Chapter 38

104 11 6
                                    

Bazen, her şeyin anlamsız geldiği o bazı zamanların birinde, her an karanlıktan biri gelecekmiş de sizi kurtaracakmış gibi gelir. Aslında bunun kendinizi kandırmaktan başka bir şey olmadığını bile bile her an içinizdeki çaresiz umudu taşırsınız. Bunu durdurmak imkânsız değil midir zaten? Kendi kendinize "saçmalama, öyle şeyler ancak filmlerde olur" deseniz bile umudunuz sizi dinlememeye devam edecek olan yegâne şeydir. Çünkü umut, sizi yalnız bırakmamaya yeminli bir kurşun askerdir. Hem de en sadık asker... Ki, boşuna değildir ünlü öncülerin umut hakkındaki güvenilir sözleri.

Ve ben şimdi kendimi tam da böyle zamanların birinde hissediyordum. Kendimi sonunda ulaştığım amacıma odaklamam gerekirken, aslında buraya albümümü kaydetmek için gelen tüm bu insanları görmüyordum. Yalnızca bir iki kez gördüğüm Scott Borchetta dahi heyecanla dinliyorken şarkıyı söylediğimi biliyor ama hissetmiyordum. Şu an heyecanı en az hisseden bendim çünkü gözlerim aradığını bulamıyordu. İşte umut da burada devreye giriyordu.

Küçük bir mola verildiğinde nefesimi koyuverdim ve tam da muhtemelen beni tebrik etmek ve benimle çalışmaktan çok memnun olduğunu söylemek için gelen John'u umursamadan kendimi kayıt odasının dışına attım. Orada daha fazla durursam boğulacağımı biliyordum.

Cebimden telefonumu çıkardıktan sonra Harry'nin telefonunu tuşlayıp açmasını bekledim. Çalmasına rağmen açmayışı beni sinirlendirirken sakin kalmaya çalıştım. Ama başaramadım. Tekrar derin bir nefes alıp oksijeni ciğerlerime doldururken yeterince az dikkat ve şüphe çekmeye çalışıyordum. Aklıma gelebilecek hızlı seçenekleri tarıyordum. Gemma'ya ulaşabileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden evini aradım. Yine açılmadı. Beni tekrar bırakmasından korkmama rağmen gidemiyordum. Bir an önce şu işin bitmesinden başka seçeneğim yoktu sanırım.

Tekrar başlayacağımızı anlayarak içeri girdim ben de.

Tabii eğer ne ile karşılaşacağımı bilseydim belki de oradan koşarak uzaklaşırdım. Çünkü tam olarak karşımda bana sırıtan bir Edgar duruyordu. Opps...

"Taylor, merhaba." Diyerek bana doğru adımlamaya başladı. Değişmiş görünüyordu. Dış görünüşü yine aynı olsa da ruhunu gözlerinden okuyabiliyordum. Kendimi birazcık suçlu hissediyordum ona karşı. Duygularıyla oynamış mı sayılırdım ki?

"Merhaba, Eddy." Diyerek bana açtığı kollarının arasına girdim yavaşça ve etrafa göz gezdirdim. Kimse bizi takmıyor gibiydi, bir kişi hariç: Odanın köşesinden bize bakan biri. Az önce burada bile olmayan biri. Elindeki içki bardağını dudağına götürürken yüzünü sinsi bir sırıtış kapladı. Ürpermeme engel olamazken Edgar'dan ayrıldım ve Bay Borchetta'ya doğru döndüm.

"Ee, devam etmiyor muyuz?"

"Hayır, bu kadarı yeterli. Artık fotoğraf çekimlerine geçebilirsiniz." Bunları söylerken o adama sinirle bakıyordu. Adam ayağa kalkarken ortaya doğru yürüdü.

"Geç mi kaldık yani yeni süper starımızı dinlemek için?" Sinsi ses tonu kulaklarıma dolarken yüzümü buruşturarak birkaç adım geriledim.

"Sorun yaratmayacağını söylemiştin Joel." Demişti Bay Borchetta. Ve o an donduğumu sandım. Bunu fark eden Joel de bana doğru döndü. Sonra her şey ağır çekimdeymişiz gibiydi, Harry'nin yeşil gözlerinde gördüğüm Rapunzel'in huzur veren ormanının aksine, Uyuyan Güzel o sonsuz uykuya yattığında ormanın dikenlerle kaplanması gibi karanlık gözler bana bakıyordu. Ve ikimizde birbirini tanıyan rakiplerdik.

Bu oydu. Joel. Yani benim ve Harry'nin kâbusu...

H A R R Y

Buna inanamıyordum. Elimden gelen en hızlı şekilde oraya giderken Joel'in daha ne kadar ileri gitmeyi planladığını düşündüm. Taylor'un karşısına çıkmamalıydı. Hele oraya hiç gitmemeliydi. Dayım, o ve Taylor arasında oluşabilecek karışıklık yeterince kötüyken bir de Edgar'ı kendine maşa olarak kullanacak olması... Tanrım!

Edgar'a acıyordum. Kendi tabiatında kötülük olan Joel'in peşinden sürüklenecekti. Belki de bunu hak etmiştir.

