paris.

4.7K 258 131
                                    

Yağmurdan ıslanan botlarıma baktım. Geçen sene onları ilk maaşımla aldığımda, birkaç sene rahatlıkla kullanabileceğimi düşünmüştüm. Ancak hızla yağmaya devam eden yağmurun altında adeta patlayan plastik bir bot misali su sızdırıyorlardı ve Ida biraz daha geç gelecek olursa, burada hipotermiden ölecektim.

Son bir umutla, şarjı az önce biten telefonumun ekranını açmaya çalıştım. Bugün Cecelia'nın düzenlediği bir parti yüzünden eve gecenin köründe gelmek zorunda kalmıştım fakat içtiğim birkaç bardak biranın verdiği sarhoşluk nedeniyle çantamı orada unuttuğumu fark edememiştim. November Town'da erkenden biten otobüs seferleri nedeniyle geri dönmemin imkansız olduğunu bildiğim için Ida'dan arabasıyla bırakmasını rica etmiştim.

Ancak iki saattir ıssız sokaktan hiçkimse geçmemişti.

Islanmaktan bir hal olan çantamı başıma siper ederek, belkide bu gece yapacağım en büyük hatalardan birini yapmak adına çitlerden atladım, o muhteşem evin bahçesine girdim ve daha fazla ıslanmamak adına kapıyı çaldım. Bu çalışla birlikte sanki birileride benim kalbimi yoklamıştı fakat kesilen nefesim dahi beni durduramayacaktı.
Kısa bir bekleyişten sonra, kapının arkasında duran siyah silüet kapıyı yavaşça araladı, onu görmem adına antireyi aydınlatan ışığın düğmesine bastı. Mavi gözleri şimdi tamamen benim bedenimin üzerindeydi.

Soluklandım. "Anahtarlarımı arkadaşımın evinde unutmuşum ve bu yüzden dışarıda kaldım. Balkondan girmeye çalıştım ama eve girince ötmeye başlayan bir alarm sistemi var. Bu saatte polislerle uğraşmak istemedim."
İşte bu kadardı. Ne diye kasılmıştım ki böyle ?

Hiçbir şey söylemeden, kapıyı arkasına kadar açık bırakarak içeri geçmişti. Heyecandan titreyen bacaklarımı içeriye soktuğumda, aslında bu heyecanın neden kaynaklandığını çok iyi biliyordum. Çünkü az sonra, yıllardır hayranlıkla baktığım o muhteşem evin içini görecektim.

Islanan botlarımı ve çoraplarımı söylenerek antirede duran ayakkabılığın üzerine gelişi güzel bıraktım. Ardından, alttan ısıtmalı olduğunu düşündüğüm sıcak parkelerin üzerine büyük bir keyifle basarak kendimi sıcaklığın yayıldığı salona sürükledim ve tam da düşündüğüm gibi kendimi muhteşem bir dekorun içinde buldum. Şöminenin dibine yerleştirilen iki küçük koltuk kahverengi deriyle kaplanmıştı. Koltukların arkasında duran kahve masası yeni cilalanmışcasına parlıyordu ve yemek masasına uygun olması için yeniden tasarlandığı belliydi. Hemen bitişiğindeki yemek masasının üstüne ise irili ufaklı mumlar yerleştirilmiş, salona göre daha küçük kalan avize tamamen etkisiz kalmıştı. Ev o kadar sıcaktı ki, kendimi koşup şöminenin önüne atmamak için tutmam gerekmişti.

"Seni rahatsız etmedim umarım. Arkadaşın yok mu ?" Söyledikten sonra, gazeteci adamı aramak için birkaç kere etrafıma bakındım ama yalnız olduğumuzu fark etmem uzun sürmedi.
O ise, cevap vermek yerine uzun L koltuğun başında duran siyah battaniyeyi bana vermiş, omzumdan yavaşça iterek beni şömineye doğru yönlendirmişti. Elinin değdiği yerde hissettiğim sıcaklığı kafamdan atmaya çalışarak deri koltuklardan birine yayıldım ve siyah battaniyeyi tamamen üzerime örttüm.
Battaniyeden yayılan odunsu erkek parfümü direkt olarak burun deliklerime hücum etti. Gözlerimi kapattım, çıplak siyah ojeli ayaklarımı şöminenin biraz yanına sokuşturdum.

Ancak o ses, gözlerimi yeniden açmama neden olmuştu. "Dikkat et ayaklarını yakacaksın."

Sesinin canlı ama bir o kadar da yorgun bir tonlaması vardı. İlk kulaklarıma eriştiği anda, sanki evin içinde gezinip duran sıcaklığı yardığını ve soğuk bir hava dalgasıyla kulağımın hemen dibini sıyırıp geçtiğini düşünmüştüm. Bir rüzgar gibi o kadar hızlı gelip geçmişti ki, istemsizce o konuşmaya devam etse nasıl olacağını düşünüp durmama neden olmuştu.

Onu göbek adımı söylerken hayal ettim. Paris, paris, paris.

"Adın ne ?" Düşüncelerimi bölmek istercesine sordu. Aynı zamanda şömineye odun doldurmakla meşguldü ve sıyırdığı gömlek kolundan kasılan kol damarlarını rahatlıkla görebiliyordum.

Doğruldum. Sesimin titremesi isteyeceğim son şeydi. "Maisie... Maisie Harlow." Göbek adımı söylemedim. Neden söylememiştim ki ?

"Jake." dedi kısaca. Soyadını zaten bildiğim için hiç üstelemedim ve işini yapmasını izlemeye devam ettim. "Kahve içer misin, Maisie ?"

"Çok iyi olur ama istersen ben yapabilirim, zaten çok-"

"Sen ısın. İstersen yukarıda Noah'ın sevgilisinin giysileri var. Böyle ıslak oturursan hasta olacaksın."

Onun mutfağa gitmesiyle birlikte ben de harekete geçerek, üst kata çıkan eski tahta merdivenlere yöneldim ve hiç düşünmeden ikişer üçer basamakları çıktım. Hangi odada olduğunu sormayı unuttuğum için giysileri deneme yanılma yoluyla bulmayı düşünüyordum. O yüzden ilk önce siyah boyalı ahşap kapısı olan odaya yöneldim ve tuttuğum eski püskü kulpu iterken, burası olması adına içimden defalarca dua ettim.
Ancak beni karşılayan simsiyah oda, tüm dikkatimi yeniden dağıtmaya yetmişti.

Elim hızla saten siyah yatak örtüsünün üzerine yöneldi. Parmaklarım değer değmez hissettiğim o tuhaf duyguyla burada uyumanın ne denli güzel olacağını düşünmeden edemedim. Ayrıca benim evimin küçük camlarına bakan büyük camlar, içeriden filmle kaplandığı için dışarıyı rahatlıkla görebiliyordu ama dışarıdan bakan birinin tek göreceği, simsiyah camlar oluyordu.
Bunu biliyordum çünkü birkaç kere bu camdan içeriyi görebilmek adına buraya bakmıştım.

"Arkadaşın Ida geldi, kapıda seni bekliyor." Arkamdan gelen o soğuk sesle beraber istemsizce yerimden sıçrayarak sesin geldiği yöne döndüm. Jake, aralık kapının önünde duruyordu. Gözlerim pantolonuna kaydığında, hiç beklemeden kısa bir özür vererek yanından sıyrıldım ve yukarı çıkarken kullandığım hızı arttırarak adeta uçarcasına merdivenlerden indim.

Tam da söylediği gibi Ida beni bekliyordu.

"Verdiğim rahatsızlık için-" Teşekkür etmek için arkamı döndüğümde tek gördüğüm bir boşluk olmuştu. O yüzden kapıyı arkamdan hızla çektim ve Ida'nın sorularıyla beraber kendi evime yöneldim.

staytonight. ||gyllenhaal. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin