsümde sıkışmış bir şekilde gözlerini kırpıştırarak bana bakakaldığında dayanamayıp uzandım ve şakağından uzun bir öpücük çaldım.

Beril, öpücüğün etkisiyle daha da afallarken çaktırmadan arkaya kısa bir bakış atıp biraz önceki grubun hayal kırıklığıyla omuz düşürdüğünü görerek rahatladım ve yeniden önüme dönüp Beril'in göğsüme sıkışan ellerini tuttuktan sonra onunla dans etmeye başladım.

"Ne oluyor Mert ya? Neden geldiniz siz?"

Masumca dudak bükerek "Canımız dans etmek istedi," dedim ve onu etrafında bir kez döndürdükten sonra tekrar kendime çektim.

Beril, muhtemelen cevabımı yeterli bulmayarak yeni bir soruya hazırlanırken Can'ın yeni bir şarkıya başlamasıyla sessiz kalmayı tercih etti.

Düşüyorum ona biri tutsun

Dalıyorum dibi beni yutsun diye

Çabalıyorum ama çok zorsun

Yanıyorum bu kız benim olsun diye

Şarkının hızlandığı yerde Beril'i kendimden uzaklaştırıp döndürerek tekrar kendime çektim ve sırtını koluma yaslayıp onu geriye doğru eğdim. Bu pozisyonun fırsatını kaçırmak bana yakışmayacağı için Beril'i tekrar doğrultmadan evvel dudaklarına küçük bir öpücük bırakmayı ihmal etmedim.

Kocaman olan gözleriyle bana bakakaldığında genişçe gülümsedim ve hiçbir şey olmamış gibi ileri geri sallanmaya devam ettim.

Bir kıskançlık uğruna buraya fırlamış olsak da dans etmek hepimize iyi gelmiş olacak ki birkaç şarkı boyunca hiç durmadan dans ettik.

Nihayetinde Can on dakikalık bir mola verdiğini söyleyerek sahneden indiğinde bakışlarım Beril'in güzel yüzünde duraksadı. Nefes nefese kalmıştı, yanakları hararetle kızarmıştı ve buna rağmen elaları öyle güzel parlıyordu ki buraya gelmeden evvel konuştuğumuz şeylerden aldığım cesaretle "Bir dakika," dedikten sonra koşarak sahneye çıktım.

Başta Beril ve bizimkiler olmak üzere herkes şaşkınca bana bakarken işaret parmağımla birkaç kez mikrofona vurup çalışıp çalışmadığını kontrol ettim. Çalışıyordu.

"Herkese merhaba," dedikten sonra kenarda bir şeyler içen Can'a takıldı bakışlarım. "Kardeşim, kusura bakma, plansız bir şeydi ama kısa bir şeyler söylemem gerek."

Can, elindeki bardağı kafasına dikmeden hemen önce boştaki elini havaya kaldırıp keyfine bak dercesine salladığında tekrar diğerlerine döndüm.

"Ben aslında öğrenciyim, yani üniversitede son senem ama on yaşımdan beri yaptığım bir mesleğim daha var: süper kahramanlık."

Birkaç kişinin kıkırdadığını duyduğumda onlara bakıp "Gülmeyin yahu, ciddiyim ben," dedim. "Bunu yapıyorum ama herkes için değil, tek bir kişi için çalışıyorum ve şu an bu konuşmayı da onun için yapıyorum zaten."

Yutkunup tekrar önüme döndüm. Çocuklar da en az Beril kadar şaşkınlardı ve bu halleri komiğime gitmişti.

"Her neyse, lafı uzatmayacağım. Muhtemelen konuşmanın nereye bağlanacağını da anladınız zaten. Şu an burada olmamın sebebi olan kişi, yani kız arkadaşım, çocukluğumdan beri etrafımda gördüğüm ama bu yaşıma kadar hiç tatmadığım bir duyguyu, aşkı tatmamı sağladı. Yaşayan bilir; çok sevdiğinizde, gerçekten çok sevdiğinizde bu duyguyu ve bu duygunun ortaya çıkardığı hisleri içinizde tutamayabiliyorsunuz. Ben de o anlardan birini yaşıyorum şu an."

Küçük bir uğraş sonucu mikrofonu sapından ayırıp sahneden indim ve Beril'e doğru ilerlemeye başladım. Tüm dikkati bendeydi, yanından ayrılmadan evvel mutlulukla parlayan elaları şimdi çok daha fazla duygu yüklüydü.

Beril'in birkaç adım uzağında duraksadıktan sonra ses tonumu bir tık daha azaltarak "Bu öylesine gelişen bir şeydi ve neden yaptığımı bile bilmiyorum," diyerek gülümsedim. "Sadece istedim ve bizi hayatlarında bir daha hiç görmeyecek olsalar bile ne kadar çok sevildiğini bilsinler, görsünler istedim. Şu an çok hazırlıksız yakalandım ve bunun telafisini çok daha güzel bir şekilde yapacağıma söz de veriyorum," dedikten sonra iki adım daha atıp hemen önünde diz çöktüm.

"Kader, seni tekrar karşıma çıkardığı için çok şanslıyım. O güzel kalbin benim için attığı için de öyle. Beril... Benim güzel yıldızım, karşında diz çöken adamın senden tek bir isteği var. O da son nefesini verene dek senin kahramanın olarak kalabilmek. Bana bu şansı verir misin? Benimle-"

"Durun!"

Tüm duygusallığı ve anın getirdiği tatlı heyecanı bir bıçak gibi kesen Derin, koşarak yanımıza geldi ve parmağındaki yüzüklerden birini çıkararak bana uzattı.

"Aslını tutmaz ama adet yerini bulsun. Ne kadar hazırlıksız olsan da eli boş teklif yapılmaz, kahraman bey."

Ben Derin'e boşuna evimin direği demiyordum...

Büyük bir minnetle Derin'in elindeki süs yüzüğünü alarak tekrar Beril'e döndüm.

"Nerede kalmıştık?"

"Son nefesimde de senin kahramanın olmak istiyorum falan diyordun abi!"

Kalabalığın arasından bir çocuk bana doğru bağırınca herkes güldü. Beril de neşeyle kıkırdarken çocuğa bakıp "Sağ ol, birader," dedikten sonra bakışlarımı ela gözlerine çevirdim ve mikrofonu kendimden uzaklaştırıp yalnız onun duyabileceği bir ses tonuyla "Bu soruyu daha güzel bir ortamda bir kez daha soracağımı bilmen kaydıyla," diyerek mikrofonu tekrar dudaklarıma yaklaştırdım.

"Benimle evlenir misin, Beril?"

Dolan gözlerine tezat olarak gamzeleri kalbimi delip geçmek istercesine bir gonca misali kocaman açılırken başını salladı. "EVET!"

Mekânda ıslık ve alkış sesleri ortalığı inletirken elimdeki yüzüğü Beril'in parmağına taktım ve ayağa kalkıp ona sıkıca sarıldım. Millet bizi alkışlamaya devam ederken ve ben de tamamıyla Beril'in kokusuna odaklanmışken elimdeki mikrofon bir anda yok oluverdi.

"E, bu güzel çift için bir şarkı patlatmayayım mı yani?"

Ne ara yanımıza geldiğini bile anlamadığım Derya, adeta sekerek sahneye çıktığında bakışlarım kenardaki masalardan birinde oturmuş halen tıkınmaya devam eden Can'a takıldı. Bakışlarımı gördüğünde başparmağını havada kaldırdı ve sorun yok dercesine salladı. Ortamı meşgul etmemiz onun da işine gelmişti doğrusu.

Derya, mikrofonu yerine taktıktan sonra Feza'ya bakıp "Sayın enişteciğim bana eşlik etmeye ne dersin?" diye sordu. Feza da büyük bir memnuniyetle bu teklifi kabul edip Derya'nın hemen yanındaki yerini aldı ve Can'ın gitarını kucağına aldı.

Bende zincirlere sığmayan o deli sevdalardan

Kızgın çöllerde rastlanmayan büyülü rüyalardan

Kolay kolay taşınmayan doludizgin duygulardan

Yalanlardan, dolanlardan daha güçlü bir yürek var

Koray ve Asel başta olmak üzere bizimkilerden ve diğer müşterilerden bir grup dans etmeye başladığında Derin de olduğu salınarak şarkının moduna girmişti.

Derya, şarkının nakaratına geldiğinde mikrofonu tekrar yerinden çıkarıp sahneden indi ve şarkı söylemeye devam ederek masada tek başına oturan Soyer'e doğru ilerlemeye başladı.

Haydi gel benimle ol, oturup yıldızlardan

Bakalım dünyadaki neslimize

Oradaki sevgililer, özenip birer birer

Gün olur erişirler ikimize

Bir yandan kollarımın arasına çektiğim Beril'le dans ediyor diğer yandansa tıpkı bizimkiler gibi Derya'nın ne yaptığını izliyordum.

Şarkı söylemeye devam ederek bizim oturduğumuz masaya vardı ve Soyer'in elini kavrayarak onu ayağa kaldırdı. Ardından da tek kolunu omzuna sararak onunla dans etmeye başladı. Soyer'i dans etmeye zorladı desem daha doğru olurdu sanırım. Zira Soyer ayağa kalktıktan sonra bir süre ne yapacağını bilememiş gibi duraksasa da göğsüne sinerek şarkı söylemeye devam eden Derya'nın cazibesine dayanamamış olacak ki usulca da olsa hareketlendi.

Uzanıp yüreğimin ateşiyle yeniden

Yıldızları tek tek yakacağım

Sarılıp güneşlere sevgimize göklerde

Mavi mavi taçlar takacağım, ne olursun

Hemen birkaç adım ötemizde "Kaç yıllık abimi ilk defa bu halde görüyorum," diyen Simge'ye kaydı bakışlarım. Yüzündeki dehşete düşmüş ifade kendimi tutmasam kahkaha atmama bile sebep olabilirdi. "Derya kesin büyü yapmış abime, bunun başka bir açıklaması olamaz."

"Derya'nın yeteneği bu," diyerek başımı salladım. "Her insanı parmağında oynatabilme gücüne sahip."

Bakışlarımı Simgelerden ayırıp Beril'e odakladım. "Gerçi bu büyü işini senin gibi tatlı biri bile yapabildiğine göre Derya için çocuk oyuncağı olmalı."

Beril sözlerime gülerek alnını omzuma yasladığında burnumu saçlarına gömdüm ve o güzel kokusunu doya doya içime çektim.

Haydi gel benimle ol, oturup yıldızlardan

Bakalım dünyadaki neslimize

Oradaki sevgililer, özenip birer birer

Gün olur erişirler ikimize

"Abi bu sınav beni felaket acıktırdı ya, hadi gidip bir şeyler yiyelim."

"Sen ne zaman toksun ki kardeşim?" diyerek güldü Kamer. "Ama ben de açım, malum sabah doğru dürüst kahvaltı edemedik Gökay salağının yüzünden."

"Teessüf ederim sana Kamer aşkım, hasta olmak da mı suç? Ne var yani biraz karıştırıp sabaha kadar kustuysam? Arkadaş dediğin böyle zamanlarda yanında olmayacaksa ne zaman olacak?"

"Ben sana o kadar yeme, demedim mi avanak? Ne zorun vardı da gecenin o saatinde tıkındın o kadar? Yetmezmiş gibi bir de gelip üzerime kustun..."

"Kusura bakma gözüm açık kusamadığım için böceğim... Göremediğim için çöp poşeti yerine üzerine kusuvermişim işte, ne olmuş? On yıllık pijaman benden değerli mi yani?"

"Benim dökülmüş saçım bile senden daha değerli Gökay, o yüzden kapa çeneni."

"Ulan tamam, benim de iştahımı götüreceksiniz şimdi. Başka şeylerden konuşun."

"Sen yoğun bakımda yattığın süre boyunca yemek yiyemediğin için hayıflanan birisin Mert aşkım, kimi yiyorsun Allah aşkına? İmkânı yok kapanmaz senin iştahın."

Bozuk saat de günde iki kez doğruyu gösterebiliyordu işte...

Gökay'a cevap vermek için dudaklarımı bir kez daha aralayacaktım ki Koray'ın çalan telefonuyla hepimiz ona döndük.

"Asel arıyor beyler, bir dakika."

Koray, birkaç adım gerileyerek bizden uzaklaştığında Kamer'e dönüp "Bizim kebapçıya mı gitsek?" diye sordum.

"Olabilir," diyerek başını salladı. "Her türlü et yemeği var zaten orada. İsteyen istediğini yer."

"Tamam, tamam geliyorum. Bekle sen beni orada."

Koray'ın gittikçe yaklaşan sesini duyduğumuzda ona döndük. Yüzü asılmıştı.

"Hayırdır abi? Bir sorun mu var?"

Koray, telefonunu cebine koyarken "Yok," diyerek başını salladı. "Yani sanırım yok, pek bir şey anlamadım doğrusu. Ama Asel'in yanına gitsem iyi olacak."

"Gülsüm teyzeyle mi alakalı?" diye sordu Kamer.

"Öyle olsaydı söylerdi abi ya, bu başka bir sorun gibi. Neyse gidince öğrenirim artık, siz de bensiz gidin yemeğe."

"Bizlik bir şey olursa ara ama."

"Tamam, tamam, ararım. Haydi görüşürüz."

(Bu gif = Asel & Koray)

{-Koray'dan-}

Arabamı park ettikten sonra dışarı çıktım ve anında tüm hücrelerime nüfuz eden soğuk havanın etkisini azaltabilmek için kabanımın önünü kapayıp yakalarını kaldırdım. Böyle bir soğukta sahilde buluşmak da pek akıl karı değildi doğrusu.

Ve sanırım bu, iyi şeyler duymayacağımın da kanıtıydı.

Arabayı arkamda bırakarak sahil yoluna girdim ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. İlk tanıştığımız gün balık ekmek yediğimiz bankta beklediğini söylemişti, Asel. O yüzden adımlarım oraya odaklıydı.

Yılbaşındaki olaydan -olay demek ne kadar doğruydu, orası da meçhul- sonra bir süre kendimize gelememiştik. Daha doğrusu yaptığımız hatayı sindiremeden Gülsüm teyzenin kötü haberini almak bizi, özellikle de Asel'i daha beter bir hale getirmişti. Gülsüm teyze yoğun bakımdan çıkana kadar hastanede yatıp kalkmıştı. Arada bir eve gidip üzerini değiştirmiş ve banyo yapıp geri gelmişti, o kadar. Tabii bu süre zarfında ben de elimden geldiğince yanında olmuştum. Neyse ki Gülsüm teyze krizi atlatmış ve bize geri dönmüştü. Şimdiyse çocuklarının evinde bakımı sürüyordu.

Havanın etkisiyle etrafta tek tük kişi vardı. Saat öğleden sonraya geliyordu ve birkaç saate buraların daha da soğuyacağına emindim.

Konuşacağımız şeyin ne olduğunu da fazlasıyla merak ediyordum doğrusu. Zira dediğim gibi o yılbaşı mevzusuna alışmak biraz zor olsa da başarmıştık. Üstelik o ertesi günü kafam usul usul kendine gelirken gece yaşananların çoğunu hatırlamıştım. Hala kopuk kopuk yerler yok değildi ama en azından Asel'in beni yoldan çıkardığını biliyordum; buna onu asla inandıramasam da...

Asel benim kadar şanslı -ya da şanssız- değildi, muhtemelen ilk içişi olduğu için o gece onun için hala pusluydu. Hatta benim anlattıklarım kadar vardı.

Sonuç olarak biraz pişmanlığımızda kavrulsak da hata yaptığımız gerçeğini kabullenmiş ve yolumuza öyle devam etmiştik.

Kısacası konuşacağımız şeyin bununla ilgili bir mevzu olduğunu sanmıyordum, Gülsüm teyzeyle ilgili olduğunu da düşünmüyordum. Çünkü öyle olsaydı muhtemelen buluştuğumuz yer evleri olurdu. Bu durumda aklıma gelen son bir şey vardı, o da ailesi.

Zaten son üç gündür onu görememiştim. Telefonla sürekli iletişim halindeydik tabii ama Deryalarla buluştuğumuz gecenin ardından bir daha yan yana gelememiştik. Bir yandan restoranda çalıştığı, diğer yandan da dans kursunda birkaç kişiye özel ders verdiği için yoğundu. Ben de dönem sonu sınavlarıyla uğraştığım için pek dert etmemiştim bu durumu ama sanırım etmem gerekiyordu.

Beş altı dakikalık yürüyüşün ardından Asel'i görüş açıma alabilmiştim. O geceki bankta oturmuş, elinde tuttuğu kâğıda bakıyordu. Kâğıdın neyle ilgili olduğunu tahmin etmeye çalışarak yanına doğru ilerlediğimde adım seslerim kafasını kaldırıp bana bakmasına neden oldu. Siyah, şişme montunun üzerine taktığı lacivert bere bana aitti ve doğrusunu söylemek gerekirse bana bile bu kadar yakışmıyordu.

Elindeki kâğıdı katlayarak bankta bana doğru döndüğünde adımlarımı hızlandırarak yanına vardım ve soğuk banka oturduktan sonra uzanıp yanağına koca bir öpücük kondurdum.

"Selam."

Öpücüğün etkisiyle dudakları hafifçe kıvrıldı. "Merhaba."

Geçen üç günde onu ne kadar özlediğimi fark ederken bakışlarımı o güzel yüzünde gezdirdim.

"Buluşmak için fazla soğuk değil mi burası güzelim? Sahildeki kafelerden birinde otursaydık ya?"

"Burası daha iyi, Koray," diyerek usulca yutkundu ve anlam veremediğim bakışlarla bir süre yüzüme baktı.

Kaşlarım usulca çatılırken "Sanırım endişelenmem gerekiyor?" diye mırıldandım ve başımı omzuma doğru eğdim. "Neler oluyor, Asel?"

Asel, yüzünden açıkça belli olan çaresizlikle elindeki kâğıdı bana uzattığında eldivenli elinin titreyişine şahit olarak gerildim. Arabadan indiğimden beri cebimden çıkarmadığım ellerimi usulca dışarı çıkarırken "Ne bu?" diye sordum, muzip çıkarmaya çalıştığım bir ses tonuyla. "Boşanma davası mı açtın yoksa bana?"

Asel hiçbir tepki vermeden yüzüme bakmaya devam etti.

Kâğıdı parmaklarımın arasında tutarken "Boşanmamız için önce evlenmemiz lazım, biliyorsun değil mi?" diyerek kendimce komiklik yapmaya devam ettim. Yine gülmedi ve ben daha çok gerildim.

Derince iç çekerken "Pekâlâ," diyerek başımı salladım ve bükülü kâğıdı açarak gözlerimi kâğıtta yazan şeylerin üzerinde gezdirdim. Başlıktan anladığım kadarıyla bir tahlil sonucuna bakıyordum. Sol üstte duran hasta adı kısmında Asel'in ismini görmek kaşlarımı biraz daha çatmama neden olmuştu.

"Hiçbir şey anlamıyorum ama şu an fazlasıyla endişeliyim," diye mırıldandım, gözlerim belki de ilk defa duyuyor olduğum bir hormonun değerlerinde gezinirken. "Ne anlama geliyor Asel bu? Hasta falan mısın?"

Asel, hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme bakmaya devam ederken sert çıkmasına engel olamadığım bir ses tonuyla "Asel," dedim, bir kez daha. Neydi bu tahlil sonucu? Doktor muydum ben? Ne bilecektim ne yazdığını? "Neler olduğunu söyler misin artık? Önemli bir hastalığın falan-"

"Hamileyim."

Bir an ne duyduğumu idrak edemediğimi sandım. Yanlış duyduğumu sandım. Duyduğum şeye inanmak istemedim.

"N-ne?"

Yüzümün renginin attığına emindim. Zira Asel'le birlikte olduğumuzu anladığımda bile böylesine bir dehşete düşmemiştim.

"Hamileyim, Koray," dedi, yüzünde mimik oynamazken. "Hamileyim."

"Ama... Ama nasıl olur?" diye sordum hayretle. "Sen ilaç almıştın?"

Buraya geldiğimden beri yüzünde ilk kez hareketlenme oldu, bakışlarını bir pişmanlık duygusu esir aldı ve bu gördüğüm şeyler beni daha çok korkuttu.

"O gün, yani seninle konuştuktan sonra eczaneye gitmek için evden çıktığımda aldım Gülsüm teyzenin haberini. Kalp krizi geçirdiğini duyunca ilacı falan unuttum, hastaneye koştum. Sonra," diyerek sıkıntıyla iç çekti. "Hastanede olduğum müddetçe düşündüğüm tek şey Gülsüm teyze olduğu için..." Duraksadı ve ellerini yüzüne kapayarak başını iki yana salladı. "Ne zaman ki Gülsüm teyzenin kendine geldiğini duydum, o zaman aklım başıma geldi ve kendimi direkt eczaneye attım. Aslında bu hapların üç gün içinde alınması gerekiyormuş ve ben de son gün aldım ama gün geçtikçe hapın gebeliği engelleme olasılığı azalıyormuş. Kısacası kesin çözüm değilmiş, benimkini de engelleyememiş işte."

Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece durdum. Aklımdan geçen şeylerin haddi hesabı yoktu. O gecenin ertesi günü Asel'le böyle bir ihtimale karşılık önlem almamız gerektiğini konuşmuştuk. O da ben gittikten sonra halledeceğini söylemişti. Bir daha irdelememiştim ben de. Zaten geceyi zar zor hazmetmiştik, yeniden ilaç mevzusunu açıp onu sıkmak istememiştim.

Bakışlarımı denize dikerek bu sürpriz bebeğin hayatımızı nasıl etkileyeceğini düşünürken "Ne yapacağız?" diye sordu, Asel. Bakışlarımı ona çevirmeden başımı salladım.

"Bilmiyorum." Yutkundum. "Sen ne zaman öğrendin bunu?"

"Birlikte oluğumuz günden beri regl olmamıştım ve bu beni şüphelendirdi ama doğrusu ilacı söylenilen zamanın son gününde olsa da aldığım için bu ihtimali düşünmemeye çalıştım. Gecikebileceğimi düşünüyordum ama günler ilerledikçe içimdeki şüphe daha da büyüdü." Derince iç çekti. "Sizinkilerle buluştuğumuz akşamın ertesi günü eczaneye gidip gebelik testi aldım, pozitif çıktı. Testi alırken eczacıdan bu testlerin de yüzde yüz doğru olmadığını öğrenmiştim. Bu yüzden emin olmak için hastaneye gittim. Bu sabah da sonuçları öğrendim işte."

"Niye bana söylemedin?"

"Kesin bir şey olmadıkça seni de tedirgin etmek istemedim."

Başımı çevirip ona baktım. "Birkaç günkü yoğunluğunun sebebi buydu yani?"

Kafasını salladı. "Buydu."

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemeyerek bakışlarımı tekrar elimdeki kâğıda indirdim. Asel, hamileydi. Asel'in karnında bize ait olan bir bebek vardı. Bize ait olan bir bebek.

"Aldırmamı... İstemeyecek misin?"

Bir an yanlış duyduğumu sanarak hızla ona döndüm. "Ne?"

Bana bakmıyordu. Mavi hareleri birbirine sürttüğü ellerinin üzerindeydi.

"Ne bileyim... Çok beklenmedik oldu. Hiçbir hazırlığımız yok, evli bile değiliz. Anne baba olmak için çok genciz. Senin okulun bitmedi, benim durumumsa zaten belli... Ailem yanımda değil. Anne olmak konusunda en ufak bir fikrim yok, senin çocuk sevip sevmediğini bile bilmiyorum. Ben... Ah, Koray, ben hiçbir şey bilmiyorum."

Bir anda yüzünü ellerine gömüp hıçkırarak ağlamaya başlayınca kalbimi deşiyorlarmış gibi hissederek elimdeki kâğıdı cebime tıkıştırdım ve hızla bankta kayıp kollarımı etrafına doladım. Benim hiçbir şeyden haberim yokken o haftalardır bu endişelerle yatıp kalkıyordu. Psikolojisi mahvolmuş olmalıydı.

"Benim hatam," dedi yüzü göğsüme gömülüyken. "Özür dilerim, unutmamam gerekirdi."

"Saçmalama Asel, senin hatan falan değil. Ben ısrarcı davranmış gibi görünmek istemediğimden sormadım sana, birinde hata arıyorsak ben de senin kadar hatalıyım ama bundan sonra bunları tartışmanın hiçbir anlamı yok."

Asel'in hıçkırıkları azalırken "Ya-yani istiyor musun bu bebeği?" diye sordu. Kollarımı daha da sıkıp yanağımı başına sürttüm.

"Ben senden gelen her şeyi isterim, Asel."

Bir bebek. Küçük, yumuk yumuk elleri olan ve boyuna bakmadan altını pisletip benim temizlememi bekleyecek bir bebek... Hayal ettikçe içim bir tuhaf oluyordu.

Ağlaması kısa çaplı iç çekişlere dönene kadar ona sıkıca sarılmaya ve bir yandan da düşünmeye devam ettim.

"Asel?"

"Hım?"

"Sence kız mı olur, erkek mi?"

Başını göğsümden kaldırdı ve ıslanınca rengi daha da belli olan mavileriyle bana baktı.

"Bilmem," diyerek burnunu çekti. Ağladığı için kesik kesik çıkmıştı sesi. "Hiç düşünmedim."

Başparmaklarımla gözyaşlarını silerken "Bence kız olsun," dedim. Güler gibi oldu.

"Senceyle benceyle olacak iş mi bu Koray? Hem neden kız istiyorsun ki?"

"Bilmem," diyerek dudaklarımı büktüm. "Bence bana kız babası olmak çok yakışır. Hem babamın da kız çocuklarına zaafı var sanırım."

Kaşlarını havaya dikti. "Nereden biliyorsun?"

"Bana zaafı olmadığına göre kız çocuklarına vardır herhalde."

Asel kıkırdayarak başını salladı. Neşesi biraz olsun yerine gelmişti. Konuşacak şeyler vardı. Konuşacak çok şey vardı ama önce hazmetmemiz gerekiyordu. Öncelikle buna alıştırmalıydık kendimizi.

"Bu arada..." diyerek dudağını kemirdi Asel. "Baban ya da annen, yani ailen... Nasıl tepki verirler?"

Suratım ansızın asıldı. İşte en büyük derdimiz buydu, babam.

"Muhtemelen ağzıma edecek," diyerek başımı salladım. "Onlar beni hala acı çekiyor sanıyorlar, bense kalbimi kaptırdığım yetmezmiş gibi bir de baba oluyorum." Gözlerimi yumup bir kez daha salladım başımı.

"Babam beni kesin öldürecek."

Gelecek bölümleri düşündükçe bayağı eğlendim ben yalnız asdfghjmsdfg

Ve eveet, tahminleriniz tuttu, torun sahibi oluyorsunuz!

Yani oluyoruz djrjdkdkdk

Bu bebiş Korayların hayatını, dolayısıyla da hikâyenin gidişatını biraz etkileyecek. Bakalım neler neler olacak? 👀

Amcaları Gökay, Mert, Feza ve Kamer olan bir bebiş düşünün...

Ve bir sonraki bölüm amca olacaklarını öğrenen Gökay'ı, Mert'i, Feza'yı ve Kamer'i düşünün...

Heyecanlandınız değil mi? 😂😂

Koray'ın babası Koray'ı öldürmezse şayet birkaç bölüme güzel şeyler olacak gibi 👉🏻👈🏻 Siz neler düşünüyorsunuz, bölüm ve gelecek bölümler hakkında? Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayııın. ⭐

Oy ve yorumları unutmadık umarım 🤗🙃

Yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın, görüşmek üzeree! 💘

Bu arada yeni bölüm beklerken yeni ve tamamlanmış bir kitap okumak isteyenler profilimdeki KISA PAS adındaki kitabıma bakabilirler. 🥰

İnstagram: rabiiaosma

Twitter: reyyse

Continue Reading

You'll Also Like

852K 53.7K 25
• Watty's 2018 Longlist & Previously Featured on Wattpad • Isla hides letters in a tree which are uncovered by someone who starts responding to them.
508K 13.3K 21
Keri and Maia are complete strangers yet go to the same school. Maia is the captain of the Girls' Soccer team whereas Keri is the former Cheerleader...
5M 147K 56
*** This story is now FREE!!!*** After a traumatic breakup with her college sweetheart, Aria Davenport meets an older, more sexually experienced busi...
651K 43.1K 49
[Exciting news! This story is now 100% free!] A young sorceress, sworn to protect life at all costs, must choose whether to sacrifice her humanity or...