bad guys | taekook

Por R8AV5N

36.9K 3.5K 763

"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni... Más

J-1
T-1
J-2
T-2
J-3
T-3
J-4
T-4
J-5
T-5
J-6
T-6
J-7
T-7
J-8
T-8
J-9
T-9
J-10
T-10
J-11
T-11
J-12
T-12
J-13
T-13
J-14
T-14
J-15
T-15
J-16
T-16
J-17
T-17
J-18
T-18
J-19
T-19
J-20
T-20
J-21
T-21
J-22
T-22
J-23
T-23
J-24
T-24
J-25
T-25
J-26
T-26
J-27
T-27
J-28
T-28
J-29
T-29
J-30
T-30
JM.1
YG.1
JM.2
YG.2
JM.3
YG.3
JM.4
YG.4
J-31
T-31
J-32
T-32
J-33
T-33
J-34
T-34
J-35
T-35
J-36
T-36
J-37
T-37
J-38
T-38
J-39
T-39
q&a w/th
q&a w/jk
J-40
T-40
J-41
T-41
J-42
T-42
J-43
T-43
J-44
Final
Jeon Jungkook & Kim Taehyung

T-44

134 11 3
Por R8AV5N

*ne için çabaladığını anlayabiliyordum. ama anlamama fırsat bırakmadan seni karşımda "o" halinle buluyordum ve bana bunun bu kadar acı verici bir şey olduğunu başında söyleselerdi, çoktan bu dünyadan gitmiş olurdum gibime geliyordu. bir umudum yoktu. ama sen tarafından öyle seviliyordum ki bu çaresizliğin içinde bir kez de olsa keşke demiştim. keşke bir umudum olsaydı ve sana bunu yaşatmasaydım. kendimi düşünmüyordum çünkü neyi düşünecektim ki tam olarak? hangi birini? geride bıraktığım hayatı, sürüklendiğim o büyük çukuru ya da ne kadar acı çektiğimi mi? hayır. bu zamana kadar yaşadıklarıma acı çekmek bile denmezdi. ben seni sanki hiç tanımıyormuşçasına bu dünyadan ayrılıp da yola çıkarken seni burada bırakacak olmaktı acının kendisi. seni bununla baş etmek zorunda bırakmak. halbuki ben kendi halimde seni sevmeye devam etseydim ve sen beni hiç sevmeseydin hayat ne de kolay olurdu. şimdiyse aşıktık. biz, birbirimize aşıktık.

bazı zamanlar, durdurasım geliyordu seni. karşına geçip "jungkook, yeter. buraya kadarmış, tamam mı?" demek ve gözlerini açmak. böyle anlarda kendime fena öfkelenmiş bir hâlde oluyordum, neden bunu ona yaşatmak zorundaydım ki?

fakat sonra, gözlerimin içine beni sakın koparma kendinden dermiş gibi bakıyordun ve bütün kelimeler boğazıma diziliyordu o an. insan nasıl kopardı? beni senden koparmak isteseler tek bir fırsat bile vermezdim ellerine, anlıyordum seni. benden kopmak istemeyişini, senden kopmak istemeyişimle anlıyordum. zordu ama. sana ayak uydurmak, gözlerinin önündeki o perdeyi bazı zamanlar araladığını görmek ama asla onun arkasından çıkmak istemediğini hissetmek. korktuğunu hissettiğimde o an, bir an için ben de korkmuştum. ama senin ağlayışlarına şahit oldukça kendi korkumu unutuyordum. duyduğun korku seni bir çocuk gibi ağlatıyordu yani, baş etmeye çalıştığın şeyin beni bu kadar üzdüğünü o gün biraz daha anlamıştım. fark ettiğin gün. başka hiçbir yolumuzun olmadığını fark ettiğinde ve benim dizlerimde ağladığında, günlerdir hissettiğim bütün duygular bir an için durmuştu.

senden kopmadan önce sana doymaya çalıştığım her saniye, sonunu getiremediğim öpücükler, özlediğim o koca gülüşlerin. ama hayır. o gün durmuştu işte. çünkü ben yaşamayı bırakacaktım belki ama sen. bir sabah uyandığında bir güne daha bensiz başladığını fark edecektin. işte o gün sana bunu yaşattığım için kendime kırılmıştım tekrar, tekrar ve tekrar. sonu yok gibiydi. hayır. haha, endişe burada başlıyordu ya? sonu vardı. ben o sonda yoktum.

denize gittiğimiz gün, bana küçükken bir başına olduğundan bahsetmiştin. ben şu an bile sana kıyamıyordum ki. çocukken ne sevimliydin kesin. anlattığına göre ailen kendilerine bakmaktan seni görememişlerdi. yalnızdın. yalnız bırakıldığından bahsetmiştin ve istesem de istemesem de seni benim de yalnız bırakmak zorunda olduğumu bildiğimden mideme koca bir kaya inmişti sanki. ben senin... en büyük acın olacaktım. sana en büyük acıyı yaşatacaktım. seni mahvedeceğimi biliyordum ve öyle çaresizdim ki. üstelik, sen acı çekerken yanında bile olmayacaktım? hatta hissetmeyecektim. görmeyecektim. bunlar, bencillik değil de neydi? sen acılar içinde kıvranıyorken hiçbir şey hissetmeyecektim. ne kötüydüm. ne kötüydü her şey.

o gün, karşıma geçip bana ilk kez kızıyorken suçumu bildiğimden sesimi kesmiş sessiz sessiz seni izlemiştim. elindeki sevimli oyuncağı kaldırıp da çocuklarımız, demiştin. ben de üzülüyordum. buna sadece üzülmek denir mi? kahroluyordum. ama sanki seni terk ediyormuşum gibi kızıyordun bana. ölümün ne olduğunu hiç kimse tam olarak bilmezdi. belki de ruhumla yaşayacaktım? belki de düşündüğüm gibi hiçbir şeyi hissetmez olmak yerine gerçekten de yanında sen görmesen de bulunabilecektim. dokunamayacak, öpemeyecek ama seni görebilecektim belki. kim bilebilirdi ki? kim bunun olmayacağına dair kesin kanıtlar sürebilirdi? evet. böyle olmalıydı. ben de acı çekmeliydim. senin canın yanıyorken huzurla uyumak... ne kötü olurdu. ne ayıp. sen benim canımdın. senin için ölür, senin için yaşardım.

az önceye göre biraz daha sakindin. ağlamıyordun artık. boş boş bakıyordun sadece. yorulmuştun. gözlerin de yorulmuştu ağlamaktan. yerde oturuyordun ve her ne kadar üşütmeni istemesem de seni rahatsız etmemek için kalk diyemiyordum. altını çizmek istiyorum. bir damla gözyaşı bile dökmemiştim. buna hakkım olmadığını düşünüyordum. sesimi de çıkarmamıştım hiç. az önce tartışarak jimin ve jaehyun içeri girmiş seni, bizi o halde görünce şaşkınca yerlerinde kalmışlardı. sonra jaehyun elini omzuna koymuştu yanında çömelip. eminim ki odaya adımlarını attıkları ilk an ne olduğunu anlamışlardı. jaehyun sırtını sıvazlarken ellerimi yumuşacık tutamlarının arasından çektim ve başını dizlerimden kaldırıp jaehyun'a sarılışını izledim. onun da gözleri dolmuştu ve sıkıca sarılmıştı sana.

jimin hyung elimi tuttuğunda kaşlarımı çatarak ona dönmüş ve elimi çekmiştim. ne yapıyordu, teselli mi edecekti? hak etmiyordum bile. senin canın böyle yanarken birazcık bile iyi hissetmeyi hak etmiyordum. bacaklarımı kendime çekerek toparlanıp başımı pencereye çevirdim kollarımı bacaklarıma sararak. yerler hala bembeyazdı.

seninle ilk tanıştığımız zamanlar senin için hiçbir anlamım yokken tam bir eğlence adamıydın. kimse senin kadar gülmüyordu. en ciddi insanlarla bile dalga geçiyordun ve eğleniyordun. mutluydun işte. hayat sana güzeldi. sonra ne olmuştu? hayatına ben dahil olmuştum. aman ne güzel. ne işe yarıyordum ki tam olarak? sana hayaller kurdurtmuştum. ve sonra da hepsini yıkmıştım işte. geçmişim beni dağıttığından çok seni dağıtmıştı. hak ediyor muydun jungkook? bunları yaşamayı hak ediyor muydun cidden? az önceki görüntün aklımdan çıkmıyordu. seni öyle izlemek, korkunçtu. korkunç. bu kelimelerle anlatabileceğim bir şey değil. ya gülmezsen? ya ben öldükten sonra uzun bir süre gülmezsen o zaman ne yapacaktık? ne yapacaktım? benim güzel aşkım. gülmeyi bırakamazdın.*

-

"uyandırmak istiyorum. uyandırayım mı? ne olur?"

"elini bile sürme."

"of ya."

"yoongi. ben bu çocuğu sevmedim. keşke getirmeseydin, taehyung'u kötü etkilerler."

"hahh. biz mi kötü etkileyeceğiz? elimde büyüdü o benim."

*kafamın içinde belli belirsiz çok da anlam veremediğim sesler dolaşıyorken gözlerimi kırpıştırarak elimle seni aradım. bacağını bulduğumda yönümü senden tarafa çevirdim ve biraz daha yanaştım. yavaştan bilincim açılırken aynı anda kalbim de ağırlaşmaya başlamıştı. dudaklarım göğsüne denk geliyordu ve kokunu da alabiliyordum.*

"uyandırdın işte."

"kim ben mi? sen uyandırdın asıl."

"yoongi, onu dövebilir miyim?"

"bir katille konuşuyorsun yalnız, farkında mısın?"

"doğru söylüyor. dövmesen daha iyi."

*kaşlarım çatılırken gözlerimi açtım ve başımı kaldırıp sana baktım. yanağımın üzerindeydi zaten elin ve uyanınca da dudaklarını dudaklarıma bastırmıştın. ne ara uyumuştum? en son, pencereden dışarıyı izliyordum. bu kadar.*

"tamam. sus şimdi. iyi görünüyor muyum?"

"ne? ne diyor? salak bu."

*bu ses. bu ses... TANRIM! başımı hızla kaldırdığımda çenene çarptığım için kaşlarımı çatarak ve özür dileyerek çeneni belki on belki on beş defa öptükten sonra az önceki sese doğru döndüm. önce kalakalmış ardından gülümsemiştim.*

FELIX, JACKSON! siz nasıl... nasıl geldiniz?

*ikisi de yatağa yaklaşırken ben de yatağın ucuna kadar gittim ve ikisine de sırayla sıkıca sarıldım. kollarımı ayrıyorken felix'in gözlerini sildiğini görünce gülmüş ben silmiştim. ardından tekrar sarıldım.*

"timsah gözyaşları akıtıyor."

"aradım yoongi'ciğimi. dedim, miyav miyav. hemen anladı tabii hazırlattı özel arabalarımızı getirdi buraya kadar sağ olsun."

*gülerek gözlerimi sana çevirdim ve felix'ten uzaklaşıp kollarımı sana sardım. durgundun. şaşırmıyordum. yanağımı göğsüne yaslayıp felix'e döndüm tekrardan.*

resmimi beğendiniz mi? jungkook'un getirdiği.

"beğendik, beğendik de... nerede olduğuna inanamazsın."

*ilgiyle jackson'a baktım. nerede olabilirdi ki?*

nerede?

"felix onu leeki'ye yedirdi. mecazen değil, cidden. midesindedir şu an. üzgünüz bunun için."

*kaşlarım kalkmış şaşkınca felix'e bakmıştım.*

"tanrım. ne?"

*yoongi hyung'a baktım ve dudaklarımı büzdüm. bunlarla uğraşmalarını hiç istemiyordum. başlarını derde sokacaklardı. bu defa felix konuşmaya başladı.*

"hahah. ama hayal edin, koskoca adam resmen karşımda; hayır ühühü, hayır, taehyung'un resmini falan yemek istemiyorum diye ağladı. komikti. cidden. kimse benimle aynı fikirde değil mi?"

"kahretsin. ben."

"sen mi? sen olma."

"sana mı soracağım?"

*sanırım, jimin'le pek anlaşamamışlardı. şaşırmıyordum elbette. jimin'le bu odada anlaşabilen bir tek yoongi hyung ve ben vardık.*

sevmediniz mi birbirinizi?

"yani. esmer şekerim, asıl mesele senin niye onu sevdiğin olmalı. tanışalı 7 dakika falan oluyor, büyük bir kin duyuyorum kendisine. sahiden. nasıl başarıyorsun bunu jimin?"

"sussana. niye üzüyorsun taehyung'u? sevdik falan der insan yalandan."

"herkesi kendin gibi yalancı sandın herhalde?"

"hayır yani, 7 dakikada mı çözdün yalancı olduğumu?"

*iç çekip gözlerimi sana çevirdim. çoktan bana bakıyordun zaten. gözlerinde de o burukluğu görebiliyordum bu yüzden gülüşüm de solmuş kollarımı sıkılaştırarak biraz daha yukarı çıkmıştım. yüzlerimiz aynı hizadayken burnumu yanağına sürttüm ve öptüm. kapanan gözlerinin üzerine dudaklarımı bastırdım sıra sıra. söyleyecek hiçbir sözüm yoktu. ne demeliydim ki, zamanla hafifleyecek falan mı? daha çok kalbini kırardı bu. kapalı gözünden dudaklarımı uzaklaştırırken düşen bir damla yaşla ellerimi yüzüne çıkarıp sildim hemen. alnımı alnına yasladıktan sonra da çok çok kısık bir seste özür dilemiş sonra boynuna sarılmıştım.*

-

hayır. yapma. tamam mı? uslu dur, başına bela falan almanı istemiyorum benim yüzümden felix.

"iyi, iyi tamam. bakarız."

*duraksamış ve hafifçe gülümsemişti. leeki'ye bulaşması konusunu konuşuyordum. sadece o da değil. bu işin içinde kim varsa uzak durması gerektiğini net bir şekilde söylemiştim.*

"sen nasılsın?"

iyiyim işte.

*gözlerimi pencereye çevirdim. hava almak için yoongi hyungla dışarı çıkmıştınız. yolunu gözlüyordum ben de.*

"nasıl iyi olabilirsin ki? beni geçiştirme."

*gözlerimi ona çevirdim ve gülüp omuzlarımı silktim.*

jungkook dışında hiçbir şey umrumda değil.

"zor zamanlar geçirecek."

*gözlerimi ellerime çevirdim ve yanaklarımı şişirip oflayarak verdim nefesimi.*

"ama iyileşecek. merak etme tamam mı?"

iyileşir değil mi?

"tabii ki! o düşündüğünden de güçlü."

değil mi? doğru. doğru. iyileşecek.

*ileriye uzanıp kollarımı gevşekçe felix'in etrafına sarıp geri çekildim.*

siz nasılsınız?

"iyiyiz gayet. jackson bana o kadar düşkün ki hatta bu ara ağlayacağım. geçen, çıktıktan sonra evlenelim falan dedi biliyor musun? haha. seni de şahidim yapacağım."

*o sırada ne dediğini fark etmiş dudaklarını birbirine bastırmıştı hızla. açıklama yapmak için dudaklarını araladığında hafifçe gülümseyip başımı gerek olmadığını göstermek için iki yana salladım. o da üzgünce gülümsemişti. elimi perdeye götürüp yeniden araladım ve pencereye umutsuz bir bakış daha attım. böyle sıkıştırdığıma bakmayın. gideli beş dakika bile olmamıştı.

ben pencereden dışarıya bakıyorken ama kapı açıldığında elindeki pastayla ve yanında yoongi hyungla seni görünce içten bir şekilde gülümsedim. üzgün olduğunu bildiğimden üzerine titriyordum. bir de artık dün gerçekleri kabul ettiğin için daha rahattım.*

jungkook.

*ayağa kalkıp gülümseyerek sana doğru iki adım attım. iki adım attım ve sonra, önce gülüşüm yüzümden silindi. sonra kalbimin atış ritmini tüm vücudumda hissettim. hızlıydı. sonra... sonra, bir soğukluk hissettim. yanağımda. beton? evet. düpedüz düşmüştüm. kulaklarımda yoğun bir basınç hissediyordum. bağrışmalar yarım yamalak ancak boğuk bir biçimde ulaşıyordu. ismimi birçok farklı ağızdan duymuştum. hareket edemiyor ya da sesimi çıkaramıyordum. yalnızca kulaklarımda değil vücudumun tamamında yoğun bir basınç hakimdi. sanki, sanki beynim çalkalanıyordu. gözlerim çok ağır hareketlerle kapanıp açılıyordu. kısa bir süre sonra yatağa alınmıştım sanırım. o yumuşaklığı seçebiliyordum. ve kalabalığı. ama yüzleri tam değil. biri eliyle gözümü açıp ışık tuttuğunda çok az rahatsız hissettim. ama sanki yokmuşum gibiydi? hiçbir şey bilmiyormuşum gibi. bildiğim her şeyi unutmuşum gibi.

sonra o ana gittim.

kırmızı bir kaydırak, yanında bir tane de mavi. iki salıncak. birisi sağlam değil. çocuk parklarında bulunan şu küçük dönme dolaplardan bir de. yerler yeşil ama yapay. pamuk şeker satan adam üçüncü defa teğet geçiyor. ve işte. ben de oradayım.

banklarında birinde oturmuş gözlerimi kırpmadan çocukları izliyorum. bir kadın, annemi soruyor, cevap vermiyorum. o günü hatırlıyorum. sekiz yaşındaydım ve parka gitmiştim kendi kendime, garip miydi? sonra zaman hızlı akmaya başladı. büyüklerden birkaçının parmağının beni işaret ettiğini fark edebiliyordum. zaten, her zaman dikkatli biri olmuştum.*

"taehyung. duyuyor musun? taehyung, bizimle kal."

*sonra. herkes tek tek çocuğunu alıp kaçarcasına parktan çıkıyorlar. çocukların gitmemek için ağlayışları hala kulaklarımda. benden korkmuşlardı. o yaşıma rağmen, bunu fark etmek zor değildi.*

"hadi. hadii, yapabilirsin."

*etrafımda ne olup bitiyor tam olarak farkında değildim. birileri bana ulaşmaya çalışıyordu. neden? ne olduğunu anlayamıyorum.

sonra vücudumun her bir parçasını sanki patlamaya hazırlanıyormuş gibi, dışa doğru baskısının tam tersi yönünde dudaklarımın üzerinde dıştan bir baskı hissettim. sonra fısıldayışlarını duydum. hem de net bir şekilde? lütfen, beni bırakma. bu kelimeleri tam olarak seçmiştim. seni biliyordum. kendimi de biliyordum. benim aşkım. benim aşkıma dönmem gerekiyordu.

kendimi hissetmeye çalıştım. zorlanıyordum. aynı anda onlarca anımın içine düşmüşüm gibi bir karmaşıklık vardı. sesler. içerideki ve dışarıdaki bütün sesler birbirine karışmıştı ve kaybolduğumu hissediyordum. seni arıyordum. ama bulamadığım her saniye anılarım içinde daha da kaybolduğumu hissediyordum. jungkook. benim aşkım. yapamıyorum. nasıl yapacağımı bilmiyorum. duymuşsun gibi ve sanki yapabilirsin dermişsin gibi sıkıca elimi tuttuğunu hissettim.

nefes.

bu emri beynime nasıl göndermiştim bilmiyorum ama derin bir nefes almıştım ve anılar da, sesler de kesilmişti. sonra elimi oynatmayı denedim. elini sıktım hafifçe. senin sesini seçebiliyordum. heyecanla bunun haberini verdiğini de duymuştum. sonra dudaklarıma, daha çok boynuma aldığım öpücüklerin ardından gözlerimi kısıkça araladım. çok yorgun hissediyordum. yaşlardan ıpıslaktı yüzün. sarılmak istemiştim ama o kadar güçsüz hissediyordum ki. yalnızca gözlerine bakmakla yetiniyordum. gözlerimi üst üste birkaç defa kırptıktan sonra dünya daha net bir hal almaya başlamıştı.*

"yormamaya çalışın. geçmiş olsun."