Gelebildiğimiz noktaya inanmakta güçlük çekiyordum. Bazen bunun yani Taylor ile aramızda olan şeyin bir lise macerasından başka bir şey olmadığını düşünürdüm. Biz oldukça kısa bir zaman geçirmişken birbirimize bu denli güçlü bağlarla bağlanmıştık. Ve açıkçası inanması zor birtakım şeyler yaşıyorduk. Bunun da üstesinden gelebiliriz.

Kırmızı ışık yandığında kendimi küfretmemek için zor tuttum. Orada olmalıydım, onun yanında.

T A Y L O R

Herkes gerginliği fark etmişti. Bu insanlar aptal değildi. Elbette ne olduğunu anlayacak kadar geçmiş birikimleri de vardı. Önce kapıya en yakın olan Bayan Linette, çocuğunun gösterisi olduğunu uydurarak -belki doğrudur- çantasını alarak çıkmıştı. Hemen ardından Bay ve Bayan Simon da evlilik yıldönümleri olduğunu söylemiş ve diğer hepsi de bir bahaneyle ayrılmıştı. Kurttan kaçan kuzular gibi birer birer dağıldıklarında odada ben, Edgar, Bay Borchetta ve Joel hariç kimse kalmamıştı. Haklıydılar. Bu bizim savaşımızdı. Belki en çok benim. Hayır, hayır, yalnızca benim olamayacak kadar ciddiydi ve uzun zamandır devam eden bir şeydi.

"Açık konuşacağım, Scott." Diyerek odanın içinde volta atmaya başladı Joel. "İstediğim şey her zamanki gibi kazanmak." Gözlerini ürpertici bir yavaşlıkla bizimkilere çevirdi. "Tek kazanan olmak."

"Bunun bizimle bir bağlantısı olmadığını hala anlayamadın galiba? Çalışırsın ve başarırsın. Başkalarını tehdit ederek değil." Bay Borchetta ona doğru adımlayarak söyledi.

"İstediğim Taylor da olabilir, Harry de." Ve komik bir şey söylemiş gibi kahkaha attı. Bu kahkaha o kadar güçlüydü ki, herkesin duyduğunu düşünebiliyordum. "Edgar zaten benim." Gözlerim Edgar'a dönerken içimde çığlık çığlığa dizlerinin üstüne düşen ve kanatları kopan bir meleğin varlığını hissettim. O ise bana bakmamayı seçti ve ben hiçbir şey anlamadım. Sorun neydi? Beni mi görmek istemeyecekti, katlanamaz mıydı ki? O zaman bugün bana sarılmazdı ama sarıldı. Onu kırmıştım ve bu kesindi. Yine de bu bir ihaneti gerektirmezdi. Gerektirmezdi ama o öyle görmüştü.

"Bizden gitmeyi seçtiyse onu durduracak değilim fakat yakında hatasını anlayacaktır." Derken kendinden emin gülümsüyordu Bay Borchetta. "kaldı ki bu seçiminin sebebinin iyi niyetli olmadığının farkındayım. "

"Dayım fazlasıyla haklı beyler. Sizce? " diyerek içeri girdi biri. Bu kişi sesindeki alayın içindeki öfkesini gizleyemeyen biriydi. Bu kişi Harry idi. Sonunda...

O an onu gördüğümde, kendimi boynuna atlamamak için zor dizginlemiştim. Her zaman aynı şey oluyordu, tam da umudum tükendiği anda beliriveriyor ve beni karanlığın içinden çekip alıyor, kendi pembe dünyamıza hapsediyordu. Tabii büyük bir farkla: kötülerin zincirleri dikenliydi ve acıtıyordu. Onunkiler ise pamuk şekerden yapılmış bir taçtı.

Onu gerçekten seviyorum.

"kaldı ki, bizim size herhangi bir açıklama yapmamıza ihtiyacınız olmadığı kadar büyük insanlarsınız, ha?" diyerek de sözlerini sürdürdü. Kovboy filmlerinin şu meşhur sahnelerinden birindeydik şimdi. Azılı düşmanlar korkutucu rüzgârlar eşliğinde birbirlerine korkunç bakışlar atıyor ve aradaki kız da içindeki endişe ile sevdiği kişiye bir şey olamamasını umuyordu.

İçimden histerik bir kahkaha atmak gelse dahi kendimi durdurmam gerektiğini biliyor ve olası bir savaş anında yapabileceğim tüm seçenekleri kafamda tartmaya çalışıyordum. Ne yazık ki beyin denen o et parçası düşünmeyi yavaşlatmış gibi görünüyordu.

Trajik ve hüzünlü.

Ve hemen ardından Joel 'in kahkahası odada yankılandı. Benim yapmak istediğimi rahatlıkla yapabilen bu yüzsüz adamın suratına neden bir tane, hayır, hayır, birkaç milyon tane geçirmiyordum ki?

"Harry, hala aynısın oğlum..." ve Harry'nin çenesi kasıldı. "Asi ve umursamaz."

"Bana oğlum dememelisin, Joel. Gerçekten."

"Annen kahroluyor ama..." diyerek üzgün biryüz ifadesine bürünmeye çalıştı. Ve o an anladım:

Joel, onun üvey babasıydı. Ve bu savaşın içinde annesi de vardı.

◼◼◼

Trouble Ψ Wildest Dreams //DÜZENLENİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin