mon amour.

3.6K 226 79
                                    

"Önemli birkaç yazar olacak. Ve fransız edebiyatı üzerine araştırmalar yapan birçok kişi... Kesinlikle orada olmalısın, Maisie." demişti, Noah. Bugün bahçelerinde büyük bir parti düzenleyecekler, şehir dışından gelen misafirlerini ağırlayacaklardı. Benim de orada olmamı istemişti çünkü okuduğum bölüm hakkında hala zayıf olduğumu ona bir sohbetimizde söylemiştim.

Çıkmadan önce son kez aynadaki görüntüme baktım. Üzerime geçen sene en sevdiğim yazarın imza gününe giderken giymek için aldığım düz, siyah, sıfır kolları kalın kadife olan elbiseyi giymiştim. Ayağımda ise annemin her zaman bana üzerinde yürümeyi öğretmek adına çok uğraştığı tabanları kırmızı olan siyah stilettolarım vardı ve eğer bunlarla düşmeden o bahçeye gidebilecek olursam, kendimi tebrik edecektim.

"Bana şans dile." Agusto'a mesaj attıktan sonra, arkabahçeme açılan kapıdan çıktım. Henüz hava yeni yeni kararmaya başlamıştı ancak yine de toplanan birkaç insanı rahatlıkla görebiliyordum. Kalabalığı uzaktan bir süre taramaya karar verdiğimde gözlerim Jake'in mavilerini bulmuştu. Yüzünde şaşkınlık yoktu. Arkadaşı Noah ona geleceğimi söylemiş olmalıydı fakat gözlerinde dolaşan bu ifade şaşkınlık değilse, ne oluyordu ?

İlk defa kullanacağım diğer bahçeye açılan kapıya gitmeden önce yutkundum. Kalbimin atışını bu sefer net bir şekilde duyamıyordum. Ancak ayakkabının içinde sıkışan parmaklarımın dahi titrediğine yemin edebilirdim.

"Ah ! Size bahsettiğim o güzellik !" Noah elinde duran şarap bardağını masanın üzerine bırakırken söyledi. Konuştuğu yaşlı iki adamın yanından ayrılarak bana doğru yönelmiş, kısa bir eğilmeyle birlikte soğuk ellerime öpücüğünü kondurmuştu.

"Merhaba, Maisie." Yaşlı olan adamlardan en sert gözükeni elini uzattığında, çekinerek ellerimizi birleştirdim. Böyle ortamları pek sevmiyordum. Annem böyle ortamlar için her zaman 'tuzak' kavramını kullanırdı. Öyleydi de. Bu insanların hepsi yardım etmek adı altında çıkar gözetiyor ve gecenin sonunda istediklerini elde etmeden gitmiyorlardı.

Bu adam da muhtelemen gitmeyecekti.

"Merhaba efendim."

"Bana sadece John de. Böyle kalıpları sevmiyorum." Eh, tabiiki sevmiyorsundur.

"Merhaba sadece John." Etrafta bulunan birçok insan esprime güldüğünde, Jake'in bize doğru yaklaştığını fark ettim.

"Hoş geldin, John. Maisie ile tanıştın mı ? Mükemmel bir fransız edebiyatı öğrencisi."

Ne yapmaya çalışıyordu böyle ?

John'a olan yumuşak bakışlarımı ona doğru çevirdim. Ne kadar sinirlendiğimi görmesini istiyordum ama o beyaz gömleğinin kollarını sıyırırken hala mükemmel olan fransızcamdan bahsedip duruyordu. Tabi ya, benim evimde kaldığı gece kitaplarımı karıştırmış ve fransızca çalışırken kullandığım defterimin arasındaki notları görmüştü. Bu onun, 'aslında ne kadar iyi fransızca bildiğini öğrendim' demesinin farklı bir yoluydu.

Zorla gülümsedim. "Evet, fransızcam iyi. İlk zamanlarda çok zorlanıyordum ama inanır mısınız ? Jake mükemmel bir öğretmen."

Konuşma sırası onlara geçtiğinde, çok sıkılmıştım. Zaten buraya ne için geldiğimi bilmiyordum ve gitmek için bir bahane bulmazsam can sıkıntısından ölecektim.
Ayrıca, Jake'in her seferinde beni bulan bakışları üzerimde garip bir etki bırakıyordu. Evimde kaldığı gece de aynı şeyleri yaşamıştık ve ben anlam yüklememek adına kendimi dizginlemiştim. Fakat şimdi orada, öyle çekici dururken tek yaptığım onun özenle yaptığı her hareketi izlemekten öteye geçemiyordu.

"Ah," midemi tuttum. "Noah, sanırım ben gitsem iyi olacak. İçkiyi biraz fazla kaçırmış olmalıyım." Cevap dahi vermesini beklemeden az önce geldiğim kapıya yöneldim, topuklu ayakkabılarımı elime aldıktan sonra hızlı hareketlerle kendi bahçeme girdim ve koşmaya başladım.

Bir daha onunla karşılaşmamak için elimden geleni yapmalıydım.

••••

Gece saat on ikiyi gösteriyordu. Uzun camdan gördüğüm kadarıyla kalabalık dağılmaya başlamıştı ve sarhoşlar bir o yana bir bu yana sendelerken Noah tek başına onlara yardım etmeye çalışıyordu.

Ben ise kendimi eve attığım andan itibaren garip bir mide bulantısıyla uğraşıyordum. Sanırım bu yalan söylememin bedeliydi. Ne zaman yalan söyleyecek olsam, söylediğim şey başıma gelir ve ben bir daha yalan söylememek için kendi kendime yemin ederdim. Ancak işte sonuç ortadaydı. Pek güvenilir bir tip değildim.

Misafirlerin kulak delici sesleri kesildiğinde, kendimi uykuya teslim etmek adına gözlerimi sıkı sıkı yumdum, kollarımı karnıma sardım ve saten örtünün bedenimi örtmesine izin verdim.
Fakat dakikalar sonra çalan kapım beni huzurlu uykumdan alıkoymaya yetmişti.

Yanımda duran telefonu alarak kapının sesini bastırması için bir şarkı açtım.
Kapının sesi, müziği bastırmak istercesine daha da yükseldi.
O yüzden yerde duran pamuklu terliklerimi bir çırpıda ayağıma geçirdim, dönen başıma aldırmadan tırabzanlara tutunarak yavaşça aşağı indim ve kapının arkasındaki sabırsız kişiye görmek için kapıyı açtım.

Jake, sağ kolunu kapımın yanına yaslamış, havada duran eliyle bana bakıyordu.
O an, çıplakmışım gibi hissettim. Küçükken annemin beni yıkayacağı zamanlar çok utanır, vücudumu gizlemek isterdim. Şu an çıplak değildim belki ama o eski çekingenliği iliklerime kadar hissediyordum. Onun verdiği his aslında o kadar uzak ama bir o kadar da yakındı ki...

Ben düşüncelere dalmışken havada duran elini anlam veremediğim bir şekilde alnıma dayadı. "Senin ateşin var." dedi. Mavi gözlerinde kısa süreliğine alevlenen bir ateş gördüğüme yemin edebilirdim.

Benim bir şey dememe fırsat vermeden ayaklarımı yerden kesti. Bunu alışkanlık haline getirmesini istemiyordum. Diğer yandan da, onun kucağında bir tüy misali hafif hissetmek bana anlamlandıramadığım bir mutluluk veriyordu.
Evet, aramızda dokuz yaş vardı. Benim önceden hiç tatmadığım onlarca duyguyu o çok iyi biliyor olmalıydı. O yüzden bana ders vermesini istemiştim.

Onun bana karşı olan bakışlarını anlamdırabilmek için.

"Sana bir bitki çayı hazırlarım," beni koltuğa bıraktıktan sonra mutfak dolabına yöneldi.
Sırtı her hareket edişinde beyaz gömleğinin altında daha fazla geriliyordu. Bir tablo gibiydi.

"Gerek yok, Jake. Sadece biraz fazla içmiş olmalıyım."

"Noah'a bunun için sonra kızacağım. Neden seni çağ-" sözünü kesmiştim. Çünkü hemen arkasında duruyorken bir anda bana doğru dönmüştü ve artık yüzlerimiz neredeyse eşit sayılırdı. Sıcak nefesini, mavi gözlerini ve yüzündeki onlarca güzel detayı o kadar yakından görmek zaten yorgunluktan çırpınan kalbime hiç iyi gelmiyordu.

"Jake," dedim, bitkin bir şekilde.

O an sanki anlamış gibi beni kafamdan nazikçe kendine doğru çekerek, vücutlarımızı birleştirdi. Artık başım onun göğsündeydi. Odunsu kokusunu içime çekerken gözlerimi kapattım ve onun saçlarımı okşamasına izin verdim.

"Küçüğüm."

staytonight. ||gyllenhaal. Where stories live. Discover now