*hala ağlıyordun. gelmiştim, niye devam ediyordun ki? elimin üzerini defalarca öpüp yanağına koyuyordun sonra. hafifçe kaşlarımı çattım ve kuru dudaklarımı ıslattım.*

geç... -ti. geçti.

*başım feci ağrıyordu. gözlerimi açık tutmakta zorlanacağım kadar feci. yutkunup aralık gözlerimi odadaki diğer kişilerde gezdirdim. hepsi de ağlıyordu. yine gözlerimi sana çevirdim ve dudaklarımı öpmen için büzdüm hafifçe. aslında ihtiyacım olan biraz suydu ve sen dudaklarıma dudaklarını bastırdıktan hemen sonra gözlerimle su aramıştım. dolabın üstündeki suya baktığımı fark eden jaehyun hemen alıp yanıma gelmişti ve doğrulmama yardım etmiştin sen de. küçük yudumlarla bana içirdikten sonra başımı sabit tutmak zor olduğunda yakınımdaki omzuna doğru bıraktım. hala ellerin titriyordu. kendine gelmiş sayılmazdın. uyumak istiyordum. gözlerimi kapattım sen saçlarımı öpüyorken.*

uyumak istiyorum.

*sen de bana destek olurken yeniden yatma pozisyonuma geçmiş seni beklemeye başlamıştım. yoongi hyung, çıkacaklarını söylemiş bir şey olursa senden seslenmeni istemişlerdi. yanıma yavaşça uzandığında baygın bakışlarımla seni takip ediyordum. bacaklarımı biraz kendime yaklaştırdım ve gözlerimi kapattım. çok geçmeden açamadığım gözlerim de direnmeyi bırakmıştı.*

-

*uyanalı bir saat oluyordu. daha iyiydim ama hala halsiz hissediyordum. az önce çorbamı kendim içebileceğimi söylemiştim ama itiraz etmiştin. yine herkes başımdaydı. jimin bile sessizdi. kaseden ve sen kaşığı dudaklarıma götürdükçe çıkan yutkunma seslerimden başka hiçbir ses yoktu. kasenin yarısına geldiğimizde daha fazla içmek istemediğimi söylemiştim. sen de diretmemiştin zaten. bardağımdaki suyu dudaklarıma yanaştırdığında bir yudum aldım ve gözlerimi ağırca kapatıp açtım sen tepsiyi kenara bırakırken.*

"sarılabilir miyim?"

*felix'in dolu gözlerine baktım ve kollarımı açtım. bir kolumda serum takılıydı. hızlıca kollarım arasına girmiş sıkıca sarılmış sonra ayrılmıştı. ellerinin tersiyle gözlerini silerek jackson'a gitmiş alnını onun göğsüne yaslamıştı. hafifçe dudaklarımı büzdüm. o sırada jimin ile de göz göze gelmiştik. hafifçe gülümseyip ona da kollarımı açtım. tekerlekli sandalyesini yanaştırdıktan sonra sarılmıştı o da. titreyerek içine çektiği nefesi duymuştum. elimle hafifçe saçlarını okşadım o yüzden. jaehyun da yanaşmış eğilip saçlarıma çok küçük bir öpücük bırakmıştı. hafifçe gülümsedim ona da. yoongi hyung ve jackson'la da göz göze gelmiş onlara da bakışlarımla karşılığını vermiştim. jimin geri çekilip yanağımı okşamıştı dudaklarını birbirine bastırarak. sonra da yoongi hyung'un yanına dönmüştü zaten. gözlerimi pencereye çevirdim ve oturuyorken gözlerimi kapattım yavaşça.*

keşke sevgilim beni öpse.

"jungkook sana diyor."

"sağ ol felix. biz de bana diyor sanmıştık."

*hafifçe güldüm ama gülüşüm üzerine kapanan dudaklarla yarım kalmıştı. pencereden gözlerimi çekip sana doğru döndüm ve kollarımı da boynuna sardım. uzun sürdürememiştim. nefes alırken biraz rahatsız hissediyordum hala. kollarımı boynunda sıkılaştırıp iç çektikten sonra arkama yaslandım ve başını da kucağıma çektim. duygusal olarak öyle yorgun görünüyordun ki. reddetmeden başını bacaklarımın üzerine koymuş kollarını da sarmıştın. ben de elimi saçlarının üzerine bıraktım ve yanağınla saçını okşamaya başladım.*

pastam? hani pastam?

*odaya gözlerimi çevirir çevirmez yerdeki pastayı gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırmıştım. düşürmüştün sanırım.*

"ben alıp geleyim."

*dalgın bir şekilde bize bakan jaehyun'a döndüm ve hafifçe başımı salladım.*

-

*ertesi sabah erkenden uyandığımda yanıbaşımda senin de uyanık olduğunu görünce tekrar uyumak istememiştim. yanağını okşamış sonra biraz doğrularak dudaklarımı bastırıp gülümsemiştim.*

günaydın.

*benimle artık o kadar konuşmuyordun. sadece bazen gülümsüyordun. oysa çok özlemiştim ben seni. ama zorlamayacaktım. atlattığın, atlattığımız şey, yaralayıcıydı. biliyorum. o yüzden normalden de çok daha fazla ilgi göstermeye çalışıyordum. bu düşüncemden sonra öptüğüm yeri tekrar öptüm. tekrar, sonra tekrar, tekrar, tekrar. sen gülene kadar öpeceğime dair söz vermiştim kendime. ve bilin bakalım, kim başarılı olmuştu? ben! dişlerini göstererek güldüğünde gülümseyip hafifçe sarıldım ve geri çekildim.

içim sıkılıyordu. bir süre sonra resim çizmeye karar vermiştim bu yüzden. resim defterimi ve keçeli kalemlerimi çekmeceden çıkardım. yatakta ters bir şekilde uzanarak tavanı izliyordun. en uygun yeri seçip başının biraz ilerisine defterimi ve kalemlerimi bıraktıktan sonra üzerine gelip karnım yüzüne gelecek şekilde bedenimi de bıraktım ve güldüm. tamam, amacım seni nefessiz bırakmak değildi. bu yüzden birazcık yüzünü açmış, yüzüne rastgele dudaklarımı bastırmış ve resim defterimin kaldığım sayfasını açmıştım. çenemi elime yasladım ve başımı kaldırıp karşımdaki duvarda asılı duran senin yılbaşında çizdiğin resmi taklit etmeye başladım. boyalarım yoktu. boyalarla da yapmaya çalışmıştım zaten daha önceden. aslında belki 15. seferim bile olabilirdi. ama hoşuma gidiyordu. başlamadan önce yanımdaki kumandadan televizyonu açtım ve güzel müziklerin çıktığı bir kanalda durup sesini de kıstım iyice.

tamam, boyalarla çizilmiş bir resmi keçeli kalemlerle taklit etmek düşündüğümden de zordu. sürekli başımı kaldırıp resmini kontrol ederek benzerini defterime geçirmeye çalışıyordum. sen de kollarını bana sarmış ara ara göğsümden ya da karnımdan öpüyordun. bir saatin sonunda bitmeye yakın son dokunuşlarımı yapıyorken korkunç bir şey olmuştu. nasıl olduğunu bile fark etmediğim bir şekilde bir kalem resmin, birbirine aşık iki kişinin durduğu yerde tam da boyasını akıtmıştı. hemen kalemi ittim büyüttüğüm gözlerimle korkuyla resme baktım. ikisinin tam üzerinde mor bir daire oluşmuştu. dudaklarımı büzüp burnumu çektim ve dolan gözlerimi sildim. hemen anlamış biraz da telaşlanarak altımdan çıkıvermiştin. tetikteydin zaten hep. ne olduğunu endişeyle sorarken resmimi işaret ettim ve bir gözümü sildim tekrar.*

mahvettim.

*sorunun yalnızca bu olduğunu görünce ufak bir rahatlama hissettiğini de görmüştüm. rahat bir nefes verip beni kollarının arasına çekmiştin ve ben de sarılmıştım sana. biraz toparlandıktan sonra daha dik durdum ve hafifçe geri çekildim.*

jungkook. seninle konuşmak istediğim bir şey var.

-

geçirdiğim bilincini birkaç dakikalık kaybetme anının üzerinden altı, seokjin hyung'un en fazla bir ay ömrümün kaldığını söylediği günün üzerinden ise 24 gün geçmişti. bugün karlar erimeye başlamıştı. canım ona sıkkındı biraz. hastanenin bahçesine baktığımda sık çam ağaçlarının üzerindeki canlı beyaz karları izlemeyi seviyordum. birkaç farklı yerde kardan adam oluyordu hep. çok çocuk olurdu çünkü burada. bir de tüm bu insanlara o güzel beyaz saflığın, huzur getirdiğine inanıyordum. ben de buna dahildim.

beni izlediğini görebiliyordum. camdan yansıyordu çünkü. rahatsız olmaman için fark etmemiş gibi yaparak dışarıyı izlemeye devam ettim elimdeki kahveden bir yudum alıp. aslında, kahve pek sevmiyordum. her türlüsünü denemiştim. fazla koyu, fazla açık, orta, çikolatalı ve değişik aromalı bir sürüsünü. senin favorin sade ve koyu olanlardı. yarısına geldiğim bardağı eline verdim yüzümü buruşturarak. yüzümü buruşturmamın nedeni kahvenin tadına karışan tarçındı. doktor seokjin karın ağrılarıma iyi geleceğini söylemiş ve bunu tavsiye etmişti. kötüydü ama. bir yudum tadına bakmıştın sen de ve kaşlarını çatmıştın. aydınlık bir gülüş yerleşti yüzüme.*

çok kötü değil mi?

*bardağı kenara bırakıp beni onaylamıştın. sana yanaştım ve göğsüne sokulup gözlerimi kapattım. günlerimiz sakin geçiyordu. durmadan, durmadan öpücüklerine maruz kalıyordum. şikayetçi değildim. uyanıkken öpüyordun, uyurken öpüyordun. yemek yerken, resim çizerken ya da herhangi bir şey yaparken. bazen geceleri ben uyurken sarılarak ağladığını duyuyordum ve rahat rahat ağlayabilmen için kalbim her ne kadar kırılsa da sesimi çıkarmadan bekliyordum. sen sakinleştiğinde yeni uyanmış gibi yapıyor ve sana sarılıp saçlarını okşuyordum. belki sen de bunu fark ediyordun ama belli etmiyordun, bilmiyorum. bunları konuşmuyorduk.

oturan bedeninin göğsüne kıvrılmışken elimi elinin üzerine götürdüm. avcuna dudaklarımı bastırdıktan sonra da yanağımı yaslamıştım.*

yağmur yağacak.

*kara bulutlara baktım. sonra kaşlarımı çatıp başımı kaldırdım ve dudaklarımı öpmen için uzattım. elin yanağımı bulurken uzunca dudaklarımı öpmüştün. gülümsedim sen geri çekildiğinde ve yerimde hareketlendim.*

tekrar!

*sen de hafifçe gülmüş yeniden öpmüştün. sonra tekrar istemiştim ve sen de tekrar öpmüştün. bu gülüşlerimizle defalarca tekrarlanmıştı. o anda gerçekten de yüksek gürültülü çıkan şimşek sesiyle durmuştuk. sonra birden sağanak yağmur bastırmıştı. gözlerimi ağırca kapatıp açtım. yaklaştığımızı biliyordum. belki de gördüğüm son yağmurdu? sana döndüm.*

dışarı çıkalım mı?

*bana bakmıştın bir süre ve sonra tekrardan dışarıya. ben de seni izliyordum o süre zarfında. sonra beni onaylayıp başını salladığında keyifle gülümsedim. dünyanın en iyi sevgilisiydin. kollarımı sana sıkıca sarıp yanağını da uzunca öptüm.*

-

*üstüm, başım, saçlarım her yerim sırılsıklamdı. ama bir görseniz, ne kadar mutluydum. kahkahalarımı her birkaç saniyede bir duymanız çok muhtemeldi. en azından benimle birlikte gülen sevgilim, bunu duyabiliyordu. her şeyden arınmış gibiydim. akşam saat onu geçiyor olmalıydı saat. çok hızlı yağıyordu yağmur. daha önce bedenimin deniz suyuna karıştığı olmamıştı bu yüzden yağmura bayılıyordum. denizi bana getiriyordu. bir de, kahkahalarımın arkasında garip bir şekilde engelleyemediğim yaşlarım vardı. tamam. biliyorum. çok fazla ağlıyordum. ama bu hissin güzelliğini nasıl anlatabilirim ki? yağmur yaşlarımı gizliyorken rahattım. belki sen de gülüyorken gözlerinden yaşlar akıyordu. bilmiyordum. biriken su damlalarına zıplayıp birbirimize sıçratıyorken, oldukça keyifli ve komikti. bir de ritimli olarak sallanıyorduk bazen. arada beni etrafımda döndürüyordun ve başımı geriye attığımda... hafiftim. yüzüme, gözlerime düşen damlalar öyle iyi hissettiriyordu ki. başımı geride tutmaktan başım döndüğünde doğruldum gülerek. beni kaldırmak gibi bir hata yapmıştın sonrasında. sen beni kaldırdığında kollarımı iki yana açmış bağırmıştım içimden geldiğince ve sonra gülüşlerimiz arasında beni döndürüyorken resmen, yere düşmüştük. hala bir miktar suyla karışık kar olduğundan sert bir iniş yapmamıştın ama yine de endişelenmiştim. ben zaten üzerine düşmüştüm. yine de kızmıştım. kızmaz mıydım hiç? ama öperek yumuşatmıştın. sonra konuyu ıslakken çekici olmama getirdiğinde göğsünden iterek ayağa kalktım gülerek. sen de hiçbir çekincen olmadan kendini yere bırakmıştın. kendimce dans ettim. siz görseniz buna anlamsız birkaç hareket derdiniz. yine de müthiş özgüvenli hissediyordum. sanki pencereye çıkan herkes ölmek üzere olan bu gencin son dansını göremezmiş gibi.

belki iki belki üç saat geçmişti. insan gülmekten yorulur muydu? ben yorulmuştum. ve güzel hissediyordum. gizli gizli tekrar odamıza dönmemiz her şeyden daha komikti. cidden sırılsıklamdık çünkü ve fark edilmiyor olmamız imkansızdı. yerleri de pisletmiştik hep. felix ve jackson'dan rica edersem çalışandan özür diler hatta belki yardım bile ederlerdi.

odaya girdiğimizde birbirimize bakıp tekrar gülmüştük. kapıda dudaklarıma aldığım birkaç öpücükten sonra hastanedeki dolaba yönelmiştik. ben de açıkçası örtünün ıslanmasını pek önemsemeden yatağa oturmuştum. sen ikimize de kıyafet arıyorken hissettiğim tuhaf hisle elimi karnıma götürdüm. yüzüm buruşmuş kaşlarım da çatılmıştı. hayır. hayır, hayır, hayır. şimdi olmaz. şimdi değil? kalın hiç kıyafetim kalmadığını bu yüzden kendininkilerden vereceğini söylemiştin. tüm vücudumda hissettiğim ikinci bir basınçla nefesim kesilmiş gözlerimi açık tutmaya çalışmıştım. ama kararıyordu. gözlerimi, kapatmıyordum. ama görüş alanım kararıyordu. yüzümü buruşturdum. elinde kaldırdığın kazağa attığın bakışı seçebilmiştim. yüzünde kendi kendine oluşan gülüş hissettiğim o yoğun üçüncü baskıdan önce gördüğüm son şeydi. o an ölüyor olduğuma emin olmuştum. ve bunun arkan dönükken gerçekleştiği için tanrıya teşekkür ettim.

bir de, hani derler ya, jungkook. 7 saniyede insanın hayatı gözlerinin önünden geçermiş. benimkinin tek saniyesi bile seni es geçmemişti.

-

altı gün önce salı, sabah 09.24

jungkook. seninle konuşmak istediğim bir şey var.

*aynı ciddiyetle sen de bana baktığında gözlerim yine pencereye kaymıştı. hala karlar erimemişti ve bu durum beni mutlu ediyordu. muazzam görünüyordu çünkü. derin bir nefes aldım ve yeniden gözlerimi sana çevirdim.*

ben öldükten sonrasıyla ilgili.

*alayla gülmüş ve gözlerini benden çekip başka bir yere bakmıştın. gözlerin dolmuştu bile hatta. kaşlarımı çatıp elimi yanağına götürdüm ve bana bakmanı sağladım yeniden.*

seni kırmak istemiyorum ama lütfen izin ver konuşayım.

*onay vermemiştin ama itiraz da etmemiştin. gözlerime bakıyordun. elimi yanağından çektim ve derin bir nefes aldım. zordu.*

ilk görevimizden döndüğümüzde, o yemek masasında ilgimi çok güzel bir şey çekmişti.

*hafifçe güldüm ve baş parmağımı dudağının kenarına götürerek okşadım. içten gülüyordum sahiden de şu an.*

evet, jungkook. gülüşün.

*o anlar yeniden zihnimde canlandığında kendimi garip hissetmiştim. felix'le birbirinize laf atıyorken neşeliydin, içiyordun ve gülüyordun. hem de öyle güzel gülüyordun ki... her şeyden daha güzel. dudaklarımı birbirine bastırarak elimi uzaklaştırdım ve ağlamamak için tavana çevirdim gözlerimi. karşında öleceğim için ağlamak istemiyordum. ama yeniden gözlerine döndüğümde yeniden yaşlar göz yataklarımı doldurmaya başlamıştı. bu ne pis bir şeydi böyle cidden?*

giderken onu da yanımda götürmek istemiyorum. jungkook. seni ne kadar sevdiğimi bilmiyorsun. ama ben senin ne kadar güçlü olduğunu biliyorum. nolur, lütfen. izin ver gülüşünde yaşayayım. sen gülmezsen her şey çok kötü olur. söz ver bana, hadi. mutlu olmak için, içten gülebilmek için elinden geleni yapacağına dair, söz ver. benim için gülüşüne çok iyi bakman gerek. benim için. benim için, tamam mı?

Seguir leyendo

También te gustarán

15.2K 1.1K 20
Jungkook.97 senin pipini keserim Kim aptal Alfa thv seni öldüreceğim Jeon aptal Omega Omega Jungkook Alfa Taehyung Yaralarla dolu iki gencin birbi...
139K 11.8K 44
Pempelere bürünmüş olan kim Taehyung'un sırasına başka bir oturmuştu ve kalkmamakta kararlıydı. Hello kitty #1 21/04/2023 Uketae #2 23/04/2023 Semek...
91.9K 5.8K 32
Minik meleğim seni bir daha görebilecek miyim? Sen öldürmem gerekiyordu. Ama yapamadım.. Şimdi ise bir ölümlüyüm... Sadece biraz farklıyım... Sana ge